• Sonuç bulunamadı

Muhabbet, “hubb” kökünden türemiş bir isimdir. Hubb, sevmek demektir. Hubb kelimesinin zıddı “buğd” dur. Buğd, sevmemek, kin tutmak, hoşlanmamak manalarına gelir. Hubb kelimesinden türeyen “muhabbet” kelimesi, sevgi demektir.413

Kuşeyrî, Risâle’sinde muhabbeti şu şekilde tanımlamıştır: “Muhabbet, içinde su bulunan kap demek olan hubb kökünden gelir. Kap, içine konan şeyi tutar ve bir kap dolu

411 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 32.

412 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 33.

413 İbn Manzûr, a.g.e. C. II, s. 742.

olduğu şeyden başkasını içine almaz. Kalp muhabbetle dolunca içine sevgiliden başkası sığmaz. Biriken sular üzerine şiddetli yağmur yağdığında su üstünde oluşan kabarcık ve damlacıklara ‘hubâb’ denir, muhabbet ise hubâbtan gelir. Muhabbet, sevgilinin cemalini görme heyecanı ve susuzluğu içinde bulunan bir kimsenin kalbinin galeyan etmesi ve coşmasıdır.” 414

Mutasavvıfların ilk dönemlerde muhabbet kelimesini kullandıkları, daha sonraki dönemlerde ise “aşk” kelimesini, muhabbet kelimesinin yerine kullandıkları görülmektedir. Muhabbet kelimesi Türkçemizdeki “sevgi” kelimesinin karşılığıdır.

Cüneyd Bağdâdî “Muhabbet, kalbin meylidir.” diyerek, muhabbetin kalple ilgili olduğunu ve sadece bir düşünce değil bir eylem olduğunu tespit etmiştir. Kalbin bu meyli Allah’a ve O’na ait şeyleredir. Muhabbet, seven kişiyi sevdiğine yöneltecek, O’na yaklaştıracak ve O’nu duymasını, görmese de görür gibi hissetmesini ve her an O’nun huzurunda olduğunu, kendisini müşahede ettiğini bilerek yaşantısına devam etmesini sağlayacaktır. Muhabbet, kişiyi Allah’a yönelttiği gibi, gayrından da uzaklaştırır. Nefsin süfli arzularını dizginler ve kalbe hâkim olmasının yollarını kapatır. Muhammed b. Ali Kettânî “Muhabbet, tercihi sevgili için yapmaktır.” 415 diyerek, sevgilinin arzularının kendi arzularının önüne geçmesi gerektiğini ifade etmiştir.

Kuşeyrî, Risâle’sinde, muhabbetin, kalbin Allah’a meyli ve O’nunla olmak arzusu olduğunu şu sözleriyle açıklamaktadır: “Kulun Allah hakkındaki muhabbetine gelince;

bu, kulun kalbinde duyduğu bir şey olup, ibare ile ifade edilemeyecek kadar latiftir. Bu hal ve his, insanı Allah Teâlâ’ya tazim etmeye, rızasını her şeye tercih etmeye, O’ndan ayrı kalınca sabırsızlanmaya, O’nsuz edememeye, O’nsuz kalınca kararsız hale gelmeye, ünsiyet ve ülfetini, devamlı surette kalbi ile O’nu zikrederek bulmaya ve Allah’a karşı içinde bir heyecan duymaya sevk eder.”416

Kuşeyrî’nin ifade ettiği gibi, kişinin Allah’a yakın olması ve O’nu sevmesi;

Allah’ı zikretmeye ve rızasını her şeyin üzerinde görmeye sevk etmelidir. Vücudun;

yemek, içmek, giyinmek gibi ihtiyaçları olduğu gibi, ruhun da ihtiyaçları vardır. Ruhun, kalbin ihtiyaçları Kur’an-ı Kerîm’de belirtildiği gibi, ancak zikirle417 ve muhabbetle karşılanabilir.

414 Kuşeyrî, er-Risâle, s. 320.

415 Kelâbâzî, Ta’arruf, 128.

416 Kuşeyrî, er-Risâle, s. 319.

417 Ra’d, 13/28.

3.28.1. Allah İçin Sevmek ve Buğz Etmek (Hub ve Buğz)

Kuşeyrî, öncelikle Allah’ın dışındaki bir kimseyi sevmek-sevmemek konusunu ele almıştır. Bu konuda, Allah’ın isteğiyle, nefsin ve hevanın isteğinin çatıştığını ortaya koymuş ve Allah’ın isteğinin tercih edilmesini tavsiye ederek konuyu açıklamıştır.

Kuşeyrî, bir kimseyi sevmek veya sevmemek (buğz etmek) söz konusu olduğunda, o kimsenin yaptığı şeylerin kitap ve sünnet ölçeğine tabi tutulması gerektiğini söylemiştir. Böyle davranan kimseyi, Allah ve resulüne muvâfakatından dolayı müjdelemiştir. Eğer bu kimse, ameli kitap ve sünnette sevimli olduğu halde sevilmiyorsa;

heva sahibi olunduğunu ve heva ile ona buğz edildiğini açıklamıştır. Buğz etmekle, o kimseye zulmedildiğini; Allah ve resulüne muhalefet ederek isyan edildiğini ve yapılan buğzdan dolayı tevbe edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Allah’tan, o şahsı ve Allah’ın sevdiği dostlarını ve salih kullarını sevmeyi istemek gerektiğini söylemiştir. “Hevana tabi olma, o seni Allah’ın yolundan saptırır.”418 ayetinde belirtildiği gibi; hevâya göre değil, bir kimsenin kitap ve sünnetteki durumuna göre hareket etmek gerekmektedir. 419

Kuşeyrî’nin açıklamalarında görüldüğü gibi; bir kişiyi sevmek veya sevmemek konusunda, kitap ve sünnete müracaat etmek, Allah’ın ve Peygamber’in sevdiklerini sevmek, buğz ettiklerine de buğz etmek gerekmektedir. Böyle yapan kimse, kitap ve sünnete muvâfakat etmiş olur. Kitap ve sünnete uygun olarak değil de havâsına göre seven ve buğz eden kimse ise, Allah’a ve Peygamber’e muhalefet etmiş olur ki bu da günah olup tevbe etmeyi gerektirir.

3.28.2. Muhabbette Allah’ın Kıskançlığı

Sevgi paylaşıldığı zaman kıskançlık meydana çıkar. Bu yüzden dostlar arasında dahi çatışmalar çıkabilir. Kuşeyrî’nin, insanoğlunun çocukluktan beri çok iyi bildiği ve bizatihi yaşadığı “kıskançlık” duygusunu, konunun daha iyi anlaşılabilmesi amacıyla kullandığı gözlenmektedir.

Kuşeyrî, her sevilen kimseyle arkadaşlığın devam etmediğini; düşmanlıkla, ölümle veya başka yerlere gitmesiyle aranın açıldığını; bu bakımdan, dünyadaki geçici dostluklara bel bağlanmaması gerektiğini belirtmiştir. Kuşeyrî, “Ey halkın sevdiği kimse!

Bunun bir savaş anlamına geldiğini iyi bil. Allah’ın kıskanç olduğunu bilmez misin?

418 Sâd, 38/26.

419 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 34.

Allah, seni yarattı, sen ise ondan başkasıyla olmak istiyorsun.” diyerek Allah’ın kıskançlığına ve sevgiyi paylaşmak istememesine dikkat çekmiştir. Kuşeyrî’nin, bu kanıya örnek verdiği şu ayetlerle ulaştığı anlaşılmaktadır. “Allah onları sever, onlar da Allah’ı sever.”420 “İnsanları ve cinleri ancak bana ibadet etmeleri için yarattım.”421

Kuşeyrî, Allah’ın kıskançlığını ve sevgisini halkından biriyle paylaşmak istememesi görüşünü bir hadisle izah etmiştir. Hz. Peygamber, “Allah, bir kulu sevdiği zaman ona musibet verir, sabrederse ona sahip olur.” dediğinde, kendisine, Ey Allah’ın Resulü! Sahip olmak ne demektir, diye sorulur. Bunun üzerine Hz. Peygamber,

“Kendisinde ne mal bırakır ne de çocuk.”422 diye cevap verir. Kuşeyrî (kaynaklarda tespit edemediğimiz) bu hadisi; onun malı ve çocuğu olduğu zaman onları sever ve Allah’a olan sevgisi dağılır; Allah’la başkaları arasında ortaklık olur; Allah ortaklığı kabul etmez; O, kıskançtır, yok edicidir, galip gelendir, her şeyin üzerinde ve her şeye üstündür; kulunun kalbini başka ortaktan kurtarmak için ortağını helak eder, diyerek yorumlamıştır.423

Kuşeyrî, insanlar arasındaki sevgi ve buğzun geçici, değişken ve aldatıcı olduğunu söylemiştir. Allah’ın, sevdiği kimseye sahip çıkması, o kimsede, kendi sevgisine ortak olacak mal ve çocuk bırakmaması olarak izah edilmiştir. Allah’ın, sevgisine ortak olunmasını kabul etmediği ve kıskandığı görülmektedir.

Kuşeyrî, kalpte mal ve çocuk sevgisi gibi sevgiler kalmadığı zaman “Allah onları sever, onlar da Allah’ı sever.” sözünün gerçekleşeceğini söylemiştir. Kalp; başkanlığı, velâyeti, kerameti, halleri, makamları ve mertebeleri istemekten; aile, mal, çocuk, lezzetler, istekler gibi benzer ortaklardan temizlendiği zaman, kalpte bir istek ve irade kalmayacağını açıklamıştır. O zaman kalbin, içerisinde sıvı bir şey durmayan, ucu kırılmış bir kap gibi olacağını ve herhangi bir şeyi de istemeyeceğini; Çünkü kalbin Allah’ın fiiliyle kırıldığını, içerisinde her irade ortaya çıkışında da Allah’ın fiilinin ve kıskançlığının onu kıracağını ifade etmiştir. Kuşeyrî, bu durumdaki kalbin etrafında heybet ve azamet çadırları kurulacağını; ayrıca büyük ve güçlü hendekler kazılacağını ve böylece eşyadan bir şey isteğinin de kalbe sızamayacağını belirtmiştir. İşte o zaman böyle bir kalbe; mal, çocuk, aile, dost, keramet ve ibadet gibi şeylerin zarar veremeyeceğini;

bunların hepsinin kalbin dışında kalacağını ve Allah’ın da böyle bir kalbi kıskanmayacağını ifade etmiştir. Aksine bütün bunların, Allah’tan kuluna bir lutuf, nimet

420 Mâide, 5/57.

421 Zâriyât, 51/56.

422 Hadis kaynaklarında tespit edilememiştir.

423 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 34.

ve keramet olacağını; kendisine yönelenlere bir menfaat, sığınak, korunak olacağını;

dünyada ve ahirette de şefaatçi olacağını açıklamıştır.424

Kulun kalbinde, Allah’a ortak olacak herhangi bir şey kalmadığı zaman, kul gerçek manada Allah’ı sevmiş olur. Böylece Allah da, kendisini ortaksız seven kulunu sever. Bu durum, Allah’ı sevmenin ve Allah’ın kulunu sevmesinin hakikatini ortaya koymaktadır. Kul, mâsivâ sevgisinden kurtardığı bir kalple Allah’ı severse, bundan böyle bu kalp Allah’ın korumasına girer ve içerisine mâsivâdan hiçbir şey sızamaz ve zarar veremez. Böylece Allah’ın kıskanması da kalkar. Kalbe sızıp zarar veren şeyler içerisinde aile, çocuk gibi şeylerle birlikte kerametler ve ibadetler de zikredilmektedir. Bu durumda, kerametleri sevmek, kerametlerin yok olmasına sebep olabilir. İbadetleri sevmek için de aynı akıbet söz konusudur. İbadetleri sevip beğenmek, onlara güvenmeye ve yaptıklarını yeterli görerek daha fazlasını yapmaya gerek duymamaya yol açarak ibadetlerin azalmasına ve yok olmasına sebep olabilir. Burada kastedilen, bir kimsenin eşini, çocuklarını veya dünyadaki güzel bir şeyi sevmemesi değildir. Bütün bunların veya benzerlerinin kalbe yerleşerek Allah sevgisini azaltması veya gölgelemesi kastedilmekte ve hoş görülmemektedir. Kalp, mâsivâ sevgisinden tamamen temizlenip bunlardan bir şeyi içerisinde tutamayacak şekilde ucu kırılırsa; dışarıdan bir şeyin içine sızmasını engelleyecek şekilde de korunursa, zikredilen şeylerin sevilmesinde bir beis yoktur.

3.28.3. Allah’ın Sevgide Tek Olması

Kuşeyrî, “Allah, sevgide tek olmayı sever. O’na başkasının yoluyla yaklaştığın zaman, sevgin eksik olur, O’na olan sevgin başkalarına dağılır ve böylece kalbindeki Allah sevgisi azalır. Yüce Allah, kıskançtır, ortaklığı da sevmez.” diyerek Allah sevgisine başka sevgileri karıştırmamak ve hem başkalarına hem de Allah’a teveccüh etmemek gerektiğini ifade etmiştir. Örneklemek gerekirse, hem cematte görsünler ve benden alışveriş yapsınlar, hem de vazifemi yaptığım için Allah beni ahirette mükâfatlandırsın, düşüncesiyle ibadet etmek, teveccühü de sevgiyi de dağıtmak demektir. Hâlbuki Allah, kıskançtır ve maksatta da sevgide de kendisine ortak istememektedir. Bu durum, “lâ maksûde illallah ve lâ mahbûbe illallah” ifadesiyle özetlenebilir.

Kuşeyri, çarenin, vuslatta ve nimetin elinde görüldüğü kimseye meyletmekte olduğunu bildirmiştir. Allah, kendisiyle değil de başkalarıyla meşgul olmaman için, vuslatla başkalarının elini senden uzaklaştırdı, dillerinin seni övmesini ve yüceltmesini,

424 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 35.

ayaklarının sana koşmasını engelledi, demiştir. Vuslatın ve Allah’a teveccühün, başkalarına teveccühü engellediği görülmektedir.425

Kuşeyrî, “Kalplerin fıtratında, kendisine iyilik yapanı sevmek, kötülük yapanı da sevmemek vardır.”426 hadisini örnek vererek Allah, kendisini birleyip sevinceye kadar;

hareketinde ve sükûnunda, zâhirinde ve bâtınında her yönden O’nun kulu oluncaya kadar, halkın sana iyilik yapmasını engeller; hayrın ve şerrin ancak Allah’tan olduğunu görmezmisin, demiştir.427 Bu açıklamadan, Allah’ın, kendisini gerçek manada birlemeyen ve sevmeyen kimseye yardım etmeyeceği ve halkın ona yardım etmesine de müsaade etmeyeceği anlaşılmaktadır.

Kuşeyrî, Allah’ın sevgisini, yardımını ve halkın yardım etmesine müsaade etmesini hak etmek için yapılması gerekenleri açıklarken aynı zamanda Allah’ın bazı niteliklerini ve farkında olunmayan lütuflarını hatırlatarak birtakım uyarılarda bulunmuştur.

Kuşeyrî, halktan, nefisten, hevadan, iradeden ve mâsivâ’dan fâni olursan, eller ihsanla ve cömertçe, diller hamd ve övgüyle sana açılır, demiştir. Kötü edepten sakınmayı, kendisine yönelene yönelmeyi tavsiye etmiştir. Cehaletin karanlığından çıkaran, helak olmaktan, adi heveslerden, değersiz amaçlardan, kötülüğü emreden nefisten, sapık arkadaşlardan, Hakk’ın yolunu kesenlerden kurtaran ve kendisine davet eden kimsenin davetini kabul etmek gerektiğini belirtmiştir. Kuşeyri, şu ifadelerle de muhasebe yapmaya ve istikameti düzeltmeye davet etmiştir: “Gelenek, gaflet, heva, ertelemek, dünya ve mâsivâ ne zamana kadar seni oyalayacak! Sana ihsan eden, kâinatı yaratan, evvel, âhir, zâhir ve bâtın olan, sonun ve dönüşün O’na olduğu Mevlâ’nın neresindesin (yakınında mı, uzağında mı)? Kalpler O’nundur, ruhlar O’nunla tatmin olur; mahşer O’nundur, karşılıksız vermek de O’na aittir.”428

3.28.4. Allah'ın Kulunu Sevmesinin Sebebi

Muhabbet, tek taraflı bir sevgi değildir. Muhabbet, kulun, Allah'ı sevmesi olduğu gibi, Allah'ın da kulunu sevmesidir. Bu hususta, muhabbetle rıza arasında benzerlik olduğu görülmektedir. Rıza, kulun Allah'tan razı olması olduğu gibi, Allah'ın da kulundan razı olmasıdır. Hatta sûfîler, "Allah onlardan razı, onlar da Allah'tan razıdırlar"429

425 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 64.

426 Kudâ‘î, Müsned, I, 350; Beyhakî, Şuabü’l-İman, 381.

427 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 65.

428 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 65.

429 Mâide, 5/119.

ayetine dayanarak, Allah'ın rızasının öncelik arzettiğini söylemektedirler. Kuşeyrî,

"Allah’tan, fiilinde fâni olmayı ve hükmüne razı olmayı isteyiniz. Çünkü o, büyük rahatlık ve dünyadaki acil cennettir. O, Allah’ın en büyük kapısı ve mü’min kulunu sevmesinin sebebidir." diyerek Allah'ın, sevdiği bir kimseye ateşle azap etmeyeceğini bildirmiştir.430

Kuşeyrî, Allah'ın kulunu sevmesinin sebebinin, kulunun, fiilinde fâni olması ve hükmüne razı olması, olduğunu tesbit etmiştir. Burada, tam bir teslimiyet ve rıza söz konusudur. Zaten, İslâm kelimesinin yapısında da bu teslimiyet mevcuttur. Bu açıdan bakıldığında, teslimiyet ve rızanın, müslüman olmanın temel ilkelerinden olduğu görülür.

Seyr-i sülûk'un zirvesinde ulaşılan makamın adı olan rızanın, müslümanlığın bidayetinde ve her safhasında mevcut olması gerektiği anlaşılmaktadır. Kutsî hadiste, Allah'ın, farz ibadetleri yaparak ve nafile ibadetlere devam ederek kendisine yaklaşan kullarını seveceği,431 bildirilmiştir. Bu hadisten de anlaşılacağı üzere, Allah, Kulluğu, kendi istediği gibi icra edenleri sevmektedir. Bu bakımdan, Allah'ın sevgisine ulaştıracak fiillerin pek çok olduğu anlaşılmaktadır. Teslimiyet ve rızanın, bütün bu güzel fiillere sevkeden temel ilke olduğu kavranırsa, Allah'ın sevgisinin sebebi daha iyi anlaşılır.

Kuşeyrî, Kendisi için ayrılmamış olan kısmeti ve nasibi istemekle meşgul olmanın ahmaklık ve cahillik olduğunu söylemiştir. Kısmet olmayanı istemenin en şiddetli ceza olduğunu; kısmet olanla meşgul olmanın ise sevgi ve kulluk kapısında şirk, hırs ve açgözlülük olduğunu ifade etmiştir. Onun bu iddiasının temel dayanağını, “Allah’tan başkasıyla meşgul olmak şirktir.” sözü oluşturmaktadır. Sevgi kapısında, sevgiliden başkasına teveccüh etmenin yanlışlığını, “Kısmeti isteyen kimse, dostluğunda ve sevgisinde samimi değildir. Sevdiği ile birlikte başkasını isteyen kimse yalancıdır. İşine karşılık bekleyen, sevgisinde samimi değildir.” diyerek açıklamıştır. Bütün bunlardan sonra, kişi nasıl olur da kısmetleri istemekle meşgul olur; nasıl olur da halkın artan kısmetlerini görerek onlara gıpta eder, diyerek hayretini dile getirmiştir. Halkın kısmetine imrenmenin; başkalarının kısmetini gözünde büyüterek güzel görmeye, kendi kısmetini ise değersiz görmeye sebep olacağını, endişeyi ve üzüntüyü artıracağını ifade etmiştir.432

Allah’ın verdiği kısmetle meşgul olmanın, sevgiye yakışmadığı söylenmektedir.

Allah’la birlikte kısmeti isteyen kimse, yalancı ve sevgisinde samimiyetsiz olarak görülmüştür. Sevdiği ile birlikte başkasını isteyen kimsenin yalancı, işine karşılık

430 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 57.

431 Buhârî, Sahîh, Rikak 38.

432 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 57.

bekleyen kişinin de, sevgisinde samimi olmadığı, söylenmiştir. Allah sevgisi, mülkiyet sahibi olduğu ve ibadet edilmeye hak sahibi olduğu için Allah’a ibadet etmeyi öngörmektedir. Mü’min olarak yaratılmış olmak, ibadet edecek güç ve kuvvete sahip olmak, ibadet etme fırsatı sağlamaktadır. Bu bakımdan, yapılan ibadete karşılık beklemeden önce, bu lütfundan dolayı Allah’a şükretmek gerekmektedir.

Kuşeyrî, hükme razı olmayan bu açgözlü kimselerin durumunu ve akıbetini açıklamıştır.

Kuşeyrî, başkalarının kısmetini istemekle ömrünü geçirenlerin güçlerinin eriyeceğini, mallarının yok olacağını, vücutlarının yorulacağını ve günahlarının çoğalarak sayfalarının kararacağını söylemiştir. Rablerinin emirlerini terk ederek ve başkalarının kısmetini isteyerek büyük günah işlediklerini ve onu da elde edemeyerek dünyadan müflis olarak ayrıldıklarını belirtmiştir. Bu kimselerin, kendilerine ayırdığı kısmetten dolayı Rablerine şükretmediklerini, O’na itaat ederek, kısmetle yardım istemediklerini;

İstemekle başkalarının kısmetini de elde edemediklerini, aksine dünyalarını da ahiretlerini de kaybettiklerini açıklamıştır. Onların, halkın en şerlileri, en cahilleri, en akılsız ve basiretsizleri olduklarını söylemiştir. Eğer hükme razı olsalar, verilene kanaat etseler ve Mevlalarına itaat etselerdi, dünyadaki kısmetleri, bir yorgunluk ve zorluk olmadan kendilerine gelirdi sonra da, iyilik, mutluluk ve ebedi rahatlık diyarına taşınırlardı ve efendilerinin yanında, istedikleri, arzu ettikleri her şeyi bulurlardı, demiştir.433

Kısmeti isteyerek ve onunla meşgul olarak, Allah’la meşgul olmaktan mahrum kalan kimseler, sadece şirke düşmüş olmakla kalmamışlar, nimeti inkâr ederek ve kızarak Allah’tan yüz çevirmişlerdir. Kendi kısmetlerini küçümseyerek başkalarının kısmetini istemekle büyük günah işlemişler ve ellerine de bir şey geçmemiştir. Bu kimseler dünyayı kaybettikleri gibi ahireti de kaybetmişlerdir. Halk dilinde buna, “eldeki pirince giderken evdeki bulgurdan olmak” denilir. Eğer kısmetlerine razı olsalar, ellerine geçene kanaat etseler ve şükretselerdi, bu olumsuz neticeye maruz kalmayacaklardı.

3.28.5. Sevgisinde Samimi Olan Kimsenin İbadeti

Kuşeyrî'nin, “İşine karşılık bekleyen kimse, sevgisinde samimi değildir.” sözü, Allah'a, dünyevî veya uhrevî bir menfaat beklemeden ibadet etmek gerektiğini göstermektedir. Bu ibadet anlayışında, cennet ümidi ve cehennem korkusu da birer

433 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 58.

karşılık olarak görülmektedir. Kuşeyrî, sevgisinde samimi olan kimsenin, niçin ve nasıl ibadet etmesi gerektiğini de şu şekilde açıklamıştır: “Samimi kişi, ilahlık hakkını vermek için Allah’a ibadet eden kimsedir. O kişi, Allah’a, mülkiyet sahibi olduğu ve hak ettiği için ibadet eder. Çünkü Allah Teâlâ, onun sahibidir, ibadete ve itaate müstahaktır. Çünkü o kişi, sükûnuyla, hareketleriyle, diğer kazançlarıyla, bütünüyle O’nundur. İbadetler, bütünüyle Allah’tan kuluna bir nimet ve lütuftur. Çünkü Allah, onu, ibadete muvaffak kıldı ve yapmak için güç verdi. Onun, Rabbi’ne şükretmekle meşgul olması, O’ndan yaptıklarına karşılık ve mükâfat istemesinden daha hayırlı ve daha önceliklidir.”434

Burada, yaptıklarına karşılık veya mükâfat isteyerek ibadet etmenin yanlışlığına dikkat çekilerek, her şeyin sahibi olan Allah'a zatı için ve ibadet edilmeye layık olduğu için ibadet edilmesi vurgulanmıştır.

Bu anlayışı, özellikle Râbiatü’l-Adeviyye’de görmek mümkündür. Râbia, “İlahi!

Cehennemden korkarak sana ibadet ettim ise beni cehennemde yak. Cennete tamah ederek ibadet ettim ise cennetini bana haram kıl! Yalnız sana ve yalnız senin için ibadet ettimse, beni cemalini görmekten mahrum etme.”435 diyerek ibadetleri, cennet ümidi veya cehennem korkusu ile değil, sadece Allah’la birlikte olmak için yaptığını ifade etmiştir.

Cennet ümidi veya cehennem korkusu ile ibadet eden kimseyi, yaptığı işe karşılık bekleyen bir işçiye benzetmiştir.436

Bu konuda birçok sûfî Râbia’nın sözlerine yakın sözler söylemişlerdir. Ebû Hâzım (ö. 139/756): “Ben Allah’a sevabın ümidi veya ikbalin korkusu için ibadet etmekten utanıyorum. Çünkü bu takdirde, efendisine karşı asi olan bir köle gibi olurum ki, efendisinden korkmazsa çalışmaz”437 diyerek, herhangi bir karşılık beklemeden, sadece Allah'ın zatı için ibadet etmek gerektiğini vurgulamıştır.

İbadetlerin Allah sevgisi ile yapılması, korku veya karşılık bekleme temeline oturtulmaması, hem daha hâlis olmasını hem de elde edilecek neticenin daha iyi olmasını sağlayacaktır.

434 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 57.

435 Feridüddîn Attâr, Evliyâ Tezkireleri, Çev. Süleyman Uludağ, Kabalcı Yayıncılık, İstanbul 2012, s. 110, 111; Cavit Sunar, Ana Hatlarıyla İslâm Tasavvufu Tarihi, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi yayınları, Ankara 1978, s. 17.

436 Doğrul, Ömer Rıza, Hz. Râbiatü’l-Adeviyye, Kitapsan, İstanbul 1976, s. 168; Gazâlî, İhya, IV, 628.

437 Gazâlî, İhyâ, C. IV, s. 619.