• Sonuç bulunamadı

3.15.1. Allah’a Teveccüh ve Allah’tan İstemek

Teveccüh kelimesi; lügatte yönelmek, gitmek, kastetmek anlamlarına gelmektedir.295 Allah’a Teveccüh: Tamamen Allah’a yönelmek, O’ndan başka bir maksadının olmaması ve başka bir şeye meyletmemektir.

Allah’a teveccüh eden kişi, O’ndan başkasında güç ve kuvvet görmeyen kimsedir.

Bu bakımdan, istediğini Allah’tan istemeli, sığınacağı zaman da sadece O’na sığınmalıdır. Fatiha suresindeki “Ancak sana ibadet ederiz.”296 İfadesi, tam bir yönelişi ve ibadeti sadece Allah’a has kılmayı ifade eder. Allah’a yönelip kulluk yapan bir kimsenin O’nun dışında başka bir maksadı olmamalıdır. “Mahlûkattan herhangi birinde veya bir eşyada kuvvet olduğuna inanan kimse tamamıyla Hakk’a yönelmiş olmaz.

Herhangi bir ihtiyacını hakikatte kendisi gibi aciz olup da kaderin cilvesi sonucu suyun başında bulunan birinden karşılamaya çalışması, teveccüh ve vuslata engeldir.”297

Başkasında bir güç görmek ve ihtiyacını bir başkasından karşılamaya çalışmak;

kişiyi başkasına bağımlı olmaya ve şahsiyetinin zedelenmesine yol açabileceği gibi, başkalarını mâlik ve Rab edinme tehlikesine de götürebilir. İhtiyacını sadece Allah’a yöneltip, sadece O’ndan istemek, O’nun gücünü, kuvvetini yakîn olarak hissetmek ve bilmek, kişiyi marifetullaha ulaştırır.

Hz. Peygamber, Allah’tan başkasından bir şey istenmemesine şu sözleriyle dikkat çekmiştir: “Kim sıkıntıya düşer de halini insanlara açarsa, sıkıntıdan kurtulamaz. Fakat düştüğü sıkıntıyı Allah’a havale eden kimseye Allah er veya geç bir rızk verir.”298 “Kim bana, hiç kimseden bir şey istemeyeceğine dair söz verirse, onun cennete girmesine kefil olurum.”299

Belayı da afiyeti de veren Allah’tır. Verdiği belayı kaldıracak olan da, ancak O’dur. Hayır da şer de Allah’ın elindedir. O halde belanın kalkması için de; afiyete

294 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 18.

295 el-Cur, a.g.e. s.353; İbn Manzûr, a.g.e. C.VI, s. 4776. el-Âyid ve diğerleri, a.g.e. s. 1293.

296 Fâtiha, 1/5.

297 İz, Mahir, Tasavvuf, İstanbul 1969, s. 108, 109.

298 Tirmizî, Ebû Îsâ Muhammed b. Îsâ, Sünen, thk. A. M. Şâkir (I-II), M. F. Abdülbâkî (III), İbrâhîm ‘Atva

‘Avz (IV-V), I-V, Şirketü Mektebeti ve Matba‘ati Mustafâ el-Bâbî, 1962-1977, Zühd, 18, no 2326; Ebû Dâvûd, Sünen, Zekât, 28, no: 1645.

299 Ebû Davud, Sünen, Zekât, 1643; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 276.

kavuşmak için de sadece O’na teveccüh edilmeli ve O’ndan yardım istenmelidir. Halk, Allah’ın mülküdür. Allah’ın istemediği bir şeyi, mülkiyetinde bulunan halkının, O’na rağmen yapması düşünülemez. İnsanlardan isteyen kimsenin, Allah’ı tanımadığı bildirilmektedir. O halde şikâyet veya yardım kastıyla halka teveccüh edilmemeli, Allah’a teveccüh edilerek her ne istenecekse O’ndan istenmelidir. Kuşeyrî, Allah’a teveccüh ve sadece O’ndan istemek konusundaki fikirlerini el-Cevâhiru’l-Mensûre’de izah etmektedir.

Kuşeyrî, dünyada selameti, ahirette mutluluğu isteyen kimsenin; sabır ve rıza göstermesi, halka şikâyeti terk etmesi, ihtiyaçlarını Rabbine bırakması ve O’na yönelmesi gerekir, demiştir. Zor durumda kalan kimse dua ettiği zaman, Allah’ın kötülüğü kaldıracağını hatırlatmıştır. Allah’ın afiyeti nimettir, belası da ilaçtır; O’nun bütün fiilleri güzeldir ve faydalıdır; ancak Allah, kulunun çıkarlarını bilmesini gizledi ve o bilgiyi sadece kendisine ayırdı, demiştir. Kul için en uygun olan şeyin; rıza, teslimiyet ve Rububiyyetle meşgul olmak olduğunu söylemiştir. Rububiyyetin, kaderin sebebi ve gidişatı olduğunu; niçin, nasıl, ne zaman dememeyi; bütün hareketlerinde ve sükûnunda Hakk’ı suçlamamayı gerektirdiğini açıklamıştır. Abdullah b. Abbas’ın şu rivayetini örnek vermiştir: Ben, Resulullah’ın terkisine binmiştim, bana şöyle dedi: “Ey çocuk! Allah’ı koru ki (emirlerini ve yasaklarını) O da seni korusun. Allah’ı koru ki, O’nu önünde bulasın. İstediğin zaman Allah’tan iste, sığındığın zaman da Allah’a sığın.”300 Kuşeyrî, bir kimsenin insanlardan istemesinin; Allah’ı tanımamasından; imanının, marifetinin yakîninin zayıflığından ve sabrının azlığından kaynaklandığını söylemiştir.301

Allah’a teveccüh; halka şikâyeti terk etmeyi ve onlardan istememeyi; sadece Allah’tan istemeyi gerektirmektedir. Zor durumda kalan kimsenin üzerindeki kötülüklerin dua ile ortadan kalkacağı bildirilmiştir. Allah, fiillerinin faydasını kullarından gizlemiştir.

Belada hayır, afiyette şer olabilir. Kuşeyrî’nin, “Allah’ın bütün fiilleri güzeldir, O’nun afiyeti nimet, belası da ilaçtır.” sözü, “Mevlâ neylerse güzel eyler.” sözüne kaynaklık etmektedir. Kaderde yazılanı bütün insanlık birleşse değiştiremez. Bu bakımdan kula düşen, neden niçin gibi sözlerle sorgulamayı ve şikâyeti terkederek rububiyete tabi olmak, sabır, rıza ve teslimiyet içerisinde olmaktır. Hadiste ifade edildiği gibi; Allah’tan istenildiği; O’nun emir ve yasaklarına riayet edildiği zaman Allah’ın koruması altına girilecektir. Rububiyet, kaderin sebebi ve gidişatı olarak izah edilmiştir. Kişi elden geleni yapmalı ve sonra kendisini kaderin ellerine bırakarak rahatlamalıdır. Kuşeyrî, zorluk ve

300 Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 19.Tirmizî, Sünen, Sıfatü’l-Kıyâme 59.

301 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 48.

sıkıntılara karşı, “Zafer, sabırla; rahatlık, kaderle ve kolaylık, zorlukla beraberdir.”

reçetesini vererek bir hayat stratejisi çizmiştir.

Halktan ayrılıp Hakk’a teveccüh etmek: Hak’tan uzaklaşan ve başlarına türlü musibetler gelen kimseler, bu hale düşmelerinin gerçek sebebini anlayamayabilirler.

Gaflete düşerek veya bilerek hata ve günaha yönelen kimselerin bu durumdan kurtulmak için bir mürşide ihtiyaçları vardır. Kuşeyrî, gördüğü bir rüya ile bağlantılı olarak bu durumdaki kimseleri irşad etmiştir:

Rüyamda, sanki mescide benzer bir yerde olduğumu gördüm. Orada, birbirinden ayrılmış bir topluluk vardı. Bunun üzerine, “keşke falan kişi bunları eğitse ve irşad etse”

diyerek salih bir kimseye işaret ettim. Kavim, etrafımda toplandı ve onlardan birisi,

“niçin sen konuşmuyorsun?” dedi. “Bu iş için beni uygun gördüyseniz” dedikten sonra şöyle dedim: Eğer halktan ayrılıp, Hakk’a yönelirseniz, dilinizle insanlardan bir şey istemeyin. Dille istemeyi terk ettiğiniz zaman kalbinizle de istemezsiniz. Kalp ile istemek, dil ile istemek gibidir.302

Kuşeyrî, Hakk’a teveccüh için, hem dil ile hem de kalp ile halktan bir şey istememek gerektiğini; dille istenmediği zaman kalple de istenmeyeceğini; kalp ile istemenin de, dil ile istemek gibi olduğunu söylemiştir. Burada, dil ile kalp arasındaki bağlantıya da vurgu yapılmıştır. Uzuvlarla yapılan bir şeyin, kalbe de yerleştiği ve zamanla orada kabul gördüğü görülmektedir. Bu ifadeden, uzuvlar bir işi terk ederse, kalbin de o şeyi terk edeceği, unutacağı anlaşılmaktadır.

3.15.2. Gizli Şirkin Teveccühe Engel Olması

Kuşeyrî, uykusundan uyandıktan sonra, teveccühe engel olan şeyleri ve bunun sonuçlarını ortaya koymuştur. Bu durum, Kuşeyrî’nin uykuda ilham aldığını ve bununla bazı konulara açıklık getirdiğini gösterebilir.

Kuşeyrî, halka ve sebeplere dayanıldığı için Allah’ın nimetlerinden ve lütfundan uzaklaşıldığını; halkın, sünnete uygun kazanç ve yemekten uzaklaşmanın sebebi olduğunu, söylemiştir. Halkın kapısına gidip gelerek, vereceklerini ümit ederek halkla birlikte olunduğu müddetçe Allah’a ortak koşulmuş olacağını, bildirmiştir. Allah’a ortak koşmaktan tevbe edip helal kazanca dönüldüğünde, kazanca güvenip Allah’ın lütfu unutulursa yine müşrik olunacağını, fakat bunun daha gizli bir şirk olduğunu, açıklamıştır. Şirke götüren anlayışın; nimetin sebebinin Allah değil de halk veya kendisi

302 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 18.

olduğunu düşünmek, Allah’a değil de halka veya kendisine güvenmek olduğu görülmektedir. Böyle bir şirk anlayışı, teveccühe engel teşkil etmekte ve Allah’ın nimetinden de, lütfundan da, Allah’tan da uzaklaşmaya yol açmaktadır. Bu durumdaki kimse tevbe ederse; halka, kendisine ve sebeplere güvenmeyi terk eder ve şüphelilerden de sıyrılırsa; yani bütün bunları görmezse işte o zaman Allah’ı görür. Yani rızkın gerçek sebebinin Allah olduğunu idrak eder. Tabii ki bu idrak, rızık için çalışmanın terkedilmesini gerektirmez. Sebep ve vasıtaların, Allah’a teveccühü engellediği görülmektedir. Kuşeyrî, sebep ve vasıtalar kalkarsa Allah’la aradaki perdelerin, engellerin ortadan kalkacağını ve Allah’ın, bu durumdaki kimseyi muvâfakatı ölçüsünde nimetlendireceğini açıklamıştır.303

3.15.3. Mâsivâ’dan Uzaklaşmanın ve Teveccühün Kazanımları

Kuşeyrî, sebep ve vasıtalardan sıyrılarak rızkın gerçek sahibinin Allah olduğunu idrak eden ve kendisi ile arasında engel kalmayan kulunu, doktorun hastasını koruduğu gibi mâsivâ’ya meyletmekten koruyacağını, söylemiştir. Her türlü irade, şehvet, lezzet ve istek kalpten sökülüp atıldığı zaman, kalpte Allah’ın iradesinden başka bir irade kalmayacağını, açıklamıştır. Allah’ın, kuluna, ihtiyacı olan kısmeti ulaştıracağını, kulun bu kısmetin Allah’tan olduğunu bileceğini, bununla rahatlayacağını ve şükredeceğini, belirtmiştir. Allah’ın, zâhirini halktan ayrılarak arındıran kulunu, bâtınını mâsivâ’dan arındırarak koruyacağını, söylemiştir. Ayrıca, Allah’ın, bu seviyeye gelen kulunun, marifetini artırarak kalbini aydınlatacağını, kendi katındaki mevkiini ve saygınlığını artıracağını, ona birtakım sırlara nail olma şerefini bahşedeceğini, belirtmiştir.304

Hastalığa benzetilen mâsivâ, zâhirî ve bâtınî olmak üzere iki kısımda mütalaa edilmiştir. Kul, halktan uzaklaşarak zâhirini korursa, bâtının da, Allah tarafından korunacağı bildirilmiştir. İradeden, her türlü şehvet ve istekten temizlenen kalpte, Allah’ın iradesinden başka bir irade kalmayacağı vurgulanmıştır. Zâhiri ve bâtını mâsivâ’dan temizlenen kimsenin, Allah katındaki değerinin artacağı, keramete ve birçok sırra sahip olacağı anlaşılmaktadır.

303 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 19.

304 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 20.