• Sonuç bulunamadı

4. TAHÂVÎ ve BEYHAKÎ’NİN HAYATLARI ve ESERLERİ

2.8. Rukû’da Zikir

Tahâvî, namazın iftitah tekbiri, secde ve rukûunda alınan tekbirler ile ka’de’deki okunan teşehhütte nasıl lafzı lafzına aynı şekilde, herhangi bir değişiklik yapılmadan okunuyorsa rukû ve secdelerde de duaların herhangi bir ziyade yahut eksiltme yapılmaksızın okunması gerektiğini düşünmektedir. Rukûda söylenebilecek tesbihât konusunda Hz. Peygamber’in (s) rukû ve secdede yapmış olduğu muhtelif duaları haber veren rivayetleri aktaran Tahâvî, bazı âlimlerin bu rivayetlerden yola çıkarak rukû ve secdede namaz kılanın dilediği gibi dua edebileceği ve bu hususta muayyen bir duanın olmadığı görüşünü benimsediklerini ifade etmiştir.347 Şâfiî, Ahmed b.

Hanbel, İshak ve Dâvûd bu görüştedirler.348 İbrahim en-Nehaî, Hasan-ı Basrî, Ebu

Hanife, Ebu Yusuf ve Muhammed eş-Şeybânî349 ise rukûda “Sübhâne Rabbiye’l-

Azîm”den, secdede ise “Sübhâne Rabbiye’l-A’lâ”dan başka bir şey söylenemeyeceği görüşüne sahip olmuşlardır. Ukbe b. Âmir’den (r.a) nakledilen “O hâlde, O yüce Rabbinin adını tesbih et”350 ayeti indiğinde Hz. Peygamber’in (s) “Bunu

rukûlarınızda söyleyiniz”, “Yüce Rabbinin adını tespih et.”351 ayeti indiğinde ise “Bunu secdelerinizde söyleyiniz”352 buyurduğunu haber veren rivayetin, namaz kılanın

dilediği gibi dua edebileceğini haber veren rivayetleri nesh ettiğini ifade eden Tahâvî, devamında Rasulullah’ın (s) rukû ve secdelerinde sadece “Sübhâne Rabbiye’l-Azîm” ve “Sübhâne Rabbiye’l-A’lâ” dualarını okuduğuna dair nakledilen rivayetlere yer vermiştir.353 Bazı âlimlerin ise (Abdullah b. Mübarek, İmam Malik ve onların

talebeleri354) Hz. Ali ve İbn Abbas’tan merfû olarak nakledilen; “Rukûda ve secdede

Kur’an okumaktan nehyolundum. Sizler rükûda Rabbinizi ta’zîm ediniz, secdede ise bol bol dua ediniz, zira duanızın kabul olunmasına en uygun yerdir.”355 rivayetini delil

getirerek rukûda yalnızca “Sübhâne Rabbiye’l-Azîm” denmesi ve ziyadede bulunulmaması gerektiği, secdede ise çokça dua etmeye çalışılması gerektiği görüşünü

347 Tahâvî, Şerh, I, 304. 348 Aynî, Nuhab, IV, 264. 349 Aynî, Nuhab, IV, 264.

350 Vâkıa, 56/74. ِّمي ِّظَعْلا َكِّ ب َر ِّمْساِّب ْحِّ بَسَف 351 A’lâ, 88/1. ىَلْعَ ْلْا َك

ِّ ب َر َمْسا ِّحِّ بَس

352 Ebû Dâvûd, Salât, 153; İbn Mâce, İkâmetü’s-Salât, 20; Dârimî, Salât, 69; Ahmed b. Hanbel, XXVIII, 630; Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, II, 122.

353 Tahâvî, Şerh, I, 305. 354 Aynî, Nuhab, IV, 270.

benimsediklerini ifade eden Tahâvî, zikri geçen A’lâ 1. ayetin secdedeki duayı da neshettiğini söylemiştir. İbn Abbas rivayetinde “Hz. Peygamber (s) evinin perdesini açtı. O sırada insanlar Ebu Bekir’in arkasında saf olmuşlardı” ibaresi geçtiği ve bunun da Hz. Peygamber’in (s) vefatına yakın bir zamanda gerçekleşmiş olması gerektiği şeklindeki bir itiraza, “Söz konusu namazın hemen akabinde Rasulullah’ın (s) vefat ettiği yahut bu hastalığının vefat ettiği hastalığı olduğu hadiste geçiyor mu?” diye cevap verileceğini ifade eden Tahâvî, hadiste böyle bir bilginin yer almadığını, o halde bu namazın vefatından önceki namaz yahut başka bir namaz olmasının muhtemel olduğunu söylemiştir. Ona göre şayet bu namaz ardından Rasulullah’ın (s) vefat ettiği namaz ise o halde A’lâ 1. ayet bu namazdan sonra, vefatından önce inmiş olmalıdır.356

Beyhakî, rukû ve secdede Rasulullah’ın (s) yapmış olduğu dualara dair Ebu Hureyre, Hz. Ali, İbn Abbas ve Ukbe b. Âmir (58/678) rivayetlerini aktardıktan sonra Tahâvî’nin buradaki hadisleri naklettiğini ve Ukbe b. Amir hadisinin İbn Abbas rivayetini neshettiğini iddia ettiğini, hâlbuki bu hadisenin Rasulullah’ın (s) vefat ettiği hastalığı sırasında vuku bulduğunu ifade etmiştir.357 Tahâvî’nin şaşırarak, rivayette

geçen A’lâ 1. ayetin, İbn Abbas rivayetindeki hadiseden sonra Hz. Peygamber’in (s) vefatından önce indirilmiş olabileceğinin mümkün olduğunu söylediğini zikreden Beyhakî, bu sözün Rasulullah’tan (s) pazartesi günü sabah namazında insanlar Hz. Ebu Bekir’in arkasında saf olduklarında sadır olduğunu, Enes b. Malik rivayetinin de işaret ettiği gibi söz konusu günün Rasulullah’ın (s) vefat günü olduğunu, Tahâvî’nin ise bunu bilmediğini söylemiştir. Devamında Numan b. Beşir’den Rasulullah’ın (s) bayram ve Cuma günleri358, Semura b. Cündeb’den bayramlarda359, Berâ b. Azib’den hicret edip Medine’ye geldiğinde A’lâ suresini okuduğunu360 ve namazda Bakara suresinin okumaya başlayınca cemaatten ayrılıp Rasulullah’a (s) şikâyete giden kişi hadisesinde Rasulullah’ın (s) Muaz b. Cebel’e A’lâ, Duhâ gibi sureleri okumasını emrettiğini361 haber veren rivayetleri aktarmış, bunların hepsinin Rasulullah’ın (s)

356 Tahâvî, Şerh, I, 306.

357 Beyhakî, Ma’rife, I, 568.

358 Müslim, Cum’a, 62; Ebû Dâvûd, Salât, 244; Tirmizî, Iydeyn, 4; Nesaî, Salâtü’l-Iydeyn, 12; Dârimî, Cum’a, 16.

359 Ahmed b. Hanbel, XXXIII, 268. 360 Buhârî, Fedâilu’s-Sahabe, 74.

361 Buhârî, Edeb, 74; Müslim, Salât, 36; Ebû Dâvûd, Salât, 129; Nesaî, İftitah, 63; Ahmed b. Hanbel, XXII, 99.

vefatından çok zaman önce vuku bulan hadiseler olduğunu ifade etmiştir. Tahâvî’yi “hadisleri mezhebine göre anlamaya çalışan, mezhebini asıl Rasulullah’ın (s) hadislerini ise tabi olarak gören bir kimse” olarak vasfeden Beyhakî, müfessirler arasında A’lâ ve Vakıa surelerinin Mekke’de indiğinin meşhur olduğunu belirtmiş ve Tahâvî’nin İbn Abbas rivayetindeki, Hz. Peygamber’in (s) ölüm hastalığı esnasında vuku bulmuş bir hadiseyi bu surelerle mensuh kabul etmesini hayretamiz bir durum olarak nitelemiştir.362

Aynî, Beyhakî’nin bu eleştirilerinin ileri derecede bir taassuptan kaynaklandığını düşünmektedir. Ona göre İbn Abbas rivayetinde Hz. Peygamber’in (s) vefatına dair hiçbir şey geçmediği için Tahâvî’nin söylediği gibi vefatından önceki başka bir hastalığı şeklinde anlaşılmasında bir mahzur yoktur. Ayrıca Vakıa ve A’lâ sureleri Mekkî olsa da söz konusu iki ayetin Medenî olması muhtemeldir. Yahut da buradaki nâsih ayetler değil de hadiste geçen “Bunu rükûlarınızda bunu da

secdelerinizde söyleyiniz.” emridir. Söz konusu emrin ayetlerin inişinden hemen sonra

vuku bulmamış olma ihtimali vardır. Çünkü hadisin ravisi ‘Ukbe b. Âmir Medine’de Müslüman olmuştur.363

Konuya dair nakledilen ve zahirde birbirine muhalif olduğu görülen rivayetler arasındaki muarazayı gidermek için Tahâvî’nin neshe müracaat ettiği görülmektedir. Lakin rivayetlerde neshi isbat edebilecek yeterli veri bulunmadığı göze çarpmaktadır. Her ne kadar Tahâvî bazı ihtimallerden bahsedip Aynî de bunları mümkün görse de Beyhakî’nin itirazlarında haklı olduğu görülmektedir.