• Sonuç bulunamadı

1961-1971 yılları arası Türkiye solunun iktidar stratejileri tartışmalarında askeri darbe yöntemi önemli bir yer edinmiştir. Diğer taraftan, 1968’de gençlik hareketlerinin başlaması, 1970’lere girerken de silahlı sol örgütlerin siyaset arenasına çıkması, Türkiye’de sola karşı bir darbe beklentisini de doğurmuştur.

Bu ortamla girilen 1971 yılında, darbe beklentisi içerisine giren iki kesim oluşmuştur. Bir taraftan Doğan Avcıoğlu’nun öncülüğünü yaptığı, ilerici gençlik örgütlerinin de desteğini alan sol kesim darbe planları yaparken; diğer taraftan işçi ve gençlik hareketlerinin yükselmesinden rahatsız olan ABD ve onun Türkiye’deki destekçilerinin beklediği sağ görüşlü darbe beklentisi48

oluşmuştur. (Çavdar: 191)

Doğan Avcıoğlu kanadında, onun fikirlerinden etkilenen Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Gürler ve Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur, gerçekleşecek sol darbenin mimarları olarak ön plana çıkan isimler olmuştur. Darbe planı yapan genç subaylar da, öncelikli olarak bu iki isme güvenmiş ve Dev-Genç49

48 Darbeyi gerçekleştirecek Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, 3 Mart 1971 günü

Hava ve Deniz Kuvvetleri Komutanlıklarının bulunduğu bir binada subaylarla yaptığı konuşmada ‘‘Sosyal uyanıĢ, ekonomik geliĢmelerin önüne geçti. Türkiye hiçbir zaman sokağa bırakılamaz... Her

Ģeyi biliyoruz, hazırız ve ne yapılacaksa biz yapacağız’’ (Feyizoğlu, 2004: 337) diyerek, askerin sol

bir darbeye karşı tetikte olduğunu göstermiştir.

49

Özellikle Hava Kuvvetleri içindeki subaylar ile önemli bir örgütlenmeye sahip olan THKP-C (Yurtsever: 281), 9 Mart günü olası bir darbeye karşı harekete geçmek için hazırlanmıştır. Darbenin gerçekleşeceği haberinin alınmasının ardından THKP-C’lilerin görevi, Ankara’da Genelkurmay

gibi ilerici gençlik grupları ile ilişki kurarak destek toplamışlardır. Fakat, 9 Mart’da beklenen hareket başlamayınca, olası bir darbe sonrası genç subaylar tarafından tasfiye edileceği korkusuna düşen Batur ve Gürler, bu vakitten sonra Genelkurmay Başkanı Tağmaç’a yaklaşmışlar ve beklenen darbeyi 12 Mart 1971’de, emir kumanda zinciri altında yapmışlardır. (Çavdar: 192-193)

Demirel hükümetini çekilmeye zorlayan üç maddelik 12 Mart muhtırasının altında Batur ve Gürler’in imzalarının bulunması, Türkiye solunun darbeye bakış açısında etkili olmuştur. Darbenin hemen sonrasında Ankara’da toplanan Dev-Genç, Türkiye Öğretmenler Sendikası ve DİSK, beklenilen sol darbenin gerçekleştiğini sanarak, darbeyi olumlayan bir bildiri yayınlamıştır. Fakat Dev-Genç, daha sonra tutumunu değiştirmiş ve darbeye karşı çıktığını belirtmiştir. (Mutlu Ulus: 282)

Muhtıranın ilan edilmesinden sonra Behice Boran, müdahaleyi doğrudan işçi sınıfına yönelik olduğunu belirtmiştir. Ona göre; büyük burjuvazi, burjuva siyasetçiler ve yüksek rütbeli komutanlar, işçi sınıfı hareketinden korkmuş ve işçi sınıfının mücadelesini engellemek için Anayasa’yı ihlal etmiştir. Boran’ın kişisel açıklamalarının yanında TİP Merkez Kurulu’nca50

yapılan açıklamada da muhtıraya karşı çıkılmış, Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın anayasayı çiğneyerek faşist bir yönetim kurduğu öne sürülmüştür. (Mutlu Ulus: 207-208) Mehmet Ali Aybar ise, Nihat Erim’in anayasal sisteme bağlı kalacağı yönündeki söyleminden dolayı mecliste yapılan oylamada hükümete güven oyu vermiştir. Bu hareketinden dolayı kendisine eleştirenlere ise, Erim’in senatoda yaptığı konuşmayı örnek göstermiştir. (Aydınoğlu: 294)

Dönemin illegal örgütleri de darbeye karşı tutumlarını açıklamışlardır. PDA çevresinden Doğu Perinçek, muhtıra sonrası AP’nin düşürülmesine rağmen halkın

Başkanlığı’nı basmak; İstanbul’da ise ABD Konsolosluğu ve Emniyet Müdürlüğü’nü basmak olarak belirlenmiştir. Bu görevlerin arasında en önemlisini ABD Konsolosluğu’nu basmak olarak gören grup, bu eylemle askeri darbenin ABD’ye karşı verildiği izlenimi yaratarak, askeri darbe ile ABD’nin arasının açılmasını hedeflemiştir. (Feyizoğlu: 347-349)

50

1970 yılına gelindiğinde beklenen darbenin, MDD’cilerin aksine sağ bir darbe olacağını sezen TİP, bu anlamda 1971’in ilk günlerinde ‘‘Faşizme Hayır’’ kampanyası düzenleyerek bu duruma dikkat çekmek istemiştir. (Şener: 365)

sömürüldüğüne devam ederek kurtuluşun devrimle olacağını belirtmiştir. (Aydınoğlu: 294) Başarısız geçen 9 Mart deneyiminden sonra THKP-C’liler, muhtırayı yapan emperyalistlerin asıl hedefinin, ordu içindeki sola yakın alt rütbeli subayların tasfiye edilmesi olduğunu savunmuştur. Ayrıca Çayan, iktidar için orduya bel bağlayan sol çevreleri de orduda yaşanan değişimleri görememekle eleştirmiştir. Çayan’a göre ordu, küçük ve orta burjuvazinin önemli bir destekçisiydi. Fakat ordudaki son 10 yılda yaşanan sınıf dengesine bağlı değişmeler ile ordu artık emperyalizmin ve yerli hakim sınıfların kontrolü haline gelmiştir. Orduya bel bağlayan Belli ve çevresi, bu değişimi görememiştir. (Mutlu Ulus: 283) PDA’cılar ve THKP-C’nin ardından THKO’nun da muhtıraya karşı olumsuz bir bakış açısına sahip olduğu görülmektedir. Gerçekleşecek askeri bir darbenin, ülkede beklenen sosyalist devrimi meydana getirmeyeceğini düşünen Deniz Gezmiş, Mihri Belli ile olan bir sohbetinde ‘‘sol da gelse bizi vuracak’’ (Ersan: 36) diyerek, olumsuz düşüncesini dile getirmiştir.

1971 muhtırasının, sağ görüntüsünün farkında olmayan diğer iki önemli isim, Mihri Belli ve Hikmet Kıvılcımlı olmuştur. Kıvılcımlı, ordu komutanlarının radikal subayları tasfiyesinden habersiz olarak, darbe sonrası ‘‘Ordu kılıcını attı’’, ‘‘Beklenen oldu. Ordu bir yol daha politikaya el koydu’’ yazısı ile orduya desteğini iletmiştir. Gerçekleşecek sol darbenin en büyük destekçisi konumunda olan Mihri Belli de, 12 Mart muhtırasını Demirel hükümetine karşı yapılmış bir darbe olarak görmüş ve ordunun, Türkiye’ye faşizmi getirmeyi hedefleyen gerici feodal ve komprador burjuvaziye engel olduğunu belirtmiştir. (Mutlu Ulus: 282, 366) Her iki isim de daha sonra yanıldıklarını anlayarak, muhtıraya karşı bir tutum almıştır.

19 Mart’ta partiler üstü hükümeti kuran Nihat Erim, anayasaya bağlılık ve birçok sosyal reformu gerçekleştirmekten söz etmiştir. Fakat göreve başlamasının ardından Erim, sola karşı bir dizi operasyonlara yönelmiştir. Aralarında Doğan Avcıoğlu, Mümtaz Soysal, İlhami Selçuk, Cemal Madanoğlu’nun da içinde bulunduğu birçok aydın ve ordu mensubu tutuklanmıştır. Üniversite ve TRT’nin özerkliği, sendikal haklar kısıtlanmış; memurların sendika kurması yasaklanmış; lokavt suç olmaktan çıkartılmış; Devlet Güvenlik Mahkemeleri kabul edilmiş;... vb. uygulamalara gidilmiştir. Orduda ise ilk iş radikal subayların tasfiyesi edilmesi

olmuş ve birçok rütbeli asker emekliye sevk edilmiştir. Tasfiyeleri, işkenceleriyle bilinen Ziverbey Köşkü sorgulamaları ve tutuklamaları izlemiştir. (Ersan: 63-65)

12 Mart muhtırası bu uygulamaları ile ülkedeki mevcut siyasi kargaşanın daha da artmasına sebep olmuştur. Ekonomik gelişmelerin de etkisiyle Türkiye, istikrarlı bir görüntüye oturamamış ve koalisyon, milliyetçi cephe gibi yöntemler ile hükümet bunalımlarına çözüm üretmeye çalışmıştır.

Benzer Belgeler