• Sonuç bulunamadı

Kur’ân’da Hırsızlık ve Cezası

TEVRAT ve KUR’ÂN’A GÖRE ORTAK SUÇ SAYILAN FİİLLER ve CEZASI

F. CİNSEL SAPIKLIK

2. Kur’ân’da Hırsızlık ve Cezası

Kur’ân’ın hırsızlık suçuna öngördüğü ceza, hırsızın elinin kesilmesi cezasıdır. Bu hüküm Kur’ân-ı Kerimde, “Hırsız erkek ile hırsız kadının irtikâb ettikleri suça bir karşılık ve Allah tarafından insanlara ibret verici bir ukubet olmak üzere ellerini kesiniz. Allah azîz ve hâkimdir (mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir)868 âyetiyle, sünnet-i seniyyede ise çeşitli senetlerle nakledilen hadislerle869 hükme bağlanmıştır.

Hukukî bir terim olarak hırsızlık eylemi: “Âkil ve bâliğ bir kişinin, başkasına ait belirli miktarın üstünde olan bir malı veya parayı, mülk edin-me kastıyla konulup korunduğu yani saklandığı yerden, hiçbir hak ve şüp-he söz konusu olmaksızın, gizlice alıp zimmetine geçirmesi” şeklinde ta-nımlanabilir.870 Dolayısıyla, hırsızlık fiilinin cezayı gerektirecek derecede tam anlamıyla oluşması için, alınan malın az çok herkesçe sevilip beğenile-bilecek bir ölçüye ulaşması ve bir mekânda veya mahfazalı bir yerde

867 Besalel, Yusuf, I, 210.

868 Mâide, 38.

869 Buhârî, Hudud, 7, 11-14; Müslim, Hudud, 6-9; Ebû Dâvud, Hudud, 4, 8, 11; Tirmizî, Hudud, 5, 16; Nesâî, Sârik, 1, 3, 5, 8, 9; İbn Mace, Hudud, 22; Muvatta, Hudud, 7, 9, 10; Darimî, Hudud, 4; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, IX, 280.

870 Ebul-Bekâ, Külliyyât, s. 514; Cürcânî, Ta’rifât, s. 118; Bardakoğlu, Ali, DİA, XVII, 385;

Bilmen, Ömer Nasuhi, Hukukı İslâmiyye ve Istılahatı Fıkhıyye Kamusu, III, 261;

lanmış olması şartı (rükün) vardır.871 Her ne kadar hırsızlık suçunun mahi-yeti, unsur ve şartları konusunda, fakihler ve fıkıh mezhepleri arasında kıs-men farklı görüşler bulunsa da bu suçun işlenmiş sayılabilmesi için suçlu-nun suç işleme kastının mevcudiyeti872, çalınan malın başkasına ait olma-sı873, muhafaza altında bulunması874 ve hukukî-malî bir değer taşıması875 ve bu malın gizlice alınıp zimmete geçirilmesi876 el kesme cezasının uygulana-bilmesi için esas teşkil etmektedir. Bunun dışında kalan benzeri eylem ve teşebbüsler ise, ya ta’zir877 cezası kapsamına giren ya da sadece kul hakkı ihlâli ve dinî sorumluluk çerçevesinde mütalââ edilen bir fiil olarak kalır.878

Söz konusu suçun oluşum şartlarıyla ilgili derinlemesine üzerinde durulan fıkhî tartışmalar, çalınan malın, menkul, mütekavvim ve korunan bir mal olması ve belli bir değerin üzerinde bulunması şartlarıyla alâkalı-dır.879 İslâm hukukçuları çalınan malın malî değerinin belirli bir miktarda (nisab) veya bundan daha yukarıda olması ve koruma altında bulunması şartı üzerinde ısrarla dururlar. Bu konuda “nisab” şartını ilke olarak be-nimseyip ittifak etmekle birlikte, miktarı hususunda geleneksel teamüle uyarak altın veya gümüş para (dinar veya dirhem) cinsinden belirleyip bu nisabın mikdarı üzerinde ictihatlar yapmışlardır. Her şeyden evvel fakih-ler arsında nebevî sünnete bakarak bunun, dörtte bir dinar veya üç dir-hemden aşağısına itibar eden olmamıştır. Şâfiî gibi bazıları en az olanı880

871 Yazır, Mâide, 38, III, 1672; İbn Hümâm, V, 356; Kurtubî, Ahkâm, Mâide, 38, VI, 162;

Zuhaylî, Fıkhu’l-İslâmî, VI, 92.

872 Aynî, el-Binâye fi Şerhi’l-Hidâye, VI, 375; Zuhaylî, Fıkhu’l-İslâmî, VI, 100-101.

873 Aynî, VI, 374.

874 Aynî, VI, 381, 412; İbn Hümâm, V, 380; Zuhaylî, Fıkhu’l-İslâmî, VI, 107-108.

875 Zuhaylî, Fıkhu’l-İslâmî, VI, 102; Aynî, VI, 376.

876 Zuhaylî, Fıkhu’l-İslâmî, VI, 92.

877 Ta’zir, lügatte men, red, icbar, te’dib manalarına olup, ıstılahta, hakkında muayyen bir ceza, bir hadd-i şer’î bulunmayan suçlardan dolayı düzenlenip uygulanacak olan te’dib ve cezalara denir(Cürcânî, Ta’rifât, s. 62; Ebul-Bekâ, Külliyyât, s. 314; Bilmen, Ömer Nasuhi, III, 24;

İbn Manzur, Lisân, (azr-ر ) md. Bir başka deyişle tazir cezası, had cezasından daha hafif olan ve hakimin görüş veya toplumun geleneklerine göre değişik durumlarda dövme, hap-setme azarlama ve nasihat etme türünden cezalardır(İbn Hümâm, V, 344; Kutup, fi Zılâli’l-Kur’an, II, 884).

878 Ali Bardakoğlu, “Hırsızlık” md., DİA, XVII, 386.

879 İbn Hümâm, V, 355-359, 380-381; Zuhaylî, Fıkhu’l-İslâmî, VI, 102, 107-111.

880 Şevkânî, age, VII, 125; Aynî, age, VI, 377; Zuhaylî, Fıkhu’l-İslâmî, VI, 103; Muhammed İbn İdris eş-Şâfiî, Ahkâmu’l-Kur’an, I, 312, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1991; İbn Hacer el-Askalânî, XII, 120-122; Zemahşerî, Keşşâf, Mâide, 38, I, 619.

tercih ederken, İmâm-ı Azam Ebû Hanife gibi bir kısmı da, on dirhem881 gümüş akçe kıymetine ulaşamayana itibar edilmeyeceğini, yani bunun aşağısında olana ta’zir cezası verilse de, el kesme cezasının uygulanmaya-cağını belirtmekle “nisab”da takdir olunan miktarın en büyüğünü tercih etmişlerdir ki, şüpheden tamamen uzak olan da budur.882

Hanefîlere göre çalınan malın değerinin en az bir dinar (4.25 gr. al-tın) olması ya da –o dönem itbarıyle- buna denk bir değeri ifade eden on dirhem (yaklaşık 30 gr. gümüş) olması gerekir. Bu miktardan daha az değerde olan bir malın çalınmasından dolayı had cezası uygulanmaz. Bu görüşlerine delil olarak Resûl-i Ekrem (s.a.s.)’in, “10 dirhemden aşağı-sında el kesilmez”883, “El, 1 dinar veya 10 dirhem miktarı olan hırsızlıkta kesilir.”884 “El, ancak kalkanın kıymetine denk miktardaki hırsızlıkta kesi-lir”885 mealindeki beyanlarını esas almışlardır.886

Diğer mezheb hukukçuları ise hırsızın elinin kesilmesini gerektiren miktarın üç dirhem veya çeyrek dinar olduğu görüşündedirler. Delilleri de Hz. Aişe’den rivayet edilen, çeyrek dinar değerinde veya bundan daha fazla bir mal olmadıkça hırsızın elinin kesilmeyeceği hadisiyle887, İbn Ömer’in, “Hz. Peygamber değeri üç dirhem tutan kalkan sebebiyle hırsı-zın elini kestirdi”888 şeklindeki rivayetidir.889

Hırsızlık suçunun oluşması ve cezanın uygulanabilmesi için suçun is-pat edilmesi şarttır. Bunun için de suçlu suçunu ya itiraf890 edecek ya da şahitlik kanununun şartlarına haiz güvenilir ve inanılır en az iki görgü

881 Aynî, VI, 376; Şevkânî, VII, 125; Zuhaylî, Fıkhu’l-İslâmî, VI, 104; Razi, Mâide, 38, IV, 354; Zemahşerî, Keşşâf, Mâide, 38, I, 619; Begavî, Meâlimu’t-Tenzîl, Mâide, 38, III, 52.;

İbn Hacer el-Askalânî, XII, 124-128.

882 Yazır, Mâide, 38, III, 1672-1674; Aynî, age, VI, 376-378; İbn Hümâm, V, 356-358;

Şevkânî, VII, 125-126; Zuhaylî, Fıkhu’l-İslâmî, VI, 102, 107-111; Cessas, Ahkâmu’l-Kur’an, II, 519-521.

883 Müslim, Hudud, 5; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, I, 359; Tahavî, Ebû Ca’fer Ahmed İbn Muhammed İbn Sellame İbn Abdulmelik İbn Seleme el-Ezdî, Şerhu Maâni’l-Âsâr, III, 162-163; Aynî, age, VI, 378; İbn Kesir, Tefsir, III, 102.

884 Tirmizî, Hudud, 16; Ebû Dâvud, Hudud, 12; Tahavî, Şerhu Maâni’l-Âsâr, III, 164.

885 Buhârî, Hudud, 13; Müslim, Hudud, 5; Şevkânî, VII, 125-126; Şevkânî, VII, 124.

886 Tahavî, III, 162-167; Zeylaî, Nasbu’r-Râye, III, 355-360.

887 Buhârî, Hudud, 13; Müslim, Hudud, 2-4; Ebû Dâvud, Hudud, 12.

888 Buhârî, Hudud, 13; Müslim, Hudud, 6; Nesâî, Sârık, 8.

889 Şevkânî, VII, 125-126.

890 İbn Hümâm, V, 360; Aynî, VI, 382; Şevkânî, VII, 125-133-134; Tahavî, III, 1168-169.

şahidi suçun işlenişiyle ve failin kimliğini tesbitle ilgili kesin isnat ve şahit-likte bulunacaklardır.891 İslâm hukukçuları bu şartlardan birinin bulun-maması veya şüpheli olması durumunda had cezasının düşmesi ilkesini benimsemişlerdir.892 Bu hususta Resûl-i Ekrem (s.a.s.)’in şüphe duru-munda ve imkân ölçüsünde hadlerin uygulanmasına engel olunmasını tavsiye eden beyanlarını893 esas almışlardır.

Öte yandan çalındığında el kesme cezasının uygulanmayacağı bir çok durum vardır. Bunların tafsilatını fıkıh kitaplarındaki ilgili yerlere havale edip kısaca şu şekilde özetleyebiliriz: Çalınan malın mütekavvim, yani kıy-met takdir edilen bir mal olmamasının894 yanında, yukarıda zikredilen öl-çüye ulaşmaması ve muhafaza maksadıyla mutlak koruma altında bulun-maması gerekir. Bunun dışında, çalınan malın elde tutulup saklanabilmesi ve çabucak bozulmayacak cinsten olması icab eder. Sebze ve meyvenin, yiyeceklerin ve kuşların, ot, saman, kamış, alalâde odun ve kömür gibi şeylerin çalınmasından dolayı el kesilmez.895 Yine, ambara konmamış mah-suller, eğlence ve müzik aletleri, ormanda otlamakta olan hayvanlar ve Bey-tülmal’dan bir şeyin çalınması el kesme cezasını gerektirmez.896 Ayrıca çalınan mal masum olmalı, yani hırsızın malda onu alma hakkı, almasını sağlayacak bir yorum ve şüphe veya malda mülkiyeti ve mülkiyet yorumu yapabilecek bir yönü bulunmamalıdır.897 Aynı şekilde hırsıza malın konu-lup korunduğu mekâna girme izni verilmiş olmamalı veya izin şüphesi bulunmamalıdır.898

Kısacası bu tür konum ve şartlarda bulunan şeylerin çalınması, suç-luya herhangi bir ceza verilmeyeceği anlamını taşımaz. Gereken cezalar verilecek, ancak eller kesilmeyecektir.

Görüldüğü üzere her iki kitaba göre de hırsızlık fiili suç kabul edilmiş ve bu suç karşılıksız bırakılmamıştır. Kur’ân-ı Kerim bu hususta en ağır

891 İbn Hümâm, V, 362; ; Aynî, VI, 384; Bilmen, Ömer Nasuhi, III, 278-280.

892 Avdeh, II, 629-633; Zuhaylî, Fıkhu’l-İslâmî, VI, 126-127; Bardakoğlu, Ali, DİA, XVII, 391.

893 Tirmizî, Hudud, 2; Zeylaî, Nasbu’r-Râye, III, 309, 310, 333; Beyhakî, Sünen-i Kübrâ, IX, 123; İbn Mâce, Hudûd, 5; Ebû Dâvud, Salât, 114.

894 Şarap, domuz ve murdar hayvan derisi gibi(Zuhaylî, Fıkhu’l-İslâmî, VI, 102).

895 İbn Hümâm, V, 364-366; Zeylaî, Nasbu’r-Râye, III, 361; Zuhaylî, Fıkhu’l-İslâmî, VI, 114-117.

896 İbn Hümâm, V, 371-376.

897 Zuhaylî, Fıkhu’l-İslâmî, VI, 118-120.

898 Zuhaylî, Fıkhu’l-İslâmî, VI, 121.

cezayı, el kesme cezası899 olarak hükme bağlarken, Tevrat, suçun işleniş keyfiyetine göre ölüm cezasıyla900 da sonuçlanabilen çeşitli cezalar takdir etmiştir. Bu noktadan hareketle hırsızlık suçu ile ilgili Tevrat hükümleri ile Kur’ân ahkâmı mukayese edildiğinde Tevrat’ın suçluya vermiş olduğu ceza-ların Kur’ân’a göre daha sert ve daha katı uygulamalar ihtiva ettiği anlaşıl-maktadır. İslâm’da genel kural haddin şüphe durumunda kaldırılmasıdır.901 İhtiyaç ve benzeri bir şüphenin bulunması bu cümledendir. Nitekim Hz.

Ömer bir kıtlık döneminde, hırsızlık suçu toplumda yaygınlaşmasına rağ-men el kesme cezasını uygulamamıştır.902 Dolayısıyla İslâm’da ceza verme amaç değil belki son çaredir. Şu kadar var ki; İslâm, bir toplumda sosyal adaleti ve özel mülkiyeti tehdit edip toplum güvenliğine saldıran ve had cezasını gerektiren hırsızlık suçunun oluşmasında gerekli şartları hiçe sayıp ihlâl eden kişilere karşı da, bir ceza vermek hakkına sahiptir. Bunun için İslâm hukuku, el kesme cezasını kabul ederek herşeyden önce insanı suç işlemeye sürükleyen psikolojik faktörleri ortadan kaldırmış ve yerlerine hırsızlık suçundan alıkoyan faktörleri yerleştirmiştir. Bu, İslâm hukukunun hırsızlık cezasının üzerine yerleştirildiği temeli oluşturmaktadır. Gerçekten bu ceza günümüze değin hırsızlık cezasının oturtulduğu en hayırlı temel-dir. Söz konusu cezaya çarptırılan hırsız, yaşadığı müddetçe, işlediği suçun izini vücudunda taşıyan biri olarak toplumda sürekli ibret alınması gereken bir numune teşkil etmektedir. Nitekim bu ceza, Allah tarafından belirlen-miş caydırıcı bir cezadır. Çünkü bu ceza, şahsın suç işlemesini önleyecektir.

Aslında bir suçun işlenmesini önlemek onu işleyecek olan kişiye karşı bir acımadır. Bu noktada hiç kimse Allah’tan daha çok insanlara karşı merha-met hissi beslediğini ileri süremez. İslâm’ın ilk bir asırlık dönemindeki uy-gulamalar, el kesme cezasının sadece bir kaç kişiyle sınırlı kaldığını göster-mektedir. Buradan da anlaşılıyor ki alınan tedbirler ve güvenceler dahasına meydan vermemiştir.903

Hasılı İslâm dini, sadece cezaî ahkâm açısından bile incelediğimiz de, diğer semavî dinlerin semerelerini cami’ bir din olarak insanlığa herşeyin

899 Mâide, 38.

900 Çıkış, 21: 16.

901 Tirmizî, Hudud, 2; Zeylaî, Nasbu’r-Râye, III, 309, 310, 333.

902 İbn Hümâm, V, 368.

903 Kutup, fi Zılâli’l-Kur’an, Mâide, 38, II, 884-886.

en mükemmelini ve en olgun meyvesini sunmaktadır. Bu açıdan Maide, 5/38’inci âyet-i kerimesinde mutlak bırakılan hırsızlık fiil ve suçunu ve bu suça terettüp eden cezayı tesbit için “naslar”ı, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in açıklayıcı ve sınırlayıcı beyan ve uygulamaları çerçevesinde yorumlamak, murad-ı ilâhiyi doğru anlama istikametinde İslâm âlimlerinin öteden beri hep takip ettikleri bir usûl ve ön şart olagelmiştir. Zira Kur’ân “Sana da ey Resûlüm bu zikri indirdik ki kendilerine indirileni insanlara açıklaya-sın. Umulur ki düşünüp anlarlar.”904 Bir başka âyet-i kerimede ise, “Ha-kikaten, Allah’ın Resûlünde sizler için, Allah’a ve âhiret gününe kavuş-mayı bekleyenler ve Allah’ı çok zikredenler için en mükemmel bir numu-ne vardır”905 buyurarak bu hususa dikkatleri çekmiştir.

I. YALANCI ŞAHİTLİK

Şahitlik müessesi, adaletin yerini bulması ve hakkın gerçekleşmesi için bir araçtır. Her iki kitaba göre de bu araç, suçun ya da suçlunun tesbiti yahut haklı ile haksızın belirlenebilmesi için ehillerince başvurulan veya başvurulması istenen önemli bir müessesedir. Bunun, şahitler tarafından kötüye kullanılması bahsini ettiğimiz hususlarla ilgili değerlerin tamamen ters-yüz olmasına ve dengelerin yalancı şahit yandaşları lehine değişmesine sebep olacaktır ki, bu her iki kitaba göre de suçtur. İşte Tevrat ve Kur’ân, bu suçu işleyen ve haksızlığı hak göstermeye çalışan yalancı şahitlere bazı

904 Nahl, 44. Bu âyetteki Zikir: Kur’ân-ı Kerim veya Sünnet-i Nebeviye olarak tefsir edilmiştir.

İkinci tefsir daha az yaygın olmakla beraber daha tutarlıdır. Zira indirilen Kur’ân’ı Hz.

Peygamberin (s.a.s.) açıklaması, yine ona indirilen bu Zikir sayesinde olmaktadır. Bu âyet, Kur’ân’ın sünnet ile açıklanması gerektiğine en kuvvetli delillerdendir. “Dinin tek kaynağı Kur’ân’dır” diyenler şöyle derler: a) Peygamberin görevi sadece tebliğdir. b) Bugün için sa-dece Kitap gereklidir, zira Peygamberin açıklaması olarak rivayet edilen bilgiler gerekliliğini yitirmiştir. c) Peygambere mal edilen rivayetler güvenilir yolla ulaşmamıştır. Bunların her üçü de batıldır. Zira, a) Allah’ın muradı sırf mesajı ulaştırmak olsaydı onu melekle veya başka bir tarzda gönderirdi. İnsanlardan bir resûl ile gönderdiğine göre, birçok âyette açık-ça bildirdiği üzere, ona açıklama ve uygulama görevi vermiştir. b) Hz. Peygamberin Kur’ân’ı tebliğ vazifesinden başka tebyin (açıklama) ve tatbik görevi de vardır. c) Kur’ân’ın birçok hükmünü hatta namaz ve zekât gibi en kesin emirlerini sünnetin açıklaması olmaksı-zın uygulamak mümkün değildir. d) Hz. Peygamberden sahih surette nakledilen çok hadis vardır. Bunları inkâr edenin tarihi de inkâr etmesi gerekir (Yıldırım, Kur’an-ı Hakîm ve açıklamalı Meali, Nahl, 44). Ayrıca bkz. Mevdûdî, Tefhim, Nahl, 44, II, 601-603.

905 Ahzab, 21.

yaptırımlar öngörmüştür. Daha önce de belittiğimiz gibi “Tevrat, ceza gerektiren hallerde genel olarak birden fazla şahidin şahitliğini tavsiye et-mektedir.906 Yalancı şahide karşı ise tutumu çok serttir. Eğer mahkeme bir kimsenin yalancı olduğuna kanaat getirmişse, aleyhine şahitlik edilmek istenen kimseye kanunen verilmesi gereken ceza, yalancı şahide verilecek-tir.”907 Kur’ân-ı Kerim’de ise bu fiil, Allah’ın haram kıldığı yasaklar cümle-sinden olup908 bununla ilgili belirli bir ceza tayin edilmemiştir. Ahlâkî açı-dan son derece kötü bir davranış olduğuna ve uhrevî mesuliyetinin ağırlı-ğına dikkat çekilmiştir. Sünnet’te ise, bunun “Allah’a ortak koşmaya denk”

bir fiil olduğu909 belirtilmiştir. Ancak İslâm âlimleri söz konusu suçun ceza-sı ile ilgili şahceza-sın suçunda ısrarcı olmaceza-sı halinde “ta’zir”edilebileceğini; bu-nun ise dövme, yüzüne kara çalma, toplumda teşhir etme ve hapse atma şeklinde uygulanabileceği hükmüne varmışlardır.910