• Sonuç bulunamadı

Rıza: Lügatte, birini diğerinden üstün tutmak, onu kabullenmek ve sevmek379 anlamlarına geldiği gibi; “kızmak-hoşlanmamak” kelimelerinin zıddı olan “hoşnut olmak ve memnun olmak” anlamlarına da gelmektedir.380 Rıza halinde kızmaya, yakınmaya ve sızlanmaya yer yoktur.381

Rıza, tasavvufta ulaşılabilecek olan en son makamdır. Bu makama ulaşan kimse, daha önceki makamları elde ettiği için büyük bir tecrübe ve olgunluğa sahiptir. Yaşadığı bu tasavvufî tecrübe ile engelleri bir bir aşarak, nefsanî ve dünyevî perdeleri aralayarak masivadan sıyrılıp Rabbine en yakın noktaya ulaşır. Allah’a bu derece yakın olan kişi, dünyevî zevklerden veya dertlerden etkilenmez. Onu etkileyen tek şey, her türlü nimeti de musibeti de veren kişiyi memnun etmektir. Nimetler ve musibetler, onun gözünü perdeleyip gerçeği görmesine mani olamaz. Rıza sahibi, nimeti ve musibeti gördüğü gibi bunları veren kimseyi de gören kişidir. Allah’tan razı olduğu için, O’ndan ne gelirse gelsin razı olan kişidir. Yunus’un ifade ettiği gibi “Lutfu da hoş, kahrı da hoştur.” Allah’ı sadece nimetler veren bir Rab olarak değil, aynı zamanda musibetler ve sıkıntılar veren bir Rab olarak da kabul eder ve her halükarda O’ndan razı olur. Hz. Peygamber, “Allah’ın Rab olduğuna razı olanlar, imanın lezzetini tatmış olurlar.”382 buyurmuştur. Allah’ın,

“Rab olduğuna razı olmak”; nimetler verdiğinde de, musibetler verdiğinde de memnun olmayı gerektirir.

Kuşeyrî, Risale’de rıza’yı şu şekilde açıklamaktadır:

379 el-Âyid ve diğerleri, a.g.e. s. 529.

380 İbn Manzûr, a.g.e. C.III, s.1663.

381 Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 396.

382 Müslim, Sahîh, İman 56; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 208.

Rıza; sabır ve tevekkülün neticesinde olduğu gibi, diğer bütün makamların da sonundadır. Fudayl b. İyaz (ö. 187/803), “Rıza, dünyadan el-etek çekmek demek olan zühd’den daha faziletlidir. Çünkü rıza mertebesinde bulunan kişi, bu derecenin üzerinde bir şey temenni etmez.” demiştir. Bu ifadeden de anlaşılacağı üzere rıza, sûfînin yükselebileceği en son makamdır. Bu bakımdan, sûfînin kemâli de, mutmain olması da ancak bu makamda gerçekleşir. Rabiatü’l-Adeviyye’ye (ö. 185/801), Kul ne zaman rıza mertebesine ulaşır? diye sorulduğunda. “Allah’ın nimeti kadar musibeti de kendini memnun edince.” diyerek cevap vermiştir. Rüveym de (ö. 303/915) rızayı: “Hükümleri (musibetleri) sevinçle karşılamak.” olarak tanımlamıştır. Bazı sûfiler de rızayı, “İlahi takdire itiraz etmemek” olarak izah etmişlerdir. Ebû Ali Dekkâk: “Belanın acısını hissetmemek rıza değildir. Rıza, sadece Allah’ın hükmüne ve kazasına itirazda bulunmamaktır.” demiştir. Kuşeyrî: “Kula gereken; rıza göstermekle memur olduğu kazaya razı olmaktır. Allah’ın kaza ve kaderi olan her şey razı olunması caiz ve vacip olan cinsten değildir. Günahlar ve müslümanlara eza veren hususlar böyledir.”

demiştir.383

Kuşeyrî’nin bu yaklaşımı çok önemlidir. Başa gelen her şeyi kader olarak algılayıp bu durumdan kurtulmak istememek, tembelliğe ve teslimiyetçiliğe yol açar.

Günahları, uğradığı zulmü, kader olarak algılamak ve bulunduğu kötü durumdan kurtulmak için hiçbir çaba sarf etmemek şeklindeki sorumsuz bir anlayış; mü’minleri ve İslâm âlemini ancak acziyete düşürüp başkalarına mahkûm olmaya yol açar ve daima geriye götürür.

Nefsin ve şeytanın eline düşen kimse, sadece kısmete rıza göstermeyerek halka teveccüh etmekle kalmamakta; rızkının azlığı konusunda Allah’ı suçlayarak O’nunla çekişme cüretini göstermektedir. Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre’de, böyle bir cüretin karşılığını da açıklayarak Allah’ı ithama karşı uyarılarda bulunmuştur.

Kuşeyrî, Allah’ın, verdiği hükümde kendisini suçlayan ve kendisiyle çekişen kimseyi hüsrana uğratacağını ve helak edeceğini söylemiştir. Kendisinden gafil olan kimseyi nefsiyle imtihan edeceğini belirtmiştir. O’nun dininde, hevasına göre söz söyleyen kimseyi dininden uzaklaştıracağını ve o kimsenin şeytanını harekete geçireceğini açıklamıştır. Allah’ın kapısına gerçek bir şekilde sarıl; sen O’nun kulusun;

kulun da, kulun mülkünün de efendisine ait olduğunu unutma; edebini güzelleştir ve Mevla’nı suçlama; O’nun katında her şeyin bir kaderi/ölçüsü vardır, bu bakımdan senin

383 Kuşeyrî, er-Risâle, s. 193, 194.

olacak bir şeye sevinme ve senin olmayan şeye de üzülme, demiştir. Allah’ın, “Onunla faydalandırdığımız şeye gözlerini dikme.”384 diyerek kendisinden başkasına yönelmeyi yasakladığını; yeryüzüne konuşlandırdığı kullarını kısmetiyle rızıklandırdığını ve mâsivâ’dan da uyardığını açıklamıştır. Kuşeyrî, kulların mâsivadan birtakım şeylerle imtihan edildiğini; kişinin kısmetine razı olmasının daha hayırlı, daha öncelikli olduğunu ve bu anlayışın şiar edilmesi ğerektiğini belirtmiştir.385

Kuşeyrî, Allah’ı suçlamanın sonucunun hüsran olacağını; O’nun, kendisiyle çekişenleri helak edeceğini söylemiştir. Allah’ın dininde, naslara göre değil de kendi hevasına, kendi kafasına göre hüküm verip söz söyleyenlerin dinden uzaklaştırılacağı ve şeytanlarının harekete geçirileceği uyarısında bulunmuştur. Kuşeyrî, mâsivâ’ya teveccüh etmekten, mülkündeki bir şeyi Mâlike tercih etmekten ve ithamdan sakınılması gerektiğini söyleyerek edebe davet etmiştir. “Senin olacak şeye sevinme, senin olmayan şeye de üzülme.” diyerek mükemmel bir strateji çizmiştir. Bu strateji, tevekkül ve rıza ile donatılmış mükemmel bir teslimiyet stratejisidir. Eğer mü’min, Kuşeyrî’nin bu mücevher öğüdünü rehber edinirse, günümüz hastalığı olan stresten kurtularak mutlu bir hayat yaşar. Unutulmamalıdır ki, geçmişe üzülmek ve geleceğin kaygısını çekmek, bu günü kaybetmek demektir.

Kuşeyrî, kendisini haklı görerek Allah’ı suçlayan kimsenin içinde bulunduğu konumu şu şekilde ortaya koymuştur:

Ey elinde bir şey olmayan, dünya kendisinden yüz çeviren, dünyanın insanlarının ve erbabının yanında adı anılmayan, vücudu çıplak ve karnı aç olan, yeryüzünün her bir köşesine dağıtılmış olan, her isteğinden uzaklaştırılan, her kapıdan çevrilen, kalbinde her türlü istek ve ihtiyacın sıkıştığı kimse! Allah, beni fakirleştirdi, dünyadan ayırdı ve uzaklaştırdı, beni küçümsedi, bana dünyadan yeterli şey de vermedi, itibarımı yükseltmedi.386 Benden başkasına ise bol bol nimetler verdi, gece gündüz o nimetlerde dolaşır. İkimiz de mü’miniz, hepimizin annesi Havva, babası da Âdem’dir mi dersin? 387

Allah’ı, içinde bulunduğu olumsuz durumdan sorumlu tutarak suçlayan kişinin yanlış bir tespit yaptığı görülmektedir. İçinde bulunduğu durumun sorumlusu, adil davranmadığını düşündüğü Allah değil, bizzat kendisidir. Kuşeyrî’nin daha önce belirttiği gibi, kısmetine razı olmaması, sıkıntıları sabırla karşılayıp teslimiyet göstermemesi,

384 Burada ayetin bir kısmı alınmış. Ayetin tamamının anlamı şu şekildedir: Ta-ha, 20/31: “Sakın kendilerini denemek için onlardan bir kesimini faydalandırdığımız dünya hayatının çekiciliğine gözlerini dikme! Rabbin nimeti hem daha hayırlı hem de daha süreklidir.”

385 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 26.

386 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 26.

387 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 27.

içinde bulunduğu durumun devam etmesinin sebebidir. Bu sebeple, Allah’ın yardımından mahrum kalmıştır. Bunun üzerine birde Allah’ı itham etmesi, kendisini tamamen Allah’tan uzaklaştıracak ve durumu gittikçe daha kötüye gidecektir. Allah’ın yardım etmediğine kimse yardım etmeyecektir. Çünkü kendisine halktan birinin yardım etmesi de Allah’ın iznine tabidir.

Kuşeyrî, bu durumun tersini, yani kısmetine razı olarak haline şükreden, başına gelene sabır göstererek itaat eden, asla isyan ve itham içerisinde bulunmayan kişinin durumunu ve nasıl selamete çıktığını açıklamaktadır.

Kuşeyrî, Allah’ın rahmetinin bir kişiye ulaşmasının, bu kişinin tabiatının saf ve asil olmasından; sabr, rıza, yakîn, muvâfakat ve tevhidinden dolayı olduğunu söylemiştir.

İman ağacının bitmesi, beslenmesi, yapraklanması, meyve vermesi, yetişmesi ve gelişmesi için fiziğinin düzgün olmasına ihtiyaç olmadığını yani şekilden ziyade ahlakın ve iç temizliğinin önemli olduğunu açıklamıştır. “Bir kimse, (cennette) kendisi için sevineceği ne gibi şeylerin gizlendiğini bilemez.”388 ayetini referans göstererek bu kimseye ahirette, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı, insanın kalbine gelmeyen rızıklarla bolca ihsanda bulunulacağını belirtmiştir. Kuşeyrî, dünyada, emirler yerine getirilir, yasaklar terk edilerek sabredilirse, kaderde Allah’a teslim olunur, tevekkül edilir ve bütün işlerde O’na muvâfakat edilirse bütün bu nimetlere ulaşılır demiştir. Kuşeyrî’nin bu son cümlesi, sıkıntılardan kurtulup rahata ermenin sebeplerini en güzel şekilde özetlemektedir.389

3.25.1. Kısmete Rızanın Mükâfatı

Kuşeyri, kısmete rıza, kanaat, tevekkül ve muvâfakat’ın sonucu olarak, sıkıntılardan kurtulup nimetlere ulaşılacağını söyledikten sonra, ulaşılacak olan diğer nimetleri de açıklamıştır. İlk nimet olarak, iman ve amelin korunacağını ortaya koymuştur.

3.25.1.1. İmanın ve Amelin Korunması

Kuşeyrî imanı, Allah’ın ihsan edip dünyada cömertçe verdiği nimetlerin başında zikretmiştir. Allah’ın, kayalık ve çorak bir toprakta bile ağaçlar ve bitkiler bitirdiği gibi,

388 Secde, 32/17.

389 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 27.

böyle bir zeminde biten iman ağacını ve amel bitkisini de koruyacağını söylemiştir. Eğer O’nun koruması kesilirse, bitkilerin ve iman ağacının kuruyacağını, ürünlerin kesileceğini ve meskenlerin harap olacağını belirtmiştir. Zengin bir kimsenin iman ağacı zayıf bittiği halde boyundan da kesilirse kuruyacağını; böylece küfürün, inkârın ve mürtetlere katılımının gerçekleşeceğini açıklamıştır. Ancak Allah, zengine sabır orduları, rıza, yakîn, ilim ve başarı gönderirse, o zaman, onlarla imanı güçlenir ve bu kişi, zenginliğin kendisinden gitmesine de aldırmaz, demiştir.390

Allah’ın, rahmetine layık olan kimselerin imanını ve amelini koruduğu görülmektedir. Çorak ve kayalık zeminler üzerinde, ürün veren ağaçlar yetiştiren Allah’ın, dilediği kimsenin iman ağacını olumsuz şartlarda bile büyütüp güçlendireceği ve onun meyvesi olan amelini de koruyacağı anlaşılmaktadır. İmanın ağaca benzetildiği ve korumaya muhtaç olduğu görülmektedir. Zayıf biten iman ağacının, bir de boyundan kesilirse, yani amelsiz kalır da beslenmezse kuruyacağı ifade edilmiştir.

3.25.1.2. Kalbin Korunması

Kuşeyrî, kalbin korunmasını, saflaştırılıp temizlenmesine bağlayarak bu konuda iki aşamadan bahsetmektedir.

Birinci aşama; kalbin sahibi ile ilgilidir. Öncelikle halktan, dünyadan ve iradeden fâni olarak kalbi bunlardan temizlemesi, kaza ve kadere rıza göstererek halka değil Hakk’a itaat etmesi gerekmektedir. İçerisinde su tutmayan kırık bir kap gibi, kalbin de kırılıp irade ve heva gibi her ne varsa onları boşaltıp temizlemesi ve Allah’ın iradesiyle dolması gerekmektedir.

İkinci aşama; Allah’la ilgilidir. Bu şekilde temizlenerek Allah’ın iradesiyle dolan kalp, artık Allah’ın koruması altına alınmıştır. Kalbin korunması, etrafına derin hendekler kazılarak ordularla korunan kalelere benzetilmiştir. Artık o kalp, Allah’ın melekler ordusunun korumasına girmiştir. Bundan böyle, kalbe, şeytanın, nefsin, hevanın veya mâsivâdan herhangi bir şeyin girerek kirletmesi söz konusu değildir.391

Kuşeyrî, kalbi böyle bir koruma altına alınan kişinin ulaşacağı seviyeyi ve alacağı mükâfatları da şu şekilde açıklamaktadır:

Allah’ın korumasında olan kalp, şeytanın veya nefsin değil de kişinin emrine girer. Böyle bir kişi, kerametlere ve hikmetlere mazhar olur. Kendisi halka gitmekten ve

390 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 27.

391 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 28.

onlardan bir beklenti içinde olmaktan kurtulmakla kalmaz aksine halk kendisine gelerek bir takım manevi beklentiler içerisine girer. Allah katında itibar kazanan bu kişi, halkın ve ileri gelenlerinin itibar gösterip tabi olduğu bir kimse olur. Dünyada, velâyet, marifet ve kurbiyetle ödüllendirilir. Ahirette ise cennetle ve cennetteki en büyük ihsan olarak da Allah’ın zatına bakmakla mükâfatlandırılır.392