• Sonuç bulunamadı

THKO’nun eylemlerine başlaması, Dev-Genç içerisinde yeni örgüt kurmak isteyen kesimler tarafından da yankı bulmuştur. Bu anlamda, THKP-C’yi kuracak isimlerden Münir Ramazan Aktolga, Yusuf Küpeli ve İrfan Uçar, THKO’lulara; silahlı mücadeleye erken başladıklarını, silahlı mücadele için bir siyasi partinin şart olduğunu belirterek aynı amaç için mücadele ettiklerinden dolayı birlikte örgütlenme teklifi sunmuştur. Fakat, Hüseyin İnan bu teklife olumsuz yaklaşmış ve gerekçe olarak onların kent proletaryasını, kendilerinin ise kır proletaryasını öncü almalarını göstermiştir. (Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler, Cilt VII: 2172)

Önce parti ve teori üzerine yoğunlaşmanın gerekliliğine inanan THKP-C’liler, bu anlamda eylemselliğe önem veren THKO’lulardan ayrılarak, MDD içerisindeki tartışmalara yoğunlaşmışlardır. Öncelikle Dev-Genç içerisinde gücü ele almaya çalışan grup, ilk önce 1969’da FKF’nin Dev-Genç’e dönüştüğü kongrede, Perinçek’in başını çektiği ‘‘Proleter Sosyalist Dergi (PDA)’’ grubu ile ayrışarak, ‘‘Aydınlık Sosyalist Dergi (ASD)’’ni kurmuştur. Perinçek grubunu tasfiye ettikten sonra, ASD’de Mihri Belli ile ideolojik- teorik mücadeleye giren Mahir Çayan44

ve ekibi (Ersan: 43-44), 1970’de yazdıkları ‘‘Yol Kavşağı’’ yazısında ‘‘Biz, proleter devrimcileri örgüt meselesini çözümünde tutum ve davranıĢlarımızı Türkiye’nin Ģu anda yol kavĢağına varmıĢ olduğunu göz önünde tutarak saptamaktayız. Ve her

44 Mahir Çayan’ın ASD içindeki tartışmalar üzerine Ocak 1970’de kaleme aldığı ‘‘Sağ Sapma,

Devrimci Pratik ve Teori’’ yazısında, sadece Mihri Belli’yi değil, dönemin TİP politikalarını da eleştirmiştir. Aybar, Aren, Küçükömer-Divitoğlu grubunun, ‘‘Filipin tipi demokrasi’’ anlayışını gerçek bir burjuva demokrasisi olarak kabul edip, yarı işgal altındaki Türkiye’de seçim yoluyla iktidara gelme düşüncesini ‘‘oportünizm’’ olarak gören Çayan, aynı grubun -Emek grubu ile birlikte- gereksiz bürokrasi tartışmaları ile Amerikan emperyalizmine karşı kurulacak ‘‘Milli Cephe’’ anlayışına zarar verdiğini öne sürer. Ayrıca verilen bu zararın, sosyalist safta eylemsizliğe yol açan SD tezlerinin oluşturulmasıyla da devam ettiğini belirtir. (Çayan: 76) TİP’e yönelik eleştirilerinin ardından, asıl eleştiri noktasını kendi içlerindekilere yönelten Çayan, isim vermeden Mihri Belli’yi eleştirmiştir. Çayan, kendi içlerinde MDD tezlerini savunan bazı sosyalistlerin ‘‘sağ sapma’’ya başladıklarını öne sürmüştür. Çayan, bu kişileri, Marxismin ilkelerinin arkasına sığınarak açık bir şekilde devrimci çizgiyi reddetmedikleri, fakat Türkiye’nin şartlarını öne sürerek devrimin özgücünü olduğundan daha zayıf göstermekle suçlar. (Çayan: 80)

yurtsever, yurtseverlik sıfatına layık olmak için bu kavĢakta yolunu doğru seçmekle yükümlüdür’’ (Feyizoğlu: 232) diyerek, ayrılığın ilk sinyallerini vermiştir.

MDD içerisinde meydana gelen bölünmenin gölgesinde gerçekleşen Dev- Genç’in Ekim 1970 kurultayında, Mahir Çayan’ın desteklediği Ertuğrul Kürkçü genel başkan seçilmiştir. Kurultayda konuşan Çayan, Dev-Genç’in üstünde yeni bir örgüt kurulmasının zamanının geldiğini ve bu örgütün düzen örgütünden ziyade Marxist-Leninist bir savaş partisi olması gerektiğini belirterek (Feyizoğlu: 282), THKP-C’nin kuruluşunun önünü açmıştır. Nitekim kurultay sonrası MDD’cilerin 29- 30 Ekim 1970’de planladıkları Proleter Devrimci TİP Kurultayı’na Belli’nin silahlı mücadeleye olan pasifist tavrı nedeniyle katılmayan Çayan, sonrasında ‘‘Aydınlık Sosyalist Dergiye Açık Mektup45’’u kaleme alarak, Mihri Belli’den ayrılığı ilan

etmiştir. Ayrılığın ardından Aralık 1970’de Ankara’da bir araya gelen Mahir Çayan, Münir Ramazan Aktolga, Yusuf Küpeli, Hüseyin Cevahir ve Ulaş Bardakçı, Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi’nin 11 kişilik geçici merkez yapısını kurmuştur. (Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler, Cilt VII: 2177)

THKP-C’nin kurulması ile birlikte teori çalışmalarına yoğunlaşan Çayan, ‘‘Kesintisiz Devrim I-II-III’’ başlıklarıyla milli demokratik devrim tezlerini ele almış ve bu doğrultuda oluşturduğu ‘‘suni denge’’, ‘‘politikleşmiş askeri savaş stratejisi’’ gibi kavramları kullanarak Türkiye’de devrimin yolunu aramıştır.

İlk olarak milli demokratik devrimin tanımını yapan Çayan, MDD teorisini, Marxist-Leninist kesintisiz devrim olarak tanımlar. Kesintisiz devrim kavramını ise,

45

Mahir Çayan bu mektupta, Mihri Belli’ye yönelik eleştirilerini üç başlık altında sıralamıştır. Devrim anlayışı başlığında, Belli’nin işçi sınıfı ideolojik önderliğini reddederek, köylü yerine işçi sınıfını temel güç olarak ele almasını eleştirmiştir. Emperyalizmin işgali altındaki bir ülkede devrimin, köylü ordusunun uzun ve dolambaçlı bir yoldan elde edebileceğini öne süren Çayan, bu anlamda Belli’nin devrim anlayışını sosyal reformist bir temele dayandırmıştır. İkinci başlığı çalışma tarzı olarak atan Çayan, devrim teorisi ile devrime giden yolda yapılacakların uyum içinde olması gerektiğini belirterek, Belli’nin devrim yolundaki bütün eylem çalışmalarını proletaryasız bir cephe kurmakla suçlamıştır. Buradan hareketle üçüncü eleştirisini örgüt anlayışına getiren Çayan, Belli’nin - Leninizmin oportünizm olarak gördüğü- aşağıdan yukarıya örgütlenme biçimini esas alarak, bir düzen örgütü oluşturmakla eleştirmiştir. (Çayan: 183-185)

burjuva sınıfının tarihi misyonunu kaybettiği bir evrede, gerekli olan burjuva devrimini gerçekleştiremeyeceği için müttefikleri ile birlikte işçi sınıfının bu devrimi gerçekleştirmesi, sonrasında da işçi sınıfının ‘‘sürekli devrim anlayışı’’ içinde sosyalist devrime yönelmesi olarak tanımlar. (Çayan: 82)

Buradan hareketle Marx ve Engels’in, kapitalizmin içinde bulunduğu durum ile birlikte proletarya devrimini nasıl şekillendirdiğini açıklayan Çayan, devrim için gerekli olan evrim ve devrim aşamalarını tanımlar. Çayan’a göre, Marx ve Engels’in kısa bir dönem olarak gördüğü devrim aşamasında, mevcut düzenin altüst olması sonucu proletaryanın ‘‘ayaklanma’’ ile devlet mekanizmasını parçalayıp, kendi iktidarını kurması gerektiğini belirtir. Devrim aşamasına göre daha uzun sürecek olan evrim aşamasında devrimci mücadelede ise, içeride oportünizme karşı olmak ve işçi sınıfının bilinci yükseltmek; dışarıda ise, proletaryanın sendikal ve diğer demokratik mücadelelerini örgütlemek, demokratik ordunun solunda yer almak gibi eylemleri örnek gösterir. (Çayan: 221-222)

Marx ve Engels’in, 1847’deki iki büyük krize (sanayi ve tarım krizi) bakarak, kapitalizmin artık son saatlerini yaşadığı ve sistemin ‘‘sürekli’’ ve ‘‘son buhran’’ı olarak gördüğünü belirten Çayan, sürekli devrim teorisini de bu sürekli buhranın bir ürünü olarak görür. Fakat kriz sonrası kapitalizmin daha çok gelişmesi ve burjuva refah toplumunu inşa etmesi ile birlikte Marx ve Engels’in yanıldıklarını belirten Çayan, onların 1850 sonbaharında terk ettikleri sürekli devrim teorisini, 20. yy’da Lenin’in emperyalizm çağında yeniden ele alarak uygulamaya koyduğunu belirtir. (Çayan: 227, 231)

Burada, Çayan’ın da referansını oluşturan, Lenin’in emperyalizm ve 20. yy’ın 19. yy’dan farkını koyan düşüncelerine değinmek gerekir. Lenin, emperyalizmi, ‘‘...Tekellerin ve mali sermayenin egemenliğinin ortaya çıktığı, sermaye ihracının önem kazandığı, dünyanın uluslararası tröstler arasında paylaĢılmasının baĢlamıĢ olduğu ve dünyadaki bütün toprakların en büyük kapitalist ülkeler arasında bölüĢülmesinin tamamlanmıĢ bulunduğu bir geliĢme aĢamasına ulaĢmıĢ kapitalizmdir’’ (Lenin, 1979: 90-91) olarak tanımlamış ve bu doğrultuda gelinen noktayı ‘‘Tekeller, oligarĢi, özgürlük eğilimi yerine egemenlik eğilimi, sayıları

gitgide artan küçük ya da zayıf ulusların zengin ya da güçlü birkaç ulus tarafından sömürülmesi bütün bunlar, emperyalizme, onu asalak ve çürümüĢ bir kapitalizm haline getiren ayırt edici özellikler kazandırmıĢtır’’ (Lenin: 126) şeklinde görmüştür. Emperyalizmin bu çürümüş durumunun, sosyalist devrimin arifesini oluşturduğunu belirten Lenin, bu yüzden Marx ve Engels’in proletarya devrimini kapitalizmin en gelişmiş olduğu ülkede gerçekleşeceği tezinin artık yetersiz olduğunu öne sürer. (Lenin: 8) (Stalin, 1969: 31-32) Lenin’e göre devrim, sanayinin en gelişmiş olduğu yerde başlaması zorunlu değildir ve sermayenin cephesi, emperyalizm zincirinin en zayıf olduğu yerde kırılacaktır. Çünkü proletarya devrimi, dünya emperyalist zincirinin dağıtılmasının sonucudur ve devrime gerçekleştirmeye başlayan ülke, kapitalist anlamda daha gelişmiş ülkelere nazaran daha az gelişmiş olabilir. (Stalin: 32)

Lenin’in emperyalizm tanımından ve devrimin yeri konusundaki Marx ve Engels’ten ayrılan yönlerine birebir katılan Çayan, Leninist kesintisiz devrim teorisini, Türkiye gibi emperyalist kapitalist gelişme sürecine girmemiş, dolayısıyla sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde de geçerli bir strateji olarak görmüştür. (Çayan: 248)

‘‘Kesintisiz Devrim I’’de Marx ve Engels’in sürekli devrim anlayışlarını ve emperyalist dönemde Lenin’in, kavramı nasıl yenilediğini bu şekilde aktaran Çayan, ‘‘Kesintisiz Devrim II-III’’de ise, Leninizmin sürekli devrim teorisini açarak, THKP- C’nin bu kavramlar etrafında Türkiye’deki devrim stratejisini nasıl oluşturduğunu anlatır.

Marx ve Engels’in bulunduğu dönemin kapitalist koşullarıyla günümüz koşullarının bir olmadığını belirten Çayan, emperyalizmin III. bunalım dönemine girdiğini ve bu dönemde emperyalist ilişki ve çelişkilerin iki temel değişikliğe uğradığını öne sürer: 1) Emperyalistler arası rekabetin yeni bir paylaşım savaşına yol açmasının imkansızlaşması. 2) Emperyalist işgalin biçiminin değişmesi. (Çayan: 281)

Emperyalizmin yeni sömürge metodunu, sömürge ülkelerde meta pazarını genişleterek, bu sistemin hakim üretim biçimi olmasını sağlamak ve merkezi güçlü

otoriteler ile bu sistemin devamlılığını güvence altına almak olarak gören Çayan, bu durumun da sömürge ülkelerde yerli tekelci burjuvazinin oluşmasına, emperyalizmin en önemli müttefiki haline gelmesine ve hafif ve orta sanayinin emperyalizmin güdümünde çalışmasına yol açtığını ileri sürer. Bu anlamda emperyalizmin I. ve II. bunalım dönemlerinde ‘‘açık işgal’’ olarak uygulanan sömürge biçimini, emperyalizmin III. bunalım döneminde ‘‘gizli işgal’’ halini aldığını belirtir. (Çayan: 286) Yeni sömürgecilik metodunun geri kalmış ülkelerde geçmişe kıyasla, pazarın genişlemesi sonucu refahı artırmasının halk-yönetenler arasındaki çelişkiyi de değiştirdiğini öne süren Çayan, gizli işgalin getirdiği refah artışının, halkın düzene karşı milliyetçi tepkilerini pasifize ettiğini ve halk ile oligarşi arasında ‘‘suni denge’’ oluşturduğunu açıklar. (Çayan: 288)

Emperyalizmin son döneminde geçirdiği bu tarihsel değişiklikler ile Lenin’in, dünyanın ilk proleter devrimini gerçekleştirdiğini belirten Çayan, Leninizmin öngördüğü silahlı propagandayı temel alan ve öncü savaşı ile emekçi kitlelerin desteğini halk savaşına katıp zafere ulaşma tezini, THKP-C ile tarihsel durum ve ilişkiler çerçevesinde Türkiye’ye uyarlayacaklarını belirtmiştir. (Çayan: 291)

Türkiye’deki mevcut temel çelişkinin halk ve oligarşi arasında olduğunu belirten Çayan, bu anlamda devrim stratejisini, ülkedeki tekelci kapitalizmin kendi iç dinamikleriyle gelişmemesi ve yerli burjuvazinin emperyalizm güdümünde olmasından dolayı, anti-emperyalist ve anti-oligarşik olarak tanımlar. Bu devrim kavramının milli demokratik devrim kavramından farklı olmadığını belirten Çayan, devrim stratejilerine halk savaşı vererek ulaşacaklarını açıklar. (Çayan: 319-321)

Verilecek halk savaşının, ‘‘politikleşmiş askeri savaş stratejisi’’ ilkeleriyle uygulanacağını öne süren Çayan, izlenecek devrimci rotayı dört aşamaya ayırmıştır: Birinci ve ikinci aşamalarda şehir gerillası yaratma ve geliştirme (bu aşamalarda kuvvet gösterileri ile psikolojik yıpratma yönü ağır basacak), üçüncü aşamada şehir gerillasını yaygınlaştırma ve kır gerillasını geliştirme, son aşamada ise kır gerillasını yaygınlaştırma. (Çayan: 321)

Gerilla mücadelesinin şehirlerde başlama nedenini de iki başlıkta inceleyen Çayan, objektif nedenler başlığında savaşçı bir örgütün varlığını şehirlerde daha

kolay duyurma ve Dev-Genç eylemleriyle şehirlerin silahlı mücadeleye uygun bir ortam yaratılmasını gösterirken; kır gerillasını oluşturmak için gerekli olan teçhizat, tecrübe ve mühimmatın eksikliğini ise subjektif nedenler olarak gösterir. Bu nedenle şehirlerde gerilla savaşının başladığını belirten Çayan, halk savaşının önder gücünü proletarya, temel gücünü ise feodal kalıntılar ve tarım burjuvazisi hariç tüm köylüler olarak açıklar. (Çayan: 321-322)

Bu anlamda THKP-C’nin bizzat savaş partizanlarından oluşacağını ve politik- askeri liderliğin birliğini esas alacağını belirten Çayan ve ekibi, THKP-C önderliğinde yürütülecek uzun ve ara devreleri olan gerilla savaşının, halkın kurtuluş yolu olduğuna inanmıştır.46

(Çayan: 340)

Mahir Çayan’ın teoride ele aldığı halk savaşı, uygulamada başarılı olamamış ve THKP-C, THKO gibi kısa bir sürede operasyonlarla etkisiz hale getirilmiştir. İlk eylemini 12 Şubat 1971’de Ziraat Bankası’nı soyarak yapan THKP-C, yıl boyunca banka soygunları, fidye için iş adamı ve toprak ağası kaçırma gibi eylemlere imza atmıştır. Genellikle parasal ihtiyaçlar için yapılan bu eylemlerin ardından örgüt ilk ses getiren eylemini 17 Mayıs 1971’de İsrail Başkonsolosu Efraim Elrom’u kaçırarak

46

Çayan’ın oluşturduğu temel çelişki, parti- cephe ve politikleşmiş askeri savaş stratejisi konuları THKP-C içinde teorileşirken, bu kavramlara eleştiri getiren isimler de olmuştur. Efraim Elrom operasyonuna karşı çıkan Münir Aktolga ve Yusuf Küpeli, operasyon sonrası Çayan’ın oluşturduğu tezler üzerinden bir iç öz eleştiriye gitmiştir. İkiliye göre Çayan, parti- cephe düşüncesiyle çok yönlü çalışma alanları oluşturmuştur, fakat bu çalışma dalları arasındaki denge sağlanamamış ve çalışma alanları bozularak, kendiliğindenciliğe bırakılmıştır. Örneğin, politikleşmiş askeri savaş stratejisi ile daha önce anarşist olarak eleştirilen gruplarla terör yarışına girilmiş ve çalışma dallarının görevlerini terörün propagandası ile oluşturulmuştur. Aktolga ve Küpeli’nin eleştiri getirdikleri bir diğer konu ise, Çayan’ın evrim ve devrim aşamaları ile oluşturduğu halk- oligarşi arasındaki temel çelişki saptamasıdır. İkiliye göre, Çayan’ın oluşturduğu evrim ve devrim aşamaları, silahlı mücadeleyi haklı göstermek için yapılan bir demogojidir. Çünkü, bir grup düzene karşı baş kaldırdı diye temel çelişki bu şekilde saptanamaz. Eğer kavram bu şekilde ele alınırsa, savaşın niteliği, bir grup öfkeli insanla düzen arasındaki karşılıklı düelloya dönüşür. Aktolga ve Küpeli’nin, Çayan ve diğer örgüt üyeleri cezaevindeyken yaptıkları bu eleştiriler, örgütten ihraçlarına sebep olmuştur. Çayan, ikilinin eleştirilerini; politikleşmiş askeri savaş stratejisinin, partinin stratejik çizgisi ve ideolojik, politik, örgütsel ilkesi olmasından dolayı kabul edilemez görmüştür. (Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler, Cilt VII: 2183-2184)

yapmıştır. Yapılan müzakerelerden sonuç çıkmayınca, çıkan çatışmada Elrom ve THKP-C’li Hüseyin Cevahir ölmüş, Mahir Çayan ise yaralanmıştır. (Ersan: 46-47) 25 arkadaşı ile birlikte Çayan, askeri mahkemece, gizli örgüt kurmak, banka soymak ve Elrom’u öldürmekle yargılanmış ve tutuklanmıştır. Cezaevi süresince THKP- C’liler ile tutuklu THKO’lular birlik olmuş ve 29 Kasım 1971’de Maltepe Cezaevi’nden firar ederek, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamlarının önlenmesi için ortak eylem hazırlıklarına başlamıştır. Bu doğrultuda iki örgüt, 26 Mart 1972’de Ordu’nun Ünye ilçesinde bulunan Radar Üssü’nde görev yapan üç İngiliz teknisyeni Tokat’ın Kızıldere köyüne kaçırmıştır. (Mutlu Ulus: 284-285) İlk olarak THKP-C militanlarının Karadeniz bölgesinde olduğunu belirleyen, fakat tam yerlerini tespit edemeyen polis, asker ve MİT, bölgeyi abluka altına almış ve aramalarını sıklaştırmıştır. Bu kontroller esnasında iki erin Kızıldere muhtarının evine gelmesi ve muhtarın askerlere militanların yerinin yazılı gizli mektubu vermesi ile operasyon başlamıştır. Eylem sırasında hazırlanan bildiride, infazların durdurulması ve 48 saat içinde radyodan infazların durdurulduğuna dair yayın yapılması istenmiş, fakat kabul edilmemiştir. Rehineler ile ilgili pazarlık yapıldığı esnada eve ateş açılmış ve sonrasında çıkan çatışmada başta Mahir Çayan, Cihan Alptekin olmak üzere örgütün çoğu üyesi öldürülürken, çatışmadan tek sağ çıkan Ertuğrul Kürkçü olmuştur. (Feyizoğlu: 528, 541) (Ersan: 52) Bu eylem aynı zamanda Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi’nin de son eylemi olmuştur.

Benzer Belgeler