• Sonuç bulunamadı

Muvâfakat, rıza, kabul, uyum ve uygunluk,223 uygun olmak ve ittifak etmek anlamlarına gelmektedir.224 Muhâlefet, muvâfakatın zıddıdır. Uzaklaşmak, uzak durmak, demektir. “An emrihi” lafzıyla kullanıldığında, çıkmak anlamındadır. Allah’ın emri söz konusu olduğunda, “Allah’ın emrinden çıkmak” anlamına gelir. “O’nun emrinden çıkanlar, başlarına bir belânın gelmesinden veya elem dolu bir azaba uğramaktan sakınsınlar.”225 ayetinde olduğu gibi.226

Tasavvufta, muvâfakat ve muhâlefet kelimeleri birbirinin zıddı olarak kullanılan terimlerdir. Muvâfakat, Allah’ın emirlerine uygun davranmak, demektir. Muhâlefet ise, Allah’ın emirlerine uymamak, O’nun emirlerinden çıkmak ve uzaklaşmak, demektir.

Mutasavvıflar, muhabbetin muvâfakatı gerektirdiği görüşündedirler. Ebû Ali Er-Ruzbârî (ö. 321/933), “Muhabbet, muvâfakattır.”227 demiştir. Ruzbârî'nin, muvâfakattan kastı, emredilene uymaktır. Sehl b. Abdullah da (ö. 283/896), “Sevginin alameti, sevileni nefsine tercih etmendir. Habib, ancak yasaklardan kaçınan bir kimsedir.”228 ifadesiyle muvâfakatı açıklamaktadır.

Muvâfakat, muhalefetin zıddıdır. Allah’ı seven kimse O’nun emirlerine muhalif olmamalıdır. Sehl b. Abdullah, “Muhabbet, tâatla sarmaş dolaş olmak ve muhalefetle zıtlaşmaktır.”229 diyerek Allah’ın emirlerini yüksünmeden, neşe içinde yapmak gerektiğini belirtmiştir. Sûfîler’in açıklamalarından da anlaşılacağı gibi muvâfakat, Allah’ın istediği gibi, O’nun rızasına uygun bir şekilde hareket etmek, istediği gibi bir kul olmaktır. Muvâfakat, Allah'tan başkasına yönelmemek; Allah'tan alıkoyacak şeylerden uzaklaşmak, onları görmemek, duymamak ve onlara iltifat etmemektir. Hz. Peygamber,

“Bir şeyi sevmen, seni kör ve sağır eder.”230 diyerek muhabbetin, Allah'tan başkasını

222 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 63.

223 Güneş, a.g.e. s. 1315

224 İbn Manzûr, a.g.e. C. VI, s. 4884.

225 Nûr/Furkân, 24/63.

226 el-Âyid ve diğerleri, a.g.e. s. 417.

227 Kuşeyrî, er-Risâle, s. 321.

228 Gazâlî, İhyâ, C. IV, s. 669.

229 Gazâlî, Mükâşefetü’l-Kulûb, Çev. Salih Uçan, Çelik Yayınevi, İstanbul 1989. s. 452.

230 Aclûnî, Ebü’l-Fidâ İsmâîl b. Muhammed b. Abdilhâdî, Keşfü’l-Hafâ ve Müzîlü’l-İlbâs, I-II, Mektebetü’l-Kudsî, Kahire 1351, I, 424-25; Aliyyu’l-Kârî, el-Esrâru'l-Merfû‘a Fi'l-Ahbâri'l-Mevzû‘a, I, 410.

duymayacak, görmeyecek şekilde O’na yönelmeyi ve itaat etmeyi sağlayan bir muvâfakat olduğunu belirtmiştir.

Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre’de, şu üç şeyin mü’minin her halinde bulunması gerektiğini, söylemiştir: “Emre itaat etmek, nehiyden uzaklaşmak ve kadere razı olmak”.

Mü’minin, en azından bu üç şeyin birinden boş olmaması gerektiğini ifade ederek, bütün hallerinde, mü’minin kalbinin buna sarılması, bunu söylemesi, azalarının da bunu uygulaması gerekir, demiştir.231

Emredileni yapmak ve nehyedilen şeylerden uzaklaşmak, tasavvufta muvâfakat olarak isimlendirilmektedir. Bunun zıddı ise muhalefettir. Mü’min, imanının gereği olarak Rabbine muhalefet etmemeli, daima O’nun isteklerine uyarak muvâfakat halinde olmalıdır. İstenmeyen şeyler başına geldiğinde de isyan etmeyip yine itaat halini muhafaza etmeli ve Rabbinden gelen her şeye razı olarak onu hoş görmelidir.

Muvâfakatın genelde; “emre itaat, nehiyden uzaklaşmak ve kadere rıza” olduğu görülmektedir. Kuşeyrî, bu genel tespitten sonra muvâfakatın detaylarını da açıklamıştır.

O, şirkten ve isyandan uzak durup itaat etmeyi ön planda tutmuştur. İbadetlerde ve kullukta sebat olması, yani sürekli olması, bıkmadan usanmadan, ümitsizliğe düşmeden yapılması gerektiği üzerinde durmuştur. İtatte bir araya gelmeyi, birbirine buğz ederek ayrılmamayı; kardeş olup düşman olmamayı ve birbirini sevmeyi önermiştir. Günah kirinden, temizlenmeyi ve itaatle güzelleşmeyi tavsiye etmiştir. Günaha düşüldüğünde de Allah’tan uzaklaşmamayı; tevbeyi ertelememeyi ve gece-gündüz özür dileyerek O’na yönelmek gerektiğini vurgulamıştır. 232

Şirk, kişiyi iman dairesinden çıkarıp küfür dairesine girdirir. Mü’min olmayan kişinin yaptığı iyilikler kendisine fayda sağlamaz, ahirette de bunların karşılığını göremez.233 Allah’ın rahmeti ve mağfireti sadece mü’min kullarınadır. Kâfirlere, bu dünyada bir takım nimetler imtihan için verilmiş olsa da234 ahirette, yaptıkları iyiliklere karşılık bulamazlar. İbadette sebat gerekir. Bazen namaz kılıp bazen terk etmek, ibadete devamda sabır göstermemek demektir. İbadette sebat, ibadette sabır demektir. Hz.

Peygamber’in, “Amellerin hayırlısı, az da olsa devamlı olanıdır.”235 dediği gibi.

Kuşeyrî, muvâfakat halinde olmanın karşılığının, saadete ulaşmak, ateşten uzaklaşmak ve cennetle nimetlenmek olduğunu söylemiştir. Saadete ulaşmak konusunda

231 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 3.

232 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 3.

233 Kehf, 18/104, 105.

234 Tâ-Hâ, 20/131.

235 Buhârî, Sahîh, Libâs 42.

mekân belirtmediği için dünya ve ahiret saadetini kastettiğini anlamak mümkündür.

Ahiretteki mükâfatların başında, Allah’a kavuşmak zikredilmiştir. Ahiretteki nimetlerin sürekli olduğu belirtilmiş ve dâru’s-selam’da hurilerle vakit geçirileceği söylenerek cennetteki mükâfatlardan örnek verilmiştir. Salihlerle, şehitlerle, sıddıklarla, seçkin kişilerle ve peygamberlerle birlikte illiyyuna (en yüksek yere) yükseltileceği haber verilerek mükâfat olarak ulaşılabilecek makamlar hakkında bilgi verilmiştir.236

3.11.1. Muvâfakat Çeşitleri

3.11.1.1. Dünya Malının Kullanımında Muvâfakat

Kuşeyrî, dünya meta’ının nasıl kullanılırsa muvâfakata uygun olacağını açıklamıştır:

Kuşeyrî, Allah bir kimseye mal verdiğinde, o mal kişiyi meşgul ederek Allah’a itaatten engellerse; Allah’ın, dünya ve ahirette o kimseyi kendisinden uzaklaştıracağını söylemiştir. Nimeti verenle değil de, nimetle meşgul olması sebebiyle, ceza olarak o kimsenin ayağını kaydıracağını, fakirleştireceğini ve o malı kendisinden çekip alacağını açıklamıştır. Eğer o mal Allah’a itaatle meşgul olarak kullanılırsa; Allah’ın, bir şey eksiltmeksizin, mevhibe olarak o malı kişiye vereceğini belirtmiştir. Böylece, mal kişiye hizmet eder, o kişi de Mevla’ya hizmet eder. Bu kimse, dünyada rahat olarak yaşar;

ahirette de, şehitlerle ve sıddıklarla me’vâ cennetinde ikram görür, demiştir.237

Yaratılan hiçbir şey mutlak olarak kötü olmadığı gibi, dünya malı da yaratılış itibariyle kötü değildir. Dünya malının iyiye veya kötüye kullanılması söz konusudur.

Aslında yerilen, kötüye kullanılan mal değil, kötü kullanımdır. Bir kimse dünya malıyla meşguliyetinden dolayı Allah’a itaatten uzaklaşırsa, Allah, dünyada da ahirette de o kişiden uzak olur ve verdiği malı da elinden alır. Suç bellidir; malı veren kişiyle değil de malla meşgul olmak ve Allah’a itaatten uzaklaşmak. Allah’ın sistemi de bellidir;

kendisinden uzaklaşandan uzaklaşıp, yakınlaşana yaklaşmak. Eğer mal, Allah’a itaatte kullanılırsa bu doğru kullanımdır. Allah, bu kişiye rahmetiyle yakındır, onun malını korur ve artırır, dünyada da ahirette de rahat yaşamasını sağlar.

236 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 63.

237 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 16.

3.11.1.2. Zâhirî ve Bâtınî Emirlere Muvâfakat

Zâhirî emir: Kuşeyrî, uyulacak emirleri, zâhirî ve bâtınî olmak üzere iki şekilde mütalaa etmiştir. Birinci kısmın zâhirî emirler olduğunu, bu emirlerle gizli ve açık günahların terk edileceğini, farzların eda edileceğini, hakların yerine getirileceğini ve dünyada hak edilen yiyeceklerden de istifade edileceğini açıklamıştır.

Kur’ân’da ve sünnette emirler ve nehiyler açık bir şekilde bulunmaktadır. Bunlara uymak, her Müslüman için vecibedir. Emirlere uyulması, yasaklardan uzaklaşılması istenirken, dünyada helalinden nasip almanın da unutulmaması belirtilmiştir.

Bâtınî emir: Kuşeyrî, dinde, yapılıp yapılmamasında hüküm bulunmayan emir ve nehiy türünden olmayan, kişinin yapıp yapmamakta serbest bırakıldığı, mubah olarak isimlendirilen hususlar olduğunu; kulun bu hususlarda da kendiliğinden bir şey ihdas etmeyip emir bekleyeceğini ve emir gelirse ona yapışacağını söylemiştir. Kulun, kendiliğinden bu bâtınî emirleri bilemeyeceğini; kendisine bir emir geldiğinde onu yerine getirirse, bütün hal ve hareketlerinde de Allah’la olursa o zaman hakikat ehlinden olacağını açıklamıştır. Kuşeyrî, mubah hususlarda Allah’tan gelecek emirleri bâtınî emirler içerisinde zikrettikten sonra her hangi bir emir yoksa “teslimiyet” halinde olmak gerektiğini; “fenâ ve mahv” halinin de bâtınî işler içerisinde olduğunu zikretmiştir. Kırık kalpli ebdâlin, âriflerin ve Allah dostlarının hali olarak belirttiği fenâ halini şu şekilde özetlemiştir: “Fenâ, güçten, kuvvetten ve iradeden fâni olmak, ğassâl önündeki meyyit gibi, anasını emen çocuk gibi kendisini Allah’ın ellerine/iradesine bırakarak emre itaat etmektir.” Kuşeyrî’nin buradaki fenâ anlayışında, fizyolojik olarak kendini kaybetmekten bahsedilmediğini görmekteyiz. Kuşeyrî, “Hevâ’nın değil, Âmirin; mülkün değil, Mâlik’in kulu olmak.” diyerek fenâ’daki Hakk’a koşulsuz teslimiyeti çok veciz bir şekilde ifade etmiştir. 238

3.11.2. Muvâfakatın Neticesi ve Muvâfakatta Aklın Rolü

Kuşeyrî, emre itaatsizliğin sebeplerini ve neticesini izah ettikten sonra, emre itaatin sebeplerini, neticelerini ve itaatte aklın rolünü de açıklamıştır.

Kuşeyrî, Allah’a karşı başkasını tercih etmekten ve O’nun emrinden başkasıyla meşgul olmaktan sakınmak gerektiğini söylemiştir. Kulun, hizmetine verilen marifet,

238 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 15.

iman, akıl gibi alet ve edevatları Allah’a itaatte kullanmasını; emir ve nehye sarılmasını;

kaderin karanlıklarında, O’nun verdiği nurla aydınlanarak Mevlâ’sının yolunda yürümesini tavsiye etmiştir. Kendisinden başkasından hayır beklenmeyen kimseden yüz çevirmemeyi, O’nun nehyinin dışındakileri kerih görmemeyi ve sadece O’nun emrine yönelmeyi, dünya ve ahirette de bu iradeyle kanaat etmeyi tavsiye etmiştir. “O’nun emrinde olduğun zaman bütün kâinat senin emrinde olur. O’nun nehyini kerih gördüğün zaman, nerede olursan ol bütün kerih şeyler senden uzaklaşır.” diyerek, itaatin kazanımını ortaya koymuştur. Allah Teâlâ’nın, kitapların birinde, “Ey insan! Ben kendisinden başka İlah olmayan Allah’ım. Bir şeye ol dediğimde olur. Bana itaat et ki, sana bir şeye ol dediğinde olma özelliğini vereyim.”239 dediğini ve “Ey dünya! Bana hizmet edene sen de hizmet et, sana hizmet edeni de yor.”240 emrini verdiğini, açıklamıştır.241

Akıl, insanları hayvanlardan ayıran en önemli özellik olup bu sayede iyi kötüden temyiz edilebilmektedir. Din, zihinsel özürlüleri ve aklını kullanamayacak çağda olan çocukları, dinî hükümlerden mükellef tutmamıştır. Kuşeyrî, Allah’ın verdiği marifet, iman ve akıl gibi alet ve edevatları O’na isyanda değil, itaatte kullanmayı tavsiye etmektedir. Akıl, marifete ulaşmada ve tahkiki bir imana sahip olmada en etken araçtır.

Emre itaat etmek, aklı iyi kullanmanın, itaat etmemek ise kötü kullanmanın neticesidir.

Aklını doğru kullanan kimseler, Allah’ın, kendileri için hazırladığı sayısız nimetleri idrak ederek yaratılan hiçbir şeyi Allah’a tercih etmezler ve aklı, karanlığı aydınlatan bir ışık olarak kullanarak doğru istikamette yürürler.

Kuşeyrî, kerih şeylerin, Allah’ın nehyini kerih gören kimseden uzaklaşacağını ve kâinatın, Allah’ın emrinde olan kimsenin emrine gireceğini haber vermiştir. Allah’ın, kendisine itaat eden kimseye, tekvin yani yaratma gücünü vereceğini ve bu kimse, ol dediğinde istediklerinin olacağını ifade etmiştir. Bu düşüncenin, özellikle Sünni tasavvuf anlayışını koruyanların başında gelen Kuşeyrî’ye ait olması gariptir. Tekvin ifadesini bu kadar net kullanmasaydı, keramet tevili yapılarak konunun yumuşatılması mümkündü.

Tevile bile imkân vermeyen bu anlayış dikkat çekicidir.

239 İbn Teymiyye, Takiyyuddîn Ahmed, Mecmu’u’l-Fetavî, Mecma’u’l-Melik Fehd, Medine 1416/1995, C.

IV, s. 376.

240 Beyhakî, Kitâbü’z-Zühdi’l-Kebîr, s. 65

241 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 17.

3.11.3. Nefse ve Hevâya Muhalefet

Muhâlefetin; muvâfakatın zıddı olduğu ve Allah’ın emrinden çıkmak anlamında olduğu izah edilmişti. Yukarıda muvâfakât olarak ifade edilen davranışların zıttı davranışlar muhalefet kapsamına girer. Özetle ifade edecek olursak; emre itaat etmemek, nehyedileni yapmak ve kadere razı olmamak; şirk, isyan, ibadet etmemek, kullukta sebat etmemek, ümitsizliğe düşmek, günah işlemek, tevbe etmemek ve dünya ile meşgul olup Allah’a yönelmemek gibi davranışlar muhalefet kapsamındadır.

Burada işleyeceğimiz; halka, nefse ve hevâya muhalefet de muvâfakat çerçevesindedir; bunlara muvâfakat ise Allah’a muhalefettir.

Kuşeyrî, “Namaz gözümün ışığıdır (sevincimdir).”242 hadisini verdikten sonra, namazda, sadece Allah ve nefsin vardır; Allah’a muhatap olan sensin; nefis, Allah’a karşı asidir ve O’nun düşmanıdır; gerçekte bütün varlıklar, mülkiyet ve yaratılışta Allah’a tabidir; nefis ise temennide/istekte bulunur ve O’na karşı çıkar, demiştir. Kuşeyrî, nefse düşmanlık ve muhalefet ederek Allah’a muvâfakat edildiği zaman nefse karşı Allah’la birlikte olunacağını, böylece kulluğun ve dostluğun gerçekleşeceğini, sağlık ve afiyetle kısmetlerin geleceğini, aziz ve kerîm olunacağını, bütün varlıkların kendisine hizmet edeceğini ve kendisini yücelteceğini, söylemiştir. Varlıkların, bütünüyle Allah'a bağlı ve O’na karşı muvâfakat halinde olduklarını, yaratıcıları ve inşa edicileri olan Allah'a kulluklarını ikrar ettiklerini ifade etmiştir. “Her ne varsa, Allah’ı hamd ile tesbih eder.”243 Yani, O’nu zikreder ve O’na kulluk eder. “Allah, gök ve yere ‘Kendi isteğinizle gelin.’

dedi.”244 ayetlerinde de, varlıkların Allah’a muvâfakatı anlatılmaktadır. 245

Kuşeyrî, burada muvâfakatı; Allah’a itaat edip, O’nun emirlerine uymak olarak açıklamıştır. Muhâlefeti ise; nefse ve nefsin isteklerine uymamak olarak açıklamıştır.

Muvâfakata ulaşmanın yolunun da nefse muhalefet etmek olduğunu söylemiştir. Örnek verilen ayetlerde de görüldüğü gibi, gök, yer ve bunlarda bulunan her şey, yaratılmış olan bütün varlıklar, yaratıcısıyla muvâfakat halindedir ve O’na itaat ederler. Gökyüzünde, hiçbir bağlantıları olmadan seyreden yıldızlardan bir tanesi bile muhâlefet edecek olsa kâinat düzeni tamamen bozulurdu. Yaratılmışlar içerisinde muhâlefet halinde olan ve yaratıcısına âsi olan sadece nefistir. Nefsi yaratan ve ona sahip olan Allah’tır. Nefsin, insanları Allah’a itaatsizliğe teşvik etmesi bir temenni ve bir istekten ibaret olarak

242 Ahmed b. Hanbel, Müsned, XIX, 305.

243 İsrâ, 17/44.

244 Fussilet, 41/11.

245 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 12.

görülmüştür. Şeytan bile nefsin isteğiyle/temennisiyle gurur ve kibre kapılarak isyan etmiştir. Yaratılış ve mülkiyet bakımından nefs, Allah’a tabidir. Yani yaratılışta nefsin yapısında kötülük yoktur. Nefsin yaratılışındaki hikmet de imtihan vesilesi olsa gerektir.

Nefsin tek başına bir etkisi yoktur, ancak cüz-i iradeyle bir araya geldiği zaman aktif hale geçmektedir. Nefs olmasaydı, hangi şey iradeyi kötüye saptıracaktı? Nefs şeytanı da saptırdığına göre, şeytandan da ilk insan Âdem’den de önce vardı ve her ikisi üzerinde de etkili olmuştur, denilebilir. Ayetlerde ve hadislerde sakındırılan, kötülüğü emreden nefs-i emmâredir. Nefs-i emmâre eğitilerek nefs-i marziyye’ye ve nefs-i kâmile’ye çevrilebilir.

Böyle bir düşmanı alt etmek daha sonra da ıslah etmek görevi en değerli varlık olan insana tevdî edilmiştir.

Hevâ kelimesi, aşk yani sevgi ve tutku anlamlarındadır. Heva, hayır ve şerrin başlangıcında olur. Nefsin hevası, onun isteğidir. “Nefsinin hevâsını engelleyen kimse…”246 ayetinin manası, nefsinin şehvetlerini yani arzu ve isteklerini engelleyen kimse, anlamındadır.247 Hevâ, nefsin, şehvetine/arzusuna meylidir.248 Hevâ, arzu ve istek demektir. Nefsin, süflî cihete yönelip ulvî cihetten yüz çevirmesi, şer’î ölçülere bakmaksızın hoşuna giden şeylere yönelmesidir.249

Lügat manalarından da anlaşılacağı üzere hevâ, arzu ve istek anlamında olup yalın olarak bu anlamlarda kullanılabilir. Hevâ kelimesinin yapısında “meyil” anlamı da vardır.

İyiye meyil olduğu gibi, kötüye meyil de olabilir. Fakat hevâ kelimesi daha çok kötü/süflî arzular, istekler ve onlara meyil anlamında kullanılmaktadır. Nefsin hevâsı, nefsin süflî istekleri demektir. Kendisinden nefs-i emmâre kastedildiği zaman, yalın olarak nefs kelimesi de bu anlamda kullanılmaktadır. Tasavvufta, nefs ve hevâ kelimelerinin birbirinin yerine kullanıldıkları da görülmektedir. Kuşeyrî’nin nefse ve hevâ’ya muhalefetle ilgili açıklamalarına bakalım:

Kuşeyrî, gerçek kulluğun, nefse ve hevaya muhâlefet etmek olduğunu söylemiş ve bu tespitini dayandırdığı ayeti, “…hevâna/nefsine uyma; o seni Allah’ın yolundan saptırır.”250 şeklinde vermiş ve bu ayetin akabinde de, Allah’ın, “Ey Davud! Hevândan ayrıl, muhakkak ki mülkümde hevâ’nın dışında başka bir şey benimle mücadele/münakaşa etmez.” dediğini söylemiştir. Kuşeyrî, Ebû Yezid Bistami’den gelen şu meşhur ifadeyi de bu konuda örnek olarak vermiştir: Ebû Yezid, rüyasında gördüğü

246 Nâziât,79/40.

247 İbn Manzûr, a.g.e. C. VI, s. 4728.

248 el-Âyid ve diğerleri, a.g.e. s.1280.

249 Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 219.

250 Sâd, 38/26.

Rabb'ine, “Ey Rabbim! Sana nasıl ulaşırım?” diye sorar. Rabbi de ona, “Nefsini terk et ve gel.” diye cevap verir. Ebû Yezid, bunun üzerine, “Yılanın derisinden sıyrıldığı gibi nefsimden sıyrıldım.” der. Kuşeyrî, böylece hayrın tamamının, bütün hallerde topluca nefse düşmanlık yapmada olduğunun tespit edildiğini söyler.251

Kuşeyrî’nin, burada nefisle hevâ’yı aynı anlamda kullandığını görmekteyiz.

Gerçek kulluğun, hevâya/nefse muhalefetle mümkün olacağı; hevânın Allah’tan uzaklaştıracağı belirtilerek Hz. Davud’a dahi bunun tavsiye edildiği izah edilmiştir.

Kuşeyrî, bu eserde, ayetlerden, hadislerden örnek vermekte, fakat sûfilerden ve onların sözlerinden örnek vermemektedir. Burada istisnaî olarak Ebû Yezid Bistâmî’ye ve sözüne yer vermiştir. Çünkü bu söz, Allah’la Kul arasındaki engelin nefs/hevâ olduğunu en açık şekilde ortaya koymaktadır. Hz. Davud’a “Hevândan ayrıl, muhakkak ki mülkümde hevâ’nın dışında bir şey benimle mücadele/münakaşa etmez.” denmesinde de nefsin bu konumu pekiştirilmiştir. Böylece nefsin, Allah’la mücadele eden ve insanı O’ndan uzaklaştıran tek ve en büyük düşman olduğu ilan edilmektedir. Burada şeytandan söz bile edilmemiştir. Çünkü şeytanı da Allah’tan uzaklaştıran nefistir. Şeytan, bu durumu çok iyi bildiği için insanları nefs vasıtasıyla saptırmakta ve Allah’tan uzaklaştırmaktadır. Eğer bu nefs silahı, şeytana verilmezse onun yapabileceği bir şey yoktur. Kuşeyrî’nin, “Hayrın tamamı topluca nefse düşmanlık yapmaktadır.” sözü, aynı zamanda, “Şerrin tamamı da nefsle dostluk yapmaktır.” anlamındadır.

3.11.4. Halka Muhalefet

Nefsin hevâlarından birisi de halktır. Kuşeyrî, halka muhalefetin nefse muhalefet ve takva olduğunu açıklamaktadır.

Kuşeyrî, takva halinde olan kimsenin, halkın elindeki dünya malına tamah etmemesi; halktan korkmaması; onlara güvenmemesi, dayanmaması, minnet etmemesi;

şüpheli şeylerden ve halkın işlediği haramlardan uzaklaşmak suretiyle nefse karşı çıkması gerektiğini söylemiştir. Adak, kefaret, sadaka, zekât ve hediye yoluyla dahi olsa onların vereceği şeylere ümit bağlamamak, her yönden onlarla ilgi ve alakayı kesmek gerektiğini belirtmiştir. Kuşeyrî, halkın tamamını, açılıp kapanan bir kapı gibi ve bazen meyvesi bulunan bazen da meyvesi bulunmayan bir ağaç gibi kabul etmek gerektiğini; onların

251 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 13.

sahip olduğu nimetleri düzenleyen ve lütfeden kimsenin de Allah olduğunu izah etmiştir.252

Yaratıcıdan değil de yaratılanlardan (halktan) medet ummak, onlardan korkmak ve onlara güvenmek, vereceklerine tamah etmek, temelde itikadın değişmesi demek olup, Hakk’ın yerine halkı koymaktır. Bu anlayış ve davranış, “Ancak sana kulluk eder, ancak senden yardım dileriz.”253 ilkesine terstir. Hakk’ı değil de halkı Mâlik kabul etmektir.

Nefsin bu yöndeki isteğine uymak, onun tuzağına düşüp Hak’tan uzaklaşmak ve halkı ilahlaştırmak demektir. Hâlbuki halkı da, halkın sahip olduklarını da yaratan Allah’tır.

Bir ağaca dilediği zaman meyve verip, dilediği zaman vermediği gibi, halka verdiklerini de dilediği zaman alabilecek olan gerçek güç ve yetki sahibi Allah’tır.