• Sonuç bulunamadı

Kur’ân’ın Kayda Geçirilmesi

TEVRAT VE KUR’ÂN TARİHİ İLE İLGİLİ GENEL BİLGİLER

B. KUR’ÂN TARİHİ

7. Kur’ân’ın Kayda Geçirilmesi

Kur’ân’ın kayda geçirilmesi meselesi, Kur’ân’a ait bir hususiyet olup diğer semâvî kitaplarla mukayese edildiğinde ayırıcı bir özellik olarak karşımıza çıkar. Metninin münakaşa kabul etmez şekilde aslına uygunlu-ğu, öteki vahiy kitapları arasında Kur’ân metnine müstesnâ bir mevki verir. Ne Eski Ahit ne de Yeni Ahit, bu mevkiye çıkabilmiş değildir.301 Halbuki vahyin kayda geçirilmesi hususu, Kur’ân için tamamen farklıdır.

Bunun da tek sebebi onun, bizzat Hz. Peygamber (s.a.s.) zamanında kayda geçirilmiş olmasıdır. Vahiy geldikçe Kur’ân metni, hem Hz. Pey-gamber (s.a.s.) hem de çevresindeki mü’minler tarafından ezberlendiği gibi, öbür yandan bizzat Resûlullah (s.a.s.) tarafından yerleri gösterilerek vahiy kâtipleri tarafından yazı ile de tesbit ediliyordu. Dolayısıyla, daha işin başında, diğer semâvî kitapların sahip olmadığı bu iki sıhhat unsuru söz konusudur. Bu durum Hz. Peygamber (s.a.s.)’in vefatına dek, böyle devam etmiştir. Buna ilâveten herkesin yazma imkânına sahip olmadığı ve fakat ezberlemesinin mümkün olduğu bir devirde ezberden okuma keyfiyeti, metnin nihâi olarak tesbit edileceği zaman, kontrol unsurlarının çokluğunu temin etmekle, çok önemli bir avantaj sağlanmıştır.302 Bundan dolayıdır ki Peygamber Efendimiz (s.a.s.) vahiy kâtipleri edinmiştir. Va-hiy geldikçe onlardan birini çağırtıp indirilen kısmın hangi sûrenin nere-sine konulacağını, Cibrîl’in talimatı ile söyleyerek yazdırırdı. Zeyd b.

Sabit diyor ki: Biz Rasûlullah (s.a.s.)’ın yanında Kur’ân’ı “عא א” denilen ince kumaş ve kağıt parçaları üzerine yazardık.303 Buradan anlıyoruz ki vahyin kaydedilmesinin yanında inen âyetlerin hangi sûrenin neresine konulacağının bizzat Rasûlullah (s.a.s.) tarafından belirlenmesi onun tevkıfî304 olduğunu da yani bu tertibin vahiy katiplerine ve sahabeye ait

301 Maurice Bucaille, s. 154.

302 Maurice Bucaille, s. 156.

303 Zerkeşî, Burhan, I, 237.

304 Zerkeşî, Burhan, I, 236-37.

bir iş değil, Hz. Peygamber (s.a.s.)’e ait bir iş olduğunu ortaya koymak-tadır. Dolayısıyla bağlayıcılığını ifade etmektedir.

a. Kur’ân’ın Vahiyle Korunması

Her şeyden önce Cenab-ı Hakk “Hiç şüphe yok ki o zikri, Kur’ân’ı biz indirdik onu koruyacak olan da Biziz”305 buyurmakla, kıyamete kadar geçerli kılacağı son semâvî kâmusunun muhafazasını deruhte ettiğini beyan eder. Ancak, Rasûlullah (s.a.s.) da Kur’ân’ı bütün insanlığa tebliğle vazifeli olduğundan ve bu sebepler âleminde Allah Tealâ’nın icraatını nasıl gerçekleştirdiğini pek iyi bildiğinden, vesilelerine teşebbüs ederek vahyi muhafazaya riayet etmiş, Hafız-ı hakikînin tasarruf elinin âleti ol-mak istemiştir.306

b. Kur’ân’ın Yazıya Geçirilerek Korunması

Kur’ân-ı Kerim, ümmî bir cemiyet307 içinde yetişmiş olan ümmî bir zata308 vahyediliyordu. Allah Tealâ’nın, Kur’ân’a verdiği ikinci isim olan

“el-Kitab”309 adı bu vahyin yazı i1e tesbiti gerektiğini zımnen bildirdigi gibi ilk vahyedilen parçada da kalemin, dolayısiyle yazının, insanın en mühim hususiyeti olan bilgi öğrenme ve öğretmedeki rolü vurgulanmıştır. Demek ki insanlığı câhiliyetten irfana, ümmîlikten ilme çıkarmayı gaye edinen Kur’ân’a, “yazılı metin” manasına gelen “kitâb” adını vermekle “insana kalemle öğreten Rabbimiz”310 bu ilâhî tâlimatların yazı i1e kaydedilmesini, zımnen emretmiş oluyordu.311 Binaenaley Kur’ân-ı Kerim’in herhangi bir parçası nâzil olduğunda, Rasûlullah (s.a.s.)’ın okuma-yazma bilen sahâbîlerden birini çağırıp, evvelce nâzil olmuş bulunan âyetler topluluğu içinde nereye yerleştirileceğini bizzat gösterdikten sonra inen âyet ve âyet-leri yazıyla tesbit ettirdiğini, tarihî kaynaklar312 müttefikan beyan ederler.

305 Hicr, 9.

306 Yıldırım, Kur’an İlimlerine Giriş, s. 33.

307 “O, ümmiler arasından, kendilerinden olan bir Resûl gönderdi” (Cuma, 2).

308 “Ey Resûlüm! Sen vahyimizden önce Kitap okuyan ve yazı yazan bir insan değildin”

(Ankebût, 48).

309 Bakara, 2, 89, 151; Âli İmran, 3; A’raf, 2.

310 Alâk, 4.

311 Yıldırım, Kur’an İlimlerine Giriş, s. 57.

312 Buhari, Fedâilu’l-Kur’an, 4.

Keza öyle anlaşılıyor ki Rasûlullah (s.a.s.), bu imlâ işini tamamlatmasını müteakip vahiy kâtibinden, yazdığı şeyi bir kere daha kendisine okumasını istiyor ve şâyet vukû bulmuş ise herhangi bir tesbit hatasını düzeltiyor-du.”313 Hatta bununla ilgili olarak vahiy kâtiplerinden Zeyd b. Sabit’in şöyle söylediği nakledilir: “Rasûlullah (s.a.s.), bana yazdırıyordu ve ben yazımı bitirdiğimde bana yazdığım şeyi okumamı söylüyordu. Şayet bazı hatalar olmuşsa bunu düzeltiyordu. Ancak bundan sonradır ki ben diğer insanların da bilgi sahibi olmaları için bunları açıklıyordum.”314

“Hz. Muhammed (s.a.s.) Kur’ân’ın muhafazası hususunda bizzat ted-bir almış îtinâ göstermiş olmakla berâber Hadîs hususunda böyle yapma-mıştır.”315 Meşhur bir hadis de bize bildirildiğine göre316 Hz. peygamber (s.a.s.), her yıl Ramazan ayında melek Cebraîl’in huzurunda o ana kadar nâzil olmuş bulunan Kur’ân-ı Kerim metnini baştan başa mukabele edi-yordu ki o günlerde Hz. Muhammed’in (s.a.s.) hafızası yağmur taşıyan bulutları sürüp getiren rüzgârlardan daha fazla Kur’ân ile dolup taşmaktay-dı.317 Öyle ki, vefatına takaddüm eden Ramazan ayında Cebrâîl, Kur’ân-ı Kerim’i kendisine iki defa üstüste tilavet ettirmişti (arza-i ahîre); bundan Rasûlullah (s.a.s.)’ın çıkardığı netice, artık tebliğ vazifesinin son bulmak üzere olduğu ve irtihâlü dâri’l-bekâ’nın yakınlaştığı şeklinde olmuştur.318 Bu hadis göstermektedir ki Hz. Peygamber (s.a.s.), en azından Ramazan ayında Kur’ân metnini baştan başa gözden geçiriyordu. Birçok kaynaklar bu sonuncu mukabele (arza-i ahîra)319 esnasında vahiy kâtibi Zeyd b. Sa-bit’in huzurda bulunduğunu, diğer bazı kaynaklar ise aynı huzurda başka bazı kimselerin dahi bulunduklarını nakletmektedirler.320

Bilindiği gibi o devirde kâğıt günümüzde anladığımız şekliyle henüz mevcut değildi ve hicret öncesinde Mekkeli müslümanlar sonradan da Medineliler, ne olursa olsun kendi imkânlarına göre bulabildikleri

313 Muhammed Hamidullah, Kur’an-ı Kerim Tarihi, s. 42.

314 Heysemî, Hâfız Nureddin Ali İbn Ebî Bekr, Mecmeu’z-Zevâid ve Menbeu’l-Fevâid, (thk., Abdullah Muhammed Dervîş), Daru’l-Fikir, Beyrut, 1994, I, 381-382.

315 Muhammed Hamidullah, Kur’an-ı Kerim Tarihi, s. 17.

316 Buhari, Bedu’l-Vahy, 6; Menâkıb, 13; Fedâilu’l-Kur’an, 1-2.

317 Buhari, Menâkıb, 13.

318 Buhari, Fedâilu’l-Kur’an, 1-2.

319 Muhammed Hamidullah, Kur’an-ı Kerim Tarihi, s. 42’ de İbn Kesîr, Zeylu’t-Tefsîr, s.

14’den naklen.

320 Muhammed Hamidullah, age., s. 42.

lar üzerine kendileri için özel Kur’ân nüshaları çıkarıyorlardı. Bunlar:

Parşömen (yazı için özel deri) parçaları ve tabaklanmış deri, tahtadan yapılmış tabletler, develerin kürek kemikleri, üzerine kolayca âyetlerin kakılmak (hakkedilmek) sûretiyle yazılabileceği bazı beyaz taş çeşitleri321, hurma ağacı yapraklarının orta damarları, kırık seramik kap parçaları322 ve daha başka sayabileceğimiz yazı malzemelerinden diğerleri.323 “İşte bu şekilde kayda geçirilen yazılı malzemeler Rasûlullah (s.a.s.)’ın evine ko-nuyordu. Ve bu durum böylece Kur’ân vahyi tamamlanacağı ana kadar devam etti. Tek bir Kur’ân nüshası olarak mushaf veya mushaflar şekline getirilmeyip söz konusu malzemelerde parça parça saklandı.”324

c. Kur’ân’ın Hıfzedilerek Korunması

Kur’ân’ın kayda geçirilmesinde ve indiği gibi muhafaza edilmesinde önemli bir diğer metod ise onun ezberlenmesidir. Peygamberimiz (s.a.s.) günlük namazlarda okunabilmesi için Kur’ân’ın ezberlenmesinde ısrar ediyordu.325 Ancak bu noktada tamamının ezberlenmesi için bir mecbu-riyet getirmemişti. Bazıları bir kısım sûreleri ezberliyor, diğer bazıları başka bir kısmını; fakat aralarında Kur’ân’ın tamamını ezberleyenler de çıkıyordu.326 Zira Kur’ân’ın muhafazası için hafıza, -cemiyet’in de ümmî-liği göz önünde bulundurulursa- yazıdan daha yaygın bir vasıta idi.

Ashab bu konuda adeta birbirleri ile yarış içerisinde idiler. Namazda okumak, ibadet edip sevap kazanmak, öğrenip öğretme ve bildikleri ile amel etme gibi gayelerle, büyük bir iştiyakla ya bizzat Peygamber (s.a.s.) efendimizden yahut onun öğretip de yetkili kıldığı ashabından Kur’ân parçalarını öğrenip ezberliyorlardı. Peygamberimiz (s.a.s.), İslâma yeni girenleri, Kur’ân’ı iyi bilen sahabeye kendilerine Kur’ân öğretmeleri için gönderiyordu. Hatta Peygamberimiz (s.a.s.), mescidde Kur’ân öğrenip öğretenlerin çıkardıkları seslerin birbirlerini şaşırtmaması için ashabına, seslerini kısmalarını emretmişti.327

321 Buhari, Ahkâm, 37; Fedâilu’l-Kur’an, 3; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, VIII, 144.

322 Suyûtî, İtkân, I, 185.

323 Muhammed Hamidullah, Kur’an-ı Kerim Tarihi, s. 43.

324 Zürkânî, Menâhil, I, 147.

325 İbn Mâce, Mukaddime, 16; Müslim, Müsâfirîn, 257; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, V, 141.

326 Ahmed İbn Hanbel, Müsned, X, 363.

327 Zürkânî, Menâhil, I, 141-142.

Çeşitli sahabîlerden nakledilen sözlerde, asr-ı saadette Kur’ân’ın ta-mamını ezberlemiş olan kişilerin sayısı ve isimleri hakkında muhtelif bilgi-ler vardır. Dört ile sekiz arasında değişen rakamlarla hafızdan bahsedilir ki, bunlardan biri kadındır.328 Öyle anlaşılıyor ki Allah Resûlü daha hayatta iken Ensar ve Muhacirînden hafız olanların sayısı büyük bir yekün teşkil ediyordu. O’nun (s.a.s.) vefatından sonra hıfzını tamamlayanlar ise çoğun-luktaydı. Yemame ve Bi’ri Maûne’de şehid düşen sahâbîden 140’ının hafız olduğuda hatırlanırsa ashab’ın birçoğu Kur’ân’ı ezberliyordu. Bunlar içeri-sinde Muhacirînden Hz. Ebû Bekir, Hz. Ali, Hz. Ömer, Hz. Osman, Ab-dullah ibn Mesud, Ebû Hüreyre, İbn. Ömer, Huzeyfe, İbn. Abbas, Hz Âişe, Hz. Hafsa ve Ümmü Seleme ile Ensardan: Übey İbn. Ka’b, Muaz İbn. Cebel, Zeyd İbn. Sabit, Ebu’d-Derdâ, Enes İbn. Mâlik (r. a.) bu ha-fızlardandır.329

Bunlar daha sonraları müesseseleşecek olan hafızlık okulunun da ilk örneklerini teşkil ediyorlardı. Bugün İslâm dünyasının değişik yerlerinde sırf Kur’ân hafızı yetiştirmek üzere açılmış birçok müessese bulunmaktadır.

Bu husus İslâm tarihi boyunca hep canlı tutulmuş ve günümüze dek devamedegelmiştir. Burada Kur’ân-ı Kerim’in, Mekke’de nazil olduğu, Mısır’da okunduğu ve İstanbul’da yazıldığı esprisinden hareketle Kur’ân’ın, müslüman toplumların gündelik sosyal yaşamlarında, sanat anlayışlarında ve hayatın inceliklerinde derin bir etkiye ve nüfuza sahip olduğu söylenebi-lir. Zira Kur’ân Müslümanların hayatında en merkezî bir tecellidir. Doğar-ken onunla doğuyorlar, onu okuyarak büyüyorlar ve ölürDoğar-ken de arkaların-dan o terennüm edilerek hayata veda ediyorlar. Kur’ân’ın Müslümanların hayatındaki bu merkezî konumu onun mahafazası adına önemli bir yer işgal etmektedir. Hiçbir batılının hayatında İncil ya da Tevrat bu denli merkezî bir etkiye ve tecelliye sahip değildir. Kur’ân’ın kabul görmüş deği-şik kıraat vecihlerine göre okunması, aynı zamanda ezberlenmesi, yazılma-sı, hat sanatı, hatta insan boynunda taşınması... gibi özellikler İslâm tarihi boyunca müthiş bir gelenek ve saf Kur’an kültürü oluşturmuştur.

İşte bu çift metot ve tedbir ile yani ezberlemek ve yazıyla tesbit yo-luyla, Hz. Muhammed (s.a.s.) Kur’ân-ı Kerim metninin tamamını

328 Ahmed İbn Hanbel, Müsned, X, 363.

329 Zürkânî, Menâhil, I, 142.

yet altına almak istemiştir. Böylelikle yazılı metinlerde vukû bulabilecek yanlışlar, ezberlenmiş metinler vasıtasıyla düzeltilebilecek ve hafızada meydana gelen noksan ve unutmalar ise yazılı metinlere müracaat etmek sûretiyle tamamlanabilecekti. Ayrıca Kur’ân’ın belli başlı kaide ve şekillere bağlanmış bir okuyuş tarzı, yahut dinî maksatlarla Kur’ân tilâveti, bütün hayat boyunca tatbik edilmiş ve bu, nesilden nesile geçerek günümüze kadar devam ettirilmiş bulunmaktadır.330 Binaenaleyh vahiy metinlerinin kayda geçirilmesi ve intikali noktasında Kur’ân, kıyas kabul etmeyecek ölçüde eşsizdir. Söz konusu kayda geçirilme ve koruma şekli hiç bir İlâhi kitaba nasip olmamıştır. Üstelik Kur’ân zaten hıfz-ı İlâhî altındadır. Es-babına riayet edilmesi ilâhî hikmetin gereği beşer aklının tatmini açısın-dandır. Ve öyle de olmuştur.