• Sonuç bulunamadı

Takvâ, emirleri yerine getirmek ve yasaklardan uzaklaşmak suretiyle Allah’tan sakınmak ve korkmaktır.318 Takva, sakınmak ve korkmak anlamlarında kullanıldığı gibi, salih amellerle günahtan ve azaptan korunmak olarak da ifade edilmiştir.319

Lügatlerdeki bu açıklamalardan, takvanın korkmak, sakınmak ve korunmak gibi anlamlarının olduğu anlaşılmaktadır. Takva, havf kelimesiyle de bire bir açıklanmıştır.

Bu durum, havf ile takvanın yakın ilişkisini ortaya koymaktadır. Takva, havfın gereğini yapmak anlamını da taşımaktadır. Korkan kişi, korktuğuna itaat edecek ve günahlardan uzaklaşacaktır.

“Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin. Umulur ki böylece korunmuş olursunuz (takva sahibi olmuş olursunuz).”320 ayetinde takva sahibi olmanın yolu izah edilmiştir. Ayetten anlaşılacağı üzere, takva sahibi olmak, ancak Allah’a ibadet etmekle ve günlük yaşantıda O’nun istediği gibi davranmakla mümkün olmaktadır. Bu davranışın aynı zamanda havfın gereğini yerine getirmek olduğu da aşikârdır.

“O’nun benzeri hiçbir şey yoktur, O, bilen ve işitendir.”321 ayetini, yaratıcı, yarattığına benzemekten ve yaptığı ile karşılaştırılmaktan uzaktır, diyerek açıklayan Kuşeyrî, Allah’ın hiçbir varlıkla mukayese edilemeyeceğini, O’nun diğer özelliklerinden de bahsederek ortaya koymuştur.

317 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 21.

318 el-Âyid ve diğerleri, a.g.e. s. 1329.

319 İbn Manzûr, a.g.e. C. VI. s. 4901, 4902.

320 Bakara, 2/21.

321 Şûrâ, 42/11.

Kuşeyrî, fayda ve zarar vermekte, nimet vermekte ve nimetten yoksun bırakmada, havf ve recâ’da kesinlikle Allah’ın dışında bir varlık görülemeyeceğini, O’nun, mağfiret ve takva sahibi (korkulacak kişi) olduğunu söylemiştir. Yarattıklarının hepsinden uzaklaşarak O’na itaatle meşgul olan, O’nun emrini bekleyen ve fiilini gözetleyen bir kimse olmayı, tavsiye etmiştir. “Ahiret hayatından başka hayat yoktur.”322 “Mü’min için Rabbine kavuşmanın dışında rahat yoktur.”323 hadislerine dayanarak, dünya lezzetlerinin, felaketlere karışmış olduğunu, mü’mine dünyada rahat olmadığını ve onun ancak ahirette rahat edeceğini, söylemiştir. Hz. Peygamber’in, “Takva sahibi bağlıdır.”324 sözünün, özellikle mü’min hakkında olduğunu; rahatlamanın tamamının, Allah’a bağlanmakta, O’na muvâfakat etmekte olduğunu, açıklamış ve işte “dünyadan çıkmak” budur, demiştir.325

Burada Kuşeyrî’nin, takvâ’yı havf ile aynı anlamda kullandığını görmekteyiz.

“Havf ve recâ’da, kesinlikle O’nun dışında bir varlık görülemez” diyerek yaratılmışlardan değil, yaratandan korkmak ve ummak gerektiğini belirtmiştir. Zaten kendisi daha önce, bu durumun gizli şirk olduğunu da izah etmişti. Kuşeyrî’nin takvâyı, verdiği sözle de ilişkilendirerek “Allah’a bağlanmak” olarak değerlendirdiği görülmektedir.

Yaratılmışların tamamından uzaklaşarak itaatle ve ibadetle Allah’a yönelmek, O’na bağlanmanın yani takvânın ön koşuludur. Bir şeyden korkmak ve sakınmak, o şeyden kaçmaya ve uzaklaşmaya yol açar. Hâlbuki takvâda bu korku ve sakınma; sığınmaya ve Allah’a sıkı sıkı sarılmaya, tamamen ona bağlanıp O’nun dışındaki şeylerden uzaklaşmaya yol açmaktadır. Yukarıda zikredilen, hadislerden de anlaşılacağı üzere, rahatlık ancak Allah’a bağlanmakta ve O’nunla olmaktadır. Mâsivâdan sıyrılıp ibadetle ve itaatla Allah’a bağlanmanın, takvanın ve gerçek huzurun sebebi olduğu anlaşılmaktadır.

Kuşeyrî, Risâle’sinde gerçek takvayı şu şekilde izah etmiştir: “Takva, bütün iyilikleri kendisinde toplar. Gerçek takva, Allah’a itaat ederek azabından sakınmaktır.

322 Buhârî, Sahîh, Cihâd ve’s-Seyr 109.

323 Vekî‘, Ebû Süfyân Vekî‘ b. el-Cerrâh, Kitâbü’z-Zühd, thk. Abdurrahman Abdülcebbâr el-Ferîvâî, (I-III), Mektebetü’d-Dâr, Medine 1984, I, 311;

Ahmed b. Hanbel, ez-Zühd, s. 194.

324 Hadis kitaplarında Rasûlullah’ın (s.a) sözü olarak tespit edilememiştir. Ancak aynı lafızlarla Ömer b.

Abdilazîz’e nispet edilerek nakledilmiştir. Bkz. Beyhakî, Kitâbü’z-Zühdi’l-Kebîr, s. 341. Aynı müellife ait Şuabü’l-İmân’da ise söz konusu lafızlara ilaveten “Her istediğini yapamaz” ibaresi de bulunmaktadır. Bkz.

Beyhakî, Şuabü’l-İman, V, 63.

325 Kuşeyrî, el-Cevâhiru’l-Mensûre, s. 21.

Takvanın aslı, şirkten sakınmak, sonra kötü ve günah olan şeylerden sakınmak, sonra şüphelilerden sakınmak, daha sonra da fuzuli ve lüzumsuz şeylerden sakınmaktır.”326

Kuşeyrî’nin bu ifadesinde, takvanın özellikleri ve nasıl takva sahibi olunacağı izah edilmiştir. Takvada Allah’tan, dolayısıyla O’nun azabından sakınmak söz konusudur.

Allah’ın azabından sakınmak ve kurtulmak da ancak O’na mutlak itaat ve tam bir kullukla mümkün olabilir. Mümin olabilmenin de takva sahibi olabilmenin de ilk şartı şirkten sakınmak ve Allah’tan başka “melik” tanımamaktır. Her şeyin sahibi, her şeyi yaratandır. Kimse kullandığı mülkün gerçek sahibi değildir. Mülkün sürekli olarak el değiştirmesi bu hakikati ortaya koymaktadır. Mevcut olan her şey, varlığını devam ettirmek için de varlık sebebi olan Allah’a muhtaçtır. İlahlığında veya sıfatları bağlamında O’nun güç, kudret ve diğer özelliklerinde şüpheye düşmek veya bu özelliklerine başkalarını ortak etmek, O’na gerçek manada inanmamak demektir. Tabii ki böyle bir kimsenin takva sahibi olması da düşünülemez. Takva sahibi olabilmek için öncelikle şirkten hatta şirk kokan her şeyden uzak durmak gerekmektedir.

Takva sahibi olmanın ikinci şartı, kötülüklerden ve günahlardan uzaklaşmaktır.

İnsan, kötülükleri işledikçe, günahlara battıkça Rabbinden uzaklaşır ve şeytana yaklaşır.

Bir kimse günahlara ve kötülüklere uzun bir süre devam ederse bunlar kişinin huyu ve karakteri haline gelir. Alışkanlık haline gelen günahları, normal bir davranış ve olağan bir şey olarak algılayan kişi, zamanla bunların günah olduğunu bile kabullenmez ve terk etmeyi de düşünmez. Huyun ve karakterin yerleşmesi uzun bir zaman aldığı gibi, terk edilmesi de hemen olabilecek bir şey değildir. Kişi, huy ve karakteri haline gelen bu davranışların kötü ve zararlı olduğunu kabullenmeden terk etmeye yönelmez. Önemli olan, tamamıyla günahlara dalıp mücrim konumuna düşmeden önce günahın zararını ve kötülüğünü idrak ederek mümkün olduğu kadar ona yaklaşmamaya gayret etmektir.

Sağlık için, hastalıktan korunmanın tedaviden daha önemli olduğu gibi; günaha yaklaşmayarak günahtan korunmak da günahla mücadelede önemlidir.

Takva sahibi olmanın üçüncü şartı, şüpheli şeylerden sakınmaktır. Fuzuli ve manasız (mâ-lâ yânî) şeyleri terk etmektir. Tasavvufta buna “verâ” denilir.

Kuşeyrî, Risâle’sinde şu üç şeyin kişinin takvasına delil gösterildiğini bildirmiştir:

“Elde edemediği şeye güzelce tevekkül etmek, elde ettiği şeye güzelce rıza göstermek ve geçip giden (elden kaçırdığı) şeye de güzelce sabır göstermek.”327

326 Kuşeyrî, er-Risâle, s. 105.

327 Kuşeyrî, er-Risâle, s. 106.

Bu ifadede belirtilen üç ilke, bir kişinin tava sahibi olup olmadığının göstergesidir. Dolayısıyla tevekkül, rıza ve sabır, takva sahibinin özelliği olmaktadır. Bir nimete, bir makama ulaşamamak takva sahibini üzmediği gibi, bunları elden kaçırmak da takva sahibini üzmez. Kendisinin gösterdiği çaba ve gayrete rağmen bütün bu olumsuzluklar cereyan etmişse bunu tevekkül ve sabırla karşılar. Böyle bir bakış açısı, böyle bir strateji, takva sahibini mutsuz edecek veya huzursuz edecek herhangi bir dünya metaının bulunmadığını ortaya koyar. Takva sahibi elde ettiği nimetin az veya çok olmasına da aldırmaz ve eline geçene rıza gösterir. Elde ettiği az olursa üzülüp isyan etmez, çok olursa da şımarıp azgınlık etmez. Bu tespit bize gösteriyor ki takva sahibi istikrar sahibidir. Hâdiselerin lehinde veya aleyhinde tezahür etmesi onu olumsuz etkilemez. Çünkü o, her durumda Allah’ı Rab olarak tanır. Nimeti de musibeti de verenin Allah olduğunu bilir. Nimet verdiğinde, Allah’ı Rab olarak tanıyıp da musibet verdiğinde, O’nu Rab olarak tanımamanın iman eksikliği olduğunu bilir.