• Sonuç bulunamadı

1968 yılı dünyada gençlik hareketlerinin arttığı yıl olmasının yanı sıra başka bir önemli olaya da sahne olmuştur. Sovyetler Birliği önderliğindeki Varşova Paktı ülkelerinin Çekoslovakya’yı işgal etmesi, Türkiye’de geniş yankı uyandırmıştır. İlk etapta TİP içerisinde Sovyetler’in bu tutumuna karşı ortak bir tepki gösterilmesine karşın, ilerleyen süreçte gelişecek olaylar, Aybar’a karşı Boran-Aren muhalefetini meydana getirecektir.

Aybar, Çekoslovakya’nın işgalini kabul edilemez bulmuş ve Sovyetler Birliği’nin, sosyalist devletlerle olan ilişkilerinde üstünlük kurma girişimlerinden vazgeçmesi gerektiğini belirtmiştir. Her toplumun sosyalizmi, kendi şartlarına göre en uygun strateji ile bağımsız bir şekilde gerçekleştirmesi gerektiğini düşünen Aybar, hiçbir sosyalist ülkenin, bir diğer sosyalist ülkenin iç işlerine karışma hakkının olmadığını ve bu noktada küçük devletlerin bağımsızlıklarına sahip çıkmaları

25

1968 yılından sonra Türkiye’de şiddet eylemlerinin artmasını ve silahlı çatışmaların yaşanmasını, ABD’nin planladığı bir tezgah olarak gören Aybar, ABD’yi bu tutuma iten sebebi ise TİP’in büyümesi, gençlerin eylemleri ve DİSK’in kurulması olarak görür. Hazırlanan oyunu ‘‘...Önce silahlı

mücadeleyi öngören Marksist-Leninist kitapların Türkçeye çevrilmesine, serbestçe satılmasına göz yumuldu. Bir anda kitapçı dükkanları Lenin’in, Stalin’in, Mao’nun, Guavera’nın kitaplarıyla doldu taĢtı. Meydanlarda sergiler açıldı. (...) Hatta nasıl bomba yapılacağını açıklayan bir kitap bile vardı aralarında. (...) Elbet 141 ve 142’nin uygulanmasını istemiyordum. Ama bu maddeler yürürlükteyken neden uygulamıyorlar’’ (Aybar, 2014: 510) şeklinde açıklayan Aybar, bir taraftan TİP’e müdahalenin

devam ettiğini ama diğer taraftan da Marxist yayınlar serbest bırakılarak gençlerin, TİP’in savunduğu sosyalizm anlayışından uzaklaştırıldığını ileri sürmüştür. (Aydınoğlu, 2011: 153)

gerektiğini ileri sürerek (Aybar, 2014: 505), Çekoslovakya’ya desteğini açıklamıştır. Boran da, Aybar ile benzer bir görüşü savunarak, işgalin kabul edilemez olduğunu belirtmiş ve Sovyetler Birliği’ni eleştirmiştir. (Şener: 362)

Taraflar arasında görüş birliğini bozan gelişme ise, Aybar’ın Çekoslovakya işgalini salt Sovyetler Birliği eleştirisine dönüştürerek, ‘‘güler yüzlü sosyalizm’’ ve ‘‘hürriyetçi sosyalizm’’ kavramlarını daha sık kullanması olmuştur. TİP’in program ve tüzüğüne de etki eden Aybar’ın ‘‘Türkiye’ye özgü sosyalizm’’ stratejisi, bu vakitten sonra Aybar tarafından sıklıkla dile getirilmesi, parti içinde bu stratejinin sosyalizmden ayrı bir model olarak görülmesine yol açmıştır. (Şener: 363) Nitekim Aybar’ın, partinin politikalarını oluştururken bu kavramları daha sık kullanması üzerine kendisine, bu kavramların parti içinde yanlış anlaşıldığı ve fazla üzerinde durulmaması gerektiği Sadun Aren ve Nihat Sargın tarafından iletilmiş (Aren: 127), fakat gerekli görüş birlik sağlanamamıştır. Bu noktadan sonra ‘‘Türkiye’ye özgü sosyalizm’’ stratejisi, Marxism ve bürokrasi sorunu üzerinden derinleştirilerek tartışılmaya başlanmıştır.

3.5.1.2-‘‘Türkiye’ye Özgü Sosyalizm’’ Modelinin Temelleri

Aybar, ‘‘Türkiye’ye özgü sosyalizm’’i stratejisini oluştururken, bu modelin en önemli kaynağını Osmanlı devlet yapısında görmüştür. Osmanlılarda devleti, ‘‘SınıflaĢmıĢ bir yönetici ‘KADRO’nun temsil ettiği, halkın dıĢında ve üstünde, merkezci, tekelci, ceberrut bir varlık’’26

(Aybar, 2013: 135) olarak gören Aybar,

26

Aybar’ın, Osmanlı toplum yapısını merkezci, ceberrut bir konumda tanımlayıp, batı toplumlarından farklı, özgün bir çizgiye yerleştirme düşüncesi, İdris Küçükömer’in (1925-1987) ATÜT tezleriyle benzerlik göstermektedir. Osmanlı Devleti’nde, asıl üretim aracı olan toprağın, Allah adına padişaha ait olduğunu öne süren Küçükömer, bu toprakların has, tımar, zeamet yöntemleriyle belirli kesimlere verildiği ve karşılığında vergi (artık ürün) alındığını belirtir. Bu artık ürünün, has sahiplerinden doğrudan, tımar ve zeamet sahiplerinden ise belirli miktarda sefere asker yetiştirmek koşuluyla alınması ile Osmanlı Devleti’nde devamlı yarı seferber bir görüntü çıktığını belirten Küçükömer; emekçi kesimin üretim araçlarına sahip olamayarak doğrudan padişaha sahip olmasını da merkezci bir yönetime neden olduğu görüşündedir. Böylece -Aybar’ın da üzerinde durduğu gibi- Osmanlı Devleti,

egemen sınıfları, bürokrat ve komprador burjuvazi-ağa sınıfı şeklinde ikiye ayırmıştır. Temeli toprak sistemine dayanan bürokrat kesimi, ağa ve komprador sınıflarının yanında yeri olan ve yakın zamana kadar bu sınıfları himaye altında tutarak, devlet yönetiminde etkin rol oynamaya devam eden egemen bir sınıf olarak gören Aybar; Osmanlı’nın çöküşe geçmesinin ardından bu yönetici ‘‘Kadro’’nun, reformlar yoluyla devleti kurtarmaya giriştiklerini belirtir. Buradan sonra Aybar’a göre bürokrat sınıf ikiye ayrılmıştır. Birinci kesim klasik liberal bir devleti savunurken; ikinci kesim ise klasik, merkezci, tekelci, ceberrut Osmanlı tipi devleti savunmuştur. 1950 yılına gelindiğinde, ikinci kesimi temsil eden bürokrat sınıfın iktidarı, halkın yıllar boyunca ceberrut Osmanlı tipi devlet yönetimine karşı beslediği duygularından yararlanan komprador-ağa sınıfı tarafından ele geçirildiğini ileri süren Aybar; 27 Mayıs’a gelindiğinde ise, bürokrat sınıfın içindeki Atatürkçü ileri kanadın, DP’nin temsil ettiği komprador-ağa ikilisinden iktidarı tekrar geri aldığını belirtmiştir. (Aybar: 138-140)

Bu anlamda Aybar’ın, Osmanlı Devleti’ndeki yönetici ‘‘Kadro’’nun ‘‘sui generis’’ bir karakter taşıdığını ileri sürerek, egemen sınıf konumuna sokması (Aybar: 138), onun ‘‘Türkiye’ye özgü sosyalizm’’ stratejisini oluştururken başka

bu merkeziyetçi ve yarı seferberlik durumundan dolayı, Batı feodalite düzeninde ortaya çıkan ve giderek burjuva egemenliğinin ağır basacağı şehirleşmeye imkan vermediğini belirtir. (Küçükömer, 2014: 45-47) Bu anlamda Küçükömer, Osmanlı toplum yapısını, Batı’dan farklı olarak özgün bir konuma yerleştirir.

Osmanlı Devleti’ndeki asker ve bürokrat sınıfın yapısına da değinen Küçükömer, imparatorluğun çökmesi sonrası Cumhuriyet döneminde yaşanan gelişmelerin, hem iktidar hem de artık ürüne sahip olmak isteyen bu sınıfta, alacağı konum itibari ile farklılık gösterdiğini belirtir. (Küçükömer: 97) Bürokrasideki bu farklılığı beş kategoride inceleyen Küçükömer, bürokrat sınıfı; 1) ya üretim araçları sahiplerinin karşısındaymış gibi gözükürler; 2) ya onların hakimiyetine girerek emekçi halkın karşısına çıkar; 3) ya bir grup yerli üretim aracı sahibinin karşısında yer alırken, diğer yandan yabancı sermayedarların emrine girer; 4) ya üretim araçlarına sahip olarak kapitalistleşmeye başlar; 5) ya da kendisini emekçi sınıflarla bir görerek, onların yandaşı olur (Küçükömer: 98-99), şeklinde ayrıştırmıştır. Bu anlamda hem ilerici hem gerici nitelik gösteren bu asker- sivil bürokrat tabakanın, sosyalist strateji yolunda güvenilemeyeceğini öne süren Küçükömer, Türkiye’deki sosyalistlerin genel saflaşmasında, -Aybar gibi- bu zümrenin yanında yer almamaya, ittifak yapmamaya çağırır. (Laçiner, 2007: 530)

ülkelerin sosyalizm yöntemlerinden ayrı tutmasına yol açmıştır. Burada ‘‘Türkiye özgü sosyalizmi’’n kendine özgü üç özelliğinden bahseden Aybar; ilk olarak, sosyalizmi kuracak kadronun sadece işçilerden oluşmayacağı, onlarla birlikte tüm emekçi kitlelerin bir araya gelerek ortaya çıkaracağı ‘‘koalisyon’’dan oluşacağını bahseder. İkinci olarak halkın, devlet yönetiminin her kademesinde etkin rol oynayacağını ileri sürerek, ‘‘Türkiye sosyalizmi’’nin aşağıdan yukarıya olacağını belirtir. Son olarak ise bağımsızlığa vurgu yapan Aybar, ‘‘Türkiye sosyalizmi’’nin bağımsızlığa kıskançlıkla bağlı olacağını belirtir (Aybar: 151, 155-156) ve ‘‘Ne Sovyet Peykliği, Ne Amerikan Köleliği’’ (Aybar, 2014: 509) diyerek, ‘‘Türkiye sosyalizmi’’nin her türlü karşıt egemenliğe karşı olduğunu öne sürer.

Aybar’ın oluşturduğu bu tezler, TİP içerisinde uzun dönem muhalefetsiz bir şekilde savunulmuştur. Behice Boran, her ülke sosyalistlerinin, kendi sosyalizm yöntemlerini bulması gerektiğini, eğer bu işi o ülkenin işçi partisi başaramaz ise başka kimsenin yapamayacağını, dolayısıyla dışarıdan gelecek yönlendirmelerle işçi- emekçi sınıfın yönetilemeyeceğini belirtmiştir. Bu anlamda TİP tecrübesinin, ülkenin kendine özgü sosyalizmini gerçekleştirmek yolunda, işçi-emekçi kesimi örgütleyip, bilinçlendirecek güce sahip olduğunu öne sürmüştür. (Boran: 134) Fakat daha önce belirttiğimiz gibi Sovyetler’in Çekoslovakya işgalinden sonra Aybar’ın, ‘‘Türkiye’ye özgü sosyalizm’’ stratejisinin kavramlarını, Sovyetler’e karşı açık bir cephe alarak kullanması, Aybar-Boran arasındaki görüş birliğini bozulmasına neden olmuştur. Özellikle ‘‘hürriyetçi sosyalizm’’ kelimesinin Aybar tarafından farklı bir sosyalizm noktasında kurgulanmaya çalışılmasını eleştiren Boran, sosyalizmin temel modelinin bir tane olduğunu ve hürriyetçiliğin de bu modelin içinde var olduğunu belirtmiştir. (Şener: 371)

Benzer Belgeler