• Sonuç bulunamadı

Konuları, somut misallerle ve teşbihlerle izah eden Kuşeyrî, hayır ve şerri; bir dalı tatlı, diğer dalı acı meyve veren bir ağaç misaliyle izah etmiştir. Hayır, ağacın tatlı meyve veren dalına, şer ise acı meyve veren dalına benzetilmiştir.

Kuşeyrî, acı ve tatlı meyvenin birbirine karışmaması için bu ağacın dibinde ve tatlı meyve veren dalının altında bulunup iki yönü ve iki meyveyi iyi tanımak gerektiğini söylemiştir. Tatlı meyveden yemeyi, acı meyveden de sakınmayı tavsiye etmiştir. Çünkü bu acılık yok edici özelliğe sahiptir. Kuşeyrî, eğer bu ağaçtan uzaklaşıp ta uzaklara gidilirse birbirinden ayırt edilemeyecek şekilde karışmış olan meyvelerden belki acısı ele gelip yenilebilir ve acılığın vücuda yayılmasıyla da helak olunabilir demiştir. Kuşeyrî, meyvesi belli olmayan ağacın dalında hayır yoktur; kurtuluş ve selamet, o ağacın yakınında olmaktadır; hayır, da şer de Allah’ın yarattığı fiillerdir; kazanç ise kullarındır, demiş ve bu konuda “Sizi ve işlediklerinizi Allah yarattı.”393 ayetini örnek vermiştir.394

Allah, yarattıklarına benzemekten münezzehtir. Burada, Allah değil de, O’nun fiili, bir ağacın fiili ile izah edilmiştir. Bir ağaç, acı ve tatlı meyve verebildiğine göre, acı ve tatlının yani hayır ve şerrin Allah tarafından yaratılmış olması da tabiidir. Hatta aksini düşünmek, şerre başka bir yaratıcı aramak olur ki, bu da tamamıyla şirktir. Ağaç, acı ve tatlı iki tür meyve vermekte fakat meyvesini bir kişinin ağzına verip yedirmemektedir.

İnsan kendi eylemiyle ağaca uzanarak veya tırmanarak bu meyvelerden birini tercih etmekte ve ağzına götürüp yemektedir. Kuşeyrî, “Allah hâlık, kul kâsiptir.” prensibini bu misalle izah ediyor. Acı ve tatlı meyveyi yaratan Allah’tır, fakat kulun onlardan birisini yemesine, tıpkı ağaç gibi hiçbir etki yapmamaktadır. Kul, kendi cüz-i iradesiyle istediği meyveye uzanıp onu yemekte ve dolayısıyla onun zararına veya faydasına da (neticesine) katlanmaktadır. Ağacın tatlı meyve veren dalının da, acı meyve veren dalının da belli olduğu gibi, hayır ve şer de Kur’an ve sünnette belirlenmiştir. Ağacın yanında duran

392 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 28.

393 Sâffât, 37/96.

394 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 29.

kimse, tatlı meyve veren dalı görüp onun meyvesini yediği gibi, Allah’a yakın olan yani Kur’an ve sünnete yakın olan kişi de onun tatlı meyvelerini (hayrı) görür.

Kuşeyrînin de ileri gelenlerinden olduğu Eş’ariyye’ye göre, iyi ve kötü (husun ve kubuh) ancak Allah’ın belirlemesiyle anlaşılabilir.395 Kuşeyrî, kulun; işlediği, kazandığı amellerine göre değerlendirileceğini açıklamaktadır.

Kuşeyrî, “Yaptıklarınızdan dolayı cennete girin.”396 hükmüne göre Allah’ın, kendisine teslim olan, emir ve nehyine sarılarak itaat eden kimseleri şerrinden koruyacağını, hayırlarını çoğaltacağını, bütün dünyevî ve uhrevî kötülüklerden uzaklaştıracağını söylemiştir. Bu hususta da şu ayetleri örnek vermiştir: “Böylece Allah, onu kötülüklerden ve fuhşuyattan ayırdı. Muhakkak ki o, bizim halis kullarımızdandır.”397

“Eğer iman eder ve şükrederseniz, Allah size niçin azap etsin.”398 Kuşeyrî, “Eğer şükrederseniz artıracağım.”399 ayetini örnek vererek şükreden mü’minde bela ne gezsin;

o, afiyete beladan daha yakındır; mü’minin imanı, her isyankârın cezası olan cehennem ateşinin alevini söndürür, demiştir.400

İman sahibi insanlar, amellerine yani kazandıklarına göre muamele göreceklerdir.

İradesiyle iyiye yönelip kötüden uzaklaşan kimselerin Allah tarafından günahlardan ve azaptan korunacağı belirtilmiştir. Hayra yönelen kimsenin hayra ulaşacağı, şerre yönelen kimsenin de şerden beladan kurtulamayacağı ifade edilmektedir. Burada, kelâm ilminin çetin konularından biri olan hayır ve şerri Kuşeyrî’nin, ağaç-meyve misaliyle ne kadar basit bir şekilde açıkladığı görülmektedir.

3.26.1. Belanın Hikmeti

Hiç kimse belayı istemez, başına bela geldiğinde de bir an önce ondan kurtulmaya çalışır. Hayır bilinen şeylerde şer, şer bilinen şeylerde de hayır olduğu, prensibiyle düşünülecek olursa, belada da bizim bilemeyeceğimiz faydalar olabilir. Kuşeyrî, kimsenin istemediği belanın hikmetlerini açıklamıştır.

Kuşeyrî, kalp üzerinde hâkimiyet kuran nefs ve heva pisliğini tamamen temizleyecek şeyin bela ateşi olduğunu söylemiştir. Bu bakımdan, velîler için daha şiddetli belaların olmasının şart olduğunu belirtmiştir. Bela imtihanı sayesinde, nefsin ve

395 Keskin, Halife, İslâm Düşüncesinde Kader ve Kaza, Beyan Yayınları, İstanbul 1997, s.132.

396 Nahl, 16/32

397 Yusuf, 12/24.

398 Nisâ, 4/147.

399 İbrâhîm, 14/7.

400 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 29.

şeytanın hâkimiyetinden kurtulan kalp, bundan böyle Allah’ın hâkimiyetine ve emrine girecektir. Şer görülen belanın, kalbin temizlenerek Allah’ın tecellîgahı olmasına vesile olduğu görülmektedir. Böyle bir kalp, kurbiyet halinde tevhide ve marifete ulaşarak Allah’ın nuruyla dolar. “Allah, bir kişinin göğsünde iki kalp yaratmamıştır.”401 ayetinde belirtildiği gibi kalp, iki kişinin sığmadığı bir evdir. Kalp üzerinde, şeytanın, hevanın ve nefsin hâkimiyeti olduğunda; uzuvlar, onların emriyle çeşitli günahlara ve batıl olan şeylere doğru hareket eder. Marifet ve tevhid için saha temizlenir, Melikin evi olan kalp boşaltılır ve uzuvlar huzur bulursa onların hâkimiyeti kalkar.402

Kuşeyrî, peygamberlerin başına gelen şiddetli belaları da bu açıdan değerlendirmektedir. Melik’e yakın olan kimsenin tehlikesinin ve O’ndan sakınmasının artacağını, çünkü onun; Melikin gözetimi altında olduğunu, hiçbir anının, hareketinin ve davranışının O’na gizli kalmayacağını bileceğini açıklamıştır. Kuşeyrî, “Allah’ın yanında halkın tamamı tek bir şahıs gibidir, onların işlerinden de hiçbir şey kendisine gizli kalmaz.” sözünün faydasını şu şekilde açıklamıştır:

Marifet ve ihlâs sahibi bir kimsenin makamı yükseldiğinde; kendisine verilen büyük nimetlerden ve geniş ikramlardan dolayı Allah’a şükrün vacip olduğunu bildiği halde; O’ndan başkasına yönelir ve O’ndan başkasının hizmetiyle meşgul olursa; bu, şükürde kusurdur ve itaatte noksanlıktır. Kuşeyrî, yaptığı açıklamalardan sonra, “Ey Peygamber’in hanımları! Sizden birisi açık bir kötülük yaparsa onun azabı katlanır.”403 uyarısını bu konuya örnek vermiştir.404

Peygamberlerin, herkesten daha çok musibete uğraması, marifetlerinin artarak Allah’ı yakînen tanımalarına ve dolayısıyla O’ndan daha çok sakınarak itaat etmelerine sebep olmaktadır. Peygamber hanımları örneğinde olduğu gibi, marifet ve kurbiyet nimetinin şükrü, başkalarına değil, sadece O’na teveccüh ederek itaat etmekle mümkün olur. Bu durum, marifet ve lütfun, daha çok sorumluluk yüklediğini gösterir.

3.26.2. Fakirlikle İmtihan

Kuşeyrî, fakirliği; zenginliğe ve afiyete dönüşen fakirlik ve sürekli devam ederek küfre dönüşen fakirlik olmak üzere iki şekilde mütalaa etmiştir. Fakirlikten zenginlik ve afiyet haline nasıl ulaşılacağını açıklamıştır.

401 Ahzab, 33/4.

402 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 30.

403 Ahzab, 33/30.

404 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 30.

Kuşeyrî, “Kim Allah’tan korkarsa, O, kendisine hiç hesap etmediği yerden bir rızık ve bir çıkış verir.”405 “Kim Allah’a tevekkül ederse Allah ona yeter.”406 ayetlerine dayanarak; kul Allah’a inanırsa ve bütün işlerinde O’na teslim olursa; rızkın kolaylaştırılmasının Allah’tan olduğuna inanır; kendisini doğruya yöneltenin hata yaptırmayacağını ve kendisini yanıltanın da doğruya ulaştırmayacağını bilir, demiştir.407

Fakirlik anında, iman, havf, recâ ve tevekkülün, fakirlikten kurtulup refah ve zenginliğe ulaşmaya sebep olduğu anlaşılmaktadır. Allah’tan uzaklaşmayıp, O’na sığınmak doğruya yönelmektir. Doğruya yönelen kimseyi Allah’ın doğruya ulaştırdığı ve hata yaptırmadığı görülmektedir. Bu durum, kul hayra yönelince, Allah’ın hayrı yaratması, demektir. Burada yine Kuşeyrî’nin kelâmcılığını görmekteyiz.

Kuşeyrî, küfre götüren sürekli fakirliği ve sebeplerini de izah etmiştir.

Allah’ın zenginlik ve afiyet verdiği kimseyi daha sonra fakirlik ve musibetle imtihan edeceğini; bu kişinin, Allah’ın lütfuyla hamd etmesinin ve şükretmesinin, üzerindeki fakirlik ve musibetin kalkmasına sebep olacağını açıklamıştır. Kuşeyrî, Peygamber’in, “Fakirlik neredeyse küfür oldu.”408 sözünü şu şekilde izah etmiştir:

Allah, kimi imtihan etmek isterse onun musibetini ve fakirliğini devam ettirir. Bu kimsenin imanı gider, Allah’ın vadinden şüphe ederek, O’nu itham eder; O’na karşı gelir, kızar ve ayetlerini inkâr eder ve kâfir olarak ölür. Kuşeyrî, Peygamber’in, “Kıyamet günü insanların en şiddetli azap göreni, Allah’ın kendisinde dünya fakirliğini ve ahiret azabını bir araya getirdiği kimsedir.”409 sözüyle Allah’a sığındığı gibi biz de, kendisini unutturan fakirlikten Allah’a sığınırız demiştir.410

Kaldırılmayıp devam eden fakirlikte; imanın gitmesi, Allah’tan ümit kesilmesi, O’na kızılması, suçlanması ve ayetlerinin inkâr edilmesi; “fakirliğin, küfür olmasına”

sebep olmuştur. Allah’ın, kızarak ve suçlayarak kendisinden uzaklaşan, yani şerre yönelen kimse için şerri yaratması, küfre girmede kulun eyleminin rolünü göstermektedir.

405 Talak, 65/3.

406 Talak, 65/3.

407 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 32.

408 Kudâ‘î, Muhammed b. Selâme, Müsnedü’ş-Şihâb, thk. Hamdî Abdülmecîd es-Selefî, I-II, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut 1985, I, 342-43; Beyhakî, Şuabü’l-İman, V, 267.

409 Hâkim en-Nîsâbûrî, Muhammed b. Abdillah, el-Müstedrek ‘ale’s-Sahîhayn, thk. Mustafa Abdülkâdir

‘Atâ, I-V, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 2002, IV, 358; Kudâ‘î, Müsned, II, 173.

410 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 32.