• Sonuç bulunamadı

Avrupa sosyalizmi, 1970’li yıllardan sonra özellikle İtalya, Fransa, İspanya komünist partilerin görüşleri etrafında oluşmuş, Sovyet devriminin temellerinin Avrupa coğrafyasında gerçekleşmeyeceğini savunmuş ve devrim için farklı Marxist tezler geliştirmeye çalışmış akımdır.

Temel kaynağını Gramsci’nin, sivil toplumun Batı toplumlarında doğu toplumlarına göre daha gelişmiş bir düzeyde olduğu görüşünden almıştır. Gramsci’ye göre, sivil toplumun gelişme göstermesi nedeniyle, Batı komünist partilerinin görevi, uzun soluklu bir mevzi savaşı yürütmek olmalıydı. Devrimci partinin2 görevi ise, sınıf hegemonyasının kurulduğu yerlerde, karşı-hegemonyanın kurulması için mücadele vermektir. Bu durumda Marxist solun parlamentarizm ile yeniden buluşmasını gündeme getirmiştir. (Bekmen: 228-229)

Gramsci, uygulanması gereken yöntemin mevzi savaşı olmasının gerekçesini ise devletin, burjuva hegemonyasını korumak için uygulamaya geçirdiği pasif devrim stratejisi ile açıklamıştır. Gramsci, burjuva hegemonyasının, alt sınıflar tarafından tehdit edildiği zamanlarda aktif kitlelerle karşı karşıya kalan devletin, devrimci bir ortamın ortaya çıkmasının önüne geçilerek, oluşacak potansiyelin tamamen ortadan kaldırmaya yönelik adımlar atması olarak tanımlar pasif devrimi. Bu strateji sayesinde burjuvanın, ekonomik ve siyasi krizler sonrasında bile hegemonyasını koruduğunu belirtir. Pasif devrim süresince burjuvazinin, hem aşağıdan gelen talepleri kabul etmesi hem de işçi sınıfının mücadelesini ekonomik yönden sınırlandırarak ve genel bir karşı-hegemonyanın oluşmasını önleyerek yaptığı

2 Gramsci, devrimci partinin görevini, karşıt-hegemonya oluşturarak işçi sınıfının bilinçlendirilmesi

olarak tanımlarken, bir siyasi partinin oluşumunda olması gereken üç koşulu şu şekilde açıklar: (1) Üyelerin yaratıcılık ve örgüt kurma yeteneğinden yoksun fakat parti disiplinine uyan, bağlılığını gösteren sıradan orta düzeyde insanlardan oluşması; (2) Parti üyelerinin ulusal düzeyde bir araya gelmesini sağlayan, etkin bir güç birliği ortaya çıkaran birleştirici güç; (3) Birinci ve ikinci arasında sadece maddi olmayan aynı zamanda duygu ve düşünce bakımından bir bağ kuran aracı unsur. (Gramsci, 2014: 263-264)

değişiklikler ile üretim yapısı- toplumsal ilişkiler düzenine uyum sağladığını ileri sürer. (Carnoy, 2001: 264)

İşçi sınıfının bu pasif direnişe nasıl bir tepki vereceği konusunda çalışmalarına devam eden Gramsci, devrimci ve reformist politikalar arasında inceleme yaparak pasif devrimin bir türü olarak gördüğü reformizm üzerinde durur. Bu yolla işçi sınıfının burjuvanın pasif devrimine karşı mücadelesinde, hegemonya krizi, mevzi savaşı ve aydınların rolü olarak üç başlıklı bir strateji geliştiren Gramsci, bu reformist yolu seçmesindeki nedenini ise, hakim burjuvazinin ve üstyapının toplumsal değişikliklerde birincil aktör olması olarak görür. (Carnoy: 265)

Gramsci, mevzi savaşına giden adımlardan biri olan hegemonik krizi, toplumsal sınıfların savundukları siyasi partilerden koptukları ve parti yöneticilerinin söylemlerini reddettikleri dönemde ortaya çıkacağını belirtir. Bu ortamda burjuvanın, kendi hegemonyasını korumak adına uyguladığı devletin yaptırım gücü mekanizmalarının işlevsiz olacağını, aynı zamanda toplumdan bağımsız unsurların da (kilise, finans kuruluşları vb.) daha fazla özerkleşeceğini ileri sürer. Böylece toplumsal sınıflar, burjuva ve bağımsız kuruluşlar arasındaki bu çatışmanın da hegemonik krize yol açacağı sonucuna varır. Bu anlamda Marx’ın emeğin artan sömürüsünden dolayı ortaya çıkan ekonomik yoksullaşmanın, bir devrimci parti aracılığı ile işçi sınıfının, devlet üzerindeki baskısının en yüksek noktasına çıkarılması düşüncesi, Gramsci’ye göre bir bütünün unsurlarından biri olarak görülmüştür. Ona göre devletin, burjuva hegemonyasının korunup ilerleme yeteneklerinin önüne geçilmesiyle oluşacak kriz daha önemlidir. (Carloy: 265-267)

Bu noktada burjuva hegemonyasının önüne geçilmesinde manevra savaşı yerine mevzi savaşının tercih edilmesini, dönemin politik konjonktürüne bağlamaktadır. Ona göre ‘‘ÇağdaĢ politika tekniği, 1848’den sonra parlamentarizmin yaygınlaĢmasından, sendika ve parti kuruluĢları rejiminden, devlet hizmetinden ya da özel kuruluĢlardaki büyük bürokrasilerde (sendikalardaki ve partilerdeki özel bürokrasi) ve geniĢ anlamıyla poliste meydana gelen değiĢikliklerden sonra, tamamıyla değiĢti. Burada söz konusu olan polis artık yalnızca suçlulara karĢı kullanılan polis değildir. Bundan yönetici sınıfların siyasal

ve ekonomik egemenliklerini korumak üzere devlet ve özel kuruluĢlar tarafından örgütlenen bütün kuvvetler anlaĢılmaktadır.’’ (Gramsci: 314) Bundan dolayı devletin denetim altına alınmasının tek başına yeterli olmayacağını belirterek mevzi savaşını gerçek anlamıyla siperlerle yapılan savaş olarak görmez, mevzilere girmiş olan ordudan sonraki bütün örgütleri ve endüstrileri kapsayan bir strateji olarak görür. (Gramsci: 323)

Mevzi savaşının ana ögelerinden ilkini, sosyalist devrim hedefleyen ülkelerin Komünist Parti’lerinin, siyasal anlamda kendi sosyalizm stratejilerini oluşturmaları gerektiğini ileri sürer. Bu anlamda Marx ve Engels’in oluşturup Troçki’nin de katkı verdiği sürekli devrim stratejisini, 1879 ile Birinci Dünya Savaşı arasındaki kapitalizmin gelişimini yeterli düzeyde açıklamamakla eleştirmektedir. (Carloy: 268- 269) Gramsci, sürekli devrim stratejisini ‘‘...Büyük yığın partilerinin, büyük sendikaların bulunmadığı tarihsel bir dönemin malıdır; bu dönemde toplum henüz değiĢkendi, birçok cephesiyle oturmamıĢ haldeydi; kırsal bölgelerin geriliği, kentlerin az bir oranda oluĢu, buralarda devletin politik yönetiminin hemen hemen mutlak tekeli (Fransa’da Paris’in) iĢlerlikteydi; Devlet aygıtlarının göreli az geliĢmiĢliği ve ‘civile’ toplumun devletin iĢleyiĢine oranla daha büyük özerkliğe sahip oluĢu... 1870’in ardından gelen dönemde Avrupa’nın sömürgeci yayılıĢı ile birlikte bütün ögeler değiĢti, ulusal ve uluslararası planda, devlet örgütündeki iliĢkiler daha karmaĢıklık ve ağırlık kazandı ve 1848’in ‘sürekli devrim’ formülü yeniden ele alınarak politika bilimindeki ‘civile hegemonya’ formülüyle aĢıldı’’ (Gramsci: 340-341) şeklinde açıklayarak, kavrama yeni bir bakış açısı katmıştır.

Sivil hegemonya ile burjuva hegemonyasına karşı karşıt- hegemonya3 oluşturarak, işçi sınıfının kitlesel örgütlenmesini ve işçi sınıfı kültürü ve bilincinin

3 Gramsci’nin mevzi savaşı ile karşıt-hegemonya oluşturma stratejisi, Türkiye sosyalist sol

hareketinde de kendisine yer bulmuştur. 1970’li yılların önemli sosyalist örgütü olan Devrimci Yol, ‘‘halk savaşı’’ stratejisinde, iktidarın bir anda değil, ülkeye yayılacak şekilde parça parça elde edilmesi fikri, Gramsci’nin manevra savaşı fikrine olan olumsuz görüşü ile benzerdir. Devrimci Yol’un 1970’li yıllarda oluşturduğu direniş komitelerine atfettiği bütün anti-faşist halk güçlerinin birleşik devrimci savaşının örgütlenmesi ve halk iktidarının birer parçası olması durumu; THKP- C’den aldığı ‘‘öncü savaş’’, ‘‘politikleşmiş askeri savaş stratejisi’’, ‘‘suni denge’’ gibi devrim

oluşturulmasının gerektiğini belirten Gramsci, bu kitlesel örgütlenme ile yeni üstyapının, devletin de içinde olduğu eski üstyapı alt edilinceye kadar burjuvazi ve hegemonyasıyla savaşılması gerektiğini savunur. (Carloy: 269) Ancak bu şekilde devlet iktidarının alınacağını düşünen Gramsci, iktidarı aldıktan sonra mevzi savaşının bitmediği belirtir. Bu noktadan sonra proletaryanın oluşturduğu karşıt- hegemonyanın proletarya hegemonyasına dönüşeceğini, yeni toplumun kuruluncaya kadar ‘‘baskıcı devlet’’ modelinin uygulanmasının gerekliliğine dikkat çeken Gramsci, bu anlamda zorlamayı, yeni toplumun geçiş döneminde doğal karşılar. (Carloy: 270)

Gramsci’nin devrimin gerçekleşmesi yolunda kurduğu mevzi savaşı stratejisini paylaşan Ernesto Laclau (1935-2014) ve Chantal Mouffe (1943-), klasik sosyalizm anlayışındaki üretim araçlarının özel mülkiyetinin ortadan kaldırılmasının, tarihsel çağdan geçerek tüm toplumsal durumların ortadan kalkmasına götürecek etken olarak gören yaklaşımını eleştirerek, gelişen tarihsel olaylar sonucunda bu tanımın yetersiz olduğunu belirtmiştirler. (Laclau-Mouffe, 1992: 218) Bu anlamda radikal mücadelelerden kaçınılması gerektiğini belirten ikili, solun hegemonik stratejisinin olanağını ‘‘...Demokratik zeminin terk edilmesinde değil, tersine, demokratik mücadeleler alanının bütün sivil topluma ve devletin uzatılmasında yatar’’ (Laclau-Mouffe: 217) şeklinde açıklamışlardır. Bu çerçevede Gramsci'nin mevzi savaşı stratejisini, ‘‘...Bütün radikal dönüĢümlerin süreç karakterini ifade eder-devrimci eylem, basitçe, bu sürecin içsel bir momentidir. Demek ki, politik alanların çoğaltılması ve iktidarın tek bir noktada yoğunlaĢmasının önlenmesi, toplumun gerçekten, demokratik her dönüĢümünün ön koĢuludur’’ (Laclau-Mouffe: 218) olarak tanımlayıp, ön plana çıkarmışlardır.

stratejilerini, devrimci halk iktidarının örgütlenmesinde kullanması, Gramsci’nin öne sürdüğü karşı- hegemonya kavramına örnek oluşturmaktadır. (Erdoğan, 1998: 29-30) Devrimci Yol’un, Gramsci’nin fikirlerine yaptığı atıflar, 1980’lerde Türkiye’deki sivil toplum tartışmalarına da aracılık etmiştir. ANAP iktidarının çözümlenmesinin, devlet-sivil toplum ekseninde ele alınması, demokratik halk devriminin niteliği, reel sosyalizm, iktidar sorunu gibi başlıkların tartışılması ve sonunda yaşanan ayrılıklar, Türkiye solunun 1990’lardaki sol- liberal sol ikiliğinin ayrımını başlatmıştır. (Erdoğan: 30)

Avrupa sosyalizmi ile Rusya arasında Marxist düşüncedeki farklılaşmanın sinyallerini 20. yy’ın başlarındaki gelişmelerde de görmek mümkündür. Kapitalizmin Batı Avrupa’daki gelişimi, sınıflar arası farklılaşmayı arttırırken, bir taraftan da ülkelerin gelişmelerinden doğan refahtan pay almaktaydılar. 1917 Ekim Devrimi’nin gerçekleştirilmesi ve II. Dünya Savaşı’ndan sonra soğuk savaş döneminin başlaması, Avrupa’yı komünist tehlikelere karşı korumak adına sosyal demokrasinin güçlendirilmesi de Batılı komünist partilerin devrim hareketi yerine sosyal politikalar ile sosyalizm revizyonuna gitmelerine neden olmuştur.

1917 Ekim Devrimi’nden sonra II. Enternasyonal’de de bu durum açıkça belirginleşmiştir. Lenin ve Troçki’nin(1879-1940), Rusya’da devrimi gerçekleştirmiş olmanın güveniyle II. Enternasyonal’i kendi devrim stratejileriyle yönetmek istemesi Batılı sosyalist partilerin itirazlarına sebep olmuş, Avrupa sosyalist hareketi; sosyal demokratların oluşturduğu Sosyalist Enternasyonal ve Sovyet tezlerini benimseyen komünist partilerin oluşturduğu III. Enternasyonal şeklinde ikiye ayrılmıştır.

Sosyalist Enternasyonal, sosyalizme geçişte şiddet ve haksızlıklara dayanan bir devrim yerine, burjuva yada işçi diktatörlüğü yerine, reforma, barışa ve demokrasiye inanan bir strateji benimsemiştir. Militan bir örgütten ziyade, ülkelerin ulusal farklılıklarına göre, özgül yöntemler belirleyebileceğini onaylamakta ve ülkelerin iç işlerine karışılması reddedilmiştir. (Hamitoğulları: 590) Ülkelerin iç işlerine karışılmaması düşüncesi özellikle Stalin’in (1878-1953) ‘‘tek ülkede sosyalizm’’ teziyle, ülkelerin komünist partilerine yaptığı müdahalelere tepki olarak söylenmiştir.

Lenin ise ayrışma sonrası kendi yolunu çizen Batılı sosyalistler için ‘‘Emperyalist bir savaĢta (her Ģeyden önce de güncel emperyalist savaĢta) ‘yurt savunmasını’ kabul eden sözde sosyalist, gerçekte Ģoven, sosyal Ģovenler’’ olarak nitelemiş ve bu grubu, burjuvazinin tarafına geçmekle suçlayıp, sınıf düşmanları olarak ilan etmiştir. (Lenin, 2006: 49) III. Enternasyonal, SBKP’nin düşüncelerini oluşturan Marxist-Leninist çizgide proleter devrim stratejisine devam etmiş ve merkeziyetçi bir tutum sergilemiştir.

Benzer Belgeler