• Sonuç bulunamadı

Küreselleşme kavramının işlevini daha iyi anlamak ve ona atfedilen çağrışımları daha iyi değerlendirebilmek için öncelikle kelime anlamı üzerinde durmak gerekmektedir. Her şeyden önce küreselleşme kavramındaki “-leşme” son eki küreselleşmenin bir süreç olduğunu ifade etmektedir. Süreç ise “kendiliğinden” dolayısıyla “tabii”, daha ileri anlamda ise “durdurulamaz ve önlenemez” sıfatlarını çağrıştırmaktadır. Küreselleşme kavramının ikinci çağrışımı ise, küreselleşmenin toplumların çeşitli yönlerden benzeşmesi, yakınlaşması ve eşitlenmesini sağlayacağıdır. Diğer bir ifadeyle küresel olan her şey, yerkürede herkesi kucaklayacağına göre, küreselleşme kavramı küreselleşmenin insanlık için ortak bir değer taşıdığı anlamını çağrıştırmaktadır1.

Küreselleşme kavramına yüklenen anlamlar ele alınırken dikkat edilmesi gereken ilk husus, küreselleşme ve uluslararasılaşma eğilimlerinin birbirine karıştırılmamasının gerekliliğidir2. Uluslararasılaşma kavramı, ulusal ekonomilerin mal ve hizmet alışverişi,

emek ve sermaye hareketleri yoluyla karşılıklı olarak birbirlerine açılması ve dünya pazarıyla ilişki kurması anlamında kullanılmaktadır. Buradaki çerçeve, ulusal ekonomilerin dış ilişkileri temeline dayanmaktadır. Küreselleşme kavramına gelince, bu kavram ulusal ekonomilerin tarihsel bir kategori olarak eridiği ve ulusal piyasaların dünya piyasasına entegre olduğu süreci anlatmaktadır. Dolayısıyla, uluslararasılaşma kavramı bir “açılma”, küreselleşme kavramı ise bir “entegrasyon” sürecini ifade etmektedir3.

Kronolojik olarak bakıldığında, akademik çevrelerde küreselleşme kavramını ilk olarak 1980’lerde “işletme ve finans” dallarının kullanmaya başladıkları, 1990’lardan sonra ise “sosyoloji”, “kültür ve medya çalışmaları”, “uluslararası ilişkiler”, “siyaset

1 Cem Somel, “Az Gelişmişlik Perspektifinden Küreselleşme”, Doğu-Batı, Yıl:5, Sayı:18,

Şubat-Mart-Nisan, 2002, s.142.

2 Paul Hirst ve Grahame Thompson, Küreselleşme Sorgulanıyor, Çev. Çağla Erdem ve Elif

Yücel, Dost Kitabevi, Ankara, Eylül 1998, s.29.

3 Coşkun Adalı, Günümüz Kapitalizmi ve Devleti Üzerine, Sarmal Yayınevi, İstanbul, 1997,

bilimi” gibi sosyal bilimlere ait bir çok disiplinin de bu kervana katıldıkları gözlenmiştir. Söz konusu disiplinlerin kavramı kendi perspektifleri çerçevesinde ele almaları sonucunda birbirinden çok farklı küreselleşme tanımları ortaya çıkmıştır. Taylor ve Flint’e göre bu küreselleşme analizleri sekiz farklı boyutu dile getirmektedirler4:

- Ekonomik Küreselleşme: Çokuluslu şirketlerin dünyanın her yerinde sermaye ve emek kullanan yeni “küresel üretim sistemleri”ne geçmesi.

- Siyasal Küreselleşme: “Serbest piyasa ekonomisi”, kamu harcamalarının kısılması, özelleştirmeyi öngören “neo-liberal” politikaların tüm dünyaya yayılması.

- Sosyal Küreselleşme: “Dünya toplumu” fikrinin yaygınlaşması, uluslararası sivil toplum hareketlerinin yaygınlaştığının düşünülmesi.

- Teknolojik Küreselleşme: Başta internet olmak üzere “bilişim teknolojileri”nin yaygınlaşması.

- Finansal Küreselleşme: ”Dünya sermeye piyasaları”nın artan karşılıklı bağımlılıkları ve ortaklıklar kurmaları.

- Coğrafi Küreselleşme: Artan iletişim ve ulaşım imkanlarıyla oluşan “sınırsız dünya” fikri.

- Kültürel Küreselleşme: Başta Amerika olmak üzere Batılı kültürel değerlerin egemenliğinde tek boyutlu bir “dünya kültürü”nün oluşması ve “küresel ürünler”in tüketilmesi.

- Ekolojik Küreselleşme: Sınır tanımayan “küresel ekolojik sorunlar”ın ortaya çıkışı ve ortak eylem planı gereksinimi.

Yukarıdaki tanımlamalardan da anlaşılacağı üzere, sosyal bilimler kapsamındaki hemen her disiplin, kendi uzmanlık alanı içinde küreselleşmenin farklı bir boyutunu ön plana çıkarmakta, dolayısıyla yapılan değerlendirme ve tanımlamalar çeşitlilik göstermektedir. Bir tanımlama ihtiyacı gündeme geldiğinde ise, çalışma alanının belirleyiciliği ve sahip olunan ideolojik bakış açısının etkisiyle kişisel tercihleri yansıtan sübjektif karakterli tanımlamalar oluşmaktadır.

Kavramı tanımlamada baş gösteren diğer bir sıkıntı ise, süreci etkileyen değişkenlerin "birbirini üreten" bir özelliğe sahip olmasıdır. Dolayısıyla küreselleşme kavramı, kullanılış biçimine göre farklı değişkenlerin ve bu değişkenlerin etkileşimiyle

4 Burak Ülman, “Uzun Süreçte Küreselleşme: Bir Sihirli Kavramı Tarihteki Yerine Koyma

Denemesi”, Küreselleşme ve Ulus-Devlet içinde, Der. Meryem Koray, Yıldız Teknik Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi Yayını, No:1, İstanbul, 2001, s.88-89.

oluşan sonuçların -ki bir çoğuna değişken özelliği yüklenebilir- tek bir kategoride ifadesi olarak karşımıza çıkabilmektedir. Örnek vermek gerekirse, iletişim teknolojilerinin gelişmesi, hava taşımacılığının yaygınlaşması, döviz spekülasyonlarının ve sınır ötesi sermaye hareketlerinin artması, kitle tüketiminin oluşturulması, global ısınmanın artması, genetik mühendisliğinin gelişmesi, çokuluslu şirketlerin güçlenmesi veya post- modernizm gibi değişkenlerle ilişkili, farklı anlamlara gelen tanımlamalar yapılabilmektedir. Kavramın bu şekilde birden çok anlamda kullanılması ise önemli bir anlam sorunu oluşturmakta ve düşünsel olarak “nedeni” “etkiden” ayırmakta; kimin tarafından, kime, niçin ve hangi etkiyle ne yapıldığını tahlil etmek için girişilen her türlü çabayı belirsizleştirmektedir5.

Küreselleşme kavramı, farklı kriter ve unsurların subjektif seçimi ile tanımlandığından yapılan tanımlamalar kavrama farklı boyutlardan yaklaşmaktadır. Bu nedenle, genel kabul gören bir tanıma ulaşmak oldukça güçleşmektedir. Küreselleşme konusundaki kavramsal yaklaşımlara bakıldığında da, sahip olunan bakış açısı ve kullanılan kritere göre farklı, hatta birbirine tezat oluşturan tanımlamaların yapıldığı görülmektedir. Scholte, kavrama yüklenen anlamların tarihsel süreç, kültürel çerçeve, sosyal konum, kişisel özellik ve siyasi tercih gibi kriterlere göre değiştiğine ve uluslararasılaşma, evrenselleşme, serbestleşme ve batılılaşma kavramları ile eşanlamlı kullanımı sonucunda literatürde tam bir anlam kargaşası oluştuğuna dikkat çekmektedir6.

Küreselleşmenin hiç kimse tarafından yok sayılamayacağı ve küreselleşmeye değinmeyen hiçbir siyasal konuşmanın tam olmayacağını vurgulayan Giddens, küreselleşme konusunda yapılan tanımlamaların birçok yönüyle haklılık payı içerdiğini ve bunun küreselleşmenin çok boyutlu ve çok yönlü bir süreç olmasından ileri geldiğini belirtmektedir. Giddens’e göre7;

“Küreselleşme; tek bir süreç değil, karmaşık süreçlerin bir araya geldiği bir olgular kümesidir. Üstelik çelişkili ya da birbirine zıt etkenlerin devreye girdiği bir süreçtir. Çoğu insanın gözünde küreselleşme, basitçe gücün ya da etkinin yerel toplulukların “elinden alınıp” küresel arenaya aktarılmasından ibarettir. Böylece uluslar eskiden sahip oldukları ekonomik gücün bir kısmını kaybetmektedir. Fakat bunun zıt yönde bir sonucu da

5 Peter Marcuse, "The Language of Globalization", Monthly Review, Volume: 52, No:3, July-

August 2000, s.17.

6 Jan Aart Scholte, “What is Globalization? The Definational Issue-Again”, CSGR Working Paper, No:109/02, December 2002, s.6-8.

7 Anthony Giddens, Elimizden Kaçıp Giden Dünya, Çev. Osman Akınhan, Alfa Basım Yayım

vardır. Şöyle ki; küreselleşme yalnızca yukarıya doğru değil, aynı zamanda yerel özerklik doğrultusunda yeni baskılar yaparak aşağıya doğru da inen bir süreçtir.”

Küreselleşmenin her türlü iktisadi faaliyetin bölgeler ve kıtalar arasında dolaşımını sağlayan ve sosyal ilişkilerin yapısında dönüşümler oluşturan bir süreç veya süreçler seti olarak ele alınması gerektiğini belirten Perranton ve arkadaşları, küreselleşmenin dört tür dönüşüm ile karakterize edilebileceğini öne sürmektedir. Bunlar 8:

“- Sosyal, siyasal ve ekonomik faaliyetlerin ulusal sınırlar, bölgeler ve kıtalar arasında yayılımı,

- Ticaret, yatırım, sermaye, emek, kültür akımları sayesinde karşılıklı bağımlılığın artması ve yoğunlaşması,

- Ulaştırma ve iletişim sistemlerinin gelişimi sayesinde mal ve hizmetlerin, sermayenin, bilginin ve emeğin dünya ölçeğinde dolaşımının artması ve küresel faaliyet sürecinin hızlanması, ve

- Küresel faaliyet sürecinin hızlanması sayesinde, dünyanın herhangi bir yerinde yaşanan bir olayın dünyanın başka yerlerinde de etki göstererek küresel bir olgu haline gelmesi” dir.

Küreselleşmenin "ne olmadığı" ndan yola çıkarak konuya farklı bir açıdan yaklaşan Gray ise, küreselleşmeye yüklenen anlamların ardında “delokalizasyon” adı verilen ve her türlü etkinliği yerel köken ve kültürden koparan temel bir fikir bulunduğunu belirtmektedir. Gray’e göre9;

“Küreselleşme, toplumsal faaliyetlerin yerel ölçekten çıkarak küresel çaplı olaylardan etkilendiği ve bu olayları etkilediği bir süreç olarak değerlendirilmeli ve yerel olguları kilometrelerce ötede ortaya çıkan olaylarla biçimlendirecek şekilde, uzak gerçeklikleri birbirine bağlayan dünya çapındaki toplumsal ilişkilerin yoğunlaşması olarak tanımlanmalıdır.” Yapılan tanımlamalardan da görüleceği üzere, küreselleşmenin çok boyutlu bir kavram olması ve ele alınan kriterlerin subjektif özellik taşıması, küreselleşmenin genel kabul gören bir tanımının yapılması konusunda ciddi kısıtlar oluşturmaktadır. Diğer

8 Jonathan Perranton, David Goldblatt, David Held and Anthony McGrew, “Globalization of

Economic Activity”, New Political Economy, Vol.2, No.2, 1997, s.257-258.

9 John Gray, “Küreselleşme Ne Değildir?”, Turkishtime, Sayı:6, Temmuz 2002.

yandan, ileride görüleceği üzere küreselleşme hakkında sahip olunan olumlu ve olumsuz bakış açıları da tanımlara yansıyabildiğinden, söz konusu kısıtların aşılması daha da zorlaşmaktadır.

Tüm bu kısıtlara rağmen yine de genel anlamda bir tanım vermek gerekirse, küreselleşme; teknolojik ilerlemeler ve ulusal siyasi tercihler temelinden beslenen, toplumların ekonomik, siyasal ve sosyo-kültürel değerlerinde değişimler meydana getiren ve bunların karşılıklı etkileşim bağlamında ulusal sınırlar dışına taşarak dünya geneline yayıldığı bir süreçtir. Ulusal piyasa dinamiklerinin dünya piyasası dinamikleri tarafından belirlendiği bu süreç, çok sayıda aktör grubunun yer aldığı ve karmaşık ilişiklerin yaşandığı bir özellik göstermektedir.