• Sonuç bulunamadı

THKP-C sempatizanlarının, cezaevinde kaldıkları süre boyunca kurdukları ilişki, genel af sonrası bozulmuştur. İstanbul’daki grup, ‘‘Halkın Yolu’’ dergisi etrafında Maocu görüşlere kayması, Ankara’daki grubun kopmasına neden olmuştur. İleride ‘‘Devrimci Yol’’ dergisini çıkaracak grup, 1975’te ‘‘Devrimci Gençlik’’

dergisini çıkararak, hem ÇKP hem de SBKP tezlerini eleştirecek bir gençlik örgütlenmesine girişmiştir. Gençlerin, devrimci bir kitle birliği altında örgütlenmesini hedefleyen grup, 1976’da Devrimci Gençlik Dernekleri Federasyonu’nu62

oluşturmuştur. (Ersan: 272-275)

Devrimci Gençlik dergisiyle, gençlik içerisinde yaşanan hareketlilik, kısa zamanda öğretmenler, memurlar, mühendisler, işçiler gibi toplumun her tabakasına yayılmıştır. Gençlik kitleleri de, kitleselleşme ile birlikte çalışmalarını üniversitelerin dışına çıkararak, sendikalara ve mahallelere doğru genişletmiştir. Grubun, geçmişin THKP-C mirasına sahip çıkması ve ‘‘öncü savaşı, PASS, suni denge’’ gibi kavramları kullanmasına rağmen, örgütsel anlamda kendi doğrularını, kendi öz deneyimleriyle çizmeye çalışması ve gerektiğinde THKP-C’yi eleştirmesi, kitlelerin etkilenmesinde önemli rol oynamıştır. (Pekdemir, 2007: 744-745)

Bu kitlesellik içerisinde, 1977’de çıkarılmaya başlanan ‘‘Devrimci Yol’’ dergisi, yayınlanan bir bildiri ile hem geçmişin mirasını ve eleştirisini yaparken, hem de yeni dönemde kalan mirasın nasıl gerçekleştirilebileceğini irdelemiştir. (Pekdemir: 747)

Bildiriye ilk önce dünyanın mevcut durumunun analizi yapılarak başlanmıştır. Dev-Yol’culara göre emperyalist sistem bugün, üçüncü bunalım dönemine girmiştir. Bu dönem, emperyalist ülkelerin kendi aralarındaki ilişkileri değiştirdiği gibi, yarı- sömürge ve sömürge ülkelerle arasındaki ilişkiyi de değiştirmiştir. Bu değişim, emperyalist ülkelerin, geri ülkelerde uyguladığı sömürge biçimini gizli bir niteliğe bürümüş ve içsel bir olguya dönüştürmüştür. Bu dönüşüm sonrası proletarya ile burjuvazi ve sosyalizm ile emperyalizm arasındaki çelişme, temel; emperyalist ülkeler ile sömürge ve yarı-sömürge ülkeler arasındaki çelişme de ana çelişme olarak

62 Derneğin temel amaçlarını, THKP-C’nin görüşlerinin diğer gruplara karşı savunulması,

üniversitelerde ve yurtlarda ülkücü gruplara karşı aktif mücadele edilmesi olarak belirlemiştir. Siyasi merkezinin çekirdeğini de, ODTÜ Öğrenci Kültür Derneği oluşturmuştur. SBF ile birlikte THKP- C’nin en etkin gruplarını oluşturan derneğin önde gelenler ise, ileride Devrimci Yol’un doğal önderleri olacaklardır. Bu isimlerden birkaçı, Mehmet Ali Yılmaz, Melih Pekdemir, Taner Akçam, Oğuzhan Müftüoğlu ve Nasuh Mitap’tır. (Ersan: 276)

ortaya çıkmıştır.63

(Müftüoğlu, 1991: 619-621) Buradan hareketle, Türkiye’nin mevcut durumu da tahlil edilmiş ve ülkenin, emperyalistlerin yerli ittifakçıları ile birlikte gizli işgal durumuna sokulduğu ve tekelci burjuvazi, toprak ağaları, tefecilerden oluşan bir hakim gerici iktidar sınıfı tarafından yönetildiği belirtmiştir.64

(Müftüoğlu: 624-625)

Hakim gerici iktidara karşı temel siyasi görevin, proletarya partisini kurmak ve onun bağımsız mücadelesini örgütlemek olarak gören Dev-Yol’cular, devrimci hareketin dağınıklığının ve örgütsüzlüğünün, devrimden başka her şeye hizmet ettiğini öne sürmüştür. (Müftüoğlu: 637)

Dev-Yol’culara göre oluşturulacak parti, halk iktidar organlarının nüvelerini oluşturacaktır. Devrim gerçekleştiğinde de parti tek başına iktidar organı olarak örgütlenmeyecek, bu nüveleri oluşturarak örgütlenecektir. Ayrıca, silahlı mücadele anlayışını benimsemeyen stratejilerin, Türkiye şartlarında başarılı olamayacağından dolayı oluşturulacak parti, ‘‘savaşçı bir parti’’ yapısına uygun olması gerekmektedir. (Pekdemir: 759-761)

63

Bu noktada SBKP ve ÇKP eleştirisine giden Dev-Yol’cular, SBKP’nin temel çelişmeyi sosyalizm ve emperyalizm arasında görerek, durumu sadece Sovyetler ve ABD düzlemine indirdiğini belirtmiştir. Ayrıca ‘‘kapitalist olmayan yol’’ tezinin de, geri bıraktırılmış ülkelerde burjuvazinin emekçi halklar üzerindeki diktatörlüğünün pekiştirilmesi anlamına geldiği öne sürülerek, bu stratejinin Leninist devlet ve devrim teorileri ile çeliştiği sonucuna varılmıştır. SBKP’den sonra ÇKP’nin ‘‘üç dünya teorisi’’ne eleştiri getiren Dev-Yol’cular, bu stratejinin, sömürge ve yarı- sömürge ülkeleri üçüncü gruba yerleştirerek dünya proletarya hareketini basit bir tahlile indirdiğini öne sürmüştür. (Müftüoğlu: 621) (Yurtsever: 266) Dev-Yol’un iki tarafa karşı bu tutumuyla, uluslararası sol kutuplaşmada SBKP-ÇKP taraflarından birini seçen diğer gruplara göre daha tarafsız bir konumda olduğunu göstermiştir.

64 Dev-Yol’cular, tarif ettikleri faşist hakim gerici iktidarı, ülke içinde kategorilere ayırmıştır. Buna

göre, faşizmin yukarıdan aşağıya devlet eliyle faşistleştirilmesine ‘‘resmi faşizm’’; aşağıdan Ülkü Ocakları ve MHP’den gelen çeşidine ‘‘sivil faşist hareket’’; 12 Mart gibi askeri yönetimlere ‘‘açık faşizm’’; parlamentonun işlediği durumlar da ‘‘gizli faşizm’’ olarak kategorize edilmiştir. (Yurtsever: 269)

Dev-Yol’cular, silahlı mücadeleyi temel almalarının altında yatan nedeni, ülkedeki sınıf mücadelelerinin artan bir şekilde silahlı biçimlere dönüşmesi olarak açıklar. (Pekdemir: 754) Çünkü, savaşı devrimciler değil burjuvazi ilan etmiştir. Emperyalizmin ülkedeki gizli işgali, kontr- gerilla ve sivil resmi bütün güçleriyle emekçi kesime karşı zora başvurmaktadır. Haliyle, faşist saldırılar karşısında bir siyasi hareketin yaşayabilmesi, gelişebilmesi ve burjuvaziyi yenecek güce sahip olması için de silahlı mücadele zorunlu sayılmıştır. (Müftüoğlu: 462) Silahlı mücadelenin zorunlu görülmesi, Dev-Yol’un Çayan’ın siyasi çizgini onayladığını göstermektedir. Fakat bu onaylama Dev-Yol’cular için dogmatik bir düzlemde kabul edilmemiş, birazdan bahsedileceği üzere Çayan’ın silahlı mücadele stratejisi yeniden yorumlanmıştır. (Yurtsever: 262)

Bu zorunlu mücadeleye ‘‘halk savaşı’’ adı veren Dev-Yol, mücadelenin kendisinden çok daha güçlü bir düşmana karşı verildiği için, savaşın kısa değil uzun bir süreç olarak verilmesi gerektiğini savunur. Devrim için gereken koşulların olgunlaşması ve karşı devrim güçleriyle aynı güce erişinceye kadar silahlı saldırılara karşı devrimciler, önce direnme sonra saldırı stratejisi gütmelidir. Mahir Çayan’da ‘‘evrim ve devrim aşamaları’’ olarak geçen bu dönemler, Dev-Yol’da ‘‘stratejik savunma-stratejik saldırı’’ olarak adlandırılmıştır. (Pekdemir: 755-756)

Türkiye’ye özgü verilecek halk savaşı stratejisi, Mahir Çayan’ın ‘‘öncü savaşı, suni denge ve silahlı propaganda’’ kavramlarını üzerinden formüle edilmiştir. Halk savaşının kazanılmasında en temel zorunluluğu, proletarya partisi ve halk kitlelerinin birliği olarak gören Dev-Yol’cular (Pekdemir: 756), bu anlamda ilk olarak öncü savaşı kavramı üzerinde durur. Onlara göre öncü savaş, bir devrim stratejisi değil, halk savaşında geçilmesi gereken bir ‘‘ara tabaka’’ veya ‘‘taktik evre’’dir. Burada proletarya partisinin yürüteceği öncü gerilla mücadelesinin silahlı propagandası ile kitlelerin örgütlenilmesi sağlanacaktır. Uzun bir süre verilecek öncü savaşı, aynı zamanda ülkedeki suni dengenin de kırılmasına neden olacaktır. Çünkü, Türkiye gibi merkezi otoritenin güçlü, eski feodal sömürü kalıntılarının devam ettiği ülkelerde, geniş köylü ve halk kitleleri kolayca silahlı hareketlere geçememektedir. Bundan dolayı suni dengenin kırılması, öncü savaşın verilmesiyle mümkün olacaktır.

Böylece öncü savaşı, devrim için gerekli objektif şartları tamamlayacak ve halk savaşının saldırı stratejisi başlayacaktır. (Müftüoğlu: 490, 495, 500)

4.5.2.1.1-‘‘Halk Savaşı’’nın Uygulaması: Direniş Komiteleri

Devrimci Yol, halk savaşı stratejisinin uygulamasını partileşme sürecini daha tamamlayamadığından dolayı başka bir örgüt formuyla yapmıştır. Emekçi kesime yapılan saldırılara karşı Türkiye’nin çeşitli yerlerinde, gecekondularda, köylerde, mahallelerde direniş komiteleri kuran Dev-Yol’cular, bu komiteler ile, kitleselleşen halk yığınlarını birleşik cephede örgütlemeye çalışmıştır. (Pekdemir: 761)

Dev-Yol’a göre direniş komiteleri, devrimci halk iktidarının birer nüveleri yada tüm anti faşist güçleri bir arada toplayan bir örgüt olarak kavranmalı ve geliştirilmelidir. Komitelerin, asıl hedef olan partileşme sürecine de katkı vereceğini savunan Dev-Yol’cular, parti-cephe ikilemini, ikincinin birinciye bağlı olduğu bir diyalektik içerisinde değerlendirir. (Müftüoğlu: 298-299)

Direniş komitelerinin65

en iyi uygulama örneği, Fatsa deneyiminde verilmiştir. Fikri Sönmez’in adaylığında girilen 1979 belediye seçimlerini CHP ve AP’nin önünde 3096 oyla kazanan Dev-Yol, halkın belediye yönetimine katılması amacıyla mahalle komiteleri kurmuştur. Burada sorunlar ve şikayetler ele alınıp, komiteler aracılığı ile çözüme dair öneriler toplanarak çözüme gidilmeye

65

Burada, Bülent Ecevit’in 1970’li yıllarda uyguladığı popülizmi pratikte maddileştirme politikasının bir benzerini de Devrimci Yol’un uyguladığını söylemek gerekir. Dev-Yol’cular, direniş komitelerini kurdukları mahallelerde, kılık kıyafetlerine dikkat edip, halkla ters düşmemeye özen göstermişlerdir. Benzer şekilde, ‘‘halk’’ kelimesini, kitleleri örgütlemek adına kendi anlamında çıkarılıp, ideolojik- politik alanda kullanıldığı görülmektedir. ‘‘Söz/ Yetki/ Karar/ Halka’’ ve ‘‘Tek yol tek seçenek halkın kendi iktidarıdır’’ sloganlarında görüldüğü gibi, ‘‘halk’’ kavramı, Dev-Yol’un kendi iktidarını halk üzerinden elde etmesi amacıyla kullanılmıştır. (Erdoğan: 27, 32) Ayrıca Dev-Yol, direniş komiteleri aracılığı ile bütün anti-faşist cepheyi bir araya getirmeyi hedeflemesi ve ‘‘stratejik savunma’’ ile iktidar mücadelesini uzun süreli bir plana yayması, birinci bölümde belirttiğimiz Gramsci’nin kısa süreli bir ‘‘manevra savaşı’’ yerine karşıt-hegemonya kurarak uzun süreli bir ‘‘mevzi savaşı’’ verilmesi stratejisinin bir örneğini oluşturduğunu görmekteyiz.

çalışılmıştır. Ayrıca karaborsacılığa, kumara, rüşvete ve kaçak yapılanmayla da mücadele edilmiş, belediyenin gelirleri artırılmıştır. Nitekim başarılı çalışmalara imza atan Fatsa deneyimi, ‘‘komünist kurtarılmış bölge’’, ‘‘devlet otoritesinin geri plana itilmesi’’, ‘‘Sovyetler Birliği’nin 18. eyaleti’’ gibi söylemlerle hedef haline getirilmiş ve Temmuz 1980’de ilçeye yapılan nokta operasyonla Fatsa deneyimi sonlandırılmıştır. (Yurtsever: 285-288)

1977’nin sonlarında kimi yazarlarca 100 bin ve 150 binin üzerinde (Ersan: 297) (Yurtsever: 261) tiraja sahip olan ‘‘Dev-Yol’’ dergisi, büyük şehirlerin dışında Uşak, Denizli, Tarsus, Adana, Artvin, Kars ve Trakya’da önemli örgütlenmeler ile hem kitlesel eylemler düzenlemiş hem de mevcut eylemlere destek vermiştir. (Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler, Cilt VII: 2257) Bu eylemlerin başlıcalarında, Amasya’daki Yeni Çeltek maden ocağı grevinin çevre illere yayılıp büyümesinde etkin rol oynanmış; ‘‘Faşist zulme ve pahalılığa direniş kampanyası’’ ile kahvelerde konuşmalar, pazarda ve gecekondu mahallelerinde ‘‘korsan mitingler’’ düzenlenmiş; ‘‘Devrimci Savaş Birlikleri’’ adıyla MHP ve Ülkü Ocakları’nın yönetici ve üyelerine yönelik saldırılar gerçekleştirilmiştir. (Ersan: 292, 296-297)

Fakat Dev-Yol, bu kitleselliğine rağmen, halk savaşı stratejisi çerçevesinde direniş komiteleri ile girilen 12 Eylül darbesine, en önemli görev olarak gördüğü proletarya partisini kuramadan girmiştir.66

Darbeyi, emperyalist güçler ve yerli

66 Devrim için zorunlu olarak gördükleri proletarya partisini kuramayan Dev-Yol’cular, bu durumu

içinde bulunulan ideolojik ve siyasi kargaşaya bağlamıştır. Oğuzhan Müftüoğlu’na göre, emekçi halk kitlelerine önderlik edecek savaşçı bir parti kurma konusunda bir uzlaşma vardır. Fakat devrimci hareketin o günkü subjektif konumundan dolayı bu parti, hemen ortaya çıkamazdı. Parti zorunluluğu- olumsuz subjektif nedenler arasında oluşan bu açmaz da ancak -bu zıtlık geçene kadar- kendini parti olarak ilan etmeden en geniş kitleler ile en dar kadro çalışmasıyla aşılabilecekti. (Müftüoğlu, 1988: 2251) Gelinen durumda bu açmazın çözülememesi, Dev-Yol’un partileşememesine neden olmuştur. Ayrıca Dev-Yol’un önderleri, parti konusundaki başarısızlığın tarihsel sorumluluğunu da üzerlerine almışlardır. Nitekim 12 Eylül sonrası görülen Dev-Yol davalarında mahkemenin, Dev-Yol’u ‘‘gizli bir terör örgütü’’ suçlamasına yönelik Dev-Yol’cular: ‘‘Bizleri burada örgüt kurmakla suçluyorsunuz;

aslında bizim suçumuz örgüt kurmak değil, örgüt kuramamaktır. Tarih bizi suçlayacaksa faĢizme karĢı örgütlendiğimiz için değil örgütlenemediğimiz için suçlayacaktır’’ (Pekdemir: 767) diyerek, bu

egemen sınıflar tarafından uygulattırılmakta olan ekonomik programın sonucu olarak gören örgüt (Müftüoğlu: 235), yapılan operasyonlar ile kısa sürede etkisizleştirilmiştir. Geride kalan sempatizanlar ise, 1996’da diğer sosyalist partiler ile bir araya gelerek, Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP)’nin kuruluşuna katılmıştır. (Ersan: 313, 320)

Benzer Belgeler