• Sonuç bulunamadı

Hz Ömer Döneminde Tarım Alanlarının Vergilendirilmes

HZ ÖMER DÖNEMİNDE TARIM VE TOPRAK

7. Hz Ömer Döneminde Tarım Alanlarının Vergilendirilmes

Müslümanlara sahip oldukları tarım mahsullerinin zekâtının verilmesi emredilmektedir. İlgili ayetten627 tarım alanlarında hasat edilen her mahsulün

zekâta tabi olduğu ve bu işlemin yapılması için ürünün hasat edilmiş olması- nın yeterli olacağı anlaşılmaktadır. Ancak bunun kimlerden ne şekilde alınaca- ğı konusunda detaylar belirlenmiş değildir. Bu detaylar, Hz. Peygamber tara- fından belirlenmiş ve uygulamalarla pratiğe dökülmüştü. Müslümanların ta- rım mahsullerinin zekâtı, onda bir anlamına gelen ‚öşür‛ idi. Hasat edilen ürünün onda biri Müslümanların vergisi olarak belirlenmişti. Ancak bu miktar yağmur sularıyla sulanan topraklar için geçerliydi. Eğer tarım alanları taşıma yöntemiyle sulanıyorsa, bu işçiliğin sebep olduğu meşakkat ve masraf dikkate alınarak vergisi ‚nısf-i öşr‛ (yirmide bir) olarak alınacaktı.628 Ayette elde edilen

bütün mahsullerin zekâtının verilmesi anlaşılmakla birlikte bazı rivayetlerde tarım mahsullerinin zekâta tabi olabilmesi için bir alt limitin (nisab) belirlendi- ği görülmektedir. Beş vesk629 olarak tespit edilen bu miktarın altındaki üretim-

ler zekâta tabi tutulmamışlardı. Böylece insanların ancak kendi geçimlerini sağlayacak kadar olan üretimleri vergiden muaf tutularak kendilerine kolaylık sağlanmış oluyordu.630 İlgili rivayetlerden anlaşıldığı üzere Hz. Peygamber

döneminde hurma, üzüm, arpa, buğday vergiye tabi olan başlıca tarım ürünle- riydi.631 Zira bölgede üretilen başlıca tarım ürünleri bunlardı.

625 Belâzurî, Fütûhu’l-Büldân, s. 341-342; Bağdâdî, Tarihu Bağdad, I, 306, 308. 626 Taberî, Târîh, III, 8, 9; Ravza, Devrü’l-Arab fî Tatvîri’z-Ziraa fi’l-Irak, s. 112-113.

627 ‚Çardaklı ve çardaksız üzüm bağlarını, çeşit çeşit hurmaları, ekinleri, birbirine benzer ve

farklı biçimde zeytin ve narları yaratan O'dur. Her biri meyve verdiği zaman meyvesinden yeyin. Devşirilip toplandığı gün de hakkını (zekât ve sadakasını) yerine getirin, fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez.‛ En’am Süresi, 6/141.

628 Buhârî, Zekât, 55; İbn Mâce, Zekât, 17.

629 Hinz’in araştırmalarına göre 1 vesk 252,3456 litre hacmindeki hacim ölçeğiydi. 194,3 kg buğ-

day almaktaydı. Bkz. Hinz, İslâm’da Ölçü Sistemleri, s. 65.

630 Buhârî, Zekât, 32, 56; Müslim Zekât, 1-4; İbn Mâce, Zekât, 6. 631 İbn Mâce, Zekât, 16.

Hz. Ömer Sempozyumu • 137 Ebu Hanife, Vâkidî ve Süfyân es-Sevrî’ye göre savaş yoluyla fethedilen topraklar devlet başkanı tarafından askerlere dağıtılırsa öşür arazisi hükmün- de olurdu.632 Ancak Hz. Ömer’in Sevâd bölgesinde yaptığı gibi bu topraklar

bütün Müslümanlar için ayrılırsa o zaman eski sahipleri bu topraklar üzerinde bırakılır ve karşılığında onlardan cizye ve harac alınırdı. Kendileri köle veya esir edilmezlerdi. İslâm hâkimiyetinde yaşayan ve kendileriyle zimmet ant- laşması yapılarak zimmî statüsü kazanan gayrı müslimler olarak, ödedikleri vergiler karşılığında can, mal ve din gibi temel özgürlükleri güvence altına alınmış olurdu.633

Müslümanların sahip oldukları mülk arazilere ek olarak Arap Yarımadası toprakları bütünüyle öşür arazisi olarak kabul edilmekteydi. Hicaz’da putpe- rest halka cizye ve harac yüklenmesi ihtimaller arasında yoktu. Müslüman ol- duklarında öşür ödeyeceklerdi veya toprakları ele geçirilip Müslümanlara tak- sim edilmiş olacaktı. Diğer bir husus ise yarımadanın Hz. Peygamber tarafın- dan İslâm hâkimiyetine alınmış olmasıydı. Kabilelerin çoğu, sulh yaparak İslâm’a girdikleri için toprakları öşür arazisi olmuştu. Hz. Peygamber’in yarı- mada genelinde uyguladığı öşür vergisi nedeniyle bu toprakların öşür statüsü değiştirilemezdi. Öte yandan, Hz. Peygamber döneminden itibaren vuku bu- lan savaşlarla, gayrı müslimlerin yarımadayı terk etmeleri ve Hz. Ömer döne- minde topluca buradan çıkarılmaları, Arap yarımadasını neredeyse bütünüyle İslâm yurdu haline getirmişti. Dolayısıyla öşür uygulaması bütün yarımadayı kapsamıştı.634

Öşür arazileri sadece Arap Yarımadası ile sınırlı değildi. İhyâ ve temlîkî iktâ yöntemleriyle Müslümanların sahip olduğu bütün araziler de öşür hük- mündeydi.635 Basra, Kûfe ve Fustat gibi şehirlerin kurulması esnasında Müs-

lümanlara bolca iktâlar verilmişti.636 Hz. Ömer’in uygulamalarında görüldüğü

üzere fethedilen bölge halkı topraklarında bırakılıyor, arazileri ellerinden alı- nıp Müslümanlara dağıtılmıyordu.637 Bununla birlikte Bilâdü’ş-Şam’da olduğu

gibi, düşmanın topraklarını terk edip kaçması gibi nedenlerle sahipsiz kalan arazilere Müslümanlar iskân edilmekteydi. Ayrıca fethedilen bölgelerdeki ter- kedilmiş veya daha önce tarıma açılmamış sahipsiz araziler de Müslümanlara verilmekteydi. Örneğin Sevâd bölgesindeki meşhur bataklıkların genişlemesi

632 Belâzurî, Fütûhu’l-Büldân, s. 627.

633 Belâzurî, Fütûhu’l-Büldân, s. 627; Zimmet akdi ve zimmî statüsü için bkz. Bostancı, Gayri

Müslimler, s. 79-81.

634 Bkz. Demirci, Toprak Sistemi, s. 132-133.

635 Ebu Dâvûd, Harâc, 35-37; Ebu Ubeyd, Emvâl, s. 510-511; Bkz. Şafak, İslâm Arazi Hukuku, s. 95. 636 Bkz. Belâzurî, Fütûhu’l-Büldân, s. 196, 201-202, 464, 483-485, 544-545; Ya’kûbî, Kitâbu’l-Büldân,

s. 118-119..

637 Ebu Yusuf, Harac, s. 110-118; Yahya b. Adem, Harac, s. 40-42; Belâzurî, Fütûhu’l-Büldân, s.

nedeniyle tarım alanları terk edilmişti. İslâm öncesi yoğun bir şekilde cereyan eden Bizans-Sâsânî savaşları da çiftçilerin telef olmasına sebep olmuştu. Bu nedenlerle bu yeni bölgelerde Müslümanların iskân edilebileceği çok geniş araziler mevcuttu. Müslüman Araplar, Arap Yarımadası’ndan, çok daha ve- rimli bu topraklara akın ettiler. Zamanla Basra, Kûfe gibi şehirler hızla büyü- dü. Ayrıca bazı durumlarda da güvenliği ve İslâm’ın tebliğini sağlamak için halifeler tarafından iskân politikası uygulanmaktaydı. İskân edilen askerlere veya halka geçimlerini sağlamaları için toprakların iktâ edilmesi halifelerin dikkat ettikleri bir husustu.

Zaman içerisinde, bir takım harac arazileri, sahiplerinin Müslüman olması gibi nedenlerle idareciler tarafından öşür arazisine dönüştürülmüştü. Yapılan sulh antlaşmalarına bağlı olarak, topraklarının mülkiyeti kendilerine kalmak üzere, harac ödemek şartıyla zimmet akdi yapan gayrı müslimler, Müslüman olduklarında toprakları öşür statüsüne geçmekteydi. Bundan sonra onlar harac yerine öşür ödeyebileceklerdi.638

Buraya kadar anlatılanlardan anlaşıldığı üzere bir tarım alanından öşür vergisinin tahsil edilebilmesi için iki şart gerekmekteydi. İlk olarak sahibi Müs- lüman olmalıydı. Zira öşür, sadece Müslümanların tarım mahsullerinden alınan verginin adıydı. Gayrı müslimlerden alınması mümkün değildi. İkinci olarak ise Müslümanların sahip olduğu bu arazilerin de öşür toprağı statüsünde olması gerekirdi. Savaşla ele geçirilip fey hükmüne geçmiş olan araziler Müslümanlar tarafından işletilse bile bu toprakların mahsullerinden öşür değil harac alınırdı. Yani sadece Müslümanların özel mülkü olan topraklar öşür arazisi hükmünde olabilirdi ve sadece bu arazilerden öşür vergisi tahsil edilirdi.

Genel olarak, ‚İslâm devleti sınırlarında yaşayan gayrı müslimlerden alınan

toprak vergisi‛ şeklinde tanımlanan harac639 ise aslında bazı durumlarda Müs-

lümanlardan da alınabilen;640 toprağı işleyenden ziyade toprağın statüsüne

bağlı olan bir vergiydi. Dolayısıyla ele aldığımız dönemlerde haraç; Müslü- manlar veya gayrı müslimler tarafından işletilmesine bakılmaksızın, savaş ve- ya sulh yolu ile gayrı müslimlerden temliken alınarak harac statüsüne sokulan araziler ile sulhen mülkiyeti zımmîlere bırakılan ve onlar tarafından işletilen tarım alanlarından alınan verginin adıydı.

Harac topraklarını işleyen kimseler yılda birkaç kez mahsul alsalar bile bu vergiyi bir defa ödemeleri yeterliydi. İbn Ebî Leylâ gibi aksini iddia eden âlim- ler olsa da Mâlik b. Enes, Ebu Hânife ve Süfyân es-Sevrî gibi cumhurun görüşü bu yöndeydi. Ancak harac vergisinin her yıl ödenmesinin zorunlu olduğu nok-

638 Bkz. Demirci, Toprak Sistemi, s. 140-141.

639 Zeydan, Ahkâmu’z-Zımmıyyîn, s. 159; Yeniçeri, İslâm’da Devlet Bütçesi, s. 33, 190; Kazıcı,

Osmanlı’da Vergi Sistemi, s. 47.

Hz. Ömer Sempozyumu • 139 tasında bir ihtilaf söz konusu değildir. Hatta bir şahıs eğer arazisini ekmezse veya haracını ödemezse toprağı başkasına devretmesi gerekirdi.641 Böylece top-

lumun zarara uğratılması engellenmiş olurdu. Zira savaş yoluyla ele geçirilen bu topraklar bütün Müslümanların feyi idi. Nitekim Horasan bölgesindeki He- rat halkıyla yapılan antlaşmada, üzerine düşen payı ödemeyen kimsenin ema- nının kaldırılacağı ve zimmî statüsünden çıkarılacağı ifade edilmişti.642

Vâkidî ve Mâlik b. Enes’in de ifade ettiği üzere savaşla ele geçirilen ve ha- rac statüsünde olan toprakların gayrı müslim sahipleri, Müslüman olsalar bile harac ödemeye devam ederlerdi. Vergileri öşüre çevrilemezdi. Zira önemli olan toprakların statüleriydi. Harac toprağı üzerinde ziraat yapan kimse Müs- lüman veya zimmî olsun fark etmez harac ödemekle yükümlüydü.643 Hz.

Ömer, Basra’daki ölü bir araziyi isteyen kimseye, bu toprak harac suyuyla su- lanıyorsa harac vergisi, değilse sadece öşür vergisi gerektiğini yazmıştı.644 An-

laşıldığı kadarıyla Hz. Ömer’in bu uygulaması sonraki dönemlerde de aynen devam ettirilmişti. Nitekim Hz. Ali, kendisine gelerek Müslüman olduğunu bildiren ve topraklarından harac vergisinin kaldırılmasını isteyen bir dihkâna bunun mümkün olmadığını, ancak cizyenin kaldırılacağını söylemişti. Bu top- rakların ümmetin feyi olarak daimi harac statüsünde olduğunu ifaden eden Hz. Ali, eğer toprağı işlemez ve terk ederse Müslümanlar adına toprağına el konulacağını bildirmişti.645

Bununla birlikte gayrı müslimlerin ellerinde bulunan sulh arazilerinden alınan toprak vergisinin harac değil, ‚iki kat öşür‛ olduğu yönünde bazı iddia- lar da bulunmakla birlikte646 cumhurun görüşüne göre bu arazilerden de harac

alınırdı. Toprakları kendilerine ait olduğu için Müslüman olduklarında ise ha- rac yerine öşür öderlerdi.647 Zımmîlerin sulh arazilerinden iki kat öşür alınması

iddiasının, öşür arazileri edinen zımmîlere öşür ve harac vergisi konulamama- sı nedeniyle, öşrün iki katının tahsil edilmesi, hükmüne dayandığı anlaşılmak- tadır.648 Fakat bu hüküm satın alma veya kiralama gibi yöntemlerle öşür arazi-

lerine sahip olmaları veya işletmeleri durumunda zımmîlerden alınacak olan toprak vergisiyle ilgiliydi. Toprağın statüsü öşür olduğu için harac vergisi ko- nulamazdı. Diğer taraftan bir gayrı müslimden de öşür alınamazdı. Bu nedenle

641 Yahya b. Adem, Harac, s. 184; Belâzurî, Fütûhu’l Büldân, s. 627; Bkz. Şafak, İslâm Arazi Huku-

ku, s.119; Fayda, Hz. Ömer Zamanında Gayrı müslimler, s. 85-88.

642 Belâzurî, Fütûhu’l Büldân, s. 570.

643 Ebu Yusuf, Harac, s. 223; Yahya b. Adem, Harac, s. 80; İbn Zenceveyh, Emvâl, s. 250, 254. 644 Ebu Yusuf, Harac, s. 184; Belâzurî, Fütûhu’l Büldân, s. 627-629.

645 İbn Zenceveyh, Emvâl, s. 249. 646 Hallal, Ehlü’l-Milel, I, 161.

647 İbn Zenceveyh, Emvâl, s. 384; Hallal, Ehlü’l-Milel, I, 156; İbn Kayyım, Ahkâmu Ehli’z-Zimme, I,

321; Bkz. Demirci, Toprak Sistemi, s. 140-141.

zımmîlerin öşür arazisi almaları hoş karşılanmamış ve hatta engellenmeye ça- lışılmıştı. Ancak bütün bunlara rağmen öşür toprağı edindiklerinde ise iki kat öşür vermeleri hükmü getirilerek çözüm üretilmişti.649 Böylece ne harac ne de

öşür olan bu yeni vergi, gayrı müslimlerden alınan harac vergisine yakın ve hatta eşit olmuştu.

Sulh topraklarında bahsedildiği üzere, anlaşmalı bu bölgelerden başta be- lirlenen miktarlarda cizye ve harac alınmaktaydı.650 Vergi ilk anda belirlenir-

ken, belde nüfusu ve gelir kaynakları dikkate alınarak daha sonra adil bir şe- kilde aralarında taksim ediliyordu. Hatta Hz. Ömer döneminde, Horasan uy- gulamasında olduğu gibi bazen gayrı müslim topraklarına bir miktar vergi ta- yin edilir ve bunu kendi aralarında, topraklarının verimliliklerini dikkate ala- rak adil bir şekilde paylaşmaları kendilerine emredilirdi.651 Yani verginin dağı-

lımını onlar kendileri yapacaklardı.

Ele aldığımız dönemlerde harac vergisinin iki şekilde tespit edildiğini görmekteyiz. İlki Hz. Peygamber’in, Hayber Yahudileri ile yaptığı gibi çıkacak ürünün belli bir oranı üzerinden haracın belirlenmesiydi.652 Hasat edilecek olan

ürünün belirlenen orana göre taksiminin söz konusu olduğu bu uygulama ‚Harâcu’l-Mukâseme‛ olarak adlandırılmaktaydı. İkincisi ise tarım alanlarının genişliği, verimliliği ve üretilen ürünün cinsi gibi faktörler dikkate alınarak sa- hiplerine, ödeyecekleri yıllık haracın peşinen bildirilmesi şeklinde yapılmak- taydı. Buna da ‚Harâcu’l-Vazîfe‛ denilirdi.653 Hz. Ömer’in Sevâd arazisinde uy-

guladığı vergi sistemi654 bunun en güzel örneğini teşkil etmektedir.

Kisraların yaptıkları gibi Hz. Ömer de Irak bölgesinde tarım alanlarının ölçülmesine ve bölgedeki nüfusun tespitine önem göstermişti. Bu cizye ve ha- rac vergilerinin eksiksiz ve adil bir şekilde toplanabilmesi açısından bir zaru- retti. Sevâd arazisini ölçmek ve burada yaşayan insanların da sayımını yaparak onlara cizye ve harac vergilerini bildirmek üzere Hz. Ömer, sahâbeden Osman b. Huneyf’i Dicle nehrinin batı kısımlarına, Huzeyfetü’l-Yemânî’yi ise geri ka- lan Sevâd topraklarına göndermişti.655 Onlara bu işi yaparken hiç kimseye ta-

katinin üzerinde bir vergi koşmamalarını emretmişti.656

649 Hallal, Ehlü’l-Milel, I, 155, 160-161; İbn Kayyım, Ahkâmu Ehli’z-Zimme, I, 316-317, 321-322. 650 Belâzurî, Fütûhu’l-Büldân, s. 570; İbn Kayyım, Ahkâmu Ehli’z-Zimme, I, 321.

651 Belâzurî, Fütûhu’l-Büldân, s. 570.

652 Belâzurî, Fütûhu’l-Büldân, s. 34; Taberî, Târîh, III, 15.

653 Zeydan, Ahkâmu’z-Zımmıyyîn, s. 161; Karaman, Mukayeseli İslâm Hukuku, III, 283. 654 Ebu Yusuf, Harac, 133-134; Yahya b. Adem, Harac, s. Belâzurî, Fütûhu’l-Büldân, s. 375-376. 655 Belâzurî, Fütûhu’l-Büldân, s. 375; Fayda, Hz. Ömer Zamanında Gayrı müslimler, s. 43-46; Ravza,

Devrü’l-Arab fî Tatvîri’z-Ziraa fi’l-Irak, s. 115.

656 Bkz. Fayda, Hz. Ömer Zamanında Gayrı müslimler, s. 43-46; Ravza, Devrü’l-Arab fî Tatvîri’z-

Hz. Ömer Sempozyumu • 141 Müslümanlar, ele geçirdikleri bölgelerdeki sayım ve ölçüm işlerinde İslâm öncesinden kalma kayıtları kullanmakta bir sakınca görmediler. Hatta böylece işleri daha kolay ve hızlı bir yoldan halletmiş oldular. Ancak bu kayıtlar ve ilgi- li defterlerden istifade edilmekle birlikte tekrar sayımlar yapıldı. Zira savaşlar neticesinde oluşan kargaşa ve sebep olduğu nüfus kaybı nedenleriyle sahipsiz kalmış mevât araziler de mevcuttu. Bu nedenle mamur olan ve olmayan top- rakların tespiti açısından bu sayımlar önem arz etmekteydi.657 Osman b. Hu-

neyf ve Huzeyfetü’l-Yemânî yaptıkları çalışmalar neticesinde Sevâd toprakla- rını 36 milyon cerîb olarak tespit etmişlerdi.658

Irak bölgesi fethedildiğinde, Sâsânîlerden kalma Farsça divan defterleri de Müslümanların eline geçti. Bütün bölgeyi sistemli bir şekilde kayıt altına almış olan bu defterler İslâm idaresi tarafından da kullanıldı. Müslümanlar bu di- vanları ıslah ederek arazileri ve vergi mükelleflerini detaylı ve düzenli bir şe- kilde kayıt altına aldılar.659 Müslümanlar tarafından ilk olarak harac kayıtları-

nın tutulması, Şam ve Irak bölgelerinde gerçekleştirilmiştir. Fetihlerden sonra başlayan ve bütün Hulefâ-yi Râşidîn dönemi boyunca devam eden bu uygu- lamada arazi ve vergi kayıtlarının yer aldığı divanlar Irak bölgesinde Farsça, Şam bölgesinde Rumca, Mısır bölgesinde ise Kıptice tutulmuştu.660

SONUÇ

Hz. Ömer döneminde bereketiyle meşhur bütün Bilâdü’ş-Şam beldeleri ve Müslüman Arapları şaşkınlığa uğratan bereketli Sevâd topraklarının yer aldığı Irak bölgesi Müslümanlar tarafından fethedildi. Dünyanın en büyük nehri tarafından sulanan, cennetin yeryüzündeki timsali olarak değerlendiri- len Mısır arazileri de Müslümanların kontrolüne geçti. Böylece dinin emri ve Hz. Peygamber’in vasiyeti gereği yürütülen bu fetih hareketinin bir sonucu

657 Seyyide Kâşif, Mısr fi Fecri’l İslâm, s. 36-37,50.

658 Belâzurî, Fütûhu’l-Büldân, s. 375; Bu rakamların daha iyi anlaşılması açısında söz konusu dö-

nemde kullanılan ölçü birimlerini kısaca ele almak gerekmektedir. Öncelikle en küçük ölçü biri olarak zira’ kullanılmaktaydı. Zikredilen farklı zira’ türleri arasında yer alan büyük

Hâşimî zira’nın Halife Hz. Ömer tarafından esas alındığı ve bütün Sevâd topraklarının buna

göre ölçtürüldüğü belirtilir. Uzun tetkikler sonucu farklı kaynaklardan tespit edilen bilgilere göre bu günkü ölçülerle yaklaşık 61,6 cm olan 1 zira’ yaygın olarak kullanılan ve bir kol ola- rak da bilinen bir ölçü birimiydi. Verilen bilgilere göre Sevâd toprakları 36 milyon cerîb ola- rak ölçülmüş ve kayıt altına alınmıştı. 6 zirâ uzunluğundaki ölçü birimine ise kasabe denil- mekteydi. Bunlar üzerinden yapılan alan hesaplamalarına göre 1 kasabe x 1 kasabe karelik alana 1 Aşir denilirdi. 10 kasabe x 1 kasabelik alana ise 1 kafiz denilmekteydi. Tarım alanla- rında en çok bahsi geçen cerîb ise 10 kasabe x 10 kasabe karelik alanı ifade etmekteydi. Bu hesaplara göre 1 zira’ 61,6 cm, 1 kasabe 6x61,6 = 369,6 cm, 1 aşir 369,6 cm x 369,6 cm= 13,66 m2, 1 kafîz 369,6 cm x 3696 cm= 136,60 m2, 1 cerîb ise 3.696 cm x 3.696 cm=1366 m2 olarak he-

saplanmaktadır. Bkz. Fayda, ‚Cerîb‛, DİA, VII, s. 402.

659 Durî, İslâm İktisat Tarihine Giriş, s. 44. 660 Makrîzî, Hıtat, I, 282.

olarak dünyanın en bereketli tarım alanları, üzerindeki çiftçilerle birlikte Müslümanların eline geçmiş oldu. Buralardan alınan vergiler, İslâm devleti için çok büyük bir gelir kaynağı sağladı.

Dünya tarihi boyunca ‚medeniyetler beşiği‛ olan, medeniyetlerin ortaya çıkmasına ve gelişmesine imkân sağlayan münbit topraklar artık bütünüyle Müslümanların elindeydi. Hz. Peygamber döneminden itibaren Müslüman- ların geçim temininde çok önemli bir yere sahip olan tarım, ilerleyen zaman- larda İslâm medeniyetinin inşasında en önemli iktisadî kaynağı teşkil etmişti. Hz. Peygamber döneminde kuraklık ve kıtlıkla mücadele eden Müslümanlar, kısa bir müddet içerisinde dünyanın en bereketli ve en verimli tarım bölgele- rine sahip olmuşlardı. Bundan sonra bütün bereketi, gelirleri ve nüfusuyla bu araziler İslâm medeniyetinin yükselmesinde çok büyük bir etken olmuştu. Bununla birlikte, hiçbir zaman İslâm fetihlerinin amacı, bu zenginliklerin kaynağı olan tarım alanlarını ele geçirmek değildi. Asıl gaye Hz. Peygam- ber’in vasiyeti ve dinin gereği olarak, İslâm’ı mümkün olduğunca geniş bir coğrafyaya yaymak ve daha fazla insanı bu dinden haberdar etmekti. Müs- lümanlar ancak canlarını feda etmekten çekinmedikleri bir dava uğrunda ilerlediler ve nihayetinde yeryüzünün cennetlerine de sahip oldular. Öte yandan detaylıca takip edilen fetih hareketleri de bunu açıkça göstermekte- dir. Müslümanlar asla fethettikleri bölgelerde insanları katletmemiş veya on- ları yerlerinden sürüp çıkarmamıştı. En önemli savaş gelirlerini teşkil eden ve Müslümanları hayrete düşüren tarım alanları dahi ganimet hükmünden çıkarılarak eski sahiplerine bırakılmıştı. Hatta bu eski sahipleri Müslüman olurlarsa, derhal Müslümanlarla aynı haklara sahip olmuşlardı. Bütün bun- lar, ganimet arzusuyla bilhassa verimli toprakları ele geçirme hırsıyla hareket eden bir zihniyetin ürünü olamazdı.

Bu konudaki önemli sonuçlardan biri fey arazilerindeki anlam kaymasıy- dı. Hz. Ömer savaş yoluyla fethedilen toprakları ganimet hükmünden çıkara- rak ümmetin feyi yapmıştı. Sonuçlarını da dikkate alarak Halifenin bu uygu- lamasının amaçlarını şu şekilde sıralamak mümkündür. 1) Dünyanın en verim- li tarım alanlarından elde edilecek gelirlerle sadece savaşa katılan askerlere de- ğil bütün Müslümanlara katkı sağlanması amaçlanmıştı. 2) Gayrı müslim de olsa fethedilen bölge halklarının ve onların gelecek nesillerinin köleleştirilme- sine izin verilmemişti. 3) Askerlerin toprağa yerleşmesi engellenerek ordunun zayıflaması hatta dağılması engellenmişti. 4) Çiftçilerin topraklarında kalmala- rı sağlanarak geniş tarım arazilerinin verimli bir şekilde işletilmesi amaçlan- mıştı. 5) Geniş verimli tarım arazileri sadece savaşa katılan askerlere dağıtıl- mayarak yeni ayrıcalıklı zengin bir sınıfın ortaya çıkması engellenmiş oldu. 6) Çiftçiler esir edilmeyerek yaygın bir köle sınıfının oluşması engellenmiş oldu. 7) En büyük zenginlik kaynaklarının hâkimiyeti devletin tekeline alınarak dev- let bütçesi zenginleştirilmiş ve merkezi otorite güçlendirilmiş oldu. 8) İleride

Hz. Ömer Sempozyumu • 143 devletin varlığına tehdit oluşturabilecek zengin bir askeri sınıfın ya da feodal bir yapının oluşması engellenmiş oldu. 9) Bu bölgelerdeki yüksek gelirlerin farklı bölgelerde seferlere gönderilen askerler arasında hatta bütün Müslüman- lar arasında dedikoduya ve fitneye sebep olması engellenmiş oldu. 10) Beldele- rin savaş yoluyla mı yoksa sulh yoluyla mı fethedildiği konusundaki tartışma- lar sonlandırılmış oldu. 11) Bölge halklarının köleleştirilmemesi ve haklarının korunması onların İslâm’a sempati ile bakmalarına ve bölgede zamanla İslâmiyet’in yayılmasına vesile oldu.

Hz. Ömer fethedilen bölgelerde tarım alanlarını ölçtürerek, çiftçilerin sa- yımını yaptırarak, gerekli ıslah çalışmalarını başlatıp tarım hayatının canlı tu- tulması için tedbirler aldı. Diğer taraftan bu çalışmalar adil bir vergilendirme sisteminin oluşturulabilmesi için de titizlikle ele alındı. Yine bu amaçla önceki devletlerden kalma kayıt defterlerinden de istifade edildi. Hz. Ömer bölge halklarının köleleştirilmesine veya sömürülmesine izin vermedi. Onlardan alı- nan vergiler önceki devletlerin aldıklarına göre oldukça makul bir seviyedeydi. Ayrıca insanlara temel hak ve hürriyetlerinin sağlanmasının yanı sıra güven- likleri de temin edilerek istikrarlı bir ortam oluşturuluyordu. Bütün bunlar İs- lam fetihlerinin bu yeni tarım bölgelerinde kalıcı olmasını sağlayan temel poli- tikalardı.

KAYNAKÇA

Abdürrezzâk, Ebu Bekr Abdürrezzâk b. Hemmâm b. Nâfi‘ es-San‘ânî el-Himyerî (ö.

Outline

Benzer Belgeler