• Sonuç bulunamadı

Behice Boran’ın, Aybar ile farklılığa düştüğü bir diğer konu ise bürokrasi tartışmalarıdır. Aslında Boran da Aybar gibi bürokrat tabakanın, devlette her şeye hakim yöneticiler olarak görmüş ve Osmanlı Devleti’nden kalan merkeziyetçi,

otoriter, tepeden inme devlet anlayışının günümüzde devam ettiğini belirtmiştir. (Boran: 18) Burada Aybar ile benzer bir çizgide olduğu görünen Boran’ın, ayrıştığı ve daha sonra eleştirilerine başlayacağı nokta, bürokrat sınıfına atfedilen yerdir. Aybar, bürokratları bir sınıf olarak görürken; Boran ise, bürokratları bir tabaka olarak görmektedir ve Batı toplumundan ayrı bir ‘‘kendine özgü’’lük yüklemez.27

27 Behice Boran, Aybar ile yaşadığı Osmanlı toplum yapısı ve bürokrasi tartışmasının bir benzerini

Cahit Tanyol (1914-2001) ile de yaşamıştır. Tanyol, Aybar ve ATÜT tezlerine paralel olarak Osmanlı toplum yapısını, Batı feodalitesinin bireysel mülkiyet ve toprak sahibi bir sınıf özelliklerinden farklılık göstererek, kendisine özgü bir gelişme çizgisi olduğunu öne sürer. (Topses, 2013: 8) Tanyol, bu düşüncesini oluştururken temel dayanağını Doğu ile Batı’nın tarihsel süreçte geçirdikleri farklı gelişim çizgisinden almıştır. Tanyol’a göre, Batı uygarlığının temelleri; Antik Mitoloji, Yunan-Roma uygarlıkları ve Hristiyan inancından etkilenmiştir. Nitekim Batı’da ana üretim aracı olan toprağın özel mülkiyeti de ‘‘Sezar’ın hakkıyla’’ ‘‘Tanrı’nın hakkı’’nı ayrımlaştıran Hristiyan inancıyla şekillenmiştir. Bu şekillenmeyle birlikte, ilk çağlardan başlayarak Batı toplumlarında özel mülkiyet bilinci yerleşmeye başlamış ve bu sistem geliştirilerek sömürüye dayalı bir toplum yapısı oluşturulmuştur. Batı’ya özgü olan bu ‘‘sömürü sistemi’’, tarihsel süreçlerdeki gelişmelere göre köle- efendi, serf-senyör, proletarya-burjuva isimlerini almıştır. (Güllülü, 2010: 21)

Batı’nın bu gelişimine karşılık Doğu toplumları ise, kendisine özgü sosyo-kültürel şartlarından dolayı farklı bir gelişme göstermiştir. Tanyol’a göre, Doğu’lu anlayışa göre toprağın yaradana ait olması ve kamu malı görülmesi inancı, Batı’dan farklı olarak toprağın özel mülkiyet kullanımından ziyade üzerinde sınırlı kullanım hakkının doğmasına sebep olmuştur. Bu sınırlı kullanım da Batı’nın ‘‘sömürü sistemi’’ni değil, Doğu’ya özgü ‘‘talan sistemi’’ni doğurmuştur. Sömürü sisteminde ‘’serf’’ler üretim için zorlanırken, talan sisteminde sadece üreticinin -reaya’nın- elinde bulunana el koyulmaktadır. Bu sebeple de Tanyol, Batı’nın aksine, Osmanlı toplum yapısının ne özel mülkiyetten, ne sömürü sisteminden, ne de feodal ve sınıflı toplum yapısından söz edilemeyeceğini vurgular. (Güllülü: 21-22)

Tanyol’un bu açıklamalarına karşılık Boran, Aybar ve ATÜT’cülerle girdiği tartışmalarda olduğu gibi, Osmanlı toplum yapısının kendisine özgü bir gelişme süreci izlemediğini ve feodal tipte bir toplum yapısının yaşandığını öne sürer. Boran, Osmanlı toplum yapısına ‘‘sui generis’’ bir özellik yükleyen Tanyol ve diğerlerini, Osmanlı toplum yapısının genel özelliklerini incelemekten ziyade, Batı feodalizminde görülmeyip Osmanlı toplum yapısında görülen özellikleri ortaya çıkarma yanılgısına düştüklerini belirtir. Oysa Boran’a göre, toprağa bağlılık derecesi ve biçimi toplumdan topluma değişme gösterebilir. Burada önemli olan toprağa bağlılığın esasıdır. Hem Batı hem Osmanlı’da, toprağı kullananın beye karşı bir sorumluluğu vardır ve emeğin yarattığı değerin aslan payı bey sınıfına gitmektedir. İkisi arasında yapısal farklılık olmadığından, Osmanlı’da da Batı gibi

Boran, Aybar’a karşı bürokrasi konusundaki ilk eleştirisini, onun bürokrasiyi Osmanlı döneminden beri değişmeden devam ettiği görüşüne getirmiştir. Boran’a göre Osmanlı İmparatorluğu düzeni, günümüze kadar sosyal değişime sahne olmuştur. Osmanlı ve Cumhuriyet bürokrat ve aydınları, Osmanlı’nın üretim ilişkilerinin yıkılması sonrası Cumhuriyet ile birlikte kapitalizme geçişte, geçmiş askeri, siyasal ve ekonomik özelliklerini koruyamamışlardır. (Boran, 2013a: 172) Bundan dolayı bürokrasinin şu anki durumu ne Osmanlı dönemindeki durumuna bakarak ne de Cumhuriyet’in ilk dönemindeki CHP’nin durumuna bakılarak saptanabileceğini öne süren Boran, bu derece çelişkili ve tutarsız olan bürokrasi kesiminin, sınıf değil tabaka olarak nitelendirilmesi gerektiğini belirtmiştir. (Boran: 177)

Bürokrat tabakanın ilerici ya da gerici bir niteliği olup olmadığına da değinen Boran, iktidar politikaları ve bozuk düzen kanunlarının uygulayıcısı olduğu ölçüde egemen sınıfların, sömürdüğü sınıflar üzerinde bir baskı mekanizması oluşturacağını ve emekçi halkın karşısında yer alacağını belirtir. Buna karşın bürokrat tabakanın, aynı egemen sınıfa karşı kendi çıkar ve değerlerini, iktidara gelmek ve egemen sınıflar üzerinde hakimiyet kurmak istediğinde, egemen sınıflara karşı kendi politik- ekonomik mücadelesini veren işçi-emekçi kesimden yana olacağını öne sürer. (Boran, 2013b: 192) Boran, bürokratların bu çelişmeli durumlarından dolayı, ne Aybar’ın dediği gibi merkezci, ceberrut devlet anlayışını savunan gerici bir sınıf ne de Yön/ MDD’cilerin dediği gibi ilerici, devrimci bir konuma sahip olduğunu belirtir. (Boran, 2013a: 172-174)

Objektif durumu bu şekilde açıklayan Boran, izlenecek sosyalist politikanın ise çok yönlü olması gerektiğini belirtmiştir. Bu anlamda egemen sınıflara karşı mücadele ettiği, Anayasa’dan ve mili bağımsızlıktan yana olduğu sürece bürokratların desteklenmesi; halka tepeden bakma, baskı yapma, hor görme durumlarının olduğu sürece ise karşı gelinmesi gerektiğini belirtir. (Boran, 2013b: 193) Burada önemli olan stratejinin bürokratların sosyalizme yönlendirilmesi olarak

feodal tipte bir sınıf yapılanması görülebilir. Bu anlamda bir ayrıma gidilecekse de Batı feodalizmine ‘‘mahalli’’, Osmanlı feodalizmine ise ‘‘merkezi’’ denilebileceğini belirtir. (Erkul, 1997: 84-86)

gören Boran, bürokratların mevcut düzeni ele geçirse bile bir sınıf değil tabaka olduğu için, hakimiyetini sürdürebilmesi için bir sınıfa dayanma zorunda olduğunu ileri sürer. Bu noktada bürokrasinin işçi- emekçi kesimden yana olunması için mücadele verilmesi gerektiğini belirten Boran, sosyalist iktidar gerçekleştiği zaman bürokrasinin, emekçi halk kitlelerinin kontrolüne geçişini de bilinçli ve sistemli bir çaba ile mümkün olabileceğini öne sürmüştür. (Boran: 193-196)

3.5.1.4-Aybar Döneminin Sonuna Gelirken: ‘‘Beşli Önerge’’

Aybar’a karşı muhalefette, Boran ile birlikte yer alan ve Beşli Önerge28’yi

hazırlayan isimlerden biri olan Sadun Aren ise tartışmalara, Aybar’ın ‘‘Türkiye sosyalizmi’’ stratejisiyle TİP’i Marxist bir parti olmaktan çıkarması (Aren: 237) eleştirisiyle katılacaktır.

Gerçekte her ülkenin sosyalizme gidişte, kendine özgü stratejiler geliştirmesinin doğal olduğunu ve mevcut sosyalist ülkelerde bu farklılıkların görüldüğünü belirten Aren, bu farklılıklara karşın, sosyalist ülkelerin tek bir sosyalist oluşum- hareket içerisinde hareket ettiklerini de öne sürer. Bu anlamda Aybar’ın ‘‘Türkiye’ye özgü sosyalizm’’ stratejisini abartılı bir şekilde savunarak, diğer ülkelerin sosyalizm savaşından ayrılıp, bilimsel sosyalizmin dışına çıkmaya çalıştığını iddia eder. (Aren: 235)

Aybar’a yönelik bir diğer eleştirisini ‘‘hürriyetçi sosyalizm’’ kavramına getiren Aren, özgürlük ve demokrasi kavramlarının bir üstyapı kurumu olarak tanımlar. Bu anlamda Aybar’ın, halkın horlanması; adam yerine konmaması; devlet- hastane gibi kurumlarda itilip kakılması gibi olumsuzlukları eleştirip, ‘‘hürriyetçi sosyalizm’’ ile bu sorunların çözüleceğini söylemesini yanlış bulur. Bu sorunların

28 Beşli Önerge, partinin 16 Ekim 1968 yılı MYK toplantısında Behice Boran, Sadun Aren, Nihat

Sargın, Minetullah Haydaroğlu, Şaban Erik tarafından hazırlanıp, imzalanan belgedir. Aybar’ın, partiyi tek adam mantığıyla yönetmesi ve parti tüzük ve programındaki sosyalizm anlayışından saptırması ile suçlandığı belge (Şener: 363), TİP içerisindeki Aybar-Boran/ Aren ayrışmasının da belgesi niteliğindedir.

üstyapı sorunları olduğunu ve sosyalizm olmadan, kapitalizm geliştikçe bu sorunlara çözümler getirebileceğini ileri süren Aren, Aybar’ın altyapı kavramına yeterince önem vermediğini belirtir. (Aren: 236)

TİP içerisindeki Aybar’a karşı Boran-Aren muhalefeti, ağırlıklı olarak bürokrasi ve ‘‘Türkiye’ye özgü sosyalizm’’ konularında olurken, bir diğer muhalif grup olan MDD’cilerin ele aldıkları konu ise tüzüğün 53. maddesi olmuştur.

Aybar, MDD’cilerin tüzüğün 53. maddesine getirdikleri eleştirileri, partinin yapısının değiştirilmek istenmesi olarak görmüş ve değiştirilmesini reddetmiştir. 53. maddenin, kol emekçilerinin yönetimde ağırlıklı olmasını sağladığını ve işçilerin, köylülerin iktidarını amaçladığını belirtmiştir. Bu anlamda MDD’cilerin bu maddeyi kaldırarak, partiyi Leninist parti modeline geçilmesini ve parti yönetiminde işçilerin değil ‘‘öncü’’lerin yer almasını sağlamayı asıl amaç olarak görmüştür. (Aybar: 1989: 163) Aybar’a göre Leninist parti modeli, profesyonel devrimcilerden kurulu, merkezci, dikine hiyerarşik, askeri disiplinli bir örgüttür. Burada parti, politikaları profesyonel devrimcilere emanet edilerek, öncü kabul edilmiş; işçi sınıfı ise meslek kuruluşları ve sendikalar içerisinde yer verilmiştir. Bundan dolayı Aybar, işçilerin hiçbir işte söz sahibi olamayacağını belirterek, bu parti modelinin, iktidarı işçi- köylüden alarak partinin yüksek yöneticilerine verilmesine neden olduğunu öne sürer. (Aybar, 2011: 242-244) Emekçilerin, kendi iktidarı olmadan sosyalizmin kurulamayacağını ifade eden Aybar, bu anlamda MDD’cilerin tartışmalar sonrası partiden ihraç edilmelerini de bir zorunluluk olarak görür. (Aybar, 1989: 162-163)

TİP içerisindeki gençlik örgütleri, Yön/ MDD’cilerin ve Aren-Boran ekibinin muhalefeti ile girilen 1969 seçimleri, Aybar’ın partideki sonunu getirmiştir. Büyük beklentiler içinde girilen seçimlerde, oylarını 1965’e göre %3’ten %2.5’a düşüren TİP, milli bakiye sisteminin kaldırılmasından dolayı yalnızca iki milletvekili çıkarabilmiştir. Seçim başarısızlığının ardından genel başkanlıktan ayrılan Aybar’ın yerine Mehmet Ali Arslan ve sonrasında Şaban Yıldız parti genel başkanlığına getirilmiştir. (Çavdar: 179) Aybar’ın istifasının ardından parti içinde iyice güç kazanan Boran-Aren ikilisinin temsil ettiği Emek grubu, bu süreçte MDD’cilerle girdikleri partiyi ele geçirme mücadelesini kazanarak, 29-31 Ekim 1970 tarihlerinde

yapılan IV. Büyük Kongre’de, Behice Boran’ın genel başkanlığa seçilmesini sağlamıştır. (Şener: 365)

Benzer Belgeler