• Sonuç bulunamadı

DP, iktidarının son yıllarında demokratik rejimden ayrılıp baskı rejimine doğru yönelmesi ve bunun sonucu olarak ülkede oluşan kaotik durum, darbe seslerinin yükselmesine neden olmuştur. Nitekim İnönü, bu durumun farkına varmış ve meclisteki konuşmasında ‘‘...Bu yolda devam ederseniz, ben de sizi kurtaramam... ġartlar tamam olduğu zaman milletler için ihtilal meĢru bir haktır’’ (Akşin: 258) diyerek DP’yi uyarması da fayda etmemiştir. Süregelen zamanda ülkede kargaşanın devam etmesi sonucu, çoğu genç subaylardan oluşan askerler, Milli Birlik Komitesi adıyla 27 Mayıs 1960’da ülke yönetimine el koymuştur.

Darbe sonrası DP’li birçok milletvekili, partili yargılanmış ve tutuklanmıştır. DP’nin kilit isimleri Adnan Menderes, Celal Bayar, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan, Yassıada’da kurulan Yüksek Adalet Divanı’nca yargılanmış ve idam cezasına çarptırılmıştır. Üç ismin idamını onaylayan MBK, Celal Bayar’ın idam kararını ise yaşından ötürü hapis cezasına çevirmiştir. (Akşin: 259)

MBK, bir taraftan mahkemeler yoluyla DP’li birçok ismi siyaset dışına iterken, diğer taraftan da ülkenin tekrar demokratik düzene geri dönmesini sağlamaya

çalışmıştır. Bu anlamda yeni anayasa çalışmalarına başlayan MBK, Kurucu Meclis’i oluşturarak yeni anayasayı hazırlamış ve 9 Temmuz 1961’de %61.7’lik geçerli halk oylaması ile yürürlüğe sokmuştur. (Çavdar: 100) Yeni anayasa ile sosyal devlet anlayışı, toplu sözleşme ve grev hakkı, Yüksek Hakimler Kurulu, Anayasa Mahkemesi, Türkiye Radyo Televizyon Kurulu, Devlet Planlama Teşkilatı, Cumhuriyet Senatosu gibi birçok yeni düzenleme ve kurum faaliyete geçirilmiştir. (Akşin: 265)

1961 Anayasası ile demokratik kurumların kurulması ve sosyal devlet anlayışının üzerinde durulması, ilk dönemlerde Türkiye’de sol hareketin 27 Mayıs’a karşı olumlu düşünceler oluşturmasında etkili olmuştur. İlk olarak Hikmet Kıvılcımlı, MBK’ye bir ‘‘selamlama telgrafı’’ göndermiş ve gerçek demokrasi yolunda desteğini belirtmiştir. Kıvılcımlı’ya göre, bir avuç finans- kapitalin hırsızlığı halktan büyük tepki görmüş ve Silahlı Kuvvetler de halkın desteği ile bu tepkilere bir cevap vermiştir. Bu anlamda 27 Mayıs bir ‘‘darbe’’ değil, bir ‘‘devrim’’dir. Kıvılcımlı, 27 Mayıs’a karşı takındığı bu pozitif tutumunu, 3 Haziran’da Vatan Partisi adıyla, daha sonra ‘‘İkinci Kuvayi Milliyeciliğimiz’’ adıyla 7 Temmuz ve 24 Ağustos’ta MBK’ye iki mektup göndererek de göstermiştir. (Mutlu Ulus, 2016: 365)

Dr. Hikmet Kıvılcımlı, mektuplarında, Türkiye’nin toplumsal sınıf yapısından bahsederek, ordunun inkılâpçılığı, modern sınıfın yokluğu, inkılâp-irtica çelişkisi gibi kavramlar üzerinden geçmiş siyasi devrimlerin başarısızlığının nedenlerini sıralar. Bu nedenler içinde en önemlisini, Türkiye’nin henüz içinden çıkamadığı Osmanlılık olarak görmüş, MBK’yi ‘‘ikinci kuvayi milliye partisi’’ kurmaya çağırmıştır. (Aydınoğlu, 1992: 32) Birinci cumhuriyeti kuranın Kuvayi Milliye seferberliği olduğunu düşünen Kıvılcımlı, bu anlamda MBK’yi, ikinci cumhuriyetin kurucusu olarak görmüş ve ‘‘ikinci kuvayi milliye partisi’’ fikriyle, gerçek halkçılık programının hayata geçirilebileceğini ileri sürmüştür. (Ünsal, 1998: 124)

MBK’ye yolladığı mektuplar ile açık desteğini belirten Kıvılcımlı, darbe yönetiminin, parti kurmak yerine bir an önce genel seçimlere yönelmesi sonucu, MBK karşıtı tavır takınmaya başlamıştır. Kıvılcımlı, ihtilali yapanların, finans- kapital iktidarına bağlı kişileri devirdiklerinin açık olduğu fakat ihtilalcilerin, bu

finans- kapitale bağlı kişileri yöneten sınıfları görmezden geldiğini ileri sürer. Böylece iş başa düşünce, ihtilalcilerin finans- kapital ile mücadele etmek yerine, kendi devirdiği adamların halkı kandırma metotlarını dirilterek, iktidarı onlara teslim etmeyi akıllıca bir iş saydıklarını belirtir. (Kıvılcımlı, 2008a: 131)

Kıvılcımlı’dan sonra 27 Mayıs darbesine sosyal devrimcilik misyonu yükleyen bir diğer isim Mihri Belli olmuştur. Kendi siyasal anlayışında köylülüğün, demokratik devrim saflarına çekilmesinin üzerinde duran Mihri Belli, bu mevcut koşullarda ilk yapılacak işin toprak reformu olduğunu belirtir. Köylüyü, inkılabın olmazsa olmazları arasında gören Belli, toprak reformu ile birlikte kırsal alandaki gericiliğin önüne geçileceğini düşünmüştür. Bu anlamda dönemin siyasi parti liderlerinin çoğunun çiftlik sahibi olduğunu göz önünde bulundurarak, MBK’nın köklü bir toprak reformu yapması gerektiğini dile getirir. (Aydınoğlu: 32-33)

27 Mayıs darbesine TKP’nin tepkisi ise, o dönem yurt dışında yayın yapan ‘‘Bizim Radyo’’ aracılığı ile olmuştur. İlk olarak darbe, kapitalizmin çok derin siyasal ve sosyo-ekonomik krizin bir sonucu olduğu belirtilmiş ve kriz kendi başına çözülemediğinden de devreye ordu içindeki burjuvazinin gerici kanadının girdiği değerlendirilmesi yapılmıştır. Bu anlamda hazırlanan yeni anayasa da ‘‘faşist’’ ve ‘‘zincirli anayasa’’ olarak tanımlanmıştır. 27 Mayıs’a ilk etapta olumsuz yaklaşan TKP’nin bu tutumu daha sonra değişmiştir. Ordunun, mevcut durumda emperyalizm ile uzlaşmış DP iktidarını devirdiğinden dolayı, diğer sosyalist kesimler gibi, darbenin ilerici kanatlarını desteklenmesi gerektiği ileri sürülmüştür. Bu öz eleştiri ile birlikte eleştirilerine yine devam eden TKP, ihtilalcilerin NATO ve CENTO’ya bağlılık açıklamalarını eleştirmiştir. Sovyet dışı güçlerle olan ilişkilerin, hükümeti ABD’ye daha fazla bağımlı hale getireceği ve bu durumunda köklü reformların yapılmasını engelleyeceği belirtilmiştir. (Mutlu Ulus: 307-308)

TKP ile onun içinden gelen Kıvılcımlı ve Mihri Belli’nin yanı sıra diğer sosyalistler kesimden de 27 Mayıs darbesine karşı tepki gelmiştir. Bu isimlerden en önemlisi, 1962’de TİP’in başına geçtikten sonra adını sıkça söz ettirecek olan Mehmet Ali Aybar’dır. Aybar, darbe sonrası Cemal Gürsel’e gönderdiği mektupta MBK’nın ‘‘toprak reformu’’, ‘‘eğitim seferberliği’’, ‘‘ekonominin planlanması’’ gibi

konulardaki önerilerini desteklediğini belirtmiştir. Kıvılcımlı ve Belli gibi iktidarın hemen devredilmesine soğuk bakan Aybar’ın ihtilalcilerden isteği, sağlam bir demokratik yapının oluşturulmasıdır. (Aydınoğlu, 2011: 69-70)

Aybar, sağlam bir demokratik yapının kurulması için ülkede sol siyaset kanadının mutlaka bulunması gerektiğini belirtmiştir. Bu anlamda ihtilalcilerden, gerçekten bir sol kanadın kurulması ve ilerletilebilmesi için, sol siyaseti yasaklayan kanun maddelerinin ortadan kaldırılmasını ister. Emek gücü ve türevlerinin oluşturacağı sol siyaset kanadının, sermaye sınıfı ve türevlerinin oluşturduğu sağ kanada karşı bir denge mekanizması oluşturacağını belirten Aybar, bu nedenden dolayı sol kanada fırsat vermeyen bir rejimin, ne türlü politika üretirse üretsin gerçek demokrasiyi sağlayamayacağını belirtir. Bu uyarılarla birlikte, ikinci cumhuriyeti, sadece sağ kanadın türlü kesimleri arasında bir rejim olarak hazırlamaya çalışmanın, ülkeyi tekrardan buhranlı günlere doğru götüreceğinin de dikkatini çekmiştir. (Aybar, 2014: 74-75)

27 Mayıs’ın, yurtta uzun zamandır beklenen sol havayı başlattığı inancıyla, ihtilale karşı olumlu bir yaklaşım sunan Aybar, mektubu yazdıktan sonraki gelişmeler neticesinde bu havanın oluşmadığını görmüştür. Nitekim mektubu Cemal Gürsel’e yolladıktan sonra içeriğinden dolayı yargılanması ve bazı sol yayınlara yönelik baskılar (Aybar: 66-75), bu düşüncesinin oluşmasında etkili olmuştur. Aybar, darbeden sonra özellikle toplumdaki pozitif yönde değişimi yadsımamakla birlikte ‘‘Evet, 27 Mayıs’tan sonra da 141, 142 cayır cayır iĢletiliyordu; davalar, tutuklamalar oluyor; mahkumiyet kararları veriliyordu. Yani demokrasi geldi, geliyor söylem ve demeçleri, düĢünce yasakları ile birlikte sunuluyordu’’ (Aybar: 75) diyerek, darbeye karşı olumsuz bakış açısını da dile getirmiştir.

Benzer Belgeler