• Sonuç bulunamadı

Makam ve hal: Makam; menzil, merhale, konak ve mertebe manalarına gelmektedir.162 Kuşeyrî, Risale’de, makam hakkında bir takım açıklamalar yapmıştır.

Ona göre; tasavvuf yoluna giren sûfîlerin, bu yolda ilerlemeleri ve Allah’a vuslat için, birtakım merhaleleri geçmeleri gerekir. Bu makamlar sâlik’in eğitimi, olgunlaşması ve vuslatını tamamlaması için elzemdir. Makam, kulun tekrar ede ede kazandığı ve sıfat haline getirdiği âdab ve ahlaktır. Tevbe, zühd, tevekkül ve rıza gibi… Bu edepler, bir çeşit tasarrufla, arayış ve isteyişle; sıkıntılara göğüs gererek ibadet, mücahede, riyazet ve uzletle elde edilir. Makamın şartı; içinde bulunulan makamın bütün hükümleri gerçekleştirilmeden, daha sonraki makama göz dikmemektir.163

Makam, görüldüğü gibi kesbîdir; çalışıp gayret etmekle elde edilir. Sâlikin kendi elinde olan bir şeydir. Yol, yürümeden kat edilmediği gibi, makamlar da mücahedesiz,

160 Gazâlî, Kimayâ-yı Saâdet, Çev. Mehmed A. Müftüoğlu, Çile Yayınları, İstanbul 1981, s. 525.

161 Fetih, 48/2.

162 Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 314.

163 Kuşeyrî, er-Risâle, s. 56.

kendi kendine elde edilemez. Makamın derecesi; kulun, Hak Teâlâ’nın dergâhındaki kazancı miktarınca olur.164

Hal, Hak’tan kalbe gelen bir his ve heyecandır. Hal, Allah’ın kulun kalbine olan fazl ve lutfundan ibarettir. Muhabbet, havf, recâ, kurb, şevk, heybet, üns, kabz ve bast gibi… Hal, gelmediği zaman, onu getirmek sûfînin iradesinde olmadığı gibi, geldiği zaman da onu uzaklaştırmak iradesinde değildir. Makamlar ameller nevindendir, hal ise lutuflar çeşidindendir. Makam, kazanılarak elde edilir (kesbî). Hal ise Allah’ın lutfu ve bahşişidir (vehbî). Mutasavvıflar genellikle makamı kalıcı, hali de geçici olarak telakki etmişlerdir. Fakat tasavvuf kavramlarının bir kısmı, bazı sûfîlerce makam kabul edilirken, bazı sûfîlerce hal olarak kabul edilmiştir. Haris Muhasibî (ö. 243/857), “rızayı” hal olarak kabul etmiş ve halin kalıcı olduğunu savunmuştur. Muhasibî, “Bir hal, sıfat olacak şekilde kulda yerleşmedikçe, o kula bu halin ismi verilmez.” demiştir. Cüneyd ise,

“Haller şimşek gibidir.” diyerek hallerin gelip geçici olduğunu belirtmiştir.165

Burada şu tespiti yapmakta yarar vardır: Hali, hiçbir gayret ve mücahede göstermeden Allah tarafından verilen bir lutuf olarak görmek çok isabetli bir yaklaşım değildir. Tasavvuf yoluna girmek, makamlarda bulunmak ve büyük bir mücahede içinde makamların gereğini yapmak, ihlâsla ibadetlere yönelmek, “hal” için zemin oluşturmaktadır. Hale nail olmak, durup dururken olmamaktadır. Bu görüş açısıyla denilebilir ki; hal, makamın bir ürünüdür. Tabii ki, bu lutfun zamanlaması ve layık görülen kimselere verilmesi Allah’a aittir.

Sûfîler, makamlar konusunda ittifak etmiş değillerdir. Makamları, beşli-altılı tasniflerden bin bire kadar çıkaran sûfîler vardır. Ruzbihan Baklî (ö. 606/1209) Meşrebu’l-ervâh’da bin bir makamdan, Herevî (ö. 481/1088) yüz makamdan bahsetmiştir. Fakat en yaygın tasnife göre makamlar on tanedir: Tevbe, zühd, tevekkül, kanaat, uzlet, zikir, Allah’a teveccüh, sabır, murakabe ve rıza.166

Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre’de, hal konusunda açıklamalarda bulunmuştur.

Bir halde bulunulduğunda; ne daha yüksek ne de daha aşağı bir hali tercih etmemek gerektiğini söylemiştir. Bir melikin evinde olan kimsenin, istek dışı bir zorlamayla başka bir eve girmeyi tercih etmemesini, başka bir melikin evine girme iznine güvenmemesini, çünkü bunun, melikin tuzağı olması ihtimalinin bulunduğunu açıklamıştır.167

164 Hucvirî, a.g.e. s. 289.

165 Hucvirî, a.g.e. s. 289, 290.

166 Kara, Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, s. 127, 128.

167 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 10.

Şeyh, sâlikin hangi makamda olduğunu ve hangi makamı hak ettiğini bilebilir, seyr-i sülük’daki yükselişine buna göre rehberlik edebilir ve bir makamı hak etmeden başka bir makama geçmesine izin vermez. Fakat haller lütuf türünden olup Allah’ın elindedir. Allah kuluna dilediği hali verir veya dilediği hali de elinden alır. Şeyhler, halleri muhafaza etmeleri ve bu konuda hataya düşmemeleri için müritlerine ancak tavsiyede bulunabilirler. Kuşeyrî burada, hali muhafaza edip ne aşağısını ne de fazlasını istememeyi öğütlemektedir. Bulunduğu hale razı olup sebat etmek, Allah’ın lütfuna değer verip ondan hoşnut olmaktır. Kuşeyrî bu durumdaki kulun, Allah’tan başkasına teveccüh etmemesi, zaman zaman kendisine sunulan şeylere iltifat etmemesi ve bunların mekrullahtan olabileceğini düşünerek dikkatli olması gerektiğini belirtmiştir.

Kuşeyrî, bulunduğu hale razı olamayarak üstünlük taslamanın, sabırsız ve açgözlü olmanın, cezaya çarptırılmaya sebep olduğunu söylemiştir. Bir makam elde edildiğinde, daha yükseğine göz dikmeden, emrolunduğu hizmeti yaparak edeple gözünü yumarak ve başını eğerek düşünmek gerektiğini belirtmiştir. Allah’ın, “Sakın kendilerini denemek için onlardan bir kesimini faydalandırdığımız dünya hayatının çekiciliğine gözlerini dikme. Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha devamlıdır.” 168 sözüyle, verilene razı olması ve bulunduğu hali koruması (bulunduğu halin gereğini yapması) hususunda Peygamberini eğittiğini açıklamıştır. Allah’ın verdiği, dindeki güç, velâyet, sabır, ilim ve peygamberlik gibi hayırlı şeylerin başkalarına verilenlerden daha hayırlı olduğunu; hayrın tamamının da bulunduğu hale razı olarak onu muhafaza etmekte ve mâsivâya iltifatı terk etmekte olduğunu izah etmiştir. Kuşeyrî, bir kimsenin kısmetinin, o kişi için bir imtihan olduğunu; İstese de istemese de kısmeti ne ise kendisine ulaşacağını; istekte açgözlü olmamak ve edepsizlik etmemek gerektiğini; böyle bir davranışın, akıl ve ilim tarafından da istenmeyen bir husus olduğunu söylemiştir. Bir kimsenin, başkasının kısmetine hileyle dahi ulaşamayacağını; bu bakımdan, ulaşılamayacak bir şeyi istemekle insanın kendisini yormaması gerektiğini belirtmiştir. İstenilen şey, eğer hiçbir kimsenin kısmeti değil de ancak bir imtihansa akıllı kimsenin buna razı olmaması, hoş görmemesi ve imtihanla neticeyi görmek istememesi gerekir demiştir. Kuşeyrî, hayır ve selametin, halin muhafazasında ve ihtiyarın (tercihin) terkedilmesinde olduğunu; temenninin (başkasını istemenin), bulunduğu haldeki nimeti inkâr etmek olduğunu; inkârın ise, sahibinin dünya ve ahirette aşağılanmasına yol açacağını söylemiştir. Hal ve makam için şu tavsiyelerde bulunmuştur: “Bir hale yükseltilinceye kadar ve kalacağın bir makama yerleştirilinceye

168 Ta-ha, 20/131.

kadar daima bizim söylediğimiz gibi hareket et. O zaman bunun, delilleriyle ve işaretleriyle bir mevhibe olduğunu bilerek ona sarılır ve onunla devam edersin. İşte bu, evliyânın hali ve ebdâlin makamıdır.”169

Üstünlük taslayarak bulunduğu hale razı olmamak, açgözlü ve sabırsız olmak, Allah’ın vereceği cezaların sebepleri olarak gösterilmektedir. Peygamberlerin bile uyarıldığı, eğitildiği hatırlatılarak bundan ders çıkarılması gerektiği üzerinde durulmuştur. Bulunduğu hale razı olarak hali muhafaza etmekte ve mâsivaya meyletmemekte hayır olduğu bildirildiğine göre, bunun zıddında da şer olduğu aşikârdır.

Kısmet konusunda takdir edilen ne ise onun mutlaka gerçekleşeceği; bu bakımdan açgözlü ve hırslı olmanın, kaderi asla değiştiremeyeceği üzerinde durulmuştur. “Bir şey başkasının kısmetiyse, hileyle de ona ulaşamayacağın için boşuna kendini yorma.”

denilmiştir. Başkasının kısmetini temenni etmek, kendisi üzerindeki nimeti inkâr etmek olarak görülmüş ve bu kişilerin dünyada da ahirette de aşağılanacağı belirtilmiştir.