• Sonuç bulunamadı

“Riyazet” kelimesi, eğitmek, itaat ettirmek anlamındadır. Vücut eğitimi (spor) anlamına geldiği gibi, ruhî eğitim anlamına da gelmektedir. Ruhu güçlendirmek için yapılan eğitimdir. Oruç, hem ruhî hem de bedenî bir riyazettir (eğitimdir). Ahlakın güzelleştirilmesi (nefs eğitimi), şehvetten uzaklaşmak ve ibadetlere devam etmekle olur.508

Nefsle savaşmak (mücahede), riyazetle mümkün olur. Riyazet, nefsin eğitimidir.

Nefsin yok olması mümkün değildir. Fakat eğitilmesi ve Hakk’ın yoluna sokulması mümkündür. Riyazetle, kötülüğü emreden nefsi (nefs-i emare), kendisinin Allah’tan, Allah’ın da kendisinden razı olduğu bir Nefs (nefs-i marziyye) haline çevirmek mümkündür. Nefsin eğitilmesinin yolu Kur’an’da gösterilmektedir: “Rabbinin makamından korkan ve nefsini arzularından uzaklaştıran kimse için cennet yegâne barınaktır.”509 Nefsin eğitimi, onun arzu ve isteklerini yerine getirmemekle mümkündür.

Sûfîler, Nefs eğitiminde; ona zor gelecek olan kibir ve gurur kırıcı işler yapmışlardır. Az yemek, az uyumak ve az konuşmak riyazette esastır. Sûf gibi kaba ve başkalarının hakir gördüğü elbiseler giymek; nefsin hoşlandığı bir yemeği ona vermemek; ona ağır gelecek zor ve meşakkatli işler yapmak (dilencilik, tabakhane ve tuvalet temizliği gibi) nefsin eğitim yollarındandır. Hasan Basrî (ö. 110/728), “Hiçbir

506 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 50.

507 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 51.

508 el-Âyid ve diğerleri, a.g.e. s. 561.

509 Nâziât, 79/40, 41.

serkeş at, nefs gibi sıkı dizgine layık değildir.”510 diyerek, nefsin dizginlenmek için en zor eğitimlerden geçirilmesi gerektiğini belirtmiştir.

Bazı sûfîler de riyazet konusunda aşırı gitmişlerdir. Riyazet denilince ilk akla gelen kimselerden biri olan Sehl b. Abdullah’ın on beş günde bir kere yemek yiyerek uzun bir ömrü az bir gıda ile geçirdiği bildirilmiştir.511 Bütün aşırılıklar maksadını aşmaktadır. Nefsin eğitiminin belli bir süre olması, onu yola getirinceye kadar olması yeterlidir. Nefs eğitiminde de Hz. Peygamber, model olarak alınmalı ve aşırıya kaçılmamalıdır. Zühd’de ileri giden kimselerin onun tarafından uyarıldığı unutulmamalıdır.

Kuşeyrî, Allah’ın, bazı kullarını, uzmanlaştırmak ve şeçmek için, maruz bıraktığı bazı hallerle imtihan ettiğini, belirtmiştir. Bu imtihanın, bir eğitim yani riyazet olduğu ve seçkin kimselerin yetiştirilmesini amaçladığı anlaşılmaktadır. el-Cevâhiru’l-Mensûre’de eğitimin mahiyeti ve neticesi, şu şekilde açıklamaktadır:

Allah’ın bu seçkin kulları, günahla imtihan edildiklerinde bazen cezaya maruz kalırlar, bazen de hataları affedilir ve arınmaya maruz kalırlar. İmtihanda başarı sağladıklarında da yüksek hallere ve makamlara çıkarılırlar. Bu Eğitimin, Allah’ın gözetim ve korumasında yapıldığı görülmektedir. Karşılaştığı musibetler, bu kimseyi içerisinde eriterek, iddialardan ve vesveselerden yoksun bir kalıba sokarak; kalbini şirkten, halka, sebeplere ve iradeye bağlanmaktan temizler. Allah, zâhirini ve bâtınını temizleyerek, eğitimden başarıyla çıkan kimseyi, havâssından biri yaparak ona çeşitli ilimleri ve sırları bahşeder.512 Bu imtihanın şifreleri ise şunlardır: Cezalarla karşılaşmanın sebebi, belalara sabretmemek ve şikâyetçi olmaktır. Hataların örtülmesinin ve arınmanın sebebi, sabrı cemîl ve sebatla itaat etmektir. Derecelerin yükseltilmesinin sebebi;

muvâfakat, rıza, tevekkül ve Allah’ın fiilinin her türlü tahakkukunda sükûn içerisinde bulunmaktır. Riyazetten başarılı çıkmanın sırrının, sabır, rıza, muvâfakat, tevekkül ve sükûn olduğu anlaşılmaktadır.513

3.37.1. Riyazette Başkasından İstememek ve Zikir

Allah, seçerek kendisine ayırdığı kulunu türlü musibetlerle deneyerek eğitir. Bu musibetler, kulun ders almasını, pişmesini ve yetişmesini sağlayan riyazet eğitimine

510 Gazâlî, Kimyâ-yı Saâdet, s. 346.

511 Hucvirî, a.g.e. s. 314.

512 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 51.

513 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 52.

vesile olduğu için son derece önemlidir. Bu kısımda, halktan istemeyerek, hatta dille Allah’tan bile istemeyerek yapılan bir riyazetten bahsedilmektedir. Bu riyazet aynı zamanda zikir ağırlıklıdır. Muhtaç olduğu halde, istemeyerek yokluğa ve sıkıntıya katlanmak nefsin ezilmesine ve kırılmasına sebep olmaktadır. Kuşeyrî’nin, bu eğitim hakkındaki açıklamalarını özetle verelim:

Bu eğitimin kademe kademe yapıldığı görülmektedir. Varlıktan, yokluğa ve sıkıntıya düşen kişi önce halka mahkûm olmuş, sonra çalışarak kendine yetmeye çalışmış ve daha sonra Rabbini iyice tanıyınca halktan istememiş ve Rabbinden istemiştir. Çünkü kulluğun; Allah’la olmak, günahın da O’nu terk etmek olduğunu Allahın talimiyle öğrenmiştir ki buna ta’arruf denilmektedir.514 Rabbinden, önce diliyle, sonra kalbiyle istemiş; daha sonra ise kalbiyle de istememiştir. Çünkü Rabbiyle olduğu için; Allah’ın, kendisinin haline vâkıf olduğunun ve yardım edeceğinin şuurundadır. Allah, istediği zaman vermemek ve istemediği zaman vermekle onu eğitmiştir. Bu seçkin kul artık Allah’ın zikriyle o kadar meşguldür ki, istemekten de mâsivâ’nın tamamından da fânidir.

Kuşeyrî’ye göre; bu fenâ hali, ebdâlin ve evliyânın en son halidir. Sonra kendisine tekvin verilir ve ihtiyacı olan her şey Allah’ın izniyle olur. Allah’ın, kitapların birinde dediği gibi: “Ey Âdemoğlu! Ben, kendisinden başka İlah olmayan Allah’ım. Bir şeye ol derim ve o şey olur. Bana itaat et ki, bir şeye ol dediğinde, ben de onun olmasını sağlayayım.”515

Kuşeyri, ebdâl ve evliyânın son halinde olan bu kişilere Allah’ın, tekvin yani yaratma gücünü vereceğini ve ol dediklerinde istediklerinin olacağını ifade etmektedir.

Bu kanıya da kitaplardan birinde olduğunu söylediği bir rivayetle ulaşmıştır. Bu düşüncenin, özellikle Sünnî tasavvuf anlayışını koruyanların başında gelen Kuşeyrî’ye ait olması gariptir. Tekvin ifadesini bu kadar net kullanmasaydı, keramet tevili yapılarak konunun yumuşatılması mümkündü. Tevile bile imkân vermeyen bu anlayış dikkat çekicidir.

3.37.2. Az Yemek Az Uyumak

Az yemek, az konuşmak ve az uyumak, tasavvufun esaslarından ve nefse hâkim olmanın şartlarındandır. Riyazette sıkça kullanılan bu prensiplerle nefs eğitilir. Seriyy Sakatî’nin, sûfî tanımında da bu prensipleri görmekteyiz: “Sûfî, hasta insanlar gibi yemek

514 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 52.

515Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 53; İbn Teymiyye, Mecmu’u’l-Fetavî, 1416/1995, C. IV, s. 376.

yer, suya batan kimseler gibi uyur, mahcup kimseler gibi konuşur.”516 Kuşeyrî, az yemek ve az uyumak hakkındaki fikirlerini şu şekilde açıklamaktadır:

Uykuyu, uyanıklığa tercih eden kimse; noksanlığı, eziyeti, ölülere kavuşmayı ve bütün menfaatlerden gafil olmayı tercih etmiştir. Çünkü uyku ölümün kardeşidir. Uyku, bütün noksanlıklardan fâni olan Allah için caiz değildir. Melekler de böyledir; Allah’a yakın oldukları için, Allah uykuyu onlardan uzaklaştırmıştır. Uykunun olması, onların halinde bir noksanlıktır. Hayrın tamamı uyanıklıktadır; şerrin tamamı da uykuda ve menfaatlerden gafil olmadadır. Hevasıyla, arzusuyla, çok yiyen, çok içen ve çok uyuyan kimse; çok hayır kaçıran kimsedir. Haramdan az bir şey yiyen kimse, hevasıyla mubahtan çok yiyen kimse gibidir. İman kararınca; ne namaz, ne ibadet ne de ihlâs olur. Helal, nur içinde nurdur; haram da, karanlık içinde karanlıktır.517

Uyku, ölüme benzetilmiştir. Ölünün, amellerden mahrum kaldığı gibi, uyuyan kimse de, birçok hayırlı ameli işlemekten mahrum kalacaktır. Amelden mahrum bırakan uyku, bir noksanlık olarak kabul edilmiş olup Allah ve melekler için caiz görülmemiştir.

Çok yiyen ve çok uyuyan kimse, çok hayır kaçıran kimse olarak nitelendirilmiştir.

Nefsine uyarak böyle davranan kişilerin, menfaatlerden gafil oldukları için büyük zarara uğrayacakları haber verilmiştir. Kuşeyrî’nin, “Haramdan az bir şey yiyen kimse, hevasıyla mubahtan çok yiyen kimse gibidir.” sözü dikkat çekicidir. Cümleye tersinden bakıldığında; heva ile mübah olan bir şeyden çok yemek haramdır, hükmü ortaya çıkabilir. Mübah olan bir şey, haram olarak ifade edildiği için, bu tespitte itikaden sakınca olduğu düşünülebilir. Eğer, “Heva ile mübah olan bir şeyden çok yemekten, haram bir şeyi yemekten kaçıldığı gibi kaçmak gerekir.” denilseydi, böyle bir hüküm ortaya çıkmaz ve zorlayıcı teviller yapmak zorunda da kalınmazdı.

Nefsin ve şehvetin gıdalarından birisi de, çok yiyip içmektir. Oruç, nefsi ve şehveti kontrol altına almanın en önemli yöntemidir. Sûfîler, bu yönteme sıkça başvurmuşlardır. Oruçla başlayan kontrollü ve az yemenin, diğer zamanlarda da devam ettirilmesiyle nefs dizginlenmektedir.

Kuşeyrî, Risale’de; açlığın, sûfîlerin özelliklerinden ve mücâhedenin rükünlerinden olduğunu söylemiştir. Sülük erbabının, açlıkla ve yemeyi terketmekle ilerlediklerini ve hikmetin kaynağını açlıkta bulduklarını ifade etmiş ve konuyu hadislerle izah etmiştir: Ebû Hureyre, “Peygamber dünyadan ayrılana kadar, üç gün üst üste

516 Kelâbâzî, Ta’arruf, 12.

517 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 54.

buğday ekmeğini doya doya yememiştir”518 demiştir. Hz. Peygamber, yemeğin, yaşamak için bir zaruret olduğunu ve bundan dolayı, gerektiği kadar yenilmesini tavsiye etmiştir.

Onun, “İnsana belini doğrultacak birkaç lokma yetişir. Eğer bu derece yapamazsa, karnının üçte birini yemeğe, üçte birini içmeğe ve üçte birini de teneffüs etmeye ayırsın”519 sözü, hem tıbbî yönden, hem de nefse hâkimiyet yönünden değerlendirilmelidir.

Çok yemek, şehveti artırarak şeytana zemin hazırladığı gibi, vücudun ve beynin fonksiyonlarını yavaşlatarak, sağlıklı ameller işlemeyi engeller. Uyku gibi, çok yemenin de amelleri engellediği görülmektedir. Çok konuşmak, hem zaman israfına hem de yalan, yanlış ve boş sözler söylenmesine sebep olur. Hz. Peygamber’in “Ya hayır söyle ya sus”520 sözü, çok konuşmanın yol açacağı zararları engellemeye yönelik bir uyarıdır. Çok uyumak, çok yemek ve çok konuşmak, zamanı azaltarak amellerden engellediği ve sağlığa zarar verdiği gibi; nefsin isteklerine hizmet ederek, şeytanın işini de kolaylaştırmaktadır.