• Sonuç bulunamadı

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "TÜRKİYE CUMHURİYETİ ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI"

Copied!
277
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI

KUŞEYRÎ’NİN “EL-CEVÂHİRU’L-MENSÛRE” İSİMLİ ESERİ BAĞLAMINDA TASAVVUFÎ GÖRÜŞLERİ

Mehmet Mansur GÖKCAN

DOKTORA TEZİ

ADANA/2015

(2)

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI

KUŞEYRÎ’NİN “EL-CEVÂHİRU’L-MENSÛRE” İSİMLİ ESERİ BAĞLAMINDA TASAVVUFÎ GÖRÜŞLERİ

Mehmet Mansur GÖKCAN

Danışman : Doç. Dr. Hayri KAPLAN Jüri Üyesi : Prof Dr. Mustafa KARA

Jüri Üyesi : Prof Dr. Muhammed YILMAZ Jüri Üyesi : Doç. Dr. Hasan AKKANAT Jüri Üyesi : Doç. Dr. Recep TUZCU

DOKTORA TEZİ

ADANA/2015

(3)

3 Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğüne;

Bu çalışma, jürimiz tarafından Temel İslâm Bilimleri Ana Bilim Dalında DOKTORA TEZİ olarak kabul edilmiştir.

Başkan: Doç. Dr. Hayri KAPLAN (Danışman)

Üye: Prof Dr. Mustafa KARA

Üye: Prof Dr. Muhammed YILMAZ

Üye: Doç. Dr. Hasan AKKANAT

Üye: Doç. Dr. Recep TUZCU

ONAY

Yukarıdaki imzaların adı geçen öğretim elemanlarına ait olduklarını onaylarım.

…../….../2015

Prof. Dr. Yıldırım Beyazıt ÖNAL Enstitü Müdürü

NOT: Bu tezde kullanılan ve başka kaynaktan yapılan bildirişlerin, çizelge, şekil ve fotoğrafların kaynak gösterilmeden kullanımı, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’ndaki hükümlere tabidir.

(4)

4 ETİK BEYANI

Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tez Yazım Kurallarına uygun olarak hazırladığım bu tez çalışmasında;

· Tez içinde sunduğum verileri, bilgileri ve dokümanları akademik ve etik kurallar çerçevesinde elde ettiğimi,

· Tüm bilgi, belge, değerlendirme ve sonuçları bilimsel etik ve ahlak kurallarına uygun olarak sunduğumu,

· Tez çalışmasında yararlandığım eserlerin tümüne uygun atıfta bulunarak kaynak gösterdiğimi,

· Kullanılan verilerde ve ortaya çıkan sonuçlarda herhangi bir değişiklik yapmadığımı,

· Bu tezde sunduğum çalışmanın özgün olduğunu,

bildirir, aksi bir durumda aleyhime doğabilecek tüm hak kayıplarını kabullendiğimi beyan ederim. 28/12 2015

Mehmet Mansur GÖKCAN

(5)

ÖZET

KUŞEYRÎ’NİN “EL-CEVÂHİRU’L-MENSÛRE” İSİMLİ ESERİ BAĞLAMINDA TASAVVUFÎ GÖRÜŞLERİ

Mehmet Mansur GÖKCAN

Doktora Tezi, Temel İslâm Bilimleri Anabilim Dalı Danışman: Doç. Dr. Hayri Kaplan

Aralık 2015, 261 Sayfa

Kuşeyrî, 376/986-465/1072 yılları arasında Horasanın Nişâbûr yöresinde yaşamış, zamanın meşhur hocalarından eğitim almış ve pek çok öğrenci yetiştirmiştir.

Mutasavvıf olarak öne çıkmasına rağmen; edebiyatta, şiirde, tefsir, hadis, kelâm ve fıkıh ilimlerinde de uzmanlaşmıştır. Şeriatın zâhirinden uzaklaşan tasavvufu, Kur’an ve sünnetle temellendirerek şeriata yaklaştırmıştır. Onun bu çabalarından sonra tasavvuf, Ehl-i Sünnet muhitlerde daha çok kabul görmüştür. Yazdığı eserlerle, tasavvufun omurgasını meydana getiren temel prensipleri ortaya koymuştur. er-Risâle isimli eseriyle tanınmış ve çok meşhur olmuştur.

Kuşeyrî, er-Risâle’sinde pek çok sûfînin görüşüne yer verirken, el-Cevâhiru’l- Mensûre’de sadece bir yerde Ebû Yezid Bistâmî’nin sözüne yer vermiş ve bu eseri tamamen vâridâta dayanarak yazmış, fakat konuların açıklanmasında pek çok ayet ve hadise yer vermiştir.

Bu çalışma, üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde; çalışmanın konusu, kapsamı, amacı ve yöntemi üzerinde durulmuştur. İkinci bölümde; Kuşeyrî’nin hayatı, eğitimi ve şahsiyeti incelenmiştir. Üçüncü bölümde; Kuşeyrî’nin tasavvufî görüşleri, konu başlıklarına ayrılmıştır. Görüşleri, lügat ve ıstılahî anlamları verildikten sonra yorumlanarak açıklanmıştır. Mümkün olduğu kadar buradaki görüşleri ile er- Risale’deki görüşleri karşılaştırılmaya çalışılmıştır. Zaman zaman diğer tasavvuf klasiklerindeki görüşlere de yer verilmiştir. Dördüncü bölüm, sonuç kısmından oluşmuş olup genel tespit ve neticelere yer verilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Muhabbet, nefs, zühd, sabır, kalp.

(6)

ABSTRACT

THE SUFİSM VIEWS OF KUSEYRİ IN HIS WORK “EL-CEVÂHIRU’L- MENSÛRE”

Mehmet Mansur GÖKCAN

Doctorate Thesis, Basic Islamic Science Department Supervisor: Associated Prof. Dr. Hayri KAPLAN

December 2015, 261 Pages

Kuseyri lived in Nushabir in Horasan between 376/986-465/1072. He has been educated by the famous teachers of his time and also educated a lot of students. Even he was famous in sufism and also became famous in literature, tafsir, hadith, kalam and Islamic law. Sufism which became far from religious law/sharia, later based on Qur’an and Sunnah, then it was again got closed to religious law. After his great trials sufism was accepted greatly by the people who ware closer to Sunnah. He showed the main structure of sufism in his works and books. His book er-Risâle made him very famous and well-known.

Kuseyri, in his er-Risâle gave a great importance to the views of many sufies.

The book is based on inspiration, but in explaining of subjects, he took the verses and hadiths as a base.

This study consists of three parts. In the first part; it was studied the subjects, includings, aims and method. In the second part; his life, education and his personality were studied. In the third part; Kuseyri’s sufism views were headlined. His views were explained in accordance with the vocabulary and the explanations. His views in here er- Risâle were compared as much as possible. He gave importance to the other sufi classics. And the last part; the conclusion is about the general evaluations and outcomes.

Key Words: Love, realself, renunciation, patience, heart.

(7)

ÖNSÖZ

Mutasavvıfların ifadelerine göre tasavvuf, dinin zâhirine muhalefet etmeyen bâtınî bir ilimdir. Fıkıh, ibadetlerin şeklen doğru yapılması üzerinde dururken; tasavvuf, ibadetlerin ihlâs ve samimiyetle yapılması üzerinde durur ve Allah’ın emrettiği şeylerin en güzel şekilde yapılmasını amaçlar. Tasavvufun faaliyet alanı öncelikle kalptir.

Uzuvlar, olumlu veya olumsuz eylemleri kalbin isteği doğrultusunda yaparlar. Kalp, sadece tasavvufun değil aynı zamanda nefsin de faaliyet alanıdır. Kuşeyrî’ye göre, nefsin kalpten çıkarılması, ona muhalefet etmekle, kalbe girmesi ise onun isteğine tabi olmakla gerçekleşir. Kalp, eğer nefsin esaretinden kurtulursa, Allah’a bağlanarak gerçek özgürlüğe kavuşur. Gücüne, kuvvetine, tedbirine ve ilmine güvenen kimseler nefsin tuzağına ve şirke düşebilirler. Bu durum, Allah’tan başka tanrı kabul etmek suretiyle bir şirk olmasa da, kendi iradesini ve hevasını Allah’ın istek ve iradesinin yerine koymak şekliyle bir şirktir. Böyle bir şirk, Allah’tan uzaklaşmanın temel sebebidir.

Kuşeyrî, 376/986-465/1072 yılları arasında Horasan’ın Nişâbûr yöresinde yaşamıştır. Bu dönem, mezhep çatışmalarına ve aynı zamanda büyük ilim adamlarının yetişmesine sahne olan bir dönemdir. Onun yaşadığı bu dönemde; meşhur hocalardan ders alma fırsatını yakalamış ve pek çok öğrenci yetiştirmiştir. Yirmi yedi yıl hadis dersleri vermiş ve yirmi dokuz eser telif etmiştir. Mutasavvıf olarak öne çıkmasına rağmen edebiyatta, şiirde, tefsir, hadis, kelâm ve fıkıh ilimlerinde de uzmanlaşmış; dinî ilimleri birbirinden ayırmayarak ve ötekileştirmeyerek mezcetmiş, her ilimden de istifade etmeyi tercih etmiştir. Kuşeyrî’nin bu anlayışı ve davranışı, dinî ilimler arasında başlangıçtan günümüze kadar süregelen çatışmaları sergileyen kimselere örnek olmalıdır.

İtikatta Eş’arî, fıkıhta Şafî mezhebinden olan Kuşeyrî, Eş’ariyye mezhebinin savunucularından ve önde gelen simalarından birisidir. Kendisine nisbet edilen Kuşeyriyye Tarikatının, XVIII. Yüzyıla kadar Hindistan’da varlığını sürdürdüğü söylenir.

Kuşeyrî, Kitap ve Sünneti her şeyin önünde tutmuş ve bu ikisine göre hareket etmeyi tavsiye etmiştir. Peygamber’in getirdiği ile amel etmek terk edildiğinde, insanların kendiliklerinden ibadet ve amel icat edeceklerini söylemiştir. Hevasına ve kendi görüşüne göre hareket ederek bu ikisinin dışına çıkanların sapacağını ve helak olacağını bildirmiştir. Kurtuluşun, kitap ve sünnette olduğunu; gaybet, velâyet ve ebdâl hallerine de ancak bu ikisiyle ulaşılabilineceğini ifade etmiştir. Kendi görüşünü dinin

(8)

yerine koymak, dinde tahrifata ve başkalarının da dinden sapmasına ve fesada yol açacağı için, bu eylemin tehlikesi de cezası da o denli büyük olacaktır. Akıl ve rey, dinin tahrifatında değil, daha iyi anlaşılıp, uygulanmasında kullanılmalıdır. Dinî naslara muvâfakatın, ölçüyü kaçırmaya engel olacağı unutulmamalıdır. Kuşeyrî’nin, velî ve ebdâl olmanın, kitap ve sünnetten başka bir yolu ve yöntemi olmadığını belirterek;

tasavvufu, Ehl-i Sünnet anlayışı içerisinde tuttuğu ve hurafelerden koruduğu görülmektedir. Zamanında, şeriatın zâhirinden uzaklaşan tasavvufu, Kur’ân ve sünnetle temellendirerek şeriata yaklaştırmış ve böylece zâhirle bâtını kucaklaştırmıştır. Şeriatla hakikati/tasavvufu bir araya getirmiştir. Tasavvufun omurgasını oluşturan temel prensipleri eserlerine almış ve onları ayetlerle ve hadislerle İslâm dairesi içerisinde açıklamıştır.

Tasavvuf klasikleri arasına giren er-Risâle isimli eseriyle meşhur olan ve tasavvufu, İslâm dairesi içerisinde tutan Kuşeyrî’nin, el-Cevâhiru’l-Mensûre isimli yazma eseri bu manada dikkatimizi çekmiş ve bizi bu çalışmayı yapmaya teşvik etmiştir. Risale’de sûfîlerin görüşlerine sıkça yer veren Kuşeyrî, bu eserinde sadece bir yerde Ebû Yezid Bistâmî’nin sözüne yer vermiştir. Kitabının başlangıcındaki ifadesine göre, eser vâridâta dayanmaktadır. Bununla birlikte Risale’de olduğu gibi konuların işlenişinde ayet ve hadislere çokça yer verilmiştir. Risale’de ricâlü’l-gaybdan hiç söz etmeyen Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre’de, ricâlü’l-gaybdan olan ebdâlden sıkça bahsetmiş; evtâd ve kutup figürünü andıran kibrît-i ahmerden de söz etmiştir.

Çalışmamız, Kuşeyrî’nin bu tür görüşleriyle de tanınması bakımından önem arz etmektedir.

Tez, üç bölümden oluşmaktadır.

Birinci bölümde; tezin konusu, kapsamı, amacı ve yöntemi üzerinde durulmuştur.

İkinci bölümde; Kuşeyrî’nin hayatı, eğitimi ve şahsiyeti incelenmiştir. Hayatı;

yaşadığı siyasî ve içtimaî çevre, doğumu, ismi ve lakabı, nesebi ve ailesi, hapse atılması, Bağdat’a sığınması, hac seferi ve vefatı konularıyla işlenmiştir. Eğitimi; eğitim aldığı ilimler, hocaları, eğitim verdiği dersler, öğrencileri, mezhebi, tarikat silsilesi ve eserleri konularıyla işlenmiştir. Şahsiyeti; beşerî şahsiyeti ve ilmî şahsiyeti konularıyla işlenmiştir.

Üçüncü bölümde, öncelikle konu başlıkları tespit edilmiştir. Kuşeyrî, eserini, Risale’deki gibi bâblar halinde yazmamış, konu başlıkları vermemiş ve konuları birbirinin içinde açıklamıştır. Daha çok ağırlık verdiği konu başlık yapılarak sorun

(9)

çözülmeye çalışılmıştır. Konuların lügat ve ıstılahî anlamları verildikten sonra Kuşeyrî’nin konu ile ilgili tasavvufî görüşleri yorumlanarak açıklanmıştır. Mümkün olduğu kadar buradaki görüşleri ile Risale’deki görüşleri karşılaştırılmaya çalışılmıştır.

Zaman zaman diğer sûfîlerin, tasavvuf klasiklerindeki görüşlerine de yer verilmiştir.

Dördüncü bölüm, sonuçtan oluşmaktadır. Bu bölümde, eserle ilgili tespit ve değerlendirmeler yer almaktadır. Bu değerlendirmeler, eserin önemini ve müellifin kişiliğini aksettirmesi bakımından önem arz etmektedir.

Tasavvufun ilminin ünlü siması Kuşeyrî’nin; el-Cevâhiru’l-Mensûredeki vâridâta dayanan görüşlerinin, tasavvuf alanına katkı sağlamasını diler, çalışmalarım esnasında gösterdiği gayret ve nezaketten dolayı danışman hocam Doç. Dr. Hayri Kaplan’a şükranlarımı sunarım.

Mehmet Mansur GÖKCAN

(10)

İÇİNDEKİLER

ÖZET ... İV ABSTRACT ... V ÖNSÖZ ... Vİ KISALTMALAR ... XİV EKLER LİSTESİ ... XV

BÖLÜM I GİRİŞ

1.1. Tezin Konusu ve Kapsamı: ... 1

1.2. Tezin Amacı ... 2

1.3. Tezin Yöntemi ... 2

BÖLÜM II KUŞEYRÎ’NİN HAYATI EĞİTİMİ VE ŞAHSİYETİ 2.1. Hayatı ... 5

2.1.1. Yaşadığı Siyasî ve İçtimaî Çevre ... 5

2.1.2. Doğumu İsmi ve Lakabı ... 5

2.1.3. Nesebi ve Ailesi ... 6

2.1.4. Hapse Atılması ve Bağdat’a Sığınması ... 6

2.1.5. Hac Seferi ... 7

2.1.6. Vefatı ... 8

2.2. Eğitimi ... 8

2.2.1. Eğitim Aldığı Dersler ve Hocaları ... 8

2.2.2. Eğitim Verdiği Dersler ve Öğrencileri ... 9

2.2.3. Mezhebi ve Tarikat Silsilesi ... 10

2.2.4. Eserleri ... 10

2.3. Şahsiyeti ... 14

2.3.1. Beşerî Şahsiyeti ... 14

(11)

2.3.2. İlmî Şahsiyeti ... 14

BÖLÜM III KUŞEYRÎ’NİN “EL-CEVÂHİRU’L-MENSÛRE” İSİMLİ ESERİNDEKİ TASAVVUFÎ GÖRÜŞLERİNİN İNCELENMESİ 3.1. Gaybî Bilgiler ve Geliş Yolları ... 19

3.1.1. Keşf-Vâridât ... 19

3.1.2. Hâtır/Havâtır ve İlham ... 21

3.2. Tevhid ... 22

3.3. Marifet ... 27

3.3.1. Marifete Ulaştıran Şeyler ... 29

3.3.2.Kibrit-i Ahmer ... 31

3.4. Fenâ ve Bekâ ... 33

3.4.1. Fenânın Kısımları ... 36

3.4.2. Fenânın Sonuçları ... 37

3.4.3. Fenâ ve Bekâ Bağlamında Hayır ve Şerrin Halkla İlişkisi ... 41

3.4.4. Peygamberlerde ve Ebdâlde Fenâ ... 42

3.4.5. Nefis ve Hevadan Fenânın Yolu... 44

3.5. Kurb ve Bu’d ... 45

3.5.1. Kurb ve Bu’d Ehlinin Hali ... 46

3.5.2. Allah’a Yaklaştıran Şeyler ... 47

3.5.3. Kurb ve Teveccüh ... 48

3.5.4. Nefs ve Mâsivânın Kurbu Engellemesi ... 49

3.5.5. Bu’dun Sebepleri ... 50

3.6. Kur’an’da Nâsih ve Mensuh ... 52

3.7. Tevbe ... 53

3.8. Bulunulan Hal ve Makama Rıza ... 56

3.9. Tecellî ... 59

3.9.1. Celâl Tecellîsi ... 60

3.9.2. Cemâl Tecellîsi ... 61

3.10. Havf ve Recâ ... 64

3.11. Muvâfakat ve Muhalefet ... 70

3.11.1. Muvâfakat Çeşitleri ... 72

(12)

3.11.2. Muvâfakatın Neticesi ve Muvâfakatta Aklın Rolü ... 73

3.11.3. Nefse ve Hevâya Muhalefet ... 75

3.11.4. Halka Muhalefet ... 77

3.12. Kul Kâsip Allah Hâlıktır Prensibi ... 78

3.13. Sabır ... 79

3.13.1. Sabırlı Olmanın Yolu ... 81

3.13.2. Sabrın Şükre Dönüşmesi ... 81

3.13.3. Nimet ve Belaya Karşı Sabır ... 82

3.13.4. Sabrın Kazanımları ... 84

3.14. Evtâd ... 86

3.15. Teveccüh ... 87

3.15.1. Allah’a Teveccüh ve Allah’tan İstemek ... 87

3.15.2. Gizli Şirkin Teveccühe Engel Olması ... 89

3.15.3. Mâsivâ’dan Uzaklaşmanın ve Teveccühün Kazanımları ... 90

3.16. Tağyîr ve Tebdîl ... 91

3.17. Vuslat ... 91

3.17.1. Vuslat Yolu ... 93

3.17.2. Vuslat Müridi Şeyhinden Ayırır ... 93

3.18. Takva/Dünyadan Çıkıp Allaha Bağlanmak ... 94

3.19. Verâ ... 97

3.19.1. Amelde ve Rızıkta Verâ ... 99

3.19.2. Halkta Verâ ... 99

3.20. Azimet ve Ruhsat ... 100

3.21. Allah’ı Suçlamak ... 101

3.22. Sözünde Durmak ... 103

3.23. İman Miktarınca İmtihan ... 105

3.24. Kalbin Nefisten Korunması ... 107

3.24.1. Kanaatin Nefsi Engellemedeki Rolü ... 107

3.24.2. Hırs ve Tamah Göstermenin Neticesi ... 108

3.25. Kısmete Rıza ... 109

3.26. Hayır ve Şer ... 114

3.26.1. Belanın Hikmeti ... 115

3.26.2. Fakirlikle İmtihan ... 116

3.27. Havâss ... 118

(13)

3.28. Muhabbet ... 118

3.28.1. Allah İçin Sevmek ve Buğz Etmek (Hub ve Buğz) ... 120

3.28.2. Muhabbette Allah’ın Kıskançlığı ... 120

3.28.3. Allah’ın Sevgide Tek Olması ... 122

3.28.4. Allah'ın Kulunu Sevmesinin Sebebi ... 123

3.28.5. Sevgisinde Samimi Olan Kimsenin İbadeti ... 125

3.29. Kalp ve Dil Yönünden İnsan Çeşitleri ... 127

3.29.1. Kalbi ve Dili Olmayan ... 127

3.29.2. Kalbi Olmayıp Dili Olan ... 127

3.29.3. Kalbi Olup Dili Olmayan ... 128

3.29.4. Kalbi ve Dili Olan ... 129

3.30. Kader-Ecel ... 129

3.30.1. Her Şeyin Bir Vakti Vardır ... 130

3.30.2. Duada Aceleci Olmamak ... 131

3.30.3. Kaderin Vaktine Ulaşması ... 131

3.30.4. Allah’tan Hayırlısını İstemek ... 133

3.30.5. Kaderin Getirdiği Musibet ve Nimet Halinde Yapılacaklar ... 134

3.31. Dünya ve Ahiret Tercihi ... 135

3.32. Kitap ve Sünnete Uymak İbadet İcat Etmemek ... 138

3.33. Tevekkül ... 139

3.34. Hased ... 141

3.35. Kibir ve Gurur ... 143

3.36. Afiyet ve Bela ... 144

3.36.1. Nimette Musibet ... 145

3.36.2. Musibette Nimet ... 146

3.36.3. Şükür ve Emin Olmamak Nimeti Korur ... 146

3.37. Riyazet ... 147

3.37.1. Riyazette Başkasından İstememek ve Zikir ... 148

3.37.2. Az Yemek Az Uyumak ... 149

3.38. Zühd ... 151

3.39. Kısmetlerin Alınmasında Dört Hal ... 155

3.39.1. Tabii/Nefsâni Hal ... 156

3.39.2. Şeriat Hali ... 156

3.39.3. Velâyet Hali ... 156

(14)

3.39.4. Ebdâl Hali ... 157

3.40. Sû-i Zan ... 159

3.41. Nefsle Mücahede ... 162

3.41.1. Hz. Peygamber’in Nefsle Mücahedesi ... 162

3.41.2. Nefsle Mücahedenin Neticesi ... 163

3.41.3. Amelleri Beğenerek Nefse Uymak ... 164

3.41.4. Nefse Uymanın Neticesi ... 165

3.42. İsteyen veya İstenilen Olmak ... 166

3.43. Bela Halinde Sabır-Nimet Halinde Şükür ... 167

3.43.1. Şükrün Kısımları ... 167

3.43.2. Sabır ve Şükür Yönünden Hallerin Hakkının Verilmesi ... 169

3.44. Kısmetlerin Alınması ... 170

3.44.1. Fenâ Halinden Sonra Kısmetlerin Geri Verilmesi... 170

3.44.2. Kısmetin Araştırılması ... 171

3.44.3. Kısmetleri Almadaki Farklılıklar ... 171

3.45. Velîlerin Halka ve Hakk’a Bakışı ... 173

BÖLÜM IV SONUÇ 4.1. Sonuç ... 175

KAYNAKÇA ... 179

EKLER ... 183

ÖZGEÇMİŞ ... 261

(15)

KISALTMALAR

a.g.e. : Adı geçen eser b. : Bin (Oğlu) bkz. : Bakınız C. : Cilt.

(c.a.) : Celle ve alâ (c.c.) : Celle celâlühu

DİA : Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi çev. : Çeviren, tercüme eden

haz. : Hazırlayan Hz. : Hazreti

İFAV : Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Ktp. : Kütüphanesi

M.E.B. : Milli Eğitim Bakanlığı nr. : Numara

ö. : Ölümü

(s.a.) : Sallallahu aleyhi ve sellem s. : Sayfa

thk. : Tahkik

TDV : Türkiye Diyanet Vakfı terc. : Tercüme eden

trs. : Baskı tarihi yok vr. : Varak

(16)

EKLER LİSTESİ

EK 1. Eserin Orijinal Riyad Nüshası ………183

(17)

BÖLÜM I

GİRİŞ

1.1. Tezin Konusu ve Kapsamı:

Tezin konusu: Kuşeyrî’nin “el-Cevâhiru’l-Mensûre” isimli eseri bağlamında tasavvufî görüşleridir.

Tezin Kapsamı: Kuşeyrî’nin hayatı, eğitimi ve şahsiyeti tezin kapsamı içerisindedir.

Hayatı; yaşadığı siyasî ve içtimaî çevre, doğumu, ismi ve lakabı, nesebi ve ailesi, hapse atılması ve Bağdat’a sığınması, hac seferi ve vefatı konularından müteşekkildir.

Eğitimi; eğitim aldığı ilimler ve hocaları, eğitim verdiği dersler ve öğrencileri, mezhebi, tarikat silsilesi ve eserleri konularından meydana gelmektedir. Şahsiyeti; beşerî şahsiyeti ve ilmî şahsiyeti konularından oluşmaktadır.

Kuşeyrî’nin “el-Cevâhiru’l-Mensûre” isimli el yazması eserindeki tasavvufî görüşlerinin tespit edilerek incelenmesi, tezin esasını teşkil etmektedir. Tespit edilen görüşlerin mümkün olduğu kadar “er-Risâle” isimli meşhur eseriyle karşılaştırılması ve tasavvuf açısından yorumlanması konunun kapsam alanı içerisindedir. el-Cevâhir’de tespit edilen konuların lügat ve ıstılahî anlamlarının kaynaklardan tespit edilerek konuyla birlikte işlenmesi tezimizin kapsamındadır.

Abdülkerim Kuşeyrî, 376/986-465/1072 yılları arasında Horasan’ın Nîşâbur yöresinde yaşamıştır. Ebû Ali Dekkâk (ö. 405/1014), İbn Fûrek (ö. 406/1015), Ebû İshak İsferânî (ö. 418/1027) gibi devrinin meşhur hocalarından ders alarak kendisini yetiştirmiştir. Sadece tasavvufla ilgilenmemiş kelâm, hadis, fıkıh ve tefsir gibi diğer dinî ilimlerde de uzmanlaşarak bütün bu ilimlerde üstad olmuştur. Diğer dinî ilimlere vakıf olması tasavvufla diğer dinî ilimleri birbirine yaklaştırmasında önem arz etmektedir.

Kuşeyrî, dinin zâhiri ile bâtınını birlikte mütalaa eden ve tasavvufu dinin zâhirine ters düşen görüşlerden temizleyen, zâhirî ilimlerle tasavvufu birbirine yaklaştıran ve barıştıran önemli bir şahsiyettir.

Horasan Üstadı ve Zeynü’l İslâm unvanları ile anılan Kuşeyrî, “er-Risâle” isimli eserinde, Seksen üç sûfî’nin tercüme-i halini, tasavvufî görüşlerini, tasavvuf’un temel ıstılahlarını, tasavvuftaki hal ve makamları birer birer incelemiş, bu konularda sûfîlerin görüşlerine ve kendi açıklamalarına yer vermiştir. Bu eşsiz eser, onun tüm dünyada meşhur olmasını sağlamış ve tasavvuf için önemli bir kaynak olmuştur.

(18)

Tez konumuzu oluşturan el-Cevâhiru’l-Mensûre isimli eser, tasavvufta bu kadar önemli bir şahsiyet olan Kuşeyrî’nin eseridir. Bu eser el yazması olup iki nüshası mevcuttur. Kuşeyrî’nin bu eserindeki görüşleri, tezin kapsam alanı içerisindedir.

1.2. Tezin Amacı

Tasavvufun en önemli simalarından olan Kuşeyrî’nin hayatı, yaşadığı dönem, tahsil ettiği ilimler, ders aldığı hocaları, öğrencileri ve eserleri hakkında bilgi vermek onun tanınması bakımından son derece önemli olup çalışmamızın amaçlarındandır.

Abdülbaki Gölpınarlı, el-Cevâhiru’l-Mensûre isimli eserin el yazması olarak tek nüshasının olduğunu belirtmiştir. Biz buna rağmen araştırmalarımıza devam etmiş ve eserin Riyad Üniversitesi Kütüphanesinde de bir başka nüshasına ulaşmış bulunmaktayız.

Çalışmanın asıl amacı, Kuşeyrî’nin bu eserindeki tasavvufî görüşlerini ortaya çıkararak yorumlamak ve mümkün olduğu kadar er-Risâle isimli eserindeki görüşleriyle karşılaştırmaktır.

1.3. Tezin Yöntemi

Gölpınarlı’nın tek nüsha ve el yazması olarak sadece Konya Mevlâna Müzesi İhtisas Kütüphanesinde bulunduğunu ifade ettiği bu eserin orijinal ve çalışılmamış olması dikkatimizi çekti. Türkiye’de ve dünyanın diğer ülkelerinde başka nüshasının olup olmadığını danışmanım Doç. Dr. Hayri Kaplan’ın da çabalarıyla araştırdık ve neticede Riyad Üniversitesi Kütüphanesinde de bir nüshasının olduğunu tespit ettik. Öncelikle bu iki nüshayı temin edip gözden geçirdikten sonra zikrettiğimiz çalışmayı yapmaya danışmanımla birlikte karar verdik. İncelemelerimizde, tasavvufun tabakât kitaplarında ve Kuşeyrî’den bahseden eserlerde, el-Cevâhiru’l-Mensûre isimli eserin, meşhur Kuşeyri’ye ait olduğunu tespit ettik.

Kuşeyrî’nin bu eserdeki görüşlerinin tespit edilmesi için, el yazması halinde olan, bablara ayrılmadan ve konu başlıkları verilmeden vâridâta dayalı olarak yazılan eserin, daha fazla ağırlık verilen hususlara göre konu başlıkları verilerek sistemli bir şekilde işlenmesi son derece önemlidir. Konuların, lügat anlamları ve tanımları yapıldıktan sonra Kuşeyrî’nin, el-Cevâhiru’l-Mensûre isimli eserindeki tasavvufî görüşlerini ortaya çıkararak yorumlamak ve imkân nisbetinde er-Risâle isimli meşhur eserindeki tasavvufî görüşleriyle, karşılaştırmak; gerekli görülen yerlerde de, diğer sûfîlerin tasavvuf klasiklerindeki görüşleriyle açıklamak tezimizin yöntemidir.

(19)

Kuşeyrî’nin düşüncelerinin iyi anlaşılması için, tabakât kitaplarından ve diğer kaynaklardan onun hayatı, dönemi, eğitimi ve eserleri ile ilgili sağlıklı bilgiler verilmeye çalışılacaktır.

Eserin Riyad nüshasının esas alınması ve Konya nüshası ile karşılaştırılarak incelenmesi, Riyad nüshasındaki her varakın bir sayfa olarak belirlenmesi ve buna göre kaynak gösterilmesi tezimizin yöntemidir.

Nüshaların Tanıtılması

Eserin müellif nüshası bulunamamış, fakat farklı iki müstensihin hattı ile yazılan iki nüsha bulunabilmiştir. Bu nüshalardan birisi; Konya’daki Mevlâna İhtisas Kütüphanesinden, diğeri de Riyad’daki Riyad Üniversitesi Kütüphanesinden temin edilmiştir. Çalışmamızda kolaylık sağlaması bakımından bu nüshalar; Konya nüshası ve Riyad nüshası olarak isimlendirilmiştir. Bu açıklamadan sonra, üzerlerindeki bilgilere göre nüshaları tanıtalım.

Riyad Nüshası

Eserin adı : el-Cevâhiru’l-Mensûre

Eserin yazarı : Kuşeyrî, Abdülkerim b. Havâzin Nüshayı Yazan : Şeyh Cüneyd b. Şeyh Sendeli’l-Hanefî Nüshanın yazıldığı tarih : 19 Şevval 964/1577.

Nüshanın bulunduğu yer : Riyad Üniversitesi Kütüphanesi yazma eserler bölümü.

Kitap numarası : 1605

Varak sayısı : 79

Sayfa sayısı : 158

Satır sayısı : 13

Konya Nüshası

Eserin adı : el-Cevâhiru’l-Mensûre

Eserin yazarı : el- İmam eş-Şeyh el-Ârif Ebû’l-Kâsım el-Kuşeyrî Nüshayı yazan : Belli değil

(20)

Nüshanın yazıldığı tarih : Yazma nüshanın zahriyesinden önceki varakta yazılan notun tarihine nazaran bu nüsha 780/1380 yılından önce yazılmıştır.

Nüshanın bulunduğu yer : Konya Mevlâna Müzesi İhtisas Kütüphanesi

Kitap numarası :1634

Varak sayısı : 82

Satır sayısı : 15

Konya nüshasında harfler, Riyad nüshasına göre daha büyük yazıldığı için Konya nüshası üç varak daha fazladır.

(21)

BÖLÜM II

KUŞEYRÎ’NİN HAYATI EĞİTİMİ VE ŞAHSİYETİ

2.1. Hayatı

2.1.1. Yaşadığı Siyasî ve İçtimaî Çevre

Kuşeyrî, Selçuklu devletinin kuruluşu ve Tuğrul Bey’in (ö. 455/1063) İran’ı istilası sırasında Nîşâbur’da bulunmuştur. Selçuklu devletinin kurucusu Tuğrul Bey, ilk önce 429/1037 tarihinde Nîşâbur’u ele geçirmiş, fakat aradan çok zaman geçmeden 430 /1038 tarihinde Gazneli Sultan Mahmud (ö. 421/1030), bu şehri geri almıştır. Tuğrul Bey, 432/1040 tarihinde Nîşâbur’u tekrar ele geçirmiş ve artık burası tamamen Selçuklu hükümranlığına girmiştir. Bu çalkantılı dönemdeki muhasaralar altında şehrin zarar görmesi muhtemeldir. Nîşâburlu Şâfîlerin reisi olan Ebû Ömer el-Muvaffak’ın tavsiyesi ile Tuğrul Beye vezir olan Âmid el-Mülk el-Kundurî (ö. 456/1064), bazı siyasi ihtirasların tesiri ile Tuğrul Beyin dinî hislerini tahrik edip önce râfizîler ile bid’at ehlinin minberden lanetlenmesi müsaadesini almış, daha sonra da Ebû’l-Hasan el-Eş’arî’nin (ö.

260/936) aleyhinde bulunulmasını emretmiştir.1

Kundurî, Mûtezile taraftarı olduğu için, Mûtezile ile mücadele eden Eş’arî kelamcılarına karşı tavır almış ve mensuplarını ehli bidat saymıştır. Kundurî’nin, şafiî âlimlerinden Ebû Sehl b. Muvaffak’ı kendisine rakip gördüğü ve yerine getirilmesi endişesi içinde olduğu için, onu sultanın yanında kötülediği ve Eş’arî’lerle Şafiî’leri lanetlenmesi gereken bid’atçi mezhepler arasına soktuğu söylenmektedir. Böylece Eş’arîyye mezhebinden olan vaiz, hatip ve kadılar kovulmaya başlanmış ve fitne bütün vilayetlere yayılmıştır.2 Bu tablo, Kuşeyrî’nin nasıl bir ortamda yaşadığını göstermektedir.

2.1.2. Doğumu İsmi ve Lakabı

Kuşeyrî, Rebîülevvel 376 (Temmuz 986) senesinde Nişâbur’un Üstuvâ yöresinde doğdu. Babasını küçük yaşta kaybedince akrabası Ebû’l-Kâsım el-Yemânî’nin yanında yetişti. Üstuvâ, İran’ın Türkmenistan sınırı yakınındaki Kûçan kasabasının bulunduğu

1 Ateş, Ahmed, “Kuşeyrî”, İslâm Ansiklopedisi, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1977, C. VI, s. 1035.

2 Kuşeyrî, Abdülkerim, Kuşeyrî Risalesi, Haz. Süleyman Uludağ, Dergâh Yayınları, İstanbul 1999. s. 13, 14; Uludağ, Süleyman, Kuşeyrî, DİA. İstanbul 2002, s. 474.

(22)

yöredir.3 Kûçan kasabası, İran’ın Horasan bölgesinde, Nîşâbur’un yakınında ve kuzeyinde, Nîşâbur İle Meşhed arasındadır.

İsmi; Ebû’l Kâsım Abdülkerîm b. Hevâzin b. Abdülmelik b. Talha b. Muhammed Nîşâbûrî’dir. Burada zikredilen isim, nesep, künye ve lakabı da kapsamaktadır. Bir ayrıştırma yapılacak olursa şöyle demek gerekir: İsmi, Abdülkerîm, nesebi, Abdülkerîm b. Hevâzin b. Abdülmelik b. Talha b. Muhammeddir. Künyesi, Ebû’l-Kâsımdır.

Mensubiyete göre lakapları şunlardır: Kuşeyrî, Nîşâburî, Üstuvâî, eş-Şafiî. Yüceltici lakaplarından bir kısmı da şunlardır: el-İmam, el-Üstâz, eş-Şeyh, Zeynü’l-İslâm, el-Câmî Beyne’ş-Şerîa ve’l-Hakîka.4

2.1.3. Nesebi ve Ailesi

Kuşeyrî, aslen Üstuvâ bölgesindendir; Horsan bölgesine gelip orada oturan Araplardandır. Babası Kuşeyr, annesi ise Sülem kabilesindendir. Dayısı, Ebû Akîl es- Sülemî, Üstuvâ bölgesinin ileri gelenlerindendir. Babası, henüz o çocukken ölmüştür.5 Kuşeyr, babasının kabilesidir; Arapların İran’ı ilk istilâ ettiklerinde Horasan’a gelip yerleşmiş olan büyük bir kabiledir. Annesinin kabilesi Sülem de, bir Arap kabilesidir.6 Bu durum Kuşeyrî’nin ana tarafından da baba tarafından da Arap olduğunu ortaya koymaktadır.

Kuşeyrî’nin hanımı, tasavvuf eğitimini aldığı şeyhi Ebû Ali ed-Dekkâk’ın kızı Fâtıma’dır. Hanımı Fâtıma’dan, ilmi ve takvası ile tanınmış altı oğlu ve bir kızı olmuştur.

Oğulları; Ebû Sa’d Abdullah (ö. 414/1023), Ebû Sâid Abdülvâhid (ö. 418/1028), Ebû Mansur Abdurrahman, Ebû Nasr Abdürrahîm (ö. 514/1121), Ebu’l-Feth Ubeydullah, Ebû Muzaffer Abdülmün’im’dir (ö. 455/1053). Kuşeyrî’nin, bunun dışında Ahmed b.

Muhammed-i Çerhî Beledî’nin kızı ile evlendiği ve bu iki eşinden altı oğlu ve beş kızı olduğu söylenir.7

2.1.4. Hapse Atılması ve Bağdat’a Sığınması

Vezir Kundurî’nin, Eş’arî ve Şafiî ulemasına karşı başlattığı saldırılar bölgede büyük rahatsızlıklar meydana getirir. Eş’arî âlimlerinden olan Kuşeyrî, 436/1045 yılında

3 Uludağ, Kuşeyrî, DİA. C. 26, s. 473.

4 Kuşeyrî, Ebû’l-Kâsım Abdülkerîm b. Hevâzin, er-Risâletü’l- Kuşeyriyye, Neşredenin girişi, Dâru’l-Hayr, Beyrut 1997, s. 5, 6.

5 Subkî, Tabakâtü’ş-Şafiîyye, Dâru İhyâi’l-Kütübil-Arabiyye, Kahire 1413/1992, C.V, s. 155.

6 Ateş, a.g.e. C. VI, s. 1035.

7 Uludağ, Kuşeyrî, DİA. C. 26, s. 474.

(23)

Ebû’l-Hasan el-Eş’arî’nin, hadis ehlinden olduğuna ve Ehl-i Sünnet akidesine bağlı bulunduğuna dair fetva verir. 446/1054 tarihinde ulemaya hitaben “Şikâyetü Ehli’s- Sünne” isimli uzun bir mektup yazar. Bu mektup üzerine Kundurî, Tuğrul Beyi tahrik ederek Kuşeyrî, Reis el-Furatî, el-Cüveynî (ö. 478/1085) ve Ebû Sehl b. Muvaffak’ın yakalanıp hapsedilmeleri için izin alır. Kuşeyrî ve el-Furatî, yakalanarak Nîşâbur’un eski kalesine hapsedilir. Dışarıda bulunan Ebû Sehl, topladığı silahlı bir gurupla Nîşâbur’a gelir ve validen Kuşeyrî ve el-Furâtî’nin serbest bırakılmalarını ister. Olumlu cevap alamayınca adamlarıyla kaleyi basarak onları kurtarır. Burada Kuşeyrî’nin, baskılara boyun eğmeyerek zamanın vezirine bile başkaldırması, onun cesaretini ve mücadeleci şahsiyetini ortaya koymaktadır. Hapisten kurtarılan Kuşeyrî, 448/1056 yılında Bağdad’a gider ve Emîru’l-Mü’minîn Kâim bi-Emrullah’a (ö. 468/1075) uğrar. Emir, onu güzel karşılar, onun için özel sohbet ve zikir meclisleri kurdurur. Bu meclisler, Emîr’in huzurunda ve gözetiminde yapılırdı. Onun sözü, Emîr’in meclisinde etkili olur ve iş ona izzet ve ikrama dönüşür. 455/1063 yılında Sultan Alparslan (ö. 465/1072) başa geçince, Kuşeyrî, memleketi Nîşâbur’a geri döner. 8

2.1.5. Hac Seferi

Kuşeyrî, Ebû Muhammed el-Cüveynî, Şeyh Ahmed el-Beyhakî ve meşhur bir gurupla hacca gider. Onlarla birlikte Bağdat’ta ve Hicaz’da zamanın şeyhlerinden hadis dinler. Subkî (ö. 771/1370), Kuşeyrî’nin; Müslümanların imamlarından olan 400 kadı ile birlikte haccettiğini ve bu hac yılına, hacılar senesi anlamına gelen “Senetü’l-kudât”

dendiğini söyler. Harem-i Şerif’te, 400 kadı adına içlerinden birinin konuşması istediğinde, Kuşeyrî’nin konuşması hususunda herkesin ittifak ettiğini bildirir.9 Bu durum, Kuşeyrî’nin, zamanın ilim adamları arasındaki konumunu göstermesi bakımından çok önemlidir.

Hac görevini (455/1063) senesinde yerine getiren Kuşeyrî, keşif yoluyla vezir Kundurî’nin öldürülüp parçalandığını kendisi ile birlikte olan kadılara ve din adamlarına haber vermiş ve memleketlerine dönmelerini söylemiştir. Kendisi de Bağdat yoluyla memleketine dönmüştür.10 Kundurî, sultan Alparslan tarafından idam edildikten sonra, yerine ulema dostu Nizamulmülk (ö. 485/1092) getirilmiştir. Nizamulmülk’ün Eş’arîleri,

8 Subkî, a.g.e. V, s. 158.

9 Subkî, a.g.e. V, s. 156, 158.

10 Ateş, a.g.e. C. VI, s. 1036.

(24)

özellikle de Kuşeyrî’yi himaye etmesi sayesinde Kuşeyrî, ömrünün son on yılını müreffeh bir şekilde geçirmiştir.11

2.1.6. Vefatı

Kuşeyrî’nin, hastalandığı zaman, bir rekât namazı bile oturarak kılmadığı, ölünceye kadar bütün namazlarını ayakta kıldığı bildirilmektedir. Kuşeyrî, 465 senesinde, 16 rebîulâhir ayında (30 Aralık 1072), pazar sabahı Nîşâbur’da vefat etmiş ve hocası Ebû Ali Dekkâk’ın yanına defnedilmiştir. Ebû Turâb Murâğî, Kuşeyrî’yi rüyasında gördüğünü ve onun kendisine; “Ben iyi bir yaşam ve büyük bir rahatlık içindeyim.” dediğini söyler.

Onun hakkında bir başkasının da şöyle dediği söylenir: “Üstadın bindiği bir at vardı. O ölünce at yemekten kesildi, hiçbir şey yemedi, kimseyi üzerine bindirmedi; bu hal üzere birkaç gün yaşadıktan sonra öldü.”12

2.2. Eğitimi

2.2.1. Eğitim Aldığı Dersler ve Hocaları

Kuşeyrî, küçük bir çocukken, babasının vefat etmesinden sonra akrabası Ebû Kâsım Elîmânî’nin yanında yetişir, ondan edebiyat ve Arapça dersleri alır. Gençliğinde Nîşâbur’a giderek zamanının dili olan Şehîd Ebû Ali Hasan b. Dekkâk’ın meclisine girer ve bu hocadan tasavvuf eğitimi alır. Daha sonra, şeyh İmam Ebû Bekr b. Tûsî’den fıkıh, İmam Ebû Bekr b. Fûrek’ den usûl ve kelam dersleri alır. Ebû Bekr öldükten sonra Ebû İshak İsferânî’nin bütün derslerini takip eder. Hocası onun ilmi seviyesinin yükseldiğini görünce; “Bundan böyle dersime ihtiyacın yok sadece benim eserlerimi incelemen yeterlidir, eğer bir şeyden şüphelenirsen bana gelirsin.” diyerek artık onun yetiştiğini ifade eder. Kuşeyrî, daha sonra kadı Ebû Bekr ibn Tayyib’in kitaplarını inceler ve Üstad Ebû Ali’nin meclisine katılır. Hocasının vefatından sonra Ebû Abdurrahman Sülemî ile samimiyet kurar ve daha sonra da Horasan Üstadı olur.

Kuşeyrî’nin, hadis dersi aldığı âlimler şunlardır: Ebû Hüseyn Haffâf, Ebû Nuaym İsferânî, Ebû Bekr b. Abdûs Mezkî, Ebû Nuaym Ahmed b. Muhammed Mihricânî, Ali b.

Ahmed Ehvâzî, Ebû Abdurrahman Sülemî, İbn Bâkûye Şîrâzî, el-Hâkim, İbn Fûrek, Ebû Hüseyn b. Bişrân. Kuşeyrî, özellikle fıkıh ilmini Ebû Bekr Muhammed b. Bekr Tûsî’den;

11 Kuşeyrî, Kuşeyrî Risalesi, Haz. Süleyman Uludağ, s. 14, 15.

12 Subkî, a.g.e. V, s. 159, 160; Krş. Ateş, Ahmed, a.g.e. C. VI, s. 1036.

(25)

kelâm ilmini, Ebû Bekr b. Fûrek’ten; tasavvuf ilmini de üstâdı Ebû Ali Dekkâk’tan almıştır. 13

2.2.2. Eğitim Verdiği Dersler ve Öğrencileri

Kuşeyrî’nin, mutasavvıflığının dışında, emsalsiz bir fakih, kelâm muhakkiki ve usta bir müfessir; dilde, gramerde, edebiyatta, şiirde ve hat sanatında mahir bir kişi olduğu bildirilmektedir. Onun asrındaki kimselerin, Kuşeyrî’nin zamanın efendisi, önderi ve Müslümanların bereketi olduğu hususunda icma ettikleri ifade edilmektedir. Önemli bir hadis bilgini olan Kuşeyrî’den şu kimseler hadis dersleri almıştır: Hatib Bağdâdî (ö.

463/1071), İbn Abdulmunim ve oğlu, Ebû Esad Hibetürrahmân, Ebû Abdullah Ferrâvî, Zâhir Şihâmî, Abdulvahhâb b. Şâh Şâdyâhî, Vecih Şihâmî, Abducabbâr Huvvârî ve halktan ismi zikredilmeyen pek çok kişi. Hatîb Bağdâdî; “Kuşeyrî bize Bağdat’ta hadis rivayet etti, biz de yazdık. Sika idi, hikmet sahibiydi ve güzel vaaz ederdi”14 diyerek Kuşeyrî’nin muhaddisliği ve ilmi kişiliği hakkında bilgi vermiştir.

Kuşeyrî’nin öğrencilerinden bir kısmı şunlardır: İsmâil b. Hüseyn Hüseynî, İsmâil b. Ebî’l-Kâsım Ğazî, Süleyman b. Nâsır Ensârî, Abducabbâr b. Muhammed Huvvârî, Ebû Bekir b. Abdurrahman Buhayrî, Abdullah b. Atâ Herevî, Muhammed b. Fazl, Şâh b.

Ahmed Şâdyâhî, Fazl b. Muhammed Gasbânî, Muhammed b. Hazîmî.15

456/1064 senesinde vezir Kundurî’nin, Alparslan tarafından idam edilip yerine Nizâmülmülk’ün getirilmesiyle rahatlayan Kuşeyrî, Nîşâbur’daki medresesinde ömrünün sonuna kadar vaaz etmeye ve ders vermeye devam etmiştir. 437/1045 te başladığı hadis imla meclislerini de ölümüne kadar 27 yıl sürdürmüştür.16

Mutasavvıf olarak öne çıkan Kuşeyrî’nin, usûlü’d-din, tefsir, hadis, kelâm ve fıkıh ilimlerinde de uzmanlaşmış olması; onun dinî ilimleri ötekileştirmeyerek meczettiğini ve her ilimden de istifade etmeyi tercih ettiğini göstermektedir. Kuşeyrî’nin bu anlayışı, dinî ilimler arasında başlangıçtan günümüze kadar süregelen çatışmaları sergileyen kimselere örnek olmalıdır.

13 Subkî, a.g.e. V, s. 154; Krş. Uludağ, Kuşeyrî, DİA. C. 26 s. 473.

14 Subkî, a.g.e. V, s. 153, 154.

15 Kuşeyrî, er-Risâle, Neşredenin girişi, s. 11.

16 Uludağ, Kuşeyrî, DİA. C. 26 s. 474.

(26)

2.2.3. Mezhebi ve Tarikat Silsilesi

Hatîb Bağdâdî; Kuşeyrî’nin usulde Eş’arî, fıkıhta ise Şafiî mezhebinden olduğunu söylemiştir. Abdulğâfir b. İsmail; onun mutlak bir imam, asrının dili ve Allah’ın halk arasındaki sırrı olduğunu belirtir. Kuşeyrî’yi, şeyhlerin şeyhi, cemaatin üstadı, Ehl-i Sünnet taifesinin önde geleni, tarikat sâliklerinin maksadı olarak vasfeder. Onun, hakikati açıklayan, mutluluğun gözü, güzelliğin gerçeği, kemalde ve maharette benzeri görülmeyen bir kimse olduğunu; şeriat ve hakikat/tasavvuf ilmini bir araya getirdiğini, tarikatın esaslarını en güzel şekilde açıkladığını belirtir. Subkî, Kuşeyrî’nin tarikat senedini, Abdulğâfir’in şu şekilde açıkladığını bildirir: Tasavvuf tarikini üstad Ebû Ali Dekkâk’tan aldı. Ebû Ali, Ebû Kâsım Nasrâbâzî’den (ö. 369/980), Nasrâbâzî, Şiblî’den (ö. 334/945), Şiblî, Cüneyd’den (ö. 279/909), Cüneyd, Seriyy Sakatî’den (ö. 257/870), Seriyy, Marûf Kerhî’den (ö. 200/816), Marûf, Dâvud Tâî’den (ö. 161/777), Dâvud, tabiinden aldı. 17

Ona Kuşeyriyye adıyla bir tarikat nisbet edildiği; bu tarikatın, XVIII. Yüzyıla kadar Hindistan’da varlığını sürdürdüğü söylenir. el-Cüveynî ve öğrencilerinden el- Farmadî (ö. 477/1084) vasıtasıyla Gazâlî’yi (ö. 505/1111) etkileyen Kuşeyrî, tasavvufu Sünnî bir çerçeve içerisine almaya gayret etmiştir.18

2.2.4. Eserleri

Kuşeyrî’nin eser adlarını zikreden kaynaklarımızdaki bilgiler, onun irili ufaklı otuz civarında eser telif etttiğini göstermektedir. Müellifi tarafından özel bir isim koyulmamış olan bazı eserleri doğal olarak farklı adlarla anılmış ve kaydedilmiştir. Onun günümüze ulaşan eserleri şöyle sıralanabilir:

er-Risâle/er-Risâletü’l-Kuşeyriyye/Risâletü’l-Kuşeyrî: En çok tanınan eseri olup, tasavvufu ve sufileri, onların itikatlarını, görüşlerini, uygulamalarını savunma ve açıklama amaçlıdır. Eser telifi bağlamında çoğunlukla “ufak hacimli eser” veya “mektup”

anlamında kullanılan “risâle” kelimesiyle isimlendirilse de hacimli denilebilecek bir eserdir. Kendi görüşlerinden ziyade diğer sufileri konuşturarak nakil ve derleme türünde bir eser ortaya koymuş denilebilirse de hem kendilerinden nakilde bulunduğu kişilerin ortak amaca hizmet eden farklı ifadelerini sunarak zengin bir içerik oluşturduğu hem de özenle seçerek naklettiği görüşlere bir tür kabul ve değer atfettiği söylenebilir.

17 Subkî, a.g.e. V, s. 154, 155, 157.

18 Uludağ, Kuşeyrî, DİA. C. 26, s. 474.

(27)

Tasavvufun temel kaynaklarından, klasiklerinden biri olan bu eser 437-438/1044-1045 yılları arasında yazılmıştır. Kuşeyrî, bu eseri tasavvufun Sünnî akideye uyduğunu göstermeye çalışırken, hem sûfîlerin uğradığı eleştirilere cevap vermiş hem de tasavvufun Ehl-i Sünnet dairesinden çıkmamasına önemli bir katkı sağlamıştır. Çok sayıda yazma nüshaları bulunduğu gibi birçok kez basılmış, ayrıca üzerinde şerh çalışmaları da yapılmıştır.

Letâifü’l-İşârât (‘an Hakâikı’l-‘İbârât): Kur’ân-ı Kerîm’in işârî yorumlarını konu edinen bu eseri 434/1042-1043 senesinde yazmaya başladığını söylemiştir. Sülemî’nin, Hakâiku’t-Tefsîr’i örnek alınarak yazılan ve çok sayıda yazma nüshası bulunan eser, İbrahim Besyûnî tahkikiyle ilk olarak 1971 yılında Kâhire’de altı cilt, Abdullatîf Hasan Abdurrahmân’ın tashih ve notlarıyla 2007 yılında Lübnan’da üç cilt halinde yayınlanmıştır. Eserin Türkçe tercümesi, Prof. Dr. Mehmet Yalar tarafından yapılmıştır.

Altı ciltten oluşan eser, 2012 yılında İlk Harf Yayınevi tarafından İstanbul’da yayınlanmıştır.

Kenzü’l-Yevâkît (fi’l-Va‘z ve’t-Tezkîr ve’z-Zühd ve’t-Tefsîr): Bir nüshası Muhammed b. Su‘ûd Üniversitesi Kütüphanesinde (nr. 8316) bulunan eser, Kur’ân surelerinden bazı ayetlerin işârî yorumlarını soru-cevap ağırlıklı bir uslup içerisinde ele almaktadır.

el-Hakâik ve’r-Rakâik fi’l-Hassi ‘alâ İkbâli’l-Halkı ‘ale’l-Hâlık: Bilinen tek nüshası Chester Beatty Ktp. nr. 3052’de bulunmaktadır. Otuz beş fasl altında vaaz niteliğinde hazırlanmış, bol miktarda şiirin de yer aldığı edebi bir metindir.

et-Tahbîr fi (‘İlmi)’t-Tezkîr/Şerhu’l-Esmâi’l-Husnâ: Allah’ın isimleriyle ilgili bazı ayetlerin açıklanmasına dair uzunca bir girişin ardından hadislerde belirtildiği sırayla;

Allah isminden başlayarak sabûr ismine kadar tasavvufi açıklamalar ağırlıklı olarak telif edilmiş bir esmâ-yı hüsnâ şerhidir. Çok sayıda yazma nüshası bulunan eser ilk olarak İbrahim Besyûnî (Kahire 1969), Ahmed Abdülmün‘im el-Hulvânî (Kahire 1970) ve Abdülvâris Muhammed (Beyrut 1999) tarafından yayınlanmıştır.

‘Uyûnu’l-Ecvibe fî Funûni’l-Es’ile: Tasavvuf ıstılahlarına dair soru cevap tarzında hazırlanmış bir eser olup günümüze ulaşan az sayıdaki yazma nüshalarından bir tanesi Amasya İl Halk Ktp. nr. 1434, vr. 1b-28b arasında yer almaktadır. Florian Sobieroj tahkikiyle yayınlanmıştır (Wiesbaden 2012).

Tertîbü’s-Sülûk fî Tarîkillah: Zikir âdâbına dair bu eserde zikirle ilgili olarak kendisinin yaşadığı bazı tecrübeleri de anlatır. Fritz Meier tarafından Almanca çevirisiyle birlikte bir makale içerisinde (“Qusayri’s-Tartib as-Sulûk”, Leiden 1963), Kasım es-

(28)

Sâmarrâî tarafından Kuşeyrî’nin diğer üç risâlesiyle birlikte (Erba‘u Resâil fi’t-Tasavvuf, Bağdat 1969) Muhammed Hasan tarafından (er-Resâilû’l-Kuşeyriyye, Pakistan 1964) ve Besyûnî tarafından (Kahire 1968) yayınlanmıştır.

Şikâyetü Ehli’s-Sünne (bi-Hikâyeti mâ Nâlehüm mine’l-Mihne): Eş‘ariyye mezhebinin savunması diyebileceğimiz bir risâledir. Muhammed Hasan tarafından Kuşeyrî’nin diğer üç risâlesiyle birlikte Kastamonu nüshası (nr. 2713/9) asıl alınarak (Pakistan 1964) yayınlanmıştır.

Ahkâmu’s-Simâ‘: Bu ufak eser de yine Kastamonu nüshası asıl alınarak Muhammed Hasan tarafından (Pakistan 1964) yayınlanmıştır.

Mensûru’l-Hitâb fî Meşhûri’l-Ebvâb/Evsâfü Ehli’s-Safve: Elli kadar tasavvuf ıstılahı hakkında çok kısa tanım ve bilgiler sunan bir risâledir. Kasım es-Sâmerrâî tarafından diğer üç risâlesiyle birlikte (Erba‘u Resâil fi’t-Tasavvuf, Bağdat 1969) yayınlanmıştır.

‘İbârâtü’s-Sûfiyye ve Me‘ânîhâ: Kasım es-Semârrâî tarafından yayınlanan (Bağdat 1969) bu risâlede yüz adet tasavvuf terimi kısaca tanımlanmıştır.

Muhtasar fi’t-Tevbe: Bu ufak eser de Semârrâî tarafından yayınlanmıştır (Bağdat 1969).

el-Kasîdetü’s-Sûfiyye: Eş’arî akaidine dair olup otuz dokuz beytten ibarettir.

Semârrâî tarafından yayınlanmıştır (Bağdat 1969).

Âdâbu’s-sûfiyye/Muhtasar fî Âdâbi’l-Mutasavvifîn: Oldukça özet şekilde sufi âdâbını konu edinen bu eserin bir nüshası Süleymaniye Ktp./Şehid Ali Paşa, nr. 2800, vr.

107a-116b arasında bulunmaktadır.

el-Luma fi’l-İ‘tikâd: Eş’arî akaidini özetleyen ufak bir metindir. İlk olarak R. M.

Frank tahkikiyle yayınlanan (Beyrut 1982) bu eser, Tablâvî Muhammed Sa‘d tarafından da yayınlanmıştır (Kahire 1988).

el-Fusûl fi’l-Usûl/el-Mu‘tekad/‘Akîdetü’l-Kuşeyriyye/‘Akîdetü Ehli’t-Tasavvuf:

Kısa kısa seksen beş fasıldan oluşan risâle de Eş‘arî itikadına dairdir. Bu eser de Tablâvî Muhammed Sa‘d tarafından da yayınlanmıştır (Kahire 1988).

Bülğatü’l-Makâsıd/Bülğatü’l-Kâsıd: Müridlerin tasavvuf yolunda yükümlü oldukları hususları kısaca dile getiren bir risâledir. Bu eser de Tablâvî Muhammed Sa‘d tarafından da yayınlanmıştır (Kahire 1988).

Risâle fi Beyâni's-Sülûk: Bilinen tek nüshası Süleymaniye Ktp./Esad Efendi, nr.

1721, vr. 110b-115a arasında bulunmaktadır. Tasavvuf yoluna gireceklere tavsiyeler içermektedir.

(29)

Nahvu’l-Kulûb el-Kebîr ve Nahvu’l-Kulûb es-Sağîr: Arapça Nahiv ilmini anlatan ifadelerin tasavvufi bir dille yorumlanmasını konu edinir. Büyük olanı İbrahim Besyûnî ve Ahmed ‘Alemüddîn el-Cendî tahkikiyle (Kahire 1994), diğeri ise Ahmed ‘Alemüddîn el-Cendî tahkikiyle (Kahire 2008) yayınlanmıştır.

Medâricü’l-İhlâs: Burdur İl Halk Ktp. nr. 1637, vr. 41b-66b arasında bir nüshası bulunmaktadır.

Erba‘ûne Hadîsen: Kuşeyrî’nin -hadis istılahında meşhur olduğu üzere- ‘âlî isnadlarını içeren hadis mecmuasıdır. Bir nüshası Zâhiriyye Kütüphanesinde (nr. 113, vr.

150a-159a) diğeri Âsitân-i Kuds-i Radavî Kütüphanesinde (nr. 22099, vr. 67a-86b) arasında bulunmaktadır.

Kitâbü’l-Erba‘în fî Tashîhi’l-Mu‘âmele: Kitap daha ziyâde, İslâm ahlâkıyla ilgili tasavvufî hadisleri içermektedir. Konular, kırk hadisle sınırlı olmayıp bâblar halinde her bâbda bir veya birden fazla hadis sunularak anlatılmaktadır. Eser Ebû Muhammed es- Seyyid Ebû ‘Ammih’in tahkikiyle (Tanta 1992) ve Muhammed es-Seyyid el-Bersîcî tahkikiyle (Amman 2013) yayınlanmıştır.

el-Emâlî: Kuşeyrî’nin hadis rivayetlerini içeren ufak bir cüz olup bir nüshası Zâhiriyye Ktp. nr. 377, vr. 107-118 arasında bulunmaktadır.

Kitâbü’l-Mi‘râc: Ali Hasan Abdülkâdir tarafından yayınlanan (Kâhire 1964) eserde, isrâ ve miraç konusuyla ilgili ayetler, hadisler, geçmiş peygamber ve velilerin miraçları, kelami ve tasavvufi yönlerden bu konudaki bazı tartışmalar ele alınır. Eser, Cevher Caduk tarafından Türkçeye tercüme edilmiş ve İlk Harf Yayınevi tarafından 2011 yılında İstanbul’da yayınlanmıştır.

el-Cevâhiru’l-Mensûre/Kitâbü’l-Cevâhir: Tezimize konu olan eseridir.

Kaynaklarımızda Kuşeyrî’ye ait olarak zikredilen fakat nüshalarına henüz rastlanmamış veya günümüze ulaşmamış olan eserleri ise şunlardır: Kitabu’l-Münâcât, Sîretü’l-Meşâyih, Mecâlisü Ebî ‘Ali ed-Dekkâk, ez-Zikru ve’z-Zâkir, el-Müntehâ fî Nüketi Üli’n-Nühâ, Faslu’l-Hitâb fi Fadli’n-Nutkı’l-Müstetâb, İstifâdatü’l-Murâdât, Nâsihu’l- Hadîs ve Mensûhuh.

(30)

2.3. Şahsiyeti

2.3.1. Beşerî Şahsiyeti

Subkî, Kuşeyrî’nin; cesur, kahraman, ata binmede ve silah kullanma sanatında asrının emsalsiz kimselerinden biri olduğunu belirtmiştir.19 Yukarıda da izah ettiğimiz gibi o, Selçuklu imparatoru Tuğrul Beyin veziri Kundurî’nin baskılarına boyun eğmemiş ve onunla mücadele etmiştir. Eş’arîlerin lanetlenmesi, bidat ehli sayılmaları, vaaz ve kadılık gibi görevlerden el çektirilmeleri karşısında sessiz kalmamıştır. 436/1045 senesinde Hasan el-Eş’arî’nin hadis ehli olduğu ve Eş’ariyye’nin de ehl-i sünnet mezhebi olduğu fetvasını vermiştir. 446/1054 yılında ulemaya hitaben Şikâyetü Ehli’s-Sünne eserini yazmıştır. Görüldüğü gibi sadece kendisi haksızlıkla mücadele etmekle kalmamış, ulemayı da haksızlık karşısında mücadeleye çağırmıştır. Bu davranışı karşısında hapse atılmış fakat Ebû Sehl’in komutasındaki kendisi gibi yiğit arkadaşları tarafından valinin askerleri dağıtılarak ve kale basılarak kurtarılmıştır. 448/1056 tarihinde Bağdad’a sığınmış, 456/1064 de Sultan Alparslan’ın, vezir Kundurî’yi idam etmesinden sonra tekrar memleketine dönmüştür.20 Verdiğimiz tarihlere bakılırsa, 436’dan 448’e kadar yani 12 sene vezir Kundurî’ye boyun eğmeyerek onunla mücadele ettiği görülür.

Sûfîlerin; korkak, pısırık ve çekingen kimseler olduğu görüşünde olanlara karşı Kuşeyrî’nin bu davranışı güzel bir örnektir. O, sadece yazdığı eserlerdeki fikirleriyle değil aynı zamanda cesareti ve cengâverliği ile de sûfîlere örnektir. Onun bu mücadelesi, Allah’tan korkan kimsenin, korkusuz olacağını ve hiç kimseden korkmayacağını göstermektedir.

2.3.2. İlmî Şahsiyeti

Kuşeyrî, çok zekî ve kabiliyetli bir kimsedir. Sadece temel dinî ilimlerle iştigal etmemiştir. O, aynı zamanda dilci, gramerci, edebiyatçı ve şâir idi. İyi bir kâtipti ve hattı çok güzeldi. Tasavvufî görüşlerini Kur’ân’la temellendirmesinde, güçlü muhakemesi kadar iyi bir hafız olmasının da rolü vardır. Kuşeyrî’nin hitabetin ve ikna kabiliyetin çok güçlü olduğunu onun hakkında söylenen şu söz net bir şekilde ortaya koymaktadır:

“Zorluklar, onun önünde zillete uğrayarak boyun eğer. Uyarı sopasıyla kayaya vursa erirdi. İblis’i zikir meclisine bağlasa tevbe ederdi.” “Onun minberinin eşiği, âriflerin yastığıdır. Yüce kimselerin başı onun şiiriyle taçlanır.” sözü de, onun şiir ve marifetteki

19 Subkî, a.g.e. s. 156, 157.

20 Uludağ, Kuşeyrî, DİA. C. 26, s. 474.

(31)

konumunu gösterir.21 Sorulan sorulara tatmin edici cevaplar vermesi; onun geniş ilmi, kıvrak zekâsı, güçlü muhakemesi ve hitabeti sayesindedir.

Hucvirî (ö. 470/1077), Kuşeyrî’yi şu sözlerle tanıtmaktadır: “Üstad, imam, zeynü’l-İslâm Kuşeyrî, zamanının harikası, kadri yüce, makamı ulu ve zamanındaki halkın malumu olan bir zat idi. Her fende pek çok latif halleri ve çeşit çeşit faziletleri vardı. Nefis eserleri tahkike dayanmaktaydı. Hak Teâlâ, halini ve dilini haşivden ve lüzumsuz uzatmalardan korumuştu.”22

Molla Câmî, Kuşeyrî’ye müritliğinin ilk yılları sorulduğunda şöyle cevap verdiğini söyler: “Bir vakit evin penceresi için taş gerekti. Kaldırdığım her taş cevher oluyordu. O zaman da onu geri bırakıyordum.” Bu durum, onun nezdinde cevherin taştan daha değersiz olduğunu gösterir. Çünkü onun istediği cevher değil taştı.23 Bu durum aynı zamanda, Selçuklu vezirine bile eyvallah etmeyen Kuşeyrî’nin zühdünü ortaya koymaktadır.

Onun asrındaki kimseler, Kuşeyrî’nin; zamanın efendisi, önderi ve Müslümanların bereketi olduğu hususunda icma etmişlerdir. Abdulğâfir b. İsmail, “O mutlak bir imamdır. Fâkih, kelâmcı, usulcü, müfessir, edip, nahivci, kâtip, asrının dili olan şairi ve halk arasında Allah’ın sırrıdır.” demiştir. Subkî, “Onun, 437/1045 yılından 465/1072 yılına kadar hadis imlâ/yazdırma meclisleri kurduğunu; hadis konusunda latifelerle, işaretlerle konuştuğunu ve hadisi haşiyelerle açıkladığını; yazmada temiz ve açık bir yöntemi olduğunu,” aktararak onun muhaddisliğine işaret etmiştir. Öğrencisi Hatîb Bağdâdî, “O, Bağdat’ta bize hadis rivayet etti, biz de yazdık. Sika idi, hikmet sahibiydi ve güzel vaaz ederdi. Usulde Eş’arî, fıkıhta ise Şâfî mezhebindendi.” diyerek onun muhaddisliği ve diğer özellikleriyle ilgili bilgi vermektedir.24

Zeynu’l İslâm lakaplı Kuşeyrî’nin mutlak bir imam olduğu; doğuda ve batıda yayılan risalesiyle yıldız gibi parladığı; ilimde ve amelde Müslümanların imamı, sözde ve fiilde de ümmetin temeli olduğu; sünnette kendisine tabi olunan bir kimse olduğu belirtilmiştir. Onun, sözüyle cennet ve cehennem yolunu açıkladığı; ilimleri bir arada topladığı; Ehl-i sünnet taifesinin önde geleni, cemaatlerin üstadı ve şeyhlerin şeyhi olduğu ifade edilmiştir. Zamanının ehlinin, onun sözünün ve üslubunun benzersiz olmasında; şeyhlerin sözlerinden, ayetlerden ve hadislerden hüküm çıkarmakta; latif

21 Subkî, a.g.e. s. 157.

22 Hucvirî, Ali b. Osman Cüllâbî, Keşfu’l-Mahcûb, Haz. Süleyman Uludağ, Dergâh Yayınları, İstanbul 1996, s. 272.

23 Câmî, Abdurrahman, Nefehâtü’l-Üns, Haz. Süleyman Uludağ, Mustafa Kara, Pinhan Yayınları, İstanbul 2011, s. 441.

24 Subkî, a.g.e. s. 154, 155.

(32)

işaretlerle kalpleri güzelleştirmede; tarikat diliyle yazdığı latif şiirlerde ve eserlerde benzersiz olduğu hususunda icma ettikleri bildirilmiştir. Kemâlde ve maharette hiç kimsenin onun benzerini görmediği, şeriat ve hakikat/tasavvuf ilmini bir araya getirdiği;

tarikatın esaslarını en güzel şekilde açıkladığı söylenmiştir.25

Yukarıda belirtildiği gibi Kuşeyrî, hadis, tefsir, kelâm ve fıkıh gibi zâhirî ilimlerde üstad olduğu gibi Bâtınî ilim olan tasavvufta da üstaddır. O, şeriatla hakikati bir araya getirmiştir. Kuşeyrî zamanında tasavvuf hareketi, şeriattan uzaklaşmış, hatta ondan irtibatını bile koparmıştı. Mutasavvıfların, zâhirî hükümlerden ve amellerden uzaklaşmasıyla, tasavvuf şeriattan uzaklaşmıştır. Bu sebeple tasavvuf cereyanı; kelâmcı, fıkıhçı ve hadisçilerin muhitine giremiyor ve muhafazakâr Sünniler arasında tutunamıyordu. Tasavvufa şüpheli bir nazarla bakılıyordu ve bazen ilhad hareketi olarak görülüyordu. Kuşeyrî’nin sayesinde zâhir ve bâtın, şeriat ve hakikat, tasavvuf ve nakil kucaklaşmıştı. Kuşeyrî, tasavvufu şeriata yaklaştırarak bu işi başarmıştır. Kuşeyrî’den kısa bir müddet sonra yaşayan ve ondan etkilenen Gazâlî, şeriatı tasavvufa yaklaştırarak aynı neticeyi almıştır. Kuşeyrî ve Gazâlî’nin bu faaliyetlerinden sonra tasavvuf şâibelerden kurtulmuş, zâhir uleması nazarında berat etmiş ve sünnî muhit içerisinde yer bulmuştur.26

Her ne kadar, Mutezîlî olan vezir Kundurî kendisine düşmanlık yapmış olsa da, onun kıymetini bilen devlet ricali ona değer vermiştir. Bağdat sürgününde, Emîru’l Mü’minûn Kâim bi-Emrullah, onun için sohbet ve zikir meclisleri tertip etmiş ve kendisi de bu meclislere katılmıştır. Kundurî’yi idam ettiren Sultan Alparslan ve veziri Nizâmulmülk de ona değer vermişler ve sürgün olduğu Bağdat’tan dönerek ömrünün sonuna kadar Nişâbûr’da istediği gibi eğitim vermesine zemin hazırlamışlardır.

Sem’ânî, Kuşeyrî’nin bir gün büyük imamlardan birinin meclisine geldiğini; Merv Kadısı Ali Dehgân’ın, oturduğu sedirdeki yastığı, minberin merdiveninde oturmakta olan Kuşeyrî’ye gönderdiğini ve ondan övgüyle bahsederek şöyle dediğini aktarmaktadır: Ey insanlar! Yıllardan birinde bu büyük imam da kadılarla haccetmişti. O yıla kadılar senesi denilir. O yıl, uzak yerlerden ve bölgelerinden Müslümanların imamlarından olan 400 kadı haccetmişti. Harem-i Şerif’te onlardan birinin konuşmasını istediler. Üstad Ebû Kâsım hakkında herkes ittifak etti.

Subkî kendisine ulaşan şu olayı da nakletmiştir: Ebû Kâsım, şiddetli bir hastalığa tutulan ve ümit kesilen çocuğu kendisine getirildiğinde, çok üzülür. Rüyasında Allah

25 Subkî, a.g.e. s. 153, 155.

26 Krş. Kuşeyrî, Kuşeyrî Risalesi, Haz. Süleyman Uludağ, s. 19.

(33)

Teâlâ’yı görür ve durumu O’na bildirir. Hak Teâlâ, “Şu şifa ayetlerini topla ve onun üzerine oku, onları yaz, bir su kabına koy ve bir meşrubat yap.” der. Kuşeyrî, böyle yapar ve çocuk sağlığına kavuşur. Subkî, birçok şeyhin bu ayetleri hastalar için yazdıklarını ve sağlıklarına kavuşmalarını isteyerek bir kapta onlara içirdiklerini gördüğünü söyler.27

Kur’ân’daki şifa ayetleri şunlardır: “O, mü’min kavmin göğsüne şifa verir.”28“O (Kur’ân) kalplere şifadır.”29“Onda insanlar için şifa vardır.”30“Biz Kur’ân’ı Mü’minlere şifa ve rahmet olarak indirmekteyiz.”31 “Hastalandığımda, O bana şifa verir.”32 “De ki! O inanalar için bir hidayet ve şifadır.”33

27 Subkî, a.g.e. s. 158, 159.

28 Tevbe, 9/14

29 Yûnus, 10/57

30 Nahl, 16/69

31 İsrâ, 17/82

32 Şu’arâ, 26/80

33 Fussilet, 41/44

(34)

BÖLÜM III

KUŞEYRÎ’NİN “EL-CEVÂHİRU’L-MENSÛRE” İSİMLİ ESERİNDEKİ TASAVVUFÎ GÖRÜŞLERİNİN İNCELENMESİ

Çalışmamızın ve Kuşeyrî’nin tanıtımından sonra onun el-Cevâhir’deki görüşlerinin tespit edilmesine ve incelenmesine başlayalım. Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l- Mensûre isimli eserine, hamdele ve salvele ile başlamış, hamdelesinde, Allah’ın bazı sıfatlarına, özelliklerine ve tevhid akidesine vurgu yapmıştır. Onun fikirlerini anlamak için, çalışmamızın başlangıcında hamdelesinden ve salvelesinden bir bölüm vermeyi uygun gördük.

“Başta ve sonda, açık ve gizli olarak; kelimelerin miktarınca, yarattıklarının sayısınca, arşın ağırlığınca, bütün çift ve tek olan şeylerin sayısınca, kuru ve yaş olanların sayısınca, âlemlerin Rabbine hamdolsun. O Allah ki, yaratan ve şekil veren, kader veren, hidayete erdiren, öldüren ve dirilten, güldüren ve ağlatan, kendisine yaklaştıran ve kendisinden uzaklaştıran, acıyan ve rezil eden, yediren ve içiren, mutlu eden ve sıkıntı veren, nimet veren ve nimeti kesendir. O’nun sözü ile yedi gök kâim oldu, dağlar direk olarak dikildi ve yer düz bir şekilde yerleşti. O’nun rahmetinden ümit kesilmez; tuzağından, işinin ve hükmünün nasıl gerçekleşeceğinden de emin olunmaz.

O’na ibadetten vazgeçilmez, nimetinden halî olunmaz. O, karşılıksız verdikleriyle övülen ve kana kana içirdikleriyle şükredilendir.

Sonra, O’nun peygamberi Muhammed Mustafa’ya selam olsun. Ona tabi olan delaletten uzaklaşır ve hidayete erer. Ondan ayrılan sapar ve dinden çıkar. O, doğru ve tasdik edilendir. Dünyaya karşı zâhittir ve refîkü’l-âlâ’yı isteyendir. Allah’ın yarattıkları arasından seçilmiş olan bir kimsedir. Hak onun gelişiyle geldi, batıl onun ortaya çıkışıyla yok oldu ve yer onun nuruyla aydınlandı. İyilikler, bereketler ve salâvatlar onun üzerine olsun.”34

Kuşeyrî, hamdelesinin başlangıcındaki, “kelimelerin miktarınca, yarattıklarının sayısınca, arşın ağırlığınca, bütün çift ve tek olan şeylerin sayısınca, kuru ve yaş olanların sayısınca” sözleriyle, hamdini, yaratılmış olan her ne varsa onların sayısına bağlamıştır. Zâhiren bu bir sınırlama gibi görünse de gerçekte, sınırlanması mümkün olmayan bir ifadedir. Kuşeyrî, hamdini, Allah’ın (c.a.) “sayılamayacak kadar çok olan”35

34 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 2.

35 NahI,16/18.

(35)

nimetlerine bağlamakla adeta sınırsızlaştırmıştır. Nasıl bir İlah’a hamdettiğini, kendi kelimeleriyle değil, Allah’ın sözleriyle ifade etmiştir. Allah’ı; yeri, göğü, dağları ve her şeyi yaratan, onlara şekil veren, kader veren, yarattıklarını başıboş bırakmayıp ellerinde tutan, yarattıklarına dilediğini yapabilen, hayrın ve şerrin kendisinden olduğu, tuzağından ve imtihanından emin olunamayacak bir İlah olarak tanımış ve tanıtmıştır. Aynı zamanda kelâm âlimi olan Kuşeyrî burada, kaza ve kaderin, hayır ve şerrin Allah’tan olduğunu, Allah’ı seven kimselerin O’na hamdetmesi gerektiğini ifade etmiştir.

Kuşeyrî, dünyaya teşrifiyle hakkı getiren, batılı yok eden ve yeryüzünü nuruyla aydınlatan Hz. Peygamber’e uyan kimselerin kurtuluşta olacağını, uymayanların ise saparak dinden çıkacağını belirtmiştir. Hz. Peygamber için; “O, zâhittir, büyük bir aşkla refîkü’l-âlâ’yı isteyendir.” diyerek onun zühd ve muhabbet özelliklerini öne çıkarmıştır.

Bu tespit, onun tasavvuf anlayışını Hz. Peygamber’e dayandırdığının bir göstergesidir.

Kuşeyrî, Hz. Peygamber’in ailesini ve ona tabi olan yakınlarını muhsin olarak nitelemiştir. Tasavvufta çok önemli bir yere haiz olan muhsin vasfını bilhassa vurgulamış ve muhsini; “Allah’a karşı muamelelerinde samimi, O’na karşı doğru sözlü ve O’na ulaşmada en doğru yolda olan kimse” olarak tanımlamıştır.

Kuşeyrî, hamdelesinin kalan kısmında, Allah’ın koruyan, rızık veren ve duaları kabul eden yegâne kimse olduğunu vurgulamıştır. Ellerin, dillerin, sayıların, kalplerin O’nun nimetlerini saymaya, akılların ve zihinlerin de O’nun nimetlerini zapt etmeye muktedir olamayacağını ifade etmiştir.36

3.1. Gaybî Bilgiler ve Geliş Yolları

İnsanların ilimle ve çalışmakla elde edemiyeceği ve öğrenemiyeceği bir takım bilgiler vardır. Allah, fenâ ile tevhide ve marifete ulaşan kullarından dilediğine kendisine ait olan bu bilgilerden bir kısmını verebilir. Bu bilgilerin insanlara ulaşma yolları; keşf- varidât ve hâvâtır-İlham olarak tasnif edilebilir.

3.1.1. Keşf-Vâridât

Keşf kelimesi; açmak, bir şeyin üzerindeki örtüyü kaldırmak;37 perdenin ötesindeki gaybî hususlara yaşayarak vâkıf olmak anlamlarındadır. İlham anlamına da

36 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 2.

37 el-Âyid ve diğerleri, el-Mu’cemü’l-Arabiyyü’l-Esâsî, Mektebetü Lârûs, Alesco 1988, s. 1043.

Referanslar

Benzer Belgeler

İnsanlardan Allah’a dua eden ama Zeyd’e, Ubeyd’e ümit ba ğlayanlar vardır. Allah Teala yine bir kudsi hadiste şöyle buyurmuştur:.. امع لمع نم ، كرشلا نع ءاكرشلا ىنغأ انأ

Haklıya hakkını vermek, mazluma insaflı davranmak, güçsüz insanlar için güçlü insanlardan, fakirler için zenginlerden, mazlumlar için zalimlerden al ıp, hak edene hakk

Bütün mahlûkatın beyin ağırlıklarını gövdelerine oranlasak, kesinlikle insan, bedenine göre en a ğır beyine sahip olma açısından en yüksek mertebede olurdu.. Tabi balina

Özetle mesele şudur; şayet bir beldede Allah'tan başkasına dua etmek ve bunun tamamlayıcıları olan ameller ortaya çı- karsa; belde ehli bunu devam ettirirse; bunun için

“Hiçbir küçük günah da ısrar edildiği takdirde, küçük kalmaz/büyür Hiçbir büyük günah, tövbe ve isti ğfar edildiği takdirde, büyük kalmaz.”.. (Ebu Hureyre

Zira buna göre ilim, kudret, yaratma gibi herkesin ittifakla kabul ettiği sıfatla- rın da manası bilinmeyen mutlak müteşabih olması gerekir ki bunu aklı başında hiç

Bu kan zehirli maddelerle de akar, yine vücutta ürik asit vard ır, zararlı ve faydalı maddeler vardır, vitaminler, mineraller, mineral benzeri maddeler, çözünmü ş gazlar,

Bu üç nitelik şu demektir: Güzel olan ı doğrulamak ki güzel olan cennettir, Allah’a isyandan sakınmak ve tüm hayat ını Allah için vermek üzerine inşa etmek.. Bunlar