• Sonuç bulunamadı

Kuşeyrî, velîlerin, Cuma namazı gibi dinî vecîbelerini yerine getirmek ve ihtiyaçlarını gidermek üzere halkın içine ve pazarlarına girdiklerini fakat oradaki lezzetlerden ve şehvetlerden yüz çevirdiklerini söylemiştir.602 Eğer orada gördüğü şehvetler ve lezzetler kalbine takılır ve onu fitneye düşürürse dinini ve ibadetlerini terk etmesine, hevasına uymasına ve tabiatına muvâfakata dönmesine sebep olur, demiştir.

Kuşeyrî, şehvetleri ve lezzetleri gördüğü zaman neredeyse helak olacakken aklına ve dinine dönen, sabreden, sorumluluk üstlenen kimselerin korunacağını, Allah’ın nazarında da, şehvetine, hevasına, tabiatına ve nefsine karşı cihat eden kişi olacağını açıklamıştır.

Bazı haberlerde ifade edildiği gibi, o kimseye, her şehvet için yetmiş iyilik yazılacağını, lezzetleri ve şehvetleri görmeyen ve hissetmeyen kimsenin Allah’tan başkasını (mâsivâ’yı) görmeyen kimse olduğunu belirtmiştir. Kuşeyrî, bu kimsenin, Allah’ın dışındakilere karşı kör ve sağır olduğunu; onları görmediğini ve duymadığını, çünkü sevdiğinden başkasına bakamayacak kadar meşguliyeti olduğunu ve bulunduğu âlemden ayrılmış olduğunu izah etmiştir.603

Kuşeyrî, halkın pazarına girdiklerinde bu kimselere, “çarşıda ne gördün” diye sorulduğunda, eşyaları gördükleri halde, “bir şey görmedim” diyeceklerini; çünkü eşyaları kalp gözüyle değil de, baş gözüyle zâhiren gördüklerini; eşyaya şehvetle değil de ibretle baktıklarını söylemiştir. Kuşeyrî, onların, halka nasıl baktıklarını şu şekilde ifade etmiştir: “Onlar, zâhirde çarşıdakilere bakarken, bâtında Rablerine bakarlar. Onlardan bir kimse çarşıya girdiği zaman, kalbi, çarşı ehline karşı rahmetle dolar. Rahmet onu, çarşı halkının ellerinde bulunan mala bakmaktan engeller. Çünkü o, çarşıya girişinden çıkışına kadar, çarşı ehline, dua, şefaat, rahmet ve şefkat halindedir. Kalbi onlar için tutuşur; gözü, onlar için yaşla dolar; Allah, onların hepsini, nimetleriyle ve lütfuyla koruduğu için, dili de Allah’a hamd ve sena eder.”

Kuşeyrî, bu velîlerin; ârif, ebdâl, zâhid, gaybı bilen sevilen ve istenilen âlim, yeryüzünü hak üzere dolaşan, hidayete erdiren, hidayete eren ve mutluluğu gösteren kimseler olarak da isimlendirilebileceğini söylemiştir. Bu velîlerin, “kibrît-i ahmer”

olduklarını ve “enûg” yumurtası604 gibi kıymetli ve ulaşılamaz olduklarını ifade ederek

602 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 77.

603 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 78.

604 Enûg ve yumurtası hakkında şu şekilde bir açıklama bulunmaktadır: Enûg, “rahmettir” veya “siyah ibikli kuştur.” Başı kel, gagası sarıdır. Bu kuşun ahlakında dört özellik olduğu söylenir: Yumurtasını kuşatır, civcivlerini korur, yavrularını sever, kendisine eşinden başkası ulaşamaz. “Enûg yumurtasından daha

“Allah’ın rızası ve rahmeti, bu makama ulaşan her mü’minin üzerine olsun.” demiştir.

Kuşeyrî, Allah’ın, böyle yüksek makamlara ulaşan velîsine başkalarının ayıplarını, yalanlarını, sözlerindeki ve fiillerindeki iddiasını, niyetini ve gizlediklerini açıklayabileceğini ve velîsinin dilinde, onların hayâsızlığının, çirkin fiillerinin ve ayıplarının söylenmesini icra edebileceğini söylemiştir.605

Velîlerin, cemaatla birlikte yapılan ibadetleri yapmak ve ihtiyaç maddelerini temin etmek üzere halkın arasına girdikleri görülmektedir. Velîlerin halka ve dünya metaına zâhiren baktıkları, bâtınen de Allah’a baktıkları anlaşılmaktadır. Yani onlar, zâhiren halkla, bâtınen Allah’la birliktedirler. Onlar, halkın içine girdiklerinde, kalpleri onlara karşı rahmetle dolmakta ve bu rahmet, halkın elindeki mala bakmalarını, şehvetlere ve lezzetlere meyletmelerini engellemektedir. Bâtınen birlikte oldukları Allah’la meşguliyetleri, O’nun dışındakilerle ilgilenmeyi engellemektedir. Allah’la birlikte olmanın, O’nun rahmetiyle de birlikte olmak olduğu ve bu rahmet sayesinde mâsivâdan olan her şeyden yüz çevirmenin mümkün olduğu anlaşılmaktadır. Velîler, aralarında bulundukları çarşı halkına rahmetle bakarlar, onların iyiliği için dua ederler ve böylece onların korunmasına vesile olurlar. Velîlerin mâsivâdan korunmalarında da, halkın korunmasında da rahmetin etkin olduğu anlaşılmaktadır. Bu durum, Allah’ın rahmetiyle birlikte olan kimselerin mâsivâdan ve kötülüklerden korunacağını, Allah’ın rahmetinden yoksun olan kimselerin de bu korumadan mahrum kalacağını göstermektedir.

Kuşeyrî, kitabını şu sözlerle sonlandırmıştır: “Allah’ın yardımı ve güzel başarısıyla kitap tamamlandı. Allah’ın salât ve selamı, Hz. Muhammed’e, onun ailesine ve ashabına olsun. Allah Teâlâ bize yeter. O, ne güzel dosttur.”606

Nüshayı kaleme alan, Muhammed b. Şeyh Cüneyd b. Şeyh Sendeli’l-Hanefî, hicrî 964 yılında, Şevval ayının on dokuzunda, Perşembe günü kuşluk vaktinde, bu nüsha-i şerifin yazılmasını tamamladığını belirtmiştir.

kıymetli, Enûg yumurtasından daha uzak” Atasözünde olduğu gibi… Ona neredeyse ulaşılamaz. Çünkü onların yuvaları dağların tepesinde ve zor yerlerdedir.

605 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 78, 79.

606 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 79. (Konya nüshası da aynı ifadelerle bitmektedir.)

BÖLÜM IV

SONUÇ

4.1. Sonuç

Kuşeyrî, 376/986 senesinde Nişâbûr’un Üstüvâ yöresinde doğmuş ve 465/1072 senesinde Nişâbûr’da vefat etmiştir. Babası Kuşayr, annesi ise Sülem kabilesindendir.

Onun, baba tarafından da, anne tarafından da Arap olduğu anlaşılmaktadır. Son derece cesur, kılıç kullanmakta ve binicilikte mahir bir şahsiyet olduğu görülmektedir.

Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’in veziri Kundurî’den eziyet görmüş ve hapse atılmış; Emîru’l-Mü’minun Kâim bi-Emrullah’tan, Sultan Alparslan’ın veziri Nizâmülmülk’ten ilgi ve himaye görmüştür.

Zamanının meşhur hocalarından olan Ebû Ali Dekkâk’tan tasavvuf, Ebû Bekir Tûsî’den fıkıh, İbn Fûrek’ten kelâm; Ebû İshak İsferânî’den fıkıh, kelâm ve hadis dersleri almıştır. Hatip Bağdâdî ve el-Farmadî gibi pek çok kimse de kendisinden eğitim almıştır.

Mutasavvıflığı öne çıkmasına rağmen, Bağdat’ta ve Nîşâbur’da 27 yıl hadis dersleri vermiştir. el-Cüveynî ve öğrencisi el-Farmadî vasıtasıyla Gazâlî’yi etkilemiştir.

İtikatta Eş’arî, Fıkıhta Şafî mezhebindendir. Eş’ariyye mezhebinin savunucularından ve önde gelen simalarından birisidir. Kendisine nisbet edildiği söylenen Kuşeyriyye Tarikatının, XVIII. Yüzyıla kadar Hindistan’da varlığını sürdürmüştür.

Zamanında şeriatın zâhirinden uzaklaşan tasavvufu, Kur’ân ve sünnetle temellendirerek şeriata yaklaştırmış ve böylece zâhirle bâtını kucaklaştırmıştır. Şeriatla hakikati/tasavvufu bir araya getirmiştir.

Mutasavvıf olarak öne çıkan Kuşeyrî, tefsir, hadis, kelâm ve fıkıh ilimlerinde de uzmanlaşmış ve dinî ilimleri birbirinden ayırmayarak, ötekileştirmeyerek mezcetmiştir.

Kitabının başlangıcındaki, “Gaybın açılmasıyla birtakım kelimeler ortaya çıktı, açıklandı ve kalbime girdi, kalbimin her tarafını işgal etti. Halin doğruluğu onu ortaya çıkardı. Beşerin Rabbinin rahmeti ve lütfu onu doğru söz kalıbında açıklamayı gerçekleştirdi.” sözleri, eserin keşf yoluyla onun kalbine gelen vâridâtlardan oluştuğu sonucunu ortaya çıkarmaktadır.

Risale’de, çoğunlukla sûfîlerin sözlerine yer verilmesine rağmen el-Cevâhir’de sadece bir yerde Ebû Yezid Bistâmî’nin sözüne yer verilmiştir.

Eser, Risale’deki gibi bâblar halinde yazılmamış, konu başlıkları verilmemiş ve konular birbirinin içinde açıklanmıştır. Eserin vâridâta dayanmasının bunda rolü olabilir.

Süleyman Uludağ, “Risâle’nin, dış tesirlerden uzak ve şeriatta bağlı olduğunu;

Kuşeyrî’nin, İslâm’ın esaslarına aykırı düşen herhangi bir şeyi eserine almamak için çok dikkatli olduğunu; Risale’de, ricâlü’l-gayb (gavs, kutup, imam, evtâd, efrâd, nükebâ, nucebâ, ebdâl, büdelâ) ile ilgili hiçbir şey olmadığını” ifade etmiştir. Uludağ’ın bu açıklamalarına göre Risale’de yer almayan ve ricâlü’l-gayb’tan olan “ebdâl, evtâd ve kutub özelliğindeki kibrit-i ahmer” terimleri el-Cevâhir’de açıkça yer almıştır.

Daha önceki tanımlarda, bazı kimselere ebdâl isminin, “ölen bir adamın yerine bedel olarak diğerinin geçmesinden dolayı” verildiği belirtilmiştir. el-Cevâhir’de ise farklı bir tanım yapılarak bu kimseler, “kendi iradelerinden döndükleri ve yerine Allah’ın iradesini koydukları için” ebdâl olarak isimlendirilmişlerdir.

Ebdâl ve evliyânın son halinde olan kişilere Allah’ın, tekvin yani yaratma gücünü vereceği ve bu kimseler ol dediklerinde istediklerinin olacağı ifade edilmiştir. Bu düşüncenin, özellikle Sünni tasavvuf anlayışını koruyanların başında gelen Kuşeyrî’ye ait olması gariptir. Tekvin ifadesini bu kadar net kullanmasaydı, keramet tevili yapılarak konunun yumuşatılması mümkündü. Tevile bile imkân vermeyen bu anlayış dikkat çekicidir.

Muhsin olabilmek için, öncelikle “Allah’ın emrettiği şeyleri en sağlam ve en iyi şekilde yapmak” gerekir. Hamidullah’ın, “İhsan, her şeyin güzelleştirilmesidir.”

tanımının, Kuşeyrî’nin bu ifadesiyle örtüştüğü görülmektedir.

Kuşeyrî’ye göre, ayetler neshedilmiş gibi görünse de gerçekte neshedilmemiştir.

Eğer öyle olsaydı, mushafta yer almaz ve namazda okunmalarına da izin verilmezdi.

Durumları Allah’la peygamber arasında gizlidir.

Kuşeyrî, uykuda ilham almış ve uyanınca teveccühe engel olan şeyleri açıklamıştır.

Nefsten kurtulmak için öncelikle mülkiyet iddiasından kurtulmak gerekmektedir.

Nefsin kalpten çıkarılması, bütün hallerde ona muhalefet etmekle; kalbe girmesi ise, onun isteğine tabi olmakla gerçekleşir.

Nefs, yaratılış ve mülkiyet bakımından Allah’a tabidir. Yaratılışta nefsin yapısında kötülük yoktur. Nefsin yaratılışındaki hikmet imtihan vesilesi olsa gerektir.

Nefsin tek başına bir etkisi yoktur, ancak cüz-i iradeyle bir araya geldiği zaman aktif hale geçmektedir.

Aslında, nefse uymak konusunda, Hz. Âdem ile şeytan aynı suçu işlemişlerdir.

Aralarındaki fark tevbe ve itaat olmuştur. Şeytan, nefsinin verdiği kibirden kurtulamayıp tevbe ve itaat etmemiş, Hz. Âdem ise tevbe ve itaat etmiştir. Bu netice, tevbenin sağladığı menfaati açıkça ortaya koymaktadır.

Bu eserde, Kuşeyrî’nin kelamcılığını da görmekteyiz. Onun, “Fiiller yaratılış itibariyle Allah’a, kazanç itibariyle de kullara aittir.” sözü, mensubu olduğu Eş’ariyyenin ve Maturidiyyenin müşterek görüşü olan “Kul kâsip, Allah hâlıktır.” görüşüdür.

Mürid, şeyhinin haline ulaştığı zaman, şeyhinden ayrılabilir. Müridin şeyhe ihtiyacı; arzusu ve iradesi devam ettiği müddetçedir. İradesinden fâni olan ve dilediği zaman da Hakk’a ulaşabilen mürid şeyhten ayrılabilir.

Vuslat yolu, her salike özel olarak bildirilmiştir. Bu bakımdan, özellikleri farklı olan kişiler, farklı yollarla Allah’a ulaşabilirler.

Allah, sevgiyi paylaşmak istemez, bu bakımdan kıskançtır. Kulun kalbinde Allah’a ortak olacak herhangi bir şey kalmadığı zaman kul gerçek manada Allah’ı sevmiş olur.

Kaderin tahakkuku engellenemeyeceği için, erken ve zamansız isteklerde bulunup boş ümitlere kapılmamak gerekir. Her şeyin bir vakti vardır. Akşamla yatsı arasında sabah aydınlığını istemek beyhudedir. Bu durumda karanlık daha da artacaktır. O halde, aydınlık için acele etmeyip sabahı, güneşin doğmasını beklemek gerekmektedir. Gece, vaktini tamamladıktan sonra gündüz geldiği gibi, musibet, vaktini tamamladıktan sonra da rahatlama gelecektir.

Kuşeyrî, Kitap ve Sünneti her şeyin üstünde tutmuştur. Ona göre, peygamberin getirdiği ile amel etmeyenler, kendilerine göre ibadet ve amel icat ederler ve doğru yoldan saparlar. Kendi görüşünü dinin yerine koymak, dinde tahrifata ve başkalarının da dinden sapmasına ve fesada yol açacağı için, bu tür davranışlardan uzak durmak, kitap ve sünnete tabi olmak gerekir. Akıl ve rey, dinin tahrifatında değil, daha iyi anlaşılıp, uygulanmasında kullanılmalıdır.

Her şeyden fâni olunur ve sadece ruh kalırsa yani başa dönülürse, engeller ortadan kalkarak kurbiyet gerçekleşir; Allah’la görüp, Allah’la işiterek bekabillah konumuna ulaşılır ve Allah’tan başka varlık görülmez. Burada Kuşeyrî’nin vahdet-i şuhûtu benimsediği görülmektedir.

Haramdan az bir şey yemek, heva ile mübahtan çok yemek gibi görülmüştür.

Heva ile mübah olan bir şeyden çok yemek haram olarak değerlendirilmiştir.

Günümüzde, farz ibadetleri yapmadığı halde; binlerle, on binlerle ifade edilen bazı zikirleri yapan ve böylece isteğine kavuşacağını sanan kişilerin küçümsenmeyecek kadar çok olduğu malumdur. Neredeyse her derde göre ayet veya dua önerenler ve bu önerileri hararetle uygulayan sayısız kimseler vardır. Kuşeyrî’nin açıklamaları günümüze ışık tutmaktadır. Kuşeyrî, duanın gelenek olmaktan çıkartılarak; namaz, oruç gibi emredilen ibadetlerle birlikte yapılmasının hedefe ulaştıracağını ifade etmiştir. Ona göre, farz ibadetler varken nafilelerle uğraşılırsa bunlar kabul edilmez. Nafileler, ancak farzlarla birlikte değer kazanır.

KAYNAKÇA

Aclûnî, Ebü’l-Fidâ İsmâîl b. Muhammed b. Abdilhâdî (1351/1933), Keşfü’l-Hafâ ve Müzîlü’l-İlbâs, I-II, Mektebetü’l-Kudsî, Kahire.

Afîfî, Ebu’l-Alâ (2012), Tasavvuf (İslâm’da Manevî Hayat), Terc. Ekrem Demirli, Abdullah Kartal, İz Yayıncılık, İstanbul.

Ahmed b. Hanbel (1995-2001), Müsned, thk. Şu’ayb el-Arnavût, I-L, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut.

______(1983), ez-Zühd, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut.

Ateş, A. (1977), Kuşeyrî, İslâm Ansiklopedisi, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul.

Aydın, M. (1981), İslâm Dini İlmihali, Hibaş Yayınları, Konya.

el-Âyid, Ahmed ve Diğerleri (1988), el-Mu’cemü’l-Arabiyyü’l-Esâsî, Mektebetü Lârûs, Alesco.

Beyhakî, Ebû Bekr Ahmed b. el-Hüseyn (1987), Kitâbü’z-Zühdi’l-Kebîr, thk. Âmir Ahmed Haydar, Dâru’l-Cinân-Müessesetü’l-Kütübi’s-Sekâfiyye, Beyrut.

______(1987), Kitâbü’z-Zühdi’l-Kebîr, thk. Âmir Ahmed Haydar, Dâru’l-Cinân-Müessesetü’l-Kütübi’s-Sekâfiyye, Beyrut.

Buhârî, Muhammed b. İsmaîl (1993), Sahîhu’l-Buhârî, thk. Mustafâ Dîb el-Buğâ, I-VII, Dâru İbn Kesîr-Yemâme, Beyrut.

Bustânî, Abdullah (1992), el-Bustân, Mektebetü Lübnan, Beyrut.

Câmî, Abdurrahman (2011), Nefehâtü’l-Üns, Haz. Süleyman Uludağ, Mustafa Kara, Pinhan Yayınları, İstanbul.

Doğrul, Ö. R. (1976), Hz. Râbiatü’l-Adeviyye, Kitsan Yayınevi, İstanbul.

Ebû Dâvud, Süleymân b. el-Es‘as (2009), Sünen, thk. Şu‘ayb el-Arnavût ve diğerleri, I-VII, Dâru’r-Risâleti’l-Alemiyye, Dımeşk.

Ebû Nu‘aym, Ahmed b. Abdillah el-İsfehânî (1996), Hilyetü’l-Evliyâ, I-X, Dâru’l-Fikr, Beyrut.

el-Cur, Halil (1973), Lârûs, Mektebetü Larûs, Paris.

Eraydın, S. (1997), Tasavvuf ve Tarikatlar, İFAV, İstanbul.

Feridüddîn Attâr (2012), Evliyâ Tezkireleri, Çev. Süleyman Uludağ, Kabalcı Yayıncılık, İstanbul.

Gazâlî, Muhammed (trs.) İhyau Ulûmi’d-Din, Beyrut.

______(1975), İhya-i Ulûm-id-Din, Terc. Ali Arslan, Arslan Yayınları, İstanbul.

______(1981), Kimayâ-yı Saâdet, Çev. Mehmed A. Müftüoğlu, Çile Yayınları, İstanbul.

______(1989), Mükâşefetü’l-Kulûb, Çev. Salih Uçan, Çelik Yayınevi, İstanbul.

Hâkim en-Nîsâbûrî, Muhammed b. Abdillah (2002), el-Müstedrek ale’s-Sahîhayn, thk.

Mustafa Abdülkâdir Atâ, I-V, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut.

Hamidullah, M. (1996) İslâm’a Giriş, Çev. Cemal Aydın, TDV, Ankara.

Hucvirî, Ali b. Osman Cüllâbî (1996), Keşfu’l-Mahcûb, Haz. Süleyman Uludağ, Dergâh Yayınları, İstanbul.

Irâkî, Ebü’l-Fazl Abdürrahîm b. el-Huseyn (1995), el-Muğnî ‘an hamli’l-esfâr fî tahrîci mâ fi’l-İhyâi mine’l-ahbâr, thk. Eşref Abdülmaksûd, I-III, Mektebetü Taberiyye, Riyad.

İbn Ebî Şeybe, Abdullah b. Muhammed b. İbrâhîm (2006), Musannef, thk. Muhammed Avvâme, I-XXVI, Dâru’l-Kıble, Cidde.

İbn Kesîr, Ebü’l-Fidâ İsmâ‘îl b. Ömer ed-Dımaşkî (1998), Câmi‘u’l-Mesânîd ve’s-Süneni’l-Hâdî Li-Akvâmi’s-Senen, thk. Abdülmelik b. Abdullah b. Dehîş, I-XII, Dâru Hadr, Beyrut.

İbn Manzûr, Ebû’l-Fadl Cemâluddin Muhammed b. Mükrim b. Ali el-Ensârî (1979), Lisânu’l-Arab, Dâru’l-Maârif, Kahire.

İbn Mübârek, Ebû Abdirrahmân Abdullah b. Mübârek (trs.), Kitâbü’z-Zühd ve Yelîhi er-Rekâik, thk. Habîbürrahmân el-A‘zamî, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut

İbn Teymiyye, Takiyyuddîn Ahmed (1416/1995), Mecmu’u’l-Fetavî, Mecma’u’l-Melik Fehd, Medine.

İmâm-ı Rabbânî (1977), Mektûbât-ı Rabbânî, Çev. Abdulkadir Akçiçek, Çile Yayınları, İstanbul.

İsmail Fenni Ertuğrul (1997), Vahdet-i Vücûd ve İbn Arabî, Haz. Mustafa Kara, İnsan Yayınları, İstanbul.

İz, M. 1969, Tasavvuf, İstanbul.

Kara, M. (1998), Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, Dergâh Yayınları, İstanbul.

Karaman, H. (2007), Kur’an Yolu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara.

Kelâbâzî, Ebû Bekr (1993), et-Ta’arruf, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut.

______(1992), Ta’arruf (Doğuş Devrinde Tasavvuf), Çev. Süleyman Uludağ, Dergâh Yayınları, İstanbul.

Keskin, H. (1997), İslâm Düşüncesinde Kader ve Kaza, Beyan Yayınları, İstanbul.

Kudâ‘î, Muhammed b. Selâme (1985), Müsnedü’ş-Şihâb, thk. Hamdî Abdülmecîd es-Selefî, I-II, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut.

Kuşeyrî, Ebû’l-Kâsım Abdülkerîm b. Hevâzin (1997), er-Risâletü’l-Kuşeyriyye, Dâru’l-Hayr, Beyrut.

______(1999), Kuşeyrî Risalesi, Haz. Süleyman Uludağ, Dergâh Yayınları, İstanbul.

Kübra, Necmüddin (1996), Usûlu Aşere (Tasavvufî Hayat), Çev. Mustafa Kara, Dergâh Yayınları, İstanbul.

Mekkî, Ebû Talib (1310/1892), Kûtü’l-Kulûb, Kahire.

Mevdûdî, Ebû’l Al’a (1991), Tefhimu’l-Kur’ân, Çev. Yusuf Karaca ve Diğerleri, İnsan Yayınları, İstanbul.

Müslim, Ebü’l-Huseyn Müslim b. el-Haccâc el-Kuşeyrî (1991), Sahîh, (I-V), nşr.

Muhammed Fuâd Abdülbâkî, Dâru İhyâi’l-Kütübi’l-‘Arabiyye, Kahire.

Nesâî, Ebû Abdirrahmân Ahmed b. Şu‘ayb (trs), Sünen, thk. Mektebetü Tahkîki’t-Türâsi’l-İslâmî, I-VIII, Dâru’l-Ma‘rife, Beyrut.

Nicholson, Reynold (1988), İslam Sûfileri, Çev. Mehmet Dağ ve Diğerleri, Kültür Bakanları Yayınları, İstanbul.

Özköse, K. (2012), Sûfîlerin İnanç ve İbadetlere Derûnî Yaklaşımları, Tasavvuf El Kitabı, Grafiker Yayınları, Ankara.

Sâbûnî, Muhammed Ali (1399/1979), Safvetü’t-Tefâsîr, Dâru’s-Sâbûnî, Mekke.

Schimmel, Annemarie (1982), Tasavvufun Boyutları, Çev. Ender Gürol, Adam Yayınları, İstanbul.

Serrâc, Ebû Nasr (2001), el-Lûma, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut.

______(1996), el-Lüma (İslâm Tasavvufu), Çev. H. Kamil Yılmaz, Altınoluk Yayınları, İstanbul.

Subkî, Tacettin (1413/1992), Tabakâtü’ş-Şafiîyye, Dâru İhyâi’l-Kütübil-Arabiyye, Kahire.

Sunar, C. (1978), Ana Hatlarıyla İslâm Tasavvufu Tarihi, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi yayınları, Ankara.

Sühreverdî, Şihabüddin (1988), Avârifü’l-Meârif, Çev. Yahya Pakiş-Dilaver Selvi, Umran Yayınları, İstanbul.

Sülemî, Ebû Abdurrahman es-Sülemî (1981), Sülemî’nin Risaleleri, Çev. Süleyman Ateş, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara.

Taberânî, Süleymân b. Ahmed (1995), el-Mu’cemü’l-Evsat, thk. Târık b. Avdillah b.

Muhammed, Abdulmuhsin b. İbrâhîm el-Hüseynî, I-X, Dâru’l-Harameyn, Kahire.

______(trs.), el-Mucemü’l-Kebîr, thk. Hamdî Abdülmecîd es-Selefî, I-XXV, Mektebetü İbn Teymiyye, Kahire.

Taberî, Ebû Cafer Muhammed b. Cerîr (2001), Camiu’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, thk. Abdullah b. Abdilmuhsin et-Turkî, Kahire.

Tirmizî, Ebû Îsâ Muhammed b. Îsâ (1977), Sünen, thk. A. M. Şâkir (I-II), M. F.

Abdülbâkî (III), İbrâhîm ‘Atva ‘Avz (IV-V), I-V, Şirketü Mektebeti ve Matba‘ati Mustafâ el-Bâbî, Beyrut.

Uludağ, S. (2002), “Kuşeyrî”, DİA, İstanbul, C. XXVI.

______(1991), Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Marifet Yayınları, İstanbul.

______(1995), İbn Arabî, TDV. Ankara.

Vekî‘, Ebû Süfyân Vekî‘ b. el-Cerrâh (1984), Kitâbü’z-Zühd, thk. Abdurrahman Abdülcebbâr el-Ferîvâî, (I-III), Mektebetü’d-Dâr, Medine.

ez-Zebîdî (1986), Tacu’l-Arûs, Dâru Sadr, Beyrut.

EKLER EK 1. Eserin Orijinal Riyad Nüshası