• Sonuç bulunamadı

1951-52 Tevkifatı’ndan sonra yurt içi örgütlenmesini kaybeden TKP, 1970’li yıllarda tekrardan örgütlenmeye başlamıştır. Geride kalan dönem boyunca parti, Türkiye üzerindeki faaliyetlerini yurt dışında oluşturulan Dış Büro aracılığı ile yönetmeye çalışmış, ülkedeki gelişmelere buradan takip etmiştir. 1960’lı yıllarda yurt içinde TİP’in aktif bir destekçisi olan TKP, kendisini ilerici ve sosyalist sayan her kesimin de TİP’i desteklemesinin vatanseverlik görevi olduğunu belirtmiştir. Her ne kadar TKP yurt içinde örgütlenemese de, TİP’in bu dönemlerde NATO’ya karşı duruşu; emekçi haklarını, demokratik hakları savunuşu; yabancı ve işbirlikçi yerel tekelcilere karşı tavrı gibi uluslararası komünist harekete uygun davranışları, bu yıllarda Dış Büro’nun TİP’ karşı sempati beslemesini sağlamıştır. (Mutlu Uslu: 301, 325)

1970’li yıllara gelindiğinde ise bazı gelişmeler, TKP’yi Türkiye’de tekrar örgütlenmeye itmiştir. TİP’in kapatılmış olması ve 12 Mart rejiminin sol örgütler için legal siyaset ortamını daraltması, uluslararası komünist harekete yakınlık duyan gençlik örgütlerinin operasyonlar sonucu püskürtülme tehlikesiyle karşı karşıya kalması ve bu dönemki gelişmeler sonucunda yurt dışına çıkan birçok kadronun parti ile ilişkiye geçmesi, TKP’yi yeniden örgütlenmeye itmiştir. (Kanat, 1988: 2278)

TKP’nin yeniden örgütlenme girişimlerine yardımcı olan ilk grup, 1968 gençlik hareketleri içerinden gelen Partizan grubu olmuştur. 1970’de FKF ve TİP içerisindeki bölünmeler sonucu kurulan Partizan, diğer illegal sol örgütlerin aksine, işçi sınıfı içerisinde çalışmayı tercih etmiştir. Harun Karadeniz, Nabi Yağcı, Sıtkı Coşkun gibi isimlerin içinde olduğu grup, 1972-74 arasında TKP ile bağlantıya geçerek partiye üye olmuşlardır. Bu sayede TKP, Partizan grubu ile yurt içindeki ilişkilerini oluşturmaya sağlamıştır. (Ersan: 117-118)

Partinin, Türkiye’de yeniden örgütlenmesini sağlayacak ikinci ve en önemli hamle, 1974’de TKP merkez komitesinin yayın organı olarak çıkarılacak ‘‘Atılım’’ dergisidir. Bu arada Zeki Baştımar’ın sağlık sorunlardan dolayı parti görevlerini, İsmail Bilen ve Aram Pehlivanyan’ın üstlenmesi, bu ikiliye, yeniden örgütlenmenin

mimarları olarak görülmesini sağlamıştır. (Çetinkaya-Doğan: 328) Ayrıca İlerici Gençlik Derneği (İGD), İlerici Kadınlar Derneği (İKD) ve TÖB-DER; yurt içinde yayınlanan aylık ‘‘Ürün Sosyalist Dergi’’ ve ‘‘Barış’’ dergisi, TKP’nin 1974-1980 dönemi arasındaki etkinliğinin artmasında etkili olmuşlardır. (Yurtsever: 243-244)

1970’li yıllar boyunca partinin Türkiye’de örgütlenme dönemleri ise ikiye ayrılır. 1977 yılına kadar dar bir kadro siyaseti izlediği ama DİSK başta olmak üzere, ülke içindeki demokratik kitle örgütlerinde etkinlik sürdürdüğü dönem ve 1977’de yapılan ‘‘Konya Konferansı’’ ile 1980 darbesine kadar olan hızlı kitleselleşme dönemi. (Çetinkaya-Doğan: 330)

1977’ye kadar ilk dönemde TKP’nin DİSK içerisindeki etkinliği, işçi sınıfı içinde taban bulmasına olanak tanımış ve partinin ülkede politik bir güç haline gelmesini sağlamıştır. (Yurtsever: 226-227) Özellikle Maden-İş ve Ban-Senk gibi önemli sendikaların ve DİSK genel merkezindeki birçok uzmanın TKP’li olması, DİSK politikalarının parti politikaları haline getirmesini sağlamıştır. Nitekim DİSK’in düzenlediği miting ve grev kortejlerinde, ‘‘TKP’ye Özgürlük’’ gibi pankartlar ile partinin önündeki yasal sınırların kalkmasına yönelik talepler dile getirilmesi, grevlerde TKP’li isimlerin ön planda olması, TKP’nin DİSK içerisinde ne denli etkin olduğunu göstermektedir. (Çetinkaya-Doğan: 330) Bu dönem Maden- İş’in gerçekleştirdiği MESS grevi; DGM eylemi; 1976, 197753

ve 1978 1 Mayıs’ı en çok ses getiren eylemler arasına girmiştir. (Yurtsever: 235-239)

TKP’nin CHP’ye karşı olumlu tutumu da yine bu dönem DİSK içerisindeki etkinlikleri çerçevesinde oluşmuştur. 1973 yılında kurulan CHP-MSP koalisyonuna, ‘‘Halk yığınları, halkçı bir programı uygulamak isteyen bir hükümete gereken zamanı vermelidir’’ diyerek desteleyen TKP, DİSK’in 1976’da ortaya attığı MC’ye

53 1 Mayıs 1977 mitingi, tarihe ‘‘Kanlı 1 Mayıs’’ olarak geçmiştir. Taksimde düzenlenen mitingde,

DİSK genel başkanı Kemal Türkler’in konuşması esnasında, kürsünün karşısında yer alan otelden ve sağ tarafında yer alan Su İşleri duvarından kitleye ateş açılmıştır. Kitlenin telaşa düşmesi sırasında polis panzerinin işçilerin üzerine sürmesi ve silah, ses bombası kullanması sonucu Kazancı Yokuşu’ndan kaçmaya çalışan kitle sıkıştırılmıştır. Olayların sonunda ezilme, vurulma gibi nedenlerden dolayı 36 işçi hayatını kaybetmiştir. Failleri ise bulunamamıştır. (Çavdar: 246)

karşı ‘‘Ulusal Demokratik Cephe (UDC)’’ stratejisi çerçevesinde, 1977 seçimlerinde de CHP’nin desteklenmesi gerektiğini öne sürmüştür. Fakat TKP’nin CHP ile kurmaya çalıştığı bu ittifaka Bülent Ecevit’in yanaşmaması, DİSK’te Kemal Türkler’in istifasına ve TKP’nin konfederasyondaki hakimiyetini kaybetmesine neden olmuştur. Bu durum, yeni süreçte CHP’ye karşı takınılan tutumu değiştirmiş ve Ecevit, egemen güçlerle işbirliği yapmakla eleştirilmiştir. (Ersan: 127-128) UDC stratejisi ile DİSK içerisindeki yönetimlere daha fazla ortak olmayı amaçlayan TKP, bunun için sosyalistlerle işbirliği yapmak yerine CHP ile bu grupları tasfiye etmeye kalkması, tabandaki militan işçi hareketlerine yabancılaşmasına sebep olmuştur. Bu uzaklaşma da işçi kesimlerinin CHP’ye kaymasına, TKP’nin de DİSK’teki gücünü yitirmesine neden olmuştur. (Yurtsever: 234) Diğer bir değişle TKP, DİSK içerisindeki TİP, TSİP gibi diğer sosyalist örgütleri, CHP işbirliği ile etkinliklerini yok etmeye çalışmış, fakat işin sonu kendi bindiği dalı kesmekle sonuçlanmıştır.

1977 yılında gerçekleşen bir diğer önemli olay ise, partinin 1970’li yıllardaki ikinci örgütlenme dönemini simgelemiştir. 1977’de Moskova’da toplanan fakat Konya’da yapıldığı öne sürülen ‘‘Konya Konferansı’’, uzun bir süre sonra partinin gerçekleştirdiği bir kongre olmuştur. Kongrede, partinin yeni Politbüro, merkez komite ve genel sekreterliği kabul edilmiş, aynı zamanda parti program ve tüzüğü oluşturulmuştur. (Çetinkaya-Doğan: 331)

Yeni programında partinin savaş ödevi, halk düşmanı büyük burjuva-ağa ikilisinin emperyalist düzeninde, sömüren sınıfların egemenliğini her türlü savaş araç ve yöntemleri ile yıkmak olarak belirlenmiştir. İleri demokratik devrim olarak adlandırılan bu yöntem, işçi sınıfı öncülüğünde köy emekçilerinin, geniş orta tabakaların, devrimci aydın ve gençlerin savaş ve eylem birliği ile uygulanacağı ifade edilir. İlk etapta yakın amacı bu yönde tarif eden TKP programı, nihai amacın ise Türkiye’de sosyalizmi kurmak olarak görür. (Türkiye Komünist Partisi Programı, 2014: 127-128)

Savaş ödevini gerçekleştirmede partinin verimli ve güçlü olabilmesi için, fabrikalarda, işletmelerde, yığınsal örgütlerde parti komiteleri, temel parti örgütleri, hücreler kurması gerektiği belirtilir. Bu çerçevede TKP, fabrika ve işletmelerdeki

temel örgütleri, partinin kaleleri olarak niteler. (Türkiye Komünist Partisi Programı: 129)

Mücadele biçimi olarak zaman koşullarına, kuvvetler dengesine bakarak hem legal hem illegal mücadele verilebileceğini öne süren TKP, Sovyetler Birliği’nin sosyalist ülkelere uyguladığı sürekli barış politikasının, dünyadaki soğuk savaş kışkırtıcılığını geriletmesinden dolayı tercihini parlamenter yol stratejisinden yana yapar.54 Benzer şekilde bu sürekli barış politikalarının, Türkiye’de de demokratik haklar için parlamenter yol stratejisini55

kolaylaştırdığı ve parlamentoyu, gerici, işbirlikçi toprak ağaları ve burjuvazinin elinden işçi sınıfın yararına dönüştürmede daha geniş yollar açtığı belirtilir. (Türkiye Komünist Partisi Programı: 131)

1977 Konya Konferansı ile birlikte işçi hareketi içerisindeki örgütlenmesini daha iyi yönetebileceğini düşünen TKP, Sovyet çizgisinin tek temsilcisi olmasından dolayı diğer sol örgütlerle işbirliğine yanaşmamıştır. (Ersan: 123) Fakat partinin işçi sınıfı içerisindeki örgütlenmesinin daha yeni ve denetiminin sınırlı olması, diğer taraftan da Türkiye solunun son yıllarda yaşadığı teori sorununa yeni bir çözüm getirememesi (Aydınoğlu: 460), onu TİP ve TSİP gibi güçsüzleştirmiştir.

Güçsüzleşmenin ardından değişim sürecine giren parti, ‘‘Atılım’’ın Ekim 1976’daki sayısında, diğer sosyalist partiler ile birleşmeye sıcak bakan bir tutum sergilemiştir. ‘‘Legal Sosyalist Akımlar ve TKP’’ başlıklı yazıda, Türkiye’nin toplumsal yapısının mevcut koşulları çizgisinde savaş ödevinin, ülkeyi anti-

54

TKP’nin radikal bir mücadeleden kaçınmasının en açık göstergelerinden biri, partinin İngiltere’deki yayın organı olan ‘‘İşçinin Sesi’’ çevresince hazırlanan bir broşür olarak gösterilebilir. R. Yürükoğlu’nun kaleme aldığı ‘‘Emperyalizmin Zayıf Halkası Türkiye’’ adlı metinde, Türkiye’de devimci bir durumun varlığının yükselmekte olduğunun radikal bir söylemle kanıtlamaya çalışması, parti içinde bu grubun tasfiye edilmesine yol açmıştır. (Aydınoğlu: 446) R. Yürükoğlu, partinin bu tutumunu 1977 sonrası artan oportünizmden kaynakladığını belirtmiş ve TKP yönetimini, devrimci rotadan saparak, burjuva kuyrukçuluğu yapmakla suçlamıştır. (Yürükoğlu, 1989: 125)

55

TKP’nin parlamenter yol söylemini sıklıkla kullanması, kendisini 1960’ların TİP’i gibi yasal bir kitle partisi olmaya çalıştığını göstermektedir. Nitekim TKP, devrimci gençlerin öldürülmesi ve işkence görmelerine karşı çıksa da; temelde şiddeti esas alan, illegal olan ve gerilla savaşı stratejilerini benimseyen örgütleri desteklememiş, bu örgütleri ‘‘anarşist’’ olarak nitelemiştir. (Mutlu Ulus: 336)

emperyalist, anti-faşist, demokratik bir düzeye getirmek olarak görülmüş, bu konuda kendisi dışındaki diğer sosyalist partilerle bir fikir ayrılığı olmadığı öne sürülmüştür. Fakat ideolojik plandaki fikir ayrılıklarının, birçok ortak noktası olan bu partileri birbirinden uzaklaştırdığını savunulan yazıda, ideolojik çatışmalara son verilerek birleştirici noktalar üzerinde durulması gerektiği belirtilmiştir. (Atılım, Sayı 10, Ekim 1976) Sözü edilen birleştirici noktalar, 12 Eylül sonrası TİP’le yapılan görüşmelerde netice bulmuş ve 7 Ekim 1987’de iki parti birleşerek Türkiye Birleşik Komünist Partisi (TBKP)’ni kurmuştur. (Türkmen-Özger, 2014: 120)

Benzer Belgeler