• Sonuç bulunamadı

Zühdün kelime manası; isteksiz olmak ve hırs göstermemektir.521 Zühd kelimesi aynı zamanda yüz çevirmek ve terk etmek anlamlarına da gelmektedir.522 Istılahta zühd:

Mala, makama, mevkie ve dünyadaki her türlü metaa karşı isteksiz olmak, hırs göstermemek ve kalpte ona yer vermemektir.

Kişinin makam ve mevkisi; evi, ev eşyaları, binek vasıtaları, giysileri; yiyecek ve içecekleri, ziynet eşyaları; tarla, bahçe ve sahip olunabilecek diğer mülkiyetlerinin hepsi

“dünya metaıdır.” Zâhid, zikredilen dünya metalarına değer vermeyen, menfaatperest olmayan ve hatta kalbinde de bunlara yer vermeyen kimsedir. Eş ve çocuklar da dünya metaıdır. Bunlar, ahireti unutturacak, Allah ve Peygamber sevgisini azaltacak konumda olmamalıdır. Zühd’de bu dengenin sağlanması önemlidir. Dünya malına sahip olduğu halde, bunlardan alacağı hazzın kesilmesi önemlidir. Dünya malı, fizyolojik ihtiyaçları gidermek için elbette zarurîdir. Fakat kişinin yaradılış gayesi sadece bu değildir. Öyle olsaydı, hayvanlardan farkı kalmazdı.

518 Müslim, Sahîh, Zühd 32, 33.

519 Tirmizî, Sünen, Zühd, 47, no: 2380; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 132.

520 Buhârî, Sahîh, Edeb 31.

521 İbn Manzur, a.g.e. C. III, s. 1876.

522 el-Âyid ve diğerleri, a.g.e. s. 588.

Nefs, kişi ile Allah arasına girerek kişiyi dünya ile meşgul etmekte ve böylece Allah’la meşgul olmasını engellemektedir. Ebû Süleyman Darânî: “Zühd, Allah Teâlâ ile meşgul olmana mani olan her şeyi terk etmendir.” 523 diyerek zühdün, nefsin arzularına gem vurmak ve Allah’a yönelmeye engel olan şeyleri ortadan kaldırmak için gerekli olduğunu ifade etmiştir.

Zühd’de, nefse hâkim oluncaya kadar, dünya metaının terkedilmesi, öngörülmektedir. Fakat nefs-i emareyi (kötülüğü emreden nefs), nefs-i marziyyeye çeviren kişi için, dünya malı artık tehlike oluşturmayacaktır. Çünkü bu kişinin nefsi kendisine hükmedemez. Aksine artık kendisi nefsine hükmedecek konuma gelmiştir. Bu durum zühdün ne olduğunu daha açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Zühd, dünyayı terk, dünya malını terk değil; nefsin dünya malı üzerindeki etkisini ortadan kaldırmak ve bunun için gerekli tedbirleri almaktır. Belki nefsi yola getirmek için belli bir süre dünya malını terk etmek de gerekebilir. Bu durum kişilerin iradeleri ile ilgilidir.

Nefs, insanların kalbine hükmetmektedir. Nefs, kalpten çıktığı zaman dünya metaı sevgisi de kalpten çıkacaktır. O zaman dünya malına sahip olmanın hiçbir zararı olmaz.

Abdülkadir Geylânî (ö. 561/1166), “Dünyayı kalbinden çıkar, ister onu elinde tut, ister cebine koy sana zarar vermez”524 diyerek, dünya malının elden çıkarılmasının değil;

sevgisinin kalpten çıkartılmasının zühd olduğunu açıklamıştır.

Kuşeyrî, el-Cevâhirü’l-Mensûre'de, "Ahireti isteyen, dünyada zühde sarılsın;

Allah’ı isteyen de ahirette zühde sarılsın. Böylece bu kişi, dünyayı ahireti için, ahireti de Rabbi için terk etmiş olur." diyerek, zühdü veciz bir şekilde izah etmiştir. Bu ifade, ahiret nimetlerinin yanında dünya nimetlerinin değersizliğini, Allah'a kavuşmanın ve O'nu görmenin yanında ahiret nimetlerinin değersizliğini ortaya koymaktadır. Zühdün hedefine göre, terk edilecek menfaatlerde değişiklik olmaktadır. Dünyayı terk etmek; dünya nimetlerini terk etmek konusuna da Kuşeyrî şu sözüyle açıklık getirmiştir: "Kalbinde, dünya zevklerinden bir zevk ve dünya lezzetlerinden bir lezzet olduğu müddetçe kişi gerçek zâhid olamaz." Bu ifadeden anlaşılacağı üzere Kuşeyrî'ye göre zühd; dünya nimetlerini kullanmamak, elde bulundurmamak değil; kalpte bulundurmamak, kalbin bunlardan lezzet ve zevk alarak meşgul olmasını engellemektir.525

Kuşeyrî, nefsin haz alacağı dünya nimetlerinden bazılarını zikrederek gerçek zühdün esaslarını açıklamıştır:

523 Kuşeyrî, er-Risâle, s. 117.

524 Eraydın, a.g.e. s. 175.

525 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 58.

Bir kimse; binecek, evlenilecek, giyilecek, içilecek ve yenilecek gibi eşyalarla dünya rahatlığını istediği müddetçe; velâyet ve reislik istediği; belağat, sarf ve nahiv, rivayet, Kur’an tilaveti ve fıkıh gibi ilim dallarında vazife istediği müddetçe; fakirliğin yok olmasını ve zenginliğin var olmasını; belanın gitmesini ve afiyetin gelmesini istediği müddetçe gerçek zâhid olamaz. Bu eşyaların her birinde, nefsin lezzet alması, hevaya uymak, tabii bir rahatlık ve onu sevmek vardır. Onların hepsi dünya içindir; onlar için dünyada kalmayı sever ve onlarla dünyada sükûn ve tatmine ulaşır.526

Kuşeyrî, gerçek zühdün, hem dünya hem de ahireti kapsaması gerektiğini ifade etmiştir. Zühdü, dünyada zühd ve ahirette zühd olarak iki kısımda mütalaa etmiştir.

Ahireti isteyen kimsenin, dünyada zühde sarılmasını, tavsiye etmiştir. Burada bir hedef tespiti yapılmaktadır. Bir kimsenin hedefi dünya olursa, kalbiyle de dünyadan çıkamaz.

Fakat bir kimsenin hedefi ahiret olursa; bu kimsenin kalbi, dünya ile ilişiği keserek tamamen ahiretle ilgilenir. Kuşeyrî, ahiret için tek ve büyük bir hedef ortaya koymuş ve

“Allah’ı isteyen, ahirette zühde sarılsın.” demiştir. Bu söz, ahirette Allah’tan başka bir şey istememek anlamındadır. Ahirette arzulanan en büyük nimetin; Allah’la olmak ve O’nu müşahede etmek olmasının, ahirette zühd anlayışını ortaya çıkardığı görülmektedir.

Gerçek zâhidin, dünya nimetlerini kalbinden çıkardığı gibi, ahiret nimetlerini de kalbinden çıkarması gerekmektedir.

Kuşeyrî, dünya zevklerini kalpten çıkarmak için mücahede etmek ve böylece nefsi ele geçirmek gerektiğini belirtmiştir. Zühdü kurtarmak için, kalbte zerre kadar bir şey kalmayıncaya kadar fakirliğe, iflasa ve yoksulluğa razı olunursa; gamlar, hüzünler kalpten gider ve Allah’tan da ünsiyet ve rahatlama gelir, demiştir. Bu konuda Peygamber’in, “Dünyaya karşı zâhid olmak, kalbi ve vücudu rahatlatır.”527 sözünü örnek vermiştir. Kalpte dünyalık bir şeyin olması; endişe, gam, korku ve kedere sebep olduğu gibi Allah’a yakın olmayı da engellemektedir.528

Zühd için, dünyalığa kalpte yer vermemek ve başa gelen her şeye de razı olmak gerekmektedir. Dünyalığın kalpten çıkması, sıkıntıların ve endişelerin kalpten çıkmasına yol açtığı gibi Allah'a yaklaşmaya engel olan şeylerin de kalpten çıkmasına yol açmakta ve kalbin rahatlayarak huzur bulmasına sebep olmaktadır. Kalp rahatlayınca, haliyle vucut da rahatlamakta ve huzur bulmaktadır. Bütün bu kazanımlara zühd yoluyla ulaşıldığı anlaşılmaktadır.

526 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 58.

527 Taberânî, Süleymân b. Ahmed, el-Mu’cemü’l-Evsat, thk. Târık b. Avdillah b. Muhammed, Abdulmuhsin b. İbrâhîm el-Hüseynî, I-X, Dâru’l-Harameyn, Kahire 1995, VI, 177-78.

528 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 59.

Kuşeyrî’ye göre; dünya ile bütün bağlar kesilerek dünya sevgisi tamamıyla kalpten çıkarılırsa; ahiretteki yüksek dereceler, nimetler ve diğer şeyler istenmeyerek terk edilirse; dünya ve ahirette, kesinlikle Allah'tan ameline karşılık istenmezse Allah, lutfuyla ve rahmetiyle muamele ederek kuluna yaklaşır ve onu kendisine yaklaştırır; çeşitli ihsan ve lütuflarıyla kendisini ona tanıtır. Bu, Allah’ın; peygamberlere, evliyâya, kendisine hizmet edenlere, kendisini sevenlere ve kendisi ile ilgili ilim sahiplerine uyguladığı geleneğidir. Kul, hayatı boyunca her gün yükselişte olur. Sonra, ahiret yurduna nakledilir.

Gözün görmediği, kulağın işitmediği, bir insanın kalbine gelmeyen; anlayışa sığmayacak ve ibarelerle vasfedilemeyecek olan nimetlere ulaşır.529

Görüldüğü gibi, dünya ve ahirete karşı zâhid olmakla; kurbiyete, marifete, Allah'ın lutfuna ve rahmetine kavuşulmaktadır. Dünya ve ahiret nimetlerinin istenmemesi; yapılan amellere, dünyada ve ahirette karşılık beklenmemesi, nefs ile yapılan mücahededen galip gelmeyi sağlayacaktır. Nefs karşısında elde edilen bu zafer;

Allah’ın, kuluna yaklaşmasına ve onu kendisine yaklaştırmasına; dünya ve ahirette tahmin edemeyeceği nimetlerle mükâfatlandırılmasına sebep olacaktır.

Zâhidin mükâfatlandırılması: Kuşeyrî’ye göre; zâhid, kısmetler sebebiyle iki defa sevaplandırılır. Nefsine muvâfakat ederek hevasıyla değil de, sadece bir emirle onu aldığı için; nefsi terk etmekle sevaplandırılır. Nefsine düşmanlığı gerçekleşirse, böylece hevasına karşı çıkar; hakikat ve velâyet ehlinden sayılır; ârifler ve ebdâl gurubuna girdirilir. O zaman kısmet, kendisinden başkası için değil, ancak kendisi için yaratılmış olur; kısmetinde olanı yemekle ve giymekle emrolunur. Emre uyup yerse veya kaderin akışına göre ilimle vakıf olup onu giyinirse; O, içinde olmaksızın fiil onda olur. İstek, irade ve heva olmaksızın ikinci defa sevaplanır. Çünkü o, böylece emre veya Hakk’ın fiiline uymuştur.530

Zâhidin, nefsine değil de emre uyarak kısmeti aldığı ve Allah'ın fiiline uyduğu için; nefsi terk etmekle ve Allah'ın fiilinin kendisinde mevcut olmasıyla mükâfatlandırılacağı bildirilmiştir. Zâhid, bundan böyle daima Allah'ın fiiliyle, muvâfakat halinde hareket eder. Zâhidin, aynı zamanda ârif ve ebdâl gurubuna girdirileceğinden de bahsedilmiştir. Bu durum dikkate alındığında, zâhidin mükâfatının üçe çıkacağı görülmektedir.

529 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 59.

530 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 55.

Kuşeyrî, aşağıdaki ifadelelerle zâhidin özelliklerini ve Allah’ın onu nasıl koruduğunu izah etmiştir.

O kimseler, üzerinde Allah’ın fiili gerçekleşenler; ârifler ve ebdâl gurubuna giren kimselerdir. Onlar halktan, nefsten, hevadan, iradeden ve kısmetlerden fâni olan kimselerdir. Onlar, bütün amellerini ve ibadetlerini; Allah’tan bir fazilet, nimet, rahmet, başarı ve kolaylık görerek amellerden yüz çevirmekten fâni olan kimselerdir. Onlar, Allah’ın kulu olduklarına; kulun da Mevla’sı üzerinde bir hakkı olmadığına inanırlar.

Çünkü kul, sükûnuyla, hareketiyle ve bütün kazançlarıyla Mevla’sının mülküdür.

Kuşeyrî, o kimse hakkında, “Kendisine sevap verilir de nasıl yaptığı fiile karşılık istemez ve yaptığı işi görmez; o, en müflis kimsedir.” denilecek olursa onlara şöyle cevap verileceğini söylemiştir: Allah, ihsanıyla ona ulaşır, nimetiyle onu destekler, rahmetiyle, şefkatiyle ve lütfuyla onu eğitir. O vakit onun acil çıkarlarını engeller, fakat ona kalıcı kısmetler verir. Kendi çıkarları için, iradesi ve hareketi olmadan süt emen çocuk gibi olur. Ona kefil ve vekil olan anne ve babasının elinde dolaşan rızkına Mevla’sı kefildir.

Menfaatine olan şeyler kendisinden alındığında, halkın kalbi ona ısındırılır. Allah, onun için, kalplerde şefkat ve rahmetini yaratır; herkes ona şefkat ve rahmet gösterir.

Mâsivâ’dan fâni olanların hepsi böyledir. Onu, Allah’ın emrinin dışındaki bir şey harekete geçiremez. Allah onu, “Kitabı indiren Allah, benim ve salihlerin dostudur.”531 sözüyle dünya ve ahirette koruması altına alır.532

Halktan, iradeden, nefsten ve mâsivâ’nın tamamından fâni olmakla zâhitler, ârif ve ebdâl konumuna yükseltilmişler ve Allah’ın fiili kendileri üzerinde gerçekleşerek, O’nun lütfettiği kısmetlerle nimetlenmişlerdir. Allah, kendi iradesiyle istemediği halde, ihtiyacı olan nimetleri, ona verir. Ona şefkat ve rahmetiyle lütfeder, halkın kalbini de ona ısındırır. Allah’ın fiilleri, üzerinde tahakkuk eden ve mâsivâ’dan fâni olan zâhidi, Allah’ın emrinin dışında hiçbir şey de harekete geçiremez.