• Sonuç bulunamadı

Tecellî, görünmek, açığa çıkmak demektir. Tasavvufta; Allah’ın zatının ve sıfatının açığa çıkması veya gaybın sırlarının kalplerde görünmesi demektir.170

Kuşeyrî, Risale’de, tecellî konusunu şu şekilde açıklamaktadır: “Avam setr perdesi içerisinde, havâs ise tecellî halindedir ve daima Allah’a boyun eğer.” Burada Allah’ın nimetleriyle ve sıfatlarıyla tecellîsinden bahsedilmektedir. Kuşeyrî, “Allah, bazan havâssa tecellî ederken bazen de tecellî etmez; eğer tecellî edecek olursa onlar mahvolur.” derken zâtî tecellîyi kastetmektedir. Çünkü açıklamalarının son kısmında;

halk, Hakk’ın vücudu ile birlikte bulunmaya güç yetiremez demiş ve bu konuda şu hadisi örnek vermiştir:171 “Allah, yüzünden perdeyi açsa, yüzünün nurları gözünün gördüğü her şeyi yakardı.”172

Hadiste ifade edildiği gibi Allah’ın tecellisi perdelidir. Perdesiz olarak Hakk’ın tecellîsine (zati tecellî) tahammül mümkün değildir. Allah, Hz. Musa’ya değil de, dağa tecellî ettiğinde dağ parçalanmıştı.173 Bu tecelli esnasında Hz. Musa da bayılmıştı. Allah Teâlâ bu örnekle, Hz. Musa’nın bile zatî tecellîsine takat getiremeyeceğini göstermiştir.

169 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 11.

170 el-Âyid ve diğerleri, a.g.e. s. 258.

171 Kuşeyrî, er-Risâle, s. 74,75.

172 Müslim, Sahih, İman 79; İbn Mâce, Mukaddime, 13.

173 A’râf, 7/143.

Hucvirî, eşyanın veya insanın, Allah’ın zatî tecellîsine mahal olmasının hulul olacağını, hulûl ve zatî birlikteliğin mümkün olmadığını, böyle olursa hâdise kadîm, kadîme de hâdis denilmesi gerektiğini, bunların da delalet ve zındıklık olduğunu bildirmiştir.174

Sehl Bin Abdullah (ö. 283/896), tecellînin üç halinin olduğunu söyler. Zatının tecellîsi: Mükaşefe. Zatının sıfatının tecellîsi: Nur mahalli. Zatının hükmünün tecellîsi:

Ahiret ve oradaki haller.

Zatının tecellîsi: Kalbin keşf makamına ulaşması yani kalp gözünün açılması demektir. Feraset sahibi olan kişiler, Allah’ı kalp gözü ile görürler. Abdullah b. Ömer’in:

“Tavaf esnasında Allah’ı görür gibi olduk.” demesinde ve Hz. Peygamber’in: “İhsan, sanki Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etmendir.”175 demesinde, bu duruma işaret vardır.

Zatının sıfatının tecellîsi: Allah sıfatlarıyla kula tecellî ettiği zaman, O’nun sıfatlarının etkisi kul üzerinde görülür; kulun Allah’tan başkasından korkmaması, Allah’ın kula kâfi gelmesi ve O’ndan başkasından bir şey ummaması gibi.

Zatının hükmünün tecellîsi: Bu tür tecellî de ahirette olur. Ahirette; bir takım kimseler cennette, bir takım kimseler de cehennemde olur. Allah bazı kimselere celâlî sıfatlarıyla tecellî edip onları cezalandırırken, bazı kimselere de cemâlî sıfatlarıyla tecellî edip kendisini görmekle ve diğer lütuflarıyla mükâfatlandırır.176

Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre’deki “Akılları şaşırtan, harikulade haller ve şekiller celâl ve cemâl olmak üzere iki kısımdır.”177 sözüyle, Allah’ın, celâl ve cemâl vasıflarıyla kuluna tecellî etmesini, kul için bir keramet olarak tespit etmiştir.

3.9.1. Celâl Tecellîsi

Celâl, büyüklük demektir. Celâlullah, Allah’ın azameti, büyüklüğü demektir.

Allah’tan başkasına celâl denilmez. Celîl de Allah’ın sıfatlarındandır. Büyük işler onunla vasıflanır.178 Celîl, azamet ve büyüklük sahibi Allah’tır, esmau’l-hüsnâdandır.179

Celâl, maşukun, âşığa muhtaç olmadığını göstermek için ululuğunu izhar etmesidir. Celâlî tecellî, ilahî darbe, kahr, cebr, intikam ve azaba vesile olan İlahî

174 Hucvirî, a.g.e. s. 368.

175 Buhârî, Sahîh, İman 36 no: 50; Müslim, Sahîh, İman 1; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 51.

176 Kelâbâzî, Ta’arruf, s. 140, 141.

177 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 11.

178 İbn Manzûr, a.g.e. C. I, s. 662.

179 Güneş, a.g.e. s.168.

tecelliler olup halkın Hak karşısında eğilmesini, bencillikten ve benlik davasından vazgeçmesini sağlayan bir terbiye vasıtasıdır.180

Kuşeyrî, öncelikle celâl Tecellîsine yer vermiştir. Azamet ve celâl; havfa, endişeye, sıkılarak ürpermeye ve organlarda görülecek şekilde kalbe azametin hâkim olmasına sebep olur, demiştir. Kendisine, Allah’ın celâl ve azametinin görünmesinden doğan havfın şiddetinden dolayı namazda Peygamber’in (a.s.) göğsünden kazanın kaynaması gibi bir ses duyulduğunu.181 Bunun bir benzerinin Hz. Ömer’de ve Halil İbrahim’de (a.s.) olduğunu belirtmiştir.182

Celâl Tecellîsi, kulun havf ve kabz haline girmesine sebep olmaktadır. Bu halde, Allah korkusu ve azameti, kulun kalbine yerleşerek Hakk’ın karşısında acziyetini kabullenmesine, benlik davasından vazgeçmesine sebep olmaktadır. Görüldüğü gibi, nefsanî duygular ve mâsivâdan olan şeyler, Allah korkusunun hâkim olduğu kalpte barınamamaktadır. Celâl Tecellîsi, kalpte havftan sonra kabza, -Kuşeyrî’nin buradaki ifadesiyle- endişeye ve sıkılmaya, daha sonra da ürpermeye yol açmaktadır.

3.9.2. Cemâl Tecellîsi

Cemâl, güzellik demektir. Cemâl, fiilde, huyda ve ahlakta güzelliktir.183 “Cemâl, âşığın ısrarlı rağbeti ve talebi üzerine, maşûk’un kemâlleri izhar etmesidir. Allah’ın lütuf ve rahmet sebebi olan vasıflarıdır. Cemâlî tecellî: Rızaya, lütfa, ihsana, kereme, rahmete ve berekete vesile olan ilâhî tecellîlerdir. İlâhî inayet, Hak Teâlâ’nın her şeyi kollamasıdır.”184

Kuşeyrî, Allah'ın cemâlinin görülmesinin sebebini; Allah’a karşı şevkin artmasından oluşan muhabbeti ihmal etmemek ve O'na yakın olmak olarak açıklamıştır.

Allah'ın cemalinin görülmesinin; Allah'ın, kendisine yakın olan bu muhabbet ehlinin kalbine lütuf ve rahmet olarak, samimi ve tatlı sözlerle, muazzam mevhibelerle, müjdelerle ve nurlarla tecellîsi olduğunu ifade etmiştir. Kuşeyrî, ayrıca tecellînin sebebini, onların iradelerini terk etmeleri ve yok etmeleri, ölüm kendilerine gelinceye kadar kulluklarını yerine getirmekte kat kat fazlasını yapmaları olarak açıklamıştır.

Tecellî’nin, kalplerini terbiye ve tedavi etmek üzere onlara Allah’ın rahmetinin ve lütfunun gerçekleşmesi olduğunu; Allah’ın onlara karşı latif, alîm ve hakîm olduğunu

180 Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s.111, 112.

181 Ahmed b. Hanbel, Müsned, XXVI, 238-39

182 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 12.

183 İbn Manzûr, a.g.e. C. I, s. 685.

184 Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 113.

ifade etmiştir. Peygamber’in, namaza girmek için, zikrettiğimiz kişinin cemâlinden olan şeyleri müşahede etmek için, “Ey Bilal! Kametle bizi rahatlat.”185 diye seslendiğini;

ayrıca, müşahede sebebi olduğu için "Namaz gözümün ışığıdır (sevincimdir)”186 dediğini açıklamıştır.187

Şevk, muhabbet, üns ve kurbiyetin sebep olduğu tecellînin, kulun kalbini nurlandırdığı ve aydınlattığı görülmektedir. Lügat anlamında da verildiği gibi, cemâl, fiilde güzelliktir. Allah’ın lütuf ve rahmetinden oluşan fiilleri de kul için güzel fiillerdir.

Cemâl’in, huy ve ahlakta güzellik anlamının da olduğunu bildirmiştik. Kuşeyrî'nin açıklamalarında da, cemâl tecellîsinin, kalpleri Allah’ın lütfuyla terbiye ve tedavi ettiği yani güzelleştirdiği görülmektedir. Tecellîde Allah’ın zâtî tecellîsi söz konusu değildir.

Celâl de cemâl de Allah’ın sıfatlarındandır. Dolayısıyla cemâl tecellîsi de celâl tecellîsi de, Allah’ın sıfatlarıyla tecellîsidir.

Cemâl tecellîsinde, ünsiyet de görülmektedir. İradeyi terk etmek ve kulluk görevlerini kat kat yapmak, bu tecellînin sebepleri arasında gösterilmiştir. Kurbiyet ve şevkin meydana getirdiği muhabbetin de cemâl tecellîsine sebep olduğu ifade edilmiştir.

İradeyi terk ederek kulluk görevlerini artırmak, Allah’a yaklaştıran ve karşılıklı sevgiyi ve muhabbeti oluşturan şeydir. Bu yakınlık ve muhabbetten de ünsiyet, yani yakınlık ve samimiyet meyana gelmektedir. Allah’ın, kullarına karşı lâtîf olması, onlara ünsiyetle ve tatlı sözlerle tecellî etmesi, cemâl tecellîsinde ünsiyetin etkisini göstermektedir.

Celâl tecellîsi, kalpte havf ve kabz’a yol açmaktadır. Cemâl tecellîsi ise, kalpte muhabbete, ünse ve bast’a sebep olmaktadır. Celâl tecellîsinde, korkan, daralan, ürperip titreyen kalp, cemâl tecellîsinde, Allah’la yakın ve samimi olmanın verdiği huzurla gevşemiş ve rahatlamıştır. Kuşeyrî, "Allah’tan en çok korkan" kimse olan Hz.

Peygamber’in, celâlî tecellîlerle rahatlamak için (üns) Bilal’e kamet getirmesini söylediğini açıklıyor. Türlü sıkıntılarla ve böyle bir havfla daralan, sıkılan kalbini genişlettiği, rahatlattığı, üns ve müşahede sebebi olduğu için, namazın onun gözünün nuru ve sevinç kaynağı olduğunu, belirtiyor.

185 Ebû Dâvud, Süleymân b. el-Es‘as, Sünen, thk. Şu‘ayb el-Arnavût ve diğerleri, I-VII, Dâru’r-Risâleti’l-Alemiyye, Dımeşk 2009, Edeb 85.

186 Ebû Dâvud, Sünen, Fedâilü’l-Kur’ân 359.

187 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 12.

3.9.2.1. Üns

Üns, kendisiyle sükûnet bulmak, ürkekliğinin gitmesi, sevinmek, meylettiği kimseyi samimiyetle sevmek, alışmak ve ısınmak anlamlarına188 gelmektedir.

Üns hali, Allah’ın cemâl tecellîlerine mazhar olup O’nunla birlikte olma şerefine nail olan kimselerin ulaştığı bir haldir. Bu haldeki kişinin, Allah’la arasında öyle bir ülfet ve samimiyet oluşur ki, kalbine tarif edilemez bir neşe ve sevinç hâkim olur.

Heybet ve üns, kabz ve basttan daha üstün mertebelerdir. Kabz, havftan, üstün bir mertebe, bast da recâdan üstün bir mertebe olduğu gibi; heybet kabzdan üstün bir mertebe, üns de basttan daha üstün bir mertebedir. Heybet halindeki kişi gaybet halinde, üns halindeki kişi ise sahv halinde Allah’la birlikte (bekâ halinde) olur.189

Üns, kişide ümit halinin yerleşmesi ve artması demektir. Ümit hali derecelendirilecek olursa; recâ, bast ve üns şeklinde bir sıralama ortaya çıkar. Korku hali derecelendirilecek olursa; havf, kabz ve heybet şeklinde bir sıralama ortaya çıkar.

Üns halindeki kişi sahv durumundadır ve bekâ halindedir. Üns, Allah’ın cemâl sıfatıyla kulun kalbine tecellî etmesiyle olur. Üns ehli olanlar, O’nun cemâlinden dolayı neşe içinde olurlar ve O’nu müşahede eden, pırıl pırıl parlayan nurlu bir kalbe sahip olurlar. Muhabbet ünse götürür. Üns, vuslatın ve rahmetin neticesidir. Celâl tecellîsi ile dostlarının nefsini fâni kılan Allah, cemâl tecellîsi ile de onların sırlarını bâki kılar.190

Üns hali, kulun Allah’la birlikte olduğu bir haldir (bekâ hali). O’nunla birlikte olan kişi, büyük bir neşe içerisinde olup kalbi huzur ve sükûn içerisinde olur. O’nunla olma lütfuna nail olan kişi, bundan sonrası için de benzeri lütufların beklentisinde olup asla ümitsizliğe düşmez. Allah’la ünsiyet halinde olan kişinin tek korkusu, O’ndan ayrı kalma endişesidir.

Yahya b. Muaz (ö. 258/871), bast halinde duyduğu lezzeti ve üns haline olan özlemini şu sözlerle dile getirmiştir: “İlâhî! Kalbimdeki en tatlı ihsanın, senden ümitvar olmamdır. Dilimdeki en tatlı söz, seni övmemdir. En çok sevdiğim zaman, sana kavuşacağım zamandır.”191

Cüneyd, “Üns, haşmet duygusunun ortadan kalkmasıdır. Haşmet duygusunun kalkması, kul üzerinde korkudan çok ümit halinin galip olması anlamına gelir.” demiştir.

Zünnûn (ö. 245/859), “Üns, seven kişinin sevgilisinin yanında şen-şakrak (rahat ve

188 el-Âyid ve diğerleri, a.g.e. s.113.

189 Kuşeyrî, er-Risâle, s. 60.

190 Hucvirî, a.g.e. s. 526, 527.

191 Kuşeyrî, er-Risâle, s. 60.

samimi) olmasıdır.” demiştir. Peygamberlerin Allah’tan bir takım cüretkâr isteklerde bulunmaları, bu samimiyetin eseridir. Hz. İbrahim böyle bir samimiyete sığınarak, “Ey Rabbim, ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster.”192 derken, Hz. Musa da, “Rabbim! Bana (kendini) göster, sana bakayım.”193 deme cesaretini göstermiştir. İbrahim Maristanî (ö.

IV. yüzyıl), “Üns, kalbin sevgili ile neşelenmesidir.” demiştir. Üns halindeki kişi öyle büyük bir manevi haz içerisindedir ki, Allah’tan başka bir şey onu etkilemez. Yani ona karşı, dünyevî etkenler etkisiz kalır, Hz. İbrahim’i ateşin yakmaması gibi. Zunnûn Mısrî,

“Ünsün en aşağı derecesi, kulun ateşin içine atılması durumunda bile ünsiyet ettiği Allah’tan gaib olmamasıdır.” demiştir.194

Cüneyd, “Kul öyle bir noktaya ulaşır ki, kılıç ile yüzüne vurulsa bir şey hissetmez.”195 diyerek ünsiyet halindeki kişinin durumunu açıklamıştır. Ünsiyet halindeki kişi, yâr (Allah) ile o kadar meşguldür ki, ağyarı (O’nun dışındakileri) görmez.

Üns, Allah’a yakın olan kişinin O’nu daha yakından tanıması ve O’nunla olmanın verdiği rahatlıkla oluşan bir samimiyet halidir. Korkan, titreyen ve ürperen kalp, artık gerilme yerine gevşeme ve rahatlama durumundadır. Bundan böyle, Allah’ın lütfuna muhatap olan bu kalpte sadece neşe ve sevinç hâkim olacaktır.