• Sonuç bulunamadı

Yukarıdaki açıklamalardan, tevhide, tevekkül, teveccüh ve fenâ ile ulaşılabileceği;

tevhide ulaşan kimsenin de buradan marifete ulaşacağı anlaşılmaktadır.

Kuşeyrî, muvahhidin, sütannenin kucağında süt emen çocuk gibi ve ğassâl elindeki meyyit gibi Allah’a teslimiyet göstereceğini ve süvarinin sapanındaki yuvarlak taş gibi döndürüleceğini, kendisine ve başkasına hiçbir etkisi olmaksızın değiştirilip, renklendirileceğini açıklamıştır. Mevla’sının fiilinde kendinden geçmiş bir halde (fenâ) bulunan muvahhidin; Mevla’sından, O’nun fiilinden, yaptığı ve gösterdiği şeyden başka bir şeyi görmeyeceğini ve düşünmeyeceğini, belirtmiştir. O’nun sözünü işiteceğini, O’nun ilmiyle öğreneceğini (bilgisi ondan-ârif) ve O’nun nimetiyle nimetleneceğini söylemiştir. Muvahhidin, Allah’a yakın olmakla mutlu olacağını, güzelleşeceğini ve şerefleneceğini; O’nun vadettiğiyle rahatlayacağını ve mutmain olacağını belirtmiştir.71 O’nun sözüyle (Kur’an’la) huzur bulacağını, O’ndan başkasıyla huzursuz olacağını ve ondan uzaklaşacağını açıklamıştır. Allah’a sığınan ve dayanan, O’na güvenen ve tevekkül eden muvahhidin; Allah’ın marifetinin nurunu giyineceğini ve O’nun marifetinin nuruyla hidayete ereceğini, böylece gayb ilimlerine muttali olacağını ve Allah’ın sırları ile

70 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 14.

71 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 4.

şerefleneceğini, söylemiştir. Allah’tan işiten ve öğrenen muvahhidin, O’na şükredeceğini, dua edeceğini ve O’nu yücelteceğini belirtmiştir.72

Buradaki ifadelere göre muvahhid, “lâ fâile illallah” Allah’tan başka fail olmadığını, hayır ve şerrin O’ndan olduğunu, nimeti verenin de alanın da O olduğunu, hayatın da ölümün de O’nun elinde olduğunu yâkîn olarak görür ve bilir. Kendi iradesini terk ederek, Rabbi’nin fiilinde fânî olur (fenâ fî fiîlillah). Ğassal önündeki meyyit gibi, annesini emen çocuk gibi kendi fiil ve iradesinden yoksun olarak Allah’ın ellerinde değiştirilir ve şekillendirilir. Yani Allah’ın boyası ile (sıbğatullah) boyanır. O’nun sözünü işitir, O’nun ilmiyle öğrenir yani ârif olur. O’nun marifetinin nurunu elbise gibi üstüne giyerek marifet sahibi olur. Bu durumdaki ârif, Allah’ın gaybından olan bir takım sırlarına vâkıf olur, Allah’tan işitir ve anlar yani ilm-i ledün sahibi olur.

Yapılan açıklamalarda, ancak basamak basamak yükselerek marifete ulaşmanın mümkün olacağı işaret edilerek bir marifet yolu çizilmektedir.

1. Halktan ve nefisten fâni olmak.

2. Hakk’a tevekkül ve teveccüh etmek.

3. Allah’tan başka fâil görmeyerek lâ fâile illallah demek.

4. Tevhid ehli olmak.

6. Kendi iradesinden fâni olmak ve yerine Allah’ın iradesinin kâim olması.

7. Kendi sıfatlarından sıyrılarak Allah’ın boyasıyla boyanmak.

8. Sonuçta, Allah’tan işitip Allah’tan ilim alarak marifet sahibi olmak.

Tasavvufa göre ârif, ilmi doğrudan Allah’tan alan kimsedir. Fakat ârif, bu konumuna durup dururken ulaşmamıştır. Mâsivâdan sıyrılarak, yukarıdaki merhaleleri kat edip Allah’a kurbiyet sağlayarak ârif olmuştur. Mâsivâ ve benlik kırıntılarının bulunduğu bir kalbin keşf ve ilham ile marifete ulaşması düşünülemez.

Kuşeyrî, halktan, nefisten ve iradeden fâni olan ve fenâ fillah’tan sonra bekâ billaha ulaşan marifet ehlinin bundan sonraki mutlu yaşantısını şu basit ifadelerle açıklamaktadır:

“Halktan ölürsen (tamamen uzaklaşırsan), Allah rahmet eylesin ve senin hevânı da öldürsün denilir. Hevândan ölürsen, Allah sana rahmet eylesin, iradeni ve arzunu öldürsün denilir. İradenden ölürsen Allah sana rahmet etsin ve seni yaşatsın, denilir. O

72 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 5.

zaman sen, sonu ölüm olmayan mutlu bir hayat yaşarsın. Sonunda fakirlik olmayan bir zenginliğe, sefillik ve yorgunluk olmayan bir rahatlığa kavuşursun. Sonunda sıkıntı olmayan bir nimetle nimetlenirsin. Mutlu olursun ve üzülmezsin. Yüceltilir, alçaltılmazsın. Allah’a yakınlaştırılır, uzaklaştırılmazsın. Yükseltilir, aşağılanmazsın.

Temizlenir, kirlenmezsin.”73

Yukarıdaki açıklamalarda, fenânın, halktan, hevâdan ve iradeden fenâ olmak üzere kademelendirildiğini, bekâ ve marifetin de bu şumüllü fenâdan sonra geldiği görülmektedir.

Kuşeyrî er-Risâle isimli meşhur eserinde, marifetullaha ulaşan kimselerin saf, temiz bir geçime ve güzel bir hayata sahip olacaklarını belirtmektedir.74 Görüldüğü gibi, er-Risale’de de el-Cevâhir’de de marifet sahibinin mutlu ve müreffeh bir hayat yaşayacağı bildirmiştir. Yalnız, el-Cevâhir’de, ârif’in yaşayacağı bu mutlu hayat biraz daha detaylandırılmıştır.

3.3.1. Marifete Ulaştıran Şeyler

3.3.1.1. Kendisini Tanımak ve Fenâ

Kuşeyrî rüyasında, “Ey bâtınında nefsini, zâhirinde O’nun halkını/yarattıklarını, O’nun işinde iradesini Rabbine ortak koşan!” der. Yanında bulunan bir adam, bu söz nedir? Diye sorduğunda, bu bir marifet çeşididir, diye cevap verir.75 Onun ifade ettiği bu hakikati kavramak marifettir. Marifet, ilim ve bilgi demektir. Marifetin öncesinde kişinin kendisini yakinen bilmesi, tanıması ve sonunda da Rabbini tanıması vardır. Aslında burada ifade edildiği gibi kişinin kendisini tanıması, Rabbini tanıması ile ilişkilidir.

Bâtında nefsi, zâhirde halkı, fiilde iradeyi Allah’a ortak koşmak, Allah’ı tanımamanın sonucudur. Allah’ı tanıyan kişi, bâtınında nefsinden, zâhirinde halktan ve fiilinde iradesinden fâni olarak Rabbine teveccüh eder. Bu doğru teveccühle, vuslata ve marifetin hakikatine ulaşır. Görüldüğü gibi fenâ ile marifete ulaşılmaktadır. Gerçek varlığa ancak hiçliğin idrakiyle kavuşulmaktadır. Ahiretteki kavuşmanın da, kıyametteki yok oluştan sonra olduğu unutulmamalıdır.

73 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 5.

74 Kuşeyrî, er-Risâle, s. 314.

75 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 65.

Kuşeyrî, bir gün sıkıldığını, nefsinin, yükünün altında hareketlenerek çıkış ve kurtuluş istediğini; kendisine, “ne istiyorsun?” diye sorulduğunda, “Hayat olmayan bir ölüm ve ölüm olmayan bir hayat istiyorum.” diye cevap verdiğini söyler. Bu felsefî vâridatı anlamak için onun izahına ihtiyaç vardır. O, hayat olmayan ölümü şu sözlerle açıklamıştır: “Halktan fâni olmam, fayda ve zararda onları görmememdir. Nefsimden, irademden, arzumdan ve ahiretimden fâni olmamdır. Bütün bunlarla ne bulunurum ne de yaşarım.” Burada, nefisten, halktan ve iradeden fenâ, izah edilmektedir. Kuşeyrî, ölümsüz hayatı da şu şekilde açıklamıştır: “O’nda, varlığım olmadan Rabbimin fiiliyle yaşamamdır; O’nda ölmek/yok olmak, yüce Sultanla birlikte olmaktır. Aklım erdiğinden beri, bu irade, istediğim en değerli iradedir.”76 Burada, fenâ fillah ve bekâ billah’tan söz edilmiş ve kendi iradesini yok ederek Hakk’ın iradesine göre yaşamak, gerçek hayat olarak değerlendirmiştir.

3.3.1.2. Dünyayı Tanımak

Dünya sevgisinin ağır basması, kişiyi dünyaya bağlayacak, Hak ve hakikatten uzaklaştıracaktır. Hz. Peygamber, “Dünya sevgisi, her kötülüğün başıdır.”77 diyerek, dünya sevgisi konusunda uyarıda bulunmuştur. Fudayl b. Iyâd (ö. 187/802): “Allah, şerrin tümünü bir eve doldurdu, dünya sevgisini de bu eve anahtar yaptı. Hayrın tümünü diğer bir eve doldurdu, zühdü de bu eve anahtar yaptı.” demiştir.78

Dünya hayatının cazibesine kapılmamak, dünya metaının aldatmasına kanmamak için dünyayı iyi tanımak gerekir. el-Cevâhirü’l-Mensûre’de, dünyayı iyi tanıyabilmek için ona nasıl bakılması gerektiği açıklanmaktadır.

Kuşeyrî, dünyanın zinetleriyle de, tuzakları ve zehirli avcılarıyla da görülebileceğini; dışı yumuşak ve güzel fakat içi zehirli ve çabuk bozulan bir kavuna benzediğini ve mahiyetini bilmeyenleri aldattığını söylemiştir.79 Dünyanın dış görünüşüne/zâhirine aldanmamak gerektiğini vurgulamış ve dünyaya, ayıp yerlerini açarak kötü kokulu hacetini gideren bir insana bakar gibi bakmayı tavsiye etmiştir. Bu kimsenin ayıp yerlerini görmemek için gözlerin, pis kokusunu duymamak için de burnun kapatıldığı gibi, dünya zinetlerine karşı gözün kapatılması, dünya şehvetlerinden ve lezzetlerinden çıkan kokuya karşı da burnun kapatılması gerektiğini belirtmiştir. Böyle

76 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 66.

77 Ebû Nuaym, Hılyetu’l-Evliyâ, C. VI, s. 388; Beyhakî, Şuabü’l-İman, VII, s. 323.

78 Kuşeyrî, er-Risâle, s. 119.

79 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 5.

davranan kimsenin mutluluk içinde kısmetine kavuşacağını söylemiştir. Allah Teâlâ’nın Peygamberine bile, “(İmtihan için) kendisine nimet verdiklerimize gözünü dikme.”80 uyarısında bulunduğunu hatırlatmıştır.81

Kuşeyrî, dünya zinetlerine kapılmamak ve dünyanın aldatıcı tuzaklarına da düşmemek gerektiğini vurgulamıştır. Dünya zinetlerini, bir kimsenin mahrem yerlerine benzetirken, dünya zevklerini de o kişinin hacetinden çıkan pis kokuya benzetmiştir, dünya zinetlerine karşı gözün, dünya zevklerine karşı da burnun ve tat alma organlarının kapatılmasını tavsiye etmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’in birçok yerinde dünya hayatının aldatıcı olduğuna ve buna kanmamak gerektiğine dikkat çekilmiştir: “Dünya hayatı aldatıcı bir meta’dan başka bir şey değildir.”82 “Allah’ın vadi haktır. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. Aldatıcı (Şeytan) da sizi Allah’la (Allah’ın affı ile) aldatmasın.”83

3.3.2.Kibrit-i Ahmer

Kuşeyrî, marifet sahibi kişinin; mutlu ve müreffeh bir hayat süreceğini, kurbiyyet ve bekâ durumunun devam edeceğini ve kibrit-i ahmer olacağını söylemiştir.

Lügatte kibrit; kırmızı ahmer, kırmızı altın anlamlarına gelmektedir. Kibrit-i ahmer’in de, zor erişilebilen, ender bulunabilen bir cevher olduğu, “Hz. Süleyman’ın geçtiği neml vadisindeki bir madendir.” sözüyle ifade edilmiştir.84 Ayrıca, Kibrit-i ahmer’in, “iksir” anlamına geldiği de belirtilmiştir.85 Lügatte iksir’in, basit bir madeni altına çeviren mürekkep bir maden olduğu açıklanmıştır.

Lügat anlamlarından da anlaşılacağı gibi, marifet sahibi, kibrit-i ahmer gibi ender bulunan kıymetli bir varlık konumuna yükselir. Kuşeyrî, bu konumdaki kişiye yüklenen özellikleri de şu şekilde izah etmektedir:

“Umutlar seninle gerçekleşir ve sözler seninle doğrulanır. Kibrit-i ahmer olursun ve nerdeyse görünmez olursun. Benzersiz bir aziz olursun. Benzeri olmayan bir tek olursun. Birin biri, tekin teki olursun. Gaybın gaybı, sırrın sırrı olursun. O zaman bütün sıddıkların, nebilerin ve peygamberlerin varisi olursun. Velâyet, seninle sonlandırılır.

Ebdâl sana gönderilir. Sıkıntılar seninle giderilir. Susayanlar seninle sulanır. Ekinler seninle biter. Beşerden ve beşeriyetten, liderden (imamdan) ve ümmetten, yönetici ve

80 Ta-Ha, 20/131.

81 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 6.

82 Âl-i İmrân, 3/185.

83 Lokman, 31/33.

84 İbn Manzûr, a.g.e. s. 3811.

85 Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 292.

yönetilenlerden, avam ve havâstan, bütün belalar ve musibetler seninle kalkar. Eşyayı yaratanın izniyle ülkelerin ve kulların yükünü yüklenen kişi olursun. Diller, her yerde ve her an, güzel zikirle, hamdle, şükürle ve övgüyle seni söyler. İman ehlinden iki kişi sana muhalefet etmez. Ey çöllerde ve mamur yerlerde oturanların en hayırlısı, bu hal, Allah’tan bir lütuftur. Allah, büyük fazilet sahibidir.”86

Kuşeyrî, kibrit-i ahmer konumundaki marifet sahibinin, peygamberlerin vârisi, velâyetin ve ebdâlin en zirvesindeki kişi olduğuna işaret etmiştir. Bu tanımlama, ricâlü’l-gayb’ın en zirvesindeki “kutub” figürünü çağrıştırmaktadır. “Görünmez olursun” ifadesi, ricalü’l-gayb’tan olursun demektir. “Susayanlar seninle sulanır, ekinler seninle yetişir, bela ve musibetler seninle kalkar, birin biri, tekin teki, gaybın gaybı, sırrın sırrı olursun.”

ifadeleri de, kutup figürüyle örtüşmektedir. Bu örtüşmenin daha iyi kavranması ve karşılaştırma yapılabilmesi için kutub ve ricâlü’l-gayb hakkında bir açıklama yapılması uygun olacaktır.

Kutup: Her devirde tek kişi olan kutup, âlemin ruhu, âlem de onun bedeni gibidir.

Her şey onun çevresinde ve onun sayesinde hareket eder. Yani her şeyi o idare eder.87 Zirvesinde kutbun bulunduğu ricâlü’l-gaybın, kâinatın işleyişinde nüfuz sahibi olduğu kabul edilir. Bu kimseler, diledikleri anda diledikleri yerde bulunabilirler; yağmurun yağması, bereketin artması ve belaların kaldırılması gibi hususlarda Allah’tan istedikleri her şey kabul olunur.88 Herkes tarafından kolayca tanınmayan, birtakım gizli sırlara vâkıf olan ricâlü’l-gayb’ın kendi içinde hiyerarşik bir düzeni vardır. Ebû Bekir Kettâni (ö.

322/933), nukebâ, nücebâ, ebdâl, ahyâr, umed ve gavs şeklinde bir tasnif yapmışken, İbn Arabî (ö. 638/1240), nücebâ, nukebâ, ebdâl, imameyn ve kutup şeklinde bir tasnif yapmıştır. Bunların görevleri, âlemdeki manevî ve ruhanî düzenin korunması, hayırların temini, kötülüklerin giderilmesi için çalışmak ve dua etmektir. Kutub tasavvufta, bazen ibadet ve ahlak konularında (tevekkül ve teslimiyet gibi) en üstün kişi; bazen en büyük velî ve ricâlin başı, Allah’ın izniyle kâinatta tasarruf sahibi kişi demektir. Her devirde bu özellikte bir kutup bulunur.89 Tasavvuf erbabınca da tartışmalı konulardan olan ricâlü’l-gayb, tasavvufun yumuşak karnıdır ve genellikle hücumlar bu yönde yapılmaktadır.

86 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 5.

87 Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 299.

88 Uludağ, “Kuşeyrî, Abdülkerim b. Hevâzin”, TDV. İslâm Ansiklopedisi, C. I, s. 59.

89 Serrâc, Ebû Nasr, el-Lüma (İslam Tasavvufu), Çev. H. Kamil Yılmaz, Altınoluk Yayınları, İstanbul 1996.

S. 542.

Kuşeyrî, burada ricâlü’l-gayb, kutup, gavs gibi isimleri zikretmemiş fakat velâyetin sonu ve ebdâlin kendisine gönderildiği kibrit-i ahmer olan bir kişiden bahsetmiştir. Bu kişinin özelliklerinin kutbun özellikleri ile örtüştüğü görülmektedir.

Süleyman Uludağ, Risâle’nin, dış tesirlerden uzak ve şeriatta bağlı olduğunu şu sözlerle ifade etmiştir: “Kuşeyrî, şeriatı bütün incelikleriyle bilen ve en mükemmel şekilde ona bağlı kalan bir Müslüman olarak İslâmın esaslarına aykırı düşen herhangi bir şeyi eserine almamak için çok dikkatli olmuştur. Risâle dış tesirlerden masûn ve mahfûz kalmıştır. Bu durumu daha iyi görebilmek için Risale’de nelerin bulunmadığına dikkat etmek gerekmektedir. Risale’de, Ricâlü’l-gayb (gavs, kutup, imam, evtâd, efrâd, nükebâ, nucebâ, ebdâl, büdelâ) ile ilgili hiçbir şey yoktur. İbn Haldun (ö. 808/1406), bu gibi hususların tasavvufa Bâtınî’likten geçtiğine dikkat çekmiştir.”90

Uludağ’ın bu açıklamalarına göre Risale’de yer almayan ve ricâlü’l-gayb’tan olan

“ebdâl”, el-Cevâhirü’l-Mensûre’de açıkça yer almaktadır. Kuşeyrî, burada hem ebdâle yer vermiş hem de kibrit-i ahmer tabiriyle, kutub özelliğinde bir figür çizmiştir. Bu konumdaki kişinin yaptığı olağanüstü işleri, yaratanın izniyle yaptığını ve bunların Allah’ın lütfu olduğunu belirterek İslam dairesi içerisinde değerlendirmiştir. Allah’tan bir lütuf olması ve Allah’ın izniyle yapılmış olması, bizi, bu işlerin keramet mahsulü olduğu te’viline de ulaştırabilir. Velîlerin kerametinin İslâm dairesi içerisinde mütalaa edildiği malumdur.