• Sonuç bulunamadı

Dış politikada atılan adımlar, Türkiye’nin sadece Soğuk Savaş düzeninde yönünü ABD’nin başını çektiği kapitalist blok arasında yer almasını öngörmüyordu. DP, ülke içindeki komünist tehlikenin altını çiziyor ve bu tehlikenin kaynağını Sovyetler Birliği olarak göstererek, her fırsatta, ülkede sosyalist oluşumların önüne geçilmesi gerektiğini savunuyordu. Bu anlamda 1950’li yıllarda ABD’de etkili olan McCarthy’cilik akımı, Türkiye’de de kendini göstermiştir. Akım, sadece siyasi kesimden değil, sosyalizme ilgi duyan diğer kesimleri de etkisi altına almayı başarmıştır.

DP’nin, iç politikada, anti-komünizmi etkisiz kılmak için en önemli icraatı ise, TCK’nın 141. ve 142. maddelerinde yaptığı değişikliktir. 141. maddeye idam

16

Genel olarak Demokrat Parti döneminde Sovyetler Birliği ile ilişkiler ‘‘anti-komünizm’’ tehlikesi endişesiyle yüzeysel görülse de, 1959 yılında Kruşkev’in ABD’yi ziyaret etmesi ve Batılı ülkelerin SSCB ile ticari ilişkiler kurmasıyla Soğuk Savaş havasının yumuşaması ve basında yer alan ‘‘ABD’nin küresel politikalarında Türkiye’nin stratejik önemini kaybettiği’’ tartışmaları, Türkiye- SSCB ilişkilerini canlandırmıştır. İki ülke arasındaki güvenlik sorunlarını çözmek ve ekonomik işbirliğini artırmak amacı güden Menderes, ilk adım olarak Aralık 1959’da Sağlık Bakanı Lütfi Kırdar’ı bir heyetle Moskova’ya yollamış, Nisan 1960’da da Kruşkev ile karşılıklı olarak ziyaret planlamıştır. Fakat bu ziyaret 27 Mayıs darbesi ile gerçekleşmemiştir. (Seydi: 5-8)

cezası getirilmiştir. Ayrıca aynı maddeye, anayasanın tanıdığı kamu haklarını ırksal bir düşünce ile yıkmak için bir araya gelmiş toplulukları da ceza kapsamına sokmuştur. Propaganda suçlarını içine alan 142. maddede ise, düşüncelerin her nasıl olursa olsun birden fazla kişiye ulaştırılmasını propaganda olarak tanımlanmıştır. (Örnek, 2014: 124-125) Maddelerin ucu açık bırakılarak yapılan ağırlaştırılmış değişiklikler, DP’nin, ülke içinde sol siyasete karşı alacağı sert politikalarının önünü açmıştır. Nitekim, yapılan anayasa değişikliklerinin yanı sıra 1950’de Zonguldak’ta, 1956’da İstanbul’da kurulup faaliyete geçen ‘‘Komünizmle Mücadele Dernekleri’’ de (Bora-Ünüvar, 2015: 160), DP’nin desteğini almış ve 1950’li yıllarda baskı grubu olarak anti-komünizm uygulamalarında etkin bir yer edinmiştir.

DP’nin, ülke içinde komünizmi bitirmek adına ilk halmesi olan 1951-52 Tevkifatı’na gelmeden önce 1947’de başlayan ‘‘DTCF Tasfiyeleri’’ne değinmek gerekir. 1940’lı yıllarda ‘‘Tan’’, ‘‘Yeni Dünya’’, ‘‘Görüşler’’, ‘‘Yurt ve Dünya’’, ‘‘Adımlar’’ gibi yayın organlarına yapılan baskılar, Sabahattin Ali’nin öldürülmesi, ülke içinde komünizme karşı büyük bir baskı oluşturulmasını sağlamıştır. Bu baskılar neticesinde sol görüşlü olmalarından dolayı hedef haline gelen DTCF’li öğretim üyeleri Behice Boran, Niyazi ve Mediha Esenel (Berkes), Pertev Naili Boratav, 1945’te, Maarif Vekaleti’nin girişimiyle bakanlık emrine alınırlar ve haklarında komünizm suçlaması ile soruşturma açılır. Bakanlık emrine alınma kararına Danıştay’da itiraz eden DTCF’li hocalar, esas suçun suçun işlenmediği görülerek, görevlerine geri dönerler. (Ak, 2015: 272-274)

Danıştay kararı sonrası işlerin artık kendileri için iyi gitmeyeceğini düşünen Esenel, 1947’de görevinden istifa eder. Aynı yıl DTCF’deki sağcı öğrenciler, ‘‘Yurt ve Dünya’’ ile ‘‘Adımlar’’ gibi komünist dergilerin yayından kaldırılması ve Boran, Berkes, Boratav’ın görevlerinden alınmasını isteyen bir dilekçe yayınlar. Bu dilekçenin üzerine sol görüşlü öğrenciler de, üniversitelerin özerkliğini içeren bir karşıt- dilekçe hazırlayarak öğretim üyelerine destek çıkar. (Ak: 277-278) Karşılıklı eylemlerin artması sonucu, 1948’de üç hoca hakkında disiplin soruşturması açan Ankara Üniversitesi Senatosu, soruşturma sonrasında üç hocayı üniversitedeki mesleklerinden çıkarır. Maarif Vekaleti’nde olduğu gibi burada da karara itiraz eden hocalar, Üniversitelerarası Kurul’un, delilleri yeterli görmemesi üzerine görevlerine

tekrar geri dönerler. Fakat, ülkede bir numaralı hedef haline gelen üç hoca için artık görevleri yapmaları neredeyse imkansız hale gelmiştir. Nitekim mahkeme süreci devam ederken TBMM, Ankara Üniversitesi ile ilgili kanun tasarılarının görüşülmesi sırasında, üç öğretim görevlisini açığa almak suretiyle üniversiteden ihraç kararını vermiştir. (Karaaslan Şanlı, 2011: 111)

Hocaların ihracına giden süreçte, soruşturmalarda ve mahkemelerde kendilerine yöneltilen suçlamalardan bazıları şunlardır: ‘‘Türklük aleyhinde bulunmak’’, ‘‘Komünist olduğu söylenen Ruhi Su ile münasebette bulunmak’’, ‘‘Sağcı talebeleri sınıfta bırakmak’’, ‘‘Konferanslarda Rus rejimini methetmek’’, ‘‘Derslerde komünist beyannamesini ısrarla okutmak, ‘‘Sabahattin Ali’nin evine gidip, dostu olmak’’. (Karaaslan Şanlı: 112)

1948 Tasfiyesi sonrası artan baskı ortamında örgütlenme çalışmalarını sürdüren TKP’de Zeki Baştımar (1908-1973), partinin İcra Komitesi Sekreterliği’ne getirilmiş (Karaca, 2004: 243) ve parti yeniden canlanmaya başlamıştır. Yurt dışında ise Paris’te, sol görüşlü gençlerin kurduğu ve içerisinde Mihri Belli’nin eşi Dr. Sevim Tarı (Belli)’nın da yer aldığı ‘‘İleri Jön Türk Hareketi’’, yurt içinde TKP ile iletişime geçmiş ve birlikte çalışma yürütmüştür. Derneğin en etkili çalışması ise Nazım Hikmet’in affı için bir kampanya yürütmesidir. Bu çalışmalardan rahatsız olan DP hükümeti ise ilk fırsatta yeni bir tutuklama dalgasını başlatmaya hazırlanmıştır. Bu fırsatı da Dr. Sevim Tarı’nın, İstanbul ziyareti sırasında Zeki Baştımar ile buluşup, yurt dışına götürmek üzere kendisinden aldığı parti evraklarını teslim alırken bulmuştur. Nitekim Dr. Tarı, dönüş yolculuğu için İstanbul Limanı’nda beklerken tutuklanmış ve böylece 1951-1952 Tevkifatı başlamıştır. (Çavdar, 2013: 36)

Büyük bir tutuklama furyasına sahne olan 51-52 Tevkifatı, sadece TKP’de değil, partiyle ilişkisi olan her türlü aydın, işçi, medya organı, derneği de içine almıştır. Öne çıkan isimlerden Dr. Şefik Hüsnü Değmer, Zeki Baştımar, Mihri Belli, İlhan Başgöz, Ruhi Su, Aclan Sayılgan, Reşat Fuat Baraner çeşitli yıllarda hapis cezalarına çarptırılmıştır. (Çavdar: 37)

Dr. Sevim Tarı, DP’nin tutuklamalar ile ilgili epey bir zamandır fırsat kolladığını tutuklandığı gün ‘‘Zaten 1947’den bu yana TKP dosyası bir hayli olgunlaĢtırılmıĢ. Bir de dıĢ irtibat çıkarsa ortaya Ģimdi! Allah göndermiĢ gibi. Çok sansasyonel haber yaratma olanağı doğuyor. Büyük bir ‘komünist tehlikesi’ senaryosu ile NATO’lu müttefiklerin TC hükümetine kucak açması ve yüklü bir yardım koparması sağlanabilir. Sağlanacaktır da. Türkiye’de solcuların baĢları üzerine çok oyun oynanmıĢtır’’ (Karaca: 44) cümleleri ile DP’nin sol düşünceye karşı tutumunun yanı sıra dış politikanın iç politikaya nasıl doğrudan etki ettiğini de açıklanmıştır. Davanın bir numaralı sanığı Zeki Baştımar da savunmasında, ülkenin giderek ABD saldırganlığının bölgedeki ana üssü haline geldiğini, bu durumun ülkenin kurucu ilkelerine ve sıradan vatandaşların çıkarlarına ters düştüğünü belirtmiştir. (Çetinkaya-Görkem: 315)

Tutuklamalar sonrası TKP büyük yara almış ve parti, 1970’li yıllara kadar, ülke içerisindeki diğer sosyalist örgütlenmeler arasında faaliyet yürütmek zorunda kalmıştır. 70’li yıllara kadar TKP ismini yurt dışına çıkan grupların Dış Büro adıyla yürüttüğü faaliyetler ve 1958’de Doğu Almanya’da kurulan ‘‘Bizim Radyo’’nun yaptığı Türkçe yayınlarla devam ettirmeye çalışmıştır. (Çetinkaya-Görkem: 317)

Benzer Belgeler