• Sonuç bulunamadı

Kur’ân’ın Mushaf Haline Getirilmesi

TEVRAT VE KUR’ÂN TARİHİ İLE İLGİLİ GENEL BİLGİLER

B. KUR’ÂN TARİHİ

8. Kur’ân’ın Mushaf Haline Getirilmesi

Kur’ân’ın cem’i de diyebileceğimiz Kur’ân’ın mushaf haline getirilmesi meselesi Allah Resûlü (s.a.s.)’nün vefatından sonra gerçekleşen bir hususutur. Peygamberimiz (s.a.s.) hayatta iken resmî bir tertip işine teşeb-büs edilmemişti. Kur’ân’ın “Kayda geçirilmesi” kısmında da görüldüğü üzere vahy, muhtelif yazı malzemelerine bizzat Hz. Peygamber (s.a.s.) tarafından vahiy katiplerine imlâ ettiriliyor ve bu münferit parçalar Rasûlullah (s.a.s.)’ın evine konulmak sûretiyle saklanıyordu.331 Aslında Kur’ân ilk müslüman neslin hafızasında zaten Mushaf haline gelmişti bile.

Sonra da iki kapak arasında bir kitap haline getirilmesi işin yalnızca teknik bir yönüydü. Buna rağmen o günün ilim ve kitap geleneği açısından yine de müthiş bir olaydı. İlk müslümanlarrın zihninde ve hayatlarında canlı olarak Kur’ân bütünüyle mevcut idi. Kitap haline getirilirken bir kısım yaprakları ya da sûreleri âlem-i gaybdan, diğer bir kısmı âlem-i şehâdetten derlenmiş değildi. Zaten ortada Kur’ân diye bir vahy canlı olarak mevcut idi. Ve her an sahabe hayatında yaşanmaktaydı. Ancak henüz parçaları bir araya getirilmiş bir Kur’ân nüshası mevcut değildi. Bunu Zeyd b. Sabit’in

“Rasûlullah (s.a.s.) irtihal ettiğinde, Kur’ân bir kitapta toplanmamıştı.”332

330 Muhammed Hamidullah, Kur’an-ı Kerim Tarihi, s. 44.

331 Zürkânî, Menâhil, I, 247.

332 Suyûtî, İtkân, I, 181.

sözünden anlayabildiğimiz gibi, Hz. Ebû Bekir’in (r.a.), kendisine Hz.

Ömer tarafından Kur’ân’ın mushaf haline getirilmesiyle alâkalı yaptığı tek-life karşı, “Rasûlullah’ın (s.a.s.) yapmadığı bir işi nasıl yapabilirsin?”333 şeklinde bu işten imtina etmek istemesinden de anlayabiliriz. Şu kadar var ki “Peygamber Efendimiz (s.a.s.) hayatta olduğu müddetçe vahiy devam ettiğinden, Kur’ân metni iki kap (deffeteyn) arasında mushaf haline getiri-lemezdi. Böyle yapılmış olsaydı sık sık değişiklik yapmak, araya girecek birkaç âyeti yerleştirmek için, ikide bir çok sayıda yazılmış metni imha etmek mecburiyeti hâsıl olacaktı.”334 Ayrıca müslümanlar asr-ı saadette emniyet ve güvenin zirvede temsilcileri idiler. Kur’ân’ı ezberleyenler çoktu.

Fitne endişesi yoktu. Yazı malzemeleri -sonraki dönemlere nazaran- yazı yazmaya çok elverişli olmadığından, ezber yazıdan daha yaygın ve güven duyulan bir itimat noktası idi. Peygamberimiz (s.a.s.) ise bu konuda yegâ-ne otoriteydi.335 Diğer taraftan Allah Resûlü (s.a.s.) Kur’ân’ın bazı ahkâm ve tilavetini neshedecek âyetlerin inmesini beklediği için onu mushaf halin-de toplamamıştı.336

“Hz. Peygamberin dünyadan göçmesinden sonra, hem onun gibi bir te-minat merciinin aralarından ayrılması, hem de İslâmı ciddi bir şekilde tehdit eden irtidat hareketlerine karşı harpler, ilâhî rehber Kur’ân-ı Kerim metninin, ümmetin icmâından geçmek sûretiyle tek kelimesinden şüphe edilmeyecek tarzda, kıyamete kadar hiç kimsenin itiraz edemeyeceği “İmam” olması ge-rekmişti. İşte Rasûlullah (s.a.s.)’ın otoritesinin gitmesiyle ortaya çıkan boşluk, ihtilaflar ve irtidat harpleri gibi sebepler, Kur’ân’ın resmî mer’iyyet ve icmâ-ı ümmete iktiran eden bir imam mushaf halinde derlenmesini icab ettirmişti.

Nitekim Hz. Ebû Bekir’in hilâfetinin başında vâki olan Yemame savaşında yetmiş hafız337 (bunların ekserisi tam değilde kısmî hafız olmalıdır) sahabînin şehid olması, tedbir almak lüzûmunu iyice göstermişti.”338

333 Buhari, Fadâilu’l-Kur’an, 3.

334 Yıldırım, Kur’an İlimlerine Giriş, s. 62.

335 Zürkânî, Menâhil, I, 248-249.

336 Suyûtî, İtkân, I, 181.

Hz. Ebu Bekir’in iki kapak arasında derletip Hz. Osman’ın çoğalttırdığı mushaf-ı şerife, âlimlerimiz el-mushafu’l-imam (imam mushaf) veya sadece el-İmam derlerdi(Yıldırım, Kur’an İlimlerine Giriş, s. 63).

337 Zürkânî, Menâhil, I, 249.

338 Yıldırım, Kur’an İlimlerine Giriş, s. 62-64.

Böylece söz konusu Yemame savaşında Rasûlullah (s.a.s.)’ın sahabilerinden mühim bir topluluk şehid düşünce Hz. Ömer (r.a.), Halife Hz. Ebû Bekir’in huzuruna girmiş ve ona hitaben: “Rasûlullah’ın (s.a.s.) sahâbesi, pervane böceklerinin ateşe atıldıkları gibi, kendilerini ateşe attılar.

Bu bakımdan ben onların benzer fırsatlar ele geçirdiklerinde aynı şekilde şehid düşmekten geri durmayacaklarından endişeliyim. Hâlbuki onlar Kur’ân’ın taşıyıcısıdırlar. Böylece Kur’ân-ı Kerim (onlarla birlikte) kaybo-lacak ve unutukaybo-lacak. Keşke sen onu (Kur’ân’ı) bir araya getirip toplasaydın ve tedvîn etseydin” demiş, ancak Hz. Ebû Bekir bu fikre yanaşmamış ve şöyle demiştir: ‘Ben Rasûlullah (s.a.s.)’ın yapmadığı bir şeyi mi yapaca-ğım’?.. Onun bu cevabı üzerine, kendi görüşlerini destekleyen karşılıklı delilleri ileri sürmüşlerdir.339

Nihayet Hz. Ebû Bekir, Zeyd b. Sabit’i çağırtmıştır. Zeyd olayı şöyle naklediyor: Yemame savaşında ashabın öldürülmesini müteakip Hz. Ebû Bekir beni çağırttı. Yanına vardım, Hz. Ömer de orada idi. Ebû Bekir bana şöyle dedi: Ömer gelip bana dedi ki: “Yemame’de Kur’ân hafızları çok zâyiat verdi. Bu gibi vak’alarda hafızların ölmeleriyle Kur’ân’ın bir çoğunun zayi olmasından endişe ederim. Bana kalırsa, Kur’ân’ın cem’edilmesi için emir çıkarman gerekir.” Ben de Ömer’e şöyle cevap verdim: “Rasûlullah (s.a.s.)’ın yapmadığı bir işi nasıl yapabilirsin?”. Ömer “Vallahi bu hayırlı bir teşebbüstür” dedi. Sonra bu iş üzerinde o kadar durdu ki, bana söyleye söyleye neticede Allah, kalbimi bu işe yatırdı, ben de onun görüşünü be-nimsedim.” Sonra Ebû Bekir bana: “Sen, genç, dinç, zeki bir adamsın.

Kimse seni ittiham edemez. Zaten Rasûlullah (s.a.s.)’ın da vahiy katibi idin. Kur’ân metnini topla” diye emretti. Vallahi bir dağı yerinden naklet-memi isteselerdi, Kur’ân-ı toplama mesuliyeti kadar bana ağır gelmezdi.”

Ben, “Ebû Bekir ve Ömer’e, Resûlü Ekremin yapmadığı bir işi nasıl yapı-yorsunuz?” dedim. Bunun üzerin Ebû Bekir “Vallahi bu bir hayırdır diye cevap verdi. Allah, Ebû Bekir ve Ömer’in kalplerini nasıl ferahlattı ise, be-nimkini de açtı ve onların görüşlerine uydum. Neticede Kur’ân’ı hurma dallarından, yassı taşlardan ve insanların hafızalarından derlemeye başla-dım. Topladığım bu kitap, hayatı müddetince Ebû Bekir’de kaldı, sonra Ömer’e, Ömer de vefat edince kızı Hafsa’ya geçti.”340

339 Taberî, Câmiu’l-Beyan, I, 48-49; Suyûtî, İtkân, I, 182; Zerkeşî, Burhan, I, 233.

340 Buhari, Fadâilu’l-Kur’an, 3.

Kaynakların ittifakla bildirdiğine göre, bu mühim ve ciddi iş için bir-takım düsturlar konuldu. Bizzat Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve sahabenin ileri gelenleri tarafından bu toplama işi takip ediliyordu. Hz. Ebû Bekir, Zeyd’e asla hafızasına güvenmemesini, her âyet için iki delil olmak üzere, iki şahıstan yazılı nüsha aramasını emretti. Kendilerinde Kur’ân’dan yazılı parça bulunan herkesin bunları Zeyd’e getirmesini şehirde ilân etti. Bu ilân camide yapılmıştı. Hz. Ömer de şâhitlerin ellerindeki nüshaların, Hz.

Peygamber (s.a.s.) tarafından kontrol edilip edilmediğini yeminle tahkik ve tevsîk ediyordu.341 Zaten Zeyd, vazifeyi ilk kabulü sırasında, onun kendisine yardımını şart koşmuş, o da ciddi bir şekilde yardım etmiştir.342

Zeyd kendisi de iyi hafız olduğu halde, sadece kendisi gibi başka hafız-larla yetinmeyip, her âyet hakkında mukabele görmüş iki yazılı şâhid ara-mak gibi son derece titiz ve ilmî bir usûl takip etmiştir. Yalnız Tevbe sûre-sinin sonundaki iki âyet hakkında, araştırmasına rağmen iki yazılı şâhit bulamamış, Ebû Huzeyme’deki yazılı nüshaya343 istinat etmek durumunda kalmıştır.344 Böylece Hz. Ebû Bekir devrinde büyük bir titizlikle yürütülen bu iş sayesinde, Hz. Peygamber (s.a.s.) döneminde dağınık vaziyette olan Kur’ân parçalarının bir araya getirilmesi sûretiyle resmî bir Mushaf’ın tertî-bi gerçekleştirilmiştir. Bu Mushaf tek tertî-bir nüsha halindedir. Bu şekliyle Hz.

Zeyd, Kur’ân-ı Kerimin tamamını ihtiva eden bu nüshayı Hz. Ebû Bekir’e teslim etmiştir. Daha sonra Hz. Ömer’e intikal eden bu Mushaf onun da vefatından sonra halifenin kim olacağı belli olmadığından kızı ve Peygam-berimiz (s.a.s.)’in zevcesi Hz. Hafsa’ya teslim edilmiştir.345