• Sonuç bulunamadı

Cibril gibi dünyaya bedel kuvvetli bir dostun ve ilâhî habercinin tulû ederek ünsiyet vermesi, bu tesellinin bir başka yönüdür. “Ayrı ayrı

TEVRAT VE KUR’ÂN TARİHİ İLE İLGİLİ GENEL BİLGİLER

B. KUR’ÂN TARİHİ

2- Cibril gibi dünyaya bedel kuvvetli bir dostun ve ilâhî habercinin tulû ederek ünsiyet vermesi, bu tesellinin bir başka yönüdür. “Ayrı ayrı

inişlerin her birinde, gelen her vahiy parçasının benzerini getirmekten muârızların aczi ortaya çıktıkça, yer bütün genişliğine rağmen kâfirler için daraldıkça daralıyor ve yeni bir mûcize gerçekleşmiş oluyordu. Bu da hak ehlini mesrûr, bâtıl gürûhunu ise me’yûs ediyordu.”215

3- Kur’ân hıfzını kolaylaştırmak ve muhtevasını hazmettirmek. “Ez-cümle כدא –‘Biz vahiyle senin kalbini pekiştirmek için böyle ara ara indirdik buyurulmaktadır’. Böylece ayrı ayrı cümle cümle indirilmekle evvelâ, hafızaya nakşedilip ezberlenmesi sağlama alınıyor, sonra peyder-pey olaylara göre inişinde mana itibarıyle daha ziyade bir basîret ve derin-lik, hem nazarî ve hem amelî bir kıymet ve kuvvet temin ediliyordu. Ay-rıca her yeni inen necm ile bir tehaddi yapılıp muarazasından aciz bıra-kılmakla her birinde yeni bir kalb kuvveti veriliyordu. Ve yine nasih ve mensuh ile zamanına göre ahkâm teşrii, açıklamanın ve tefsirin çeşitli usul ve kuralları öğretiliyordu.”216

209 Bakara, 97.

210 Hûd, 120.

211 Müzzemmil, 10; Ahkaf, 35.

212 Yasin, 75; Kehf, 6.

213 Mâide, 67; Tûr, 48.

214 Zürkânî, Menâhil, I, 55; Yıldırım, Kur’an İlimlerine Giriş, s. 98-99.

215 Zürkânî, Menâhil, I, 55.

216 Yazır, Furkan, 32, V, 3584.

Kur’ân bir defada nâzil olsaydı, sahabe onu ezberleyemezdi. Keza bütün tâlimatlarını birden kavrayıp kendilerine mal edemezlerdi. Hele Kur’ân’ın indiği ortamın ümmî bir muhit olduğu, okur yazar sayısının ve yazı vasıtalarının çok sınırlı olduğu hatırlanacak olursa, öğretimin azar azar ilerlemesinin ne büyük hikmet ve nimet ihtiva ettiği daha kolay anla-şılabilir.

4-Kur’ân, belli başlı İslâm ahkâmını, mücmel (genel) veya mufassal (ayrıntılı) olarak ihtiva etmektedir. Kur’ân’ın ilk muhatabları, İslâm’dan önce her türlü kayıttan âzade idiler. Kendilerini bağlayan herhangi bir kanun veya nizam yoktu. Bu halde iken birdenbire ferdî, içtimâî, malî, idarî ve cezaî hükümlerin tamamına bağlanmaları çok zor olurdu. Bun-dan ötürü Allah Tealâ ahkâmını, anbean indirip tamamlamıştır. Buharî, Hz. Âişe’nin bu konudaki şu mühim tesbitini bize nakleder: “Kur’ân vahyi, önce cennet ve cehennemden bahseden kısa bir süre ile başladı.

İnsanlar İslâm’a toplanınca helâl ve haramlar indi. Şayet ilkin ‘içki içme-yin’ diye emredilseydi onlar: ‘içkiden asla vazgeçemeyiz.’ derlerdi. (İşin daha başında) ‘zina etmeyin!’ hükmü nazil olsaydı, ‘zinayı asla bırakma-yız’ derlerdi.”217

Burada, bir misal olması bakımından sadece içkinin adeta dem ve damarlarına işlemiş bir toplumun bünyesinden sökülüp atılmasıyla ilgili nazil olan âyetlerin seyrine baktığımızda Kur’ân’ın tencimi dolayısıyla da bu tedricîlikteki hikmet daha da net anlaşılmış olur. Sarhoş edici içkiler hakkında nihaî şekilde yasak edilmesine bir başlangıç olarak ilk talimat:

“Sana şarap ve kumar hakkındaki hükmü sorarlar. De ki: İkisinde de hem büyük günah, hem de insanlara bazı menfaatler vardır. Fakat günahları menfaatlerinden daha çoktur”218 âyetiyle başlamıştır. Daha sonra sarhoş-ken namaz kılmak yasaklanmış219, nihaî olarak da kayıtsız bir şekilde ha-ram kılınmıştır.220

Kur’ân gerek ferdin, gerek toplumun ruhunda, satıhta olanlarla derin-de yerleşen unsurlar arasında bir ayrım yapmıştır. Fert ve toplum varlığının derinliğinde kök salmış hususları değiştirmekte aceleci olmamıştır. Plânlı

217 Buhari, Fadâilu’l-Kur’an, 6.

218 Bakara, 219.

219 Nisa, 43.

220 Mâide, 90-91.

bir gecikmenin, her şeyi karışık olarak birden ortaya atmaktan daha iyi olduğuna inanmıştır. Müskirat ve fâiz yasaklarına, namaz ve zekât emirleri-ne, kölelik konusundaki ıslahata alıştırmak, böylece tedricî olmuştur. Buna mukabil derinliklere kök salmamış, fakat beşerî hayatta suç olan sathî mese-lelere ait hükümler, bir defada kesinleştirilmiş, tedrice gidilmemiştir. Zina, hırsızlık, katl, gasb, aldatma gibi yasaklar bu cümledendir.221

Kur’ân’ın müminlerin ihtiyaçlarına cevap verecek tarzda inmesinin bir başka yönü de, yenilenen hâdiselerde müminlerin ihtiyaçlarını ve müşkillerini halletmekle, devamlı sûrette rehberlik etmesidir.222 Bunun sayılamayacak kadar örneği vardır. Bütün nüzûl sebepleri, bu kısma misâl teşkil eder. Böylece Kur’ân, İslâm ümmetinin binasının temeli olan ashab cemiyetini, canlı kılmak gâyesiyle, canlılardaki gibi bünyenin tabiî bir gelişmesi hâlinde içeriden gelişmeye yöneltmiş, zorlamalı, ânî bir şekilde geliştirmeyi uygun bulmamıştır.223

5- Kur’ân’ın, ancak âlemlerin Rabbi olan AIlah’ın sözü olduğuna işa-ret etmek. Kur’ân âyetleri, (nüzûl bahsinde gördüğümüz gibi), yirmi üç sene gibi uzun bir zamana yayılan, değişik hâdiseler sebebiyle nazil oldu-ğu halde, âyetlerin yerlerinden oynatılamayacak derecede yerli yerinde oluşları, beşer takatinin üstünde ilâhi bir eser olduğunu gösterir.224 Mahir bir müellifin, hayatın akışı içinde değişik hâdiseler vesilesiyle, çok değişik ilim dallarının muhtelif konularına temas ederek, yirmi küsür senede yazdığı yüzlerce parçanın bütün paragraf, cümle ve kelimelerinin mana ve lâfızca yerlerini bulmuş olması nasıl mümkün değilse, bu tarzın en mü-kemmel örneği olan Kur’ân’ın da, beşer sözü olması mümkün değildir.

Zira zamanın, mekânın, vesile, hâdise ve konuların değişikliği, nor-mal olarak kopukluğa, irtibatsızlığa ve dağınıklığa yol açar. Fakat Kur’ân, harikulâde bir durum göstererek parça parça geldiği halde, neticede bir-den yazılmış gibi muntazam bir bütün olarak bitmiştir. Bir de şu vâkıa düşünülürse bu mûcize daha iyi anlaşılır: Peygamberimiz (sas.) gelen âyet veya âyetleri “falan sûrenin falan yerine yerleştiriniz” diyordu. Hâlbuki vahyin devamı boyunca, o sûrenin nihaî şeklinin nasıl olacağını

221 Bkz. Subhî Salih, Mebâhis, s. 57-58; Yıldırım, Kur’an İlimlerine Giriş, s. 100.

222 Bkz. Zürkânî, Menâhil, I, 59.

223 Mustafa Sadık Râfi’, İ’cazu’l-Kur’an, Daru’l-Fikri’l-Arabî, ts., s. 34.

224 Zürkânî, Menâhil, I, 61.

du.”225 İşte bundan da anlaşılıyor ki “Bu Kitap, hikmet sahibi ve herşeyi bütün yönleriyle bilen Allah tarafından, âyetleri muhkem kılınmış, sonra da güzelce açıklanmıştır.”226