• Sonuç bulunamadı

E- Küreselleşme Sürecinde Yer Alan Aktörler

1- Ulus Devletler

Küreselleşme öncesi dönemdeki uluslararası ilişkilerin temel aktörü ulus devletlerdir. Ulus devletler, uluslararası alanda kararalma gücünü temsil eden bu özelliklerini Avrupa’da yaşanan Otuz Yıl Savaşları sonrasında 1648 yılında imzalanan Westphalia Antlaşması ile kazanmışlar ve karşılıklı olarak birbirlerinin içişlerine karışmama taahhüdünde bulunmuşlardır. Bu anlaşmayla kurulan bağımsız devletler sisteminin uzunca bir süre hakim olduğu dönemde ulus devletler ortaya çıkan uluslararası sorunları karşılıklı müzakere ve işbirliği yoluyla çözümleme esasına bağlı kalmışlardır28. Ayrıca bu anlayışın geçerli olduğu süre içinde yapılan birçok uluslararası işbirliği müzakeresinde, 1945 Birleşmiş Milletler teşkilatında olduğu gibi, uluslararası ilişkileri belirleyen temel aktörlerin ulus devletler olduğu açıkça kabul edilmiştir.

Uluslararası ilişkiler sisteminin adeta devletler arası ilişkiler sistemi olarak işlediği bu dönemde, ulus devletler ülke içinde ulusal egemenliğin kullanımı konusunda tek güç olarak işlev görmüşlerdir. Demokratik işleyişin geçerli olduğu birçok ülkede yasama, yürütme ve yargı faaliyetlerinin icrasını üstlenen devlet kurumu, ülke içinde en üst siyasi otorite olma özelliğine sahip olmuş ve toplumsal hayatın düzenlenmesinde çeşitli görevler yerine getirmiştir. Diğer yandan, uluslararası hukuk açısından birbirlerine eşit

26 Mim Kemal Öke, Küresel Toplum, Avrasya Stratejik Araştırma Merkezi Yayınları No:26,

Ankara, 2001, s.13.

27 Kimon Valaskakis, "Globalization as Theatre", International Social Science Journal,

Vol:51, Issue:160, June 1999, s.155-156.

28 Daniel Philpott, “Westphalia, Authority, and International Society”, Political Studies,

konumlarıyla, karşılıklı ödün prensibi çerçevesinde uluslararası ilişkilerde bulunan ulus devletler işbirliği ve müzakere yoluyla ortak sorunları çözümleme yoluna gitmişlerdir.

Günümüzde küreselleşme, uluslararası ilişkiler sistemini derinden etkilemekte ve bu alanda önemli dönüşümlerin yaşanmasına neden olmaktadır. Uluslararası ilişkiler alanında yaşanan dönüşümü teknolojik ilerlemelere bağlayan Rosenau’ya göre, teknolojideki ilerlemeler, dünya politikasını etkileyen yeni kuruluşların ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Bu gelişmeler sonucunda dünya ile ilgili siyasi kararlar, sadece devletler arası ilişkiler yoluyla değil, birden çok aktör grubunun bulunduğu ve çok daha karmaşık ilişkilerin yaşandığı bir ortamda alınmaktadır. Dolayısıyla, bu gelişmeler sonucunda 400 yıldır süregelen ulus devlet sistemi de büyük bir dönüşüme uğramaktadır29.

Küreselleşme sürecinde ulus devletler, dönüşüme uğruyor olsalar da, geçmiş dönemdeki uluslararası sistemden gelen konumlarıyla, halen sürecin en önemli aktörlerindendir. Bu kapsamda, ulus devletlerin geçmişten aldıkları mirasla küreselleşme sürecini şekillendirebildikleri ve küresel kararalma sürecinde etkili oldukları söylenebilir. Ancak, her ulus devletin sistemi etkileyebilme yeteneğinin eş değer olmayışı, ulus devletin küresel kararalma sürecindeki rolü konusunda dikkate alınması gereken önemli bir hususu oluşturmaktadır.

Günümüzde uluslararası sisteminde hiyerarşik bir yapı söz konusudur. Bu hiyerarşik yapının üst kısmında, dünya ekonomisinin gidişatını ekonomik güçlerinin büyüklüğü ile belirleyen, sistemin işleyişini belirleyecek kuralları koyan, yönetim ve denetim işlevini gerçekleştiren gelişmiş ülkeler bulunmaktadır. Bu ülkeler dışında kalan geri kalmış, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler ise, sistemi etkileyebilme güçleri tartışma konusu olan ve hiyerarşik yapının alt kısmında yer alan ülkelerdir. Literatürde uluslararası sistemde yer alan bu hiyerarşik yapıyı vurgulamak için genellikle merkez ve çevre ülkeler şeklinde ikili bir ayrım yapılmaktadır.

Küreselleşme sürecinde merkez ve çevre ülkeler arasında yeni bir uluslararası ilişkiler sisteminin kurulması ihtiyacı gündeme gelmektedir. Günümüzde merkez ve çevre ülkeler arasındaki ilişkiler beş temel akımda toplanmaktadır. Bunlar; merkez ülkelerden çevre ülkelere (1) hizmetler, (2) teknoloji, (3) sermaye akımları, çevre ülkelerden merkez ülkelere (4) hammadde akımları ve iki ülke grubu arasında karşılıklı olarak gerçekleşen (5) sanayi malları akımıdır. Küreselleşme, tüm bu akımların önündeki engellerin kaldırılması olarak değerlendirilebilir. Dolayısıyla, ilişkilerin yeniden

29 Rana Eşkinat, Küreselleşme ve Türkiye Ekonomisine Etkileri, Anadolu Üniversitesi

tarif edilmesi ve yönetilmesi gerekmektedir30. Ancak daha önce de ifade edildiği gibi, küresel ölçekli ekonomik faaliyetlerin kontrolü, sadece ulus devletlerin devam eden yönetim rolleriyle ilgili olmayıp, yönetişim temeline dayanmaktadır.

Yönetim alanında işbirliği olarak da ele alınabilecek yönetişim anlayışının benimsenmesi ise, ulusal temelli etkileşimleri yeni bir güç düzeyine yükseltmektedir. Piyasalar küreselleştikçe uluslararası ekonomik sistem toplumsal yerleşikten çıkmakta ve özerkleşmektedir. Kamu otoritelerinin ulusal ölçekli politikaları, bunların hareket alanındaki uluslararası belirleyicileri hesaba katmak zorunda kalmaktadır. Bu durum, bağımlılık düzeyini arttırmakta ve ulusal düzeyin, uluslararası düzey tarafından içerilmesi ve dönüştürülmesine neden olmaktadır31. Dolayısıyla, küresel bir ekonomide

kamu otoriteleri, sistemi etkileyebilme kabiliyetine sahip ekonomik aktörler arasındaki sistemli bağımlılığın üstesinden gelebilmek amacıyla düzenleyici girişimleri birleştiren ve koordine eden politikalar izlemek durumundadır. Diğer bir deyişle, kamu otoriteleri alışılagelmiş hakim devlet anlayışından ödün vermekte ve sahip oldukları yetkileri sistemin oluşturduğu diğer aktörlerle paylaşmak zorunda kalmaktadır.

Küreselleşme, ulus devletin ekonomideki yerinin yeniden belirlenmesi tartışmalarını da beraberinde getirmektedir. Küreselleşme liberal ekonomik düzenin uluslararası bir yansınması olarak nitelendirilebilir. Bu nedenle son yirmi yılda küreselleşme ile birlikte devletin ekonomide mal ve hizmet üretiminden çekilmesi ve sosyal devlet işlevlerinin sınırlanması talep edilmekte ve ulus devletler kendi ülkeleri içinde günün koşullarına uyum sağlamaya yönelik olarak bazı ekonomik reformlar yapma ihtiyacı duymaktadır. Sachs’a göre bu reformlar; uluslararası ticaretin serbestleştirilmesi, döviz kurunun konvertibl hale getirilmesi, ekonomik büyümenin özel girişim temeline dayandırılması, sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi, IMF ve WB gibi uluslararası kuruluşlarla işbirliğine gidilmesi gibi konularda yapılanmaktadır32. Sonuç olarak, ulus devlet halen gerek ulusal, gerekse uluslararası ölçekte önemli olmakla birlikte, herşeyi belirleyen tek aktör konumunda da değildir. Halen varlığını sürdürmekle birlikte, küreselleşme öncesi dönemde olduğu kadar egemen ve bağımsız da değildir. Bu açıdan bakıldığında, mülkiyet temeline dayalı geleneksel ulus devlet anlayışının giderek aşınmakta olduğu söylenebilir. Bu, küreselleşme sürecinde ulus devletin tamamen ortadan kalkacağı şeklinde yorumlanmamalıdır. Günümüzde her ne kadar küreselleşme hakim bir özelliğe sahip olsa da, gözden kaçırılmaması gereken bir

30 Öke, a.g.e., s.43.

31 Hirst ve Thompson, a.g.e., s.35-36. 32 Öke, a.g.e., s.34.

husus da, ulusal sistemlerin hala mevcut oluşu ve ülke halklarının uluslararası alanda ulus devletler ile temsil ediliyor olmasıdır.