• Sonuç bulunamadı

A- Küreselleşme Sürecinde Ulus Devlet Anlayışında Yaşanan Değişim

2- Ulus Devlet Anlayışında Yaşanan Değişimin Kapsamı

Küreselleşme alışılmış mülkiyet-yönetim ilişkisini değişime uğratmakta ve ulus devletler arasındaki sınırların eski önemini yitirmesini sağlayarak siyasi açıdan önemli bir dönüşüm oluşturmaktadır106. Oran, yaşanan siyasi dönüşümün temelinde, ulus devlet anlayışında meydana gelen değişimlerin etkili olduğunu savunmaktadır. Ona göre, küreselleşme sürecinde ulus devlet anlayışının üç temel unsuru önemli bir değişime uğramaktadır107:

- Ulus-devlet faaliyetlerinin bölgesel dağılımına ilişkin bir gelişme olarak, “ulus” niteliğinin azalması.

- Ulus-devlet faaliyetlerinin siyasal sistem içinde işlevsel açıdan yeniden örgütlenmesine ilişkin bir gelişme olarak, “devlet” niteliğinin azalması.

- Ulus-devlet faaliyetlerinin stratejik yöneliminin yeniden biçimlenmesine ilişkin bir gelişme olarak, ulus-devletin “uluslararası yönelime” girmesi.

Ulus devlet kavramı, insanların kendi kaderlerini ulusal siyasi mekanizmalar ve kurumlar çerçevesinde belirleme fikrini ifade etmektedir. Tarihi süreçte sosyolojik bir olgu olarak ulus devlet, feodal karakterli bir siyasi düzenden merkeziyetçi özellikleri ağır basan bir siyasi düzene geçişi temsil etmiş, aynı dili konuşan, aynı soydan gelen, aynı

105 Dulupçu, a.g.e., s.35-36. 106 Snyder, a.g.m., s.336. 107 Oran, a.g.e., s.48.

dine mensup, aynı kültüre sahip, aynı tarihi geçmişi paylaşan, ortak düşman veya düşmanları bulunan bir insan topluluğu olarak “ulus” un, siyasi olarak örgütlenmiş biçimi şeklinde algılanmıştır108. Küreselleşme sürecinde ortaya çıkan eğilimler, özellikle sınır tanımayan faktör hareketliliği ve kültürel homojenleşme üzerinden beslenerek ulus kavramının aşınmasını sağlamıştır.

İnsan faaliyetleri belirli bir mekanı aştığında ve ekonominin hareketliliği coğrafi bölünmeyi gereksiz kıldığında, “mekan” bir yönetim ölçeği olma özelliğini yitirmektedir. Küreselleşme sürecinde ekonomik faaliyetlerin mekan kısıtını aşması, ulus devlet ölçeğini etkilemekte ve onun işlevlerinde zorunlu bir değişimi gerekli kılmaktadır. Habermas’a göre küreselleşme sürecinde ülkelerin iktisadi açıdan bağımlılık ilişkisi içine girmesi, ulus devletin özerkliğini, aksiyon kabiliyetini ve demokratik özünü aşındırmakta ve iktidar kaybına uğramasına neden olmaktadır. Ona göre, ulus devlet kendi sınırları dışında olan ve sistemdeki diğer aktörler tarafından alınan kararlarla ortaya çıkan gelişmeler karşısında vatandaşlarını tam olarak koruyamamaktadır. Bu gelişmelerden bir kısmı çevre kirliliği, silah kaçakçılığı, salgın hastalıklar gibi ani sınır ihlalleri ile etkili olmaktadır. Diğer kısmı ise, planlanmış ve daha çok diğer devletler tarafından yapılan uygulamalardan oluşmaktadır109.

Küreselleşme sürecinde ulus devlet paradigmasına bağlı geleneksel egemenlik anlayışı da gitgide geçerliliğini yitirmektedir. Artık devletleri bu anlamda bir egemenlikle tanımlama imkanı kalmamıştır. Hemen hemen bütün devletler kurallarını kendilerinin koymadıkları uluslararası, hatta Avrupa Birliği örneğinde olduğu gibi, uluslarüstü hukuka göre taahhütler üstlenmek durumunda kalmaktadır110. Ayrıca, hakimiyet alanı belli bir bölgeyle sınırlı devletler, ulusal sınırlara bağlı olmayan aktörlerin oluşturduğu gelişmelerin de etkisi altında kalmaktadır111. Wallerstein, bugün için gelinen bir sonuç olarak, tüm devletlerin meşruiyetlerinde bir azalma olduğu ve bununla birlikte, değişen egemenlik anlayışı kapsamında devletlerin görevlerini yerine getirme yeteneklerinin azaldığını savunmaktadır112.

Küreselleşmenin ulus-devlet anlayışında meydana getirdiği dönüşümler, ulus devlet temelli uluslararası siyasi sistemi de dönüşüme uğratmaktadır. Hirst ve Thompson'a göre bu dönüşümün nedeni, küresel ekonominin ulus temelli etkileşimleri yeni bir güç düzeyine yükseltmesidir. Onlara göre, piyasalar ve üretim gerçek anlamda küreselleşince, uluslararası ekonomik sistem toplumsal yerleşikten çıkmakta ve

108 Muharrem İskenderoğlu, “Küreselleşme, Ulus-Devletin Geleceği ve Türkiye”, Türkiye ve Siyaset Dergisi, Sayı:5, Kasım-Aralık 2001. www.turkiyevesiyaset.com/sayi5/0518.htm,

(20.07.2004).

109 Habermas, a.g.e., s.27-28. 110 DPT, a.g.r., s.55.

111 Eroğlu, a.g.m., s.32. 112 Wallerstein, a.g.e., s.154

özerkleşmektedir. Dolayısıyla, kamu düzenleyicilerinin yerel politikaları, hareket alanlarındaki üstün uluslararası belirleyicileri sürekli hesaba katmak zorunda kalmaktadır. Tüm sistemi etkileyen bağımlılık arttığında ise, ulusal düzey uluslararası düzey tarafından içerilip ve dönüştürülmektedir. Böylece küresel ekonomide kamu otoriteleri, ekonomik aktörler arasındaki sistemli bağımlılığın üstesinden gelebilmek için, düzenleyici girişimleri birleştiren ve koordine eden politikalar uygulamak zorunda kalmaktadır113. Küreselleşme sürecinde ortaya çıkan bu zorunluluk, ulus devlet

özerkliğini zedelemekte ve ulusal politikaların gerek tercih, gerekse içerik yönünden kabul gören bir üst siyasi çerçeveye konulmasına neden olmaktadır.

Cerny, küreselleşme sürecinde ulus devlet anlayışında yaşanan değişimi, refah devletinden rekabetçi devlete geçiş olarak özetlemektedir. Ona göre, küreselleşmenin etkileri sonucu refah devletinden rekabetçi devlete geçiş süreci, ulus devlette dört temel politika değişikliği oluşturmaktadır114.

- Makroekonomik müdahalecilik yerini mikroekonomik hedef müdahaleciliğine bırakmaktadır. Burada makroekonomik alan deregülasyona tabi tutulurken, mikroekonomik alanda devlet yeniden düzenleme fonksiyonu üstlenmektedir. - Karşılaştırmalı üstünlük anlayışı yerini rekabetçi üstünlüğe bırakmaktadır. Kaldı

ki, çokuluslu şirketlerin yükselişi karşılaştırmalı üstünlükler anlayışını anlamsızlaştırmaktadır. Artık bir ülke ne üretileceğine karar verirken kendi kaynaklarıyla sınırlı değildir. Devletin üretemediği mal ve hizmetler, uygun koşulları sağladığı takdirde çokuluslu şirketler tarafından üretilebilmektedir.

- Enflasyonist olmayan büyüme önem kazanmaktadır. Önceki dönemlerde büyüme için bir dereceye kadar enflasyona katlanmak gerektiği anlayışı yaygın iken, günümüzde sermaye giriş-çıkışları serbest bırakıldığından büyüme uğruna katlanılan enflasyon kolayca kontrolden çıkabilmektedir.

- Hükümetler tüm ulusun refahını arttırmaya yönelik politikalar geliştirmek yerine, girişimcilik, yenilik ve kârlılık odaklı teşvik politikalarına yönelmektedir. Günümüzde teşvik politikaları, devletin yeniden düzenleme fonksiyonunu icra ettiği alanların başında gelmektedir.

Habermas ise, ulus devletin küresel düzeyde rekabet edebilme şansını sürdürebilme amacıyla eylemde bulunma kapasitesini kendi kendilerine sınırlandırma

113 Hirst ve Thompson, a.g.m., s.35-36.

114 Philip G. Cerny, “Restructuring of Political Arena: Globalization and The Paradoxes of The

Competition State”, Globalization and its Critics içinde, Ed. Randall D. Germain, Macmillan Press Ltd., London, 2000, s.123.

seçeneğine yöneldiğini savunmaktadır115. Ayrıca bu seçenek, küreselleşme sürecinin doğasına son derece uygun olan neo-liberal ideolojinin de arzuladığı bir durumdur. Bu bağlamda, küreselleşmenin ulus devlet anlayışında meydana getirdiği değişimin içeriğini 1980’li yıllardaki Keynesyen “refah devleti” anlayışından Neo-liberal “sınırlı devlet” anlayışına geçişe indirgemek mümkündür.

Keynesyen iktisadi yaklaşımda devlet, ulusal gelirin büyük bir bölümü üstünde tasarruf yetkisine kavuşarak transfer ve sübvansiyon ödemeleri yapma, istihdama, alt- yapıya ve sosyal güvenliğe yönelik politikalar tesis etme hususunda belirgin bir serbestlik kazanmıştır. Ayrıca devlet, üretim ve dağıtımın genel koşullarını büyüme, fiyat istikrarı ve tam istihdamı sağlama yönünde etkileyebilir bir konuma gelmiştir. Dolayısıyla, bir yandan ekonomik etkinliği, diğer yandan ise siyasal özgürlüğü ve sosyal güvenliği teminat altına almak amacıyla yüksek bir istihdam seviyesinde, yüksek yaşam standardı ve zenginlik sağlayan bir refah devleti modeli ortaya çıkmıştır116.

1980’li yıllara gelindiğinde ise, kamusal faaliyetler sorgulanmaya başlamış ve refah devleti anlayışı doğrultusunda gelişen sosyo-ekonomik çerçeve değişmeye başlamıştır. Tanzi’ye göre, yaşanan bu değişimin nedenlerini şu şekilde sıralamak mümkündür117:

- Keynesyen devrim, 1979’da ortaya çıkan stagflasyon olgusuna çözüm üretememiş ve önemli ölçüde prestij kaybetmiştir. Bu dönemde ortaya çıkan entelektüel gelişmeler, onun temel dayanak noktalarından bazılarını aşındırmış ve eksik yönlerini gözler önüne sermiştir.

- Sovyetler Birliği’nin sosyalizm ve planlı ekonomi deneyiminin cazibesi gözden düşmüş, Batı eksenli liberalizm güçlenmeye başlamıştır. 1990’lı yıllarda merkezden planlı ekonomilerin çoğu piyasa ekonomisine yönelik zorunlu bir geçiş sürecine yönelmiştir.

- Müdahaleci devlet anlayışı ekseninde vergi oranlarının yükseltilmesi ve ek vergiler getirilmesiyle vergi yükü önemli ölçüde artmış ve bu artış kayıtdışı ekonominin gelişmesini teşvik etmiştir. Kayıtdışı ekonomi, politikacıların kalıcı çözüm aradığı temel sorun haline gelmiştir.

- Gelişmekte olan ülkelerde devlet borçları önemli ölçüde yükselmiş ve sonuçta gerek borç faiz oranlarının artması, gerekse borç faiz ödemelerinin yükselmesi nedeniyle borçlanma politkası maliyetli hale gelmiştir.

115 Habermas, a.g.m., s.41. 116 Habermas, a.g.m., s.40.

117 Vito Tanzi, “The Demise of The Nation State?”, IMF Working Papers, WP/98/120, August

- Vergi yükünün yüksek olduğu ve önemli mali açıkların olduğu ülkelerde, kamusal faaliyetlerin sosyal refah göstergelerini iyileştirmede herhangi bir katkısının olmadığı yönünde bir bakış açısı oluşmuştur. Bu doğrultusunda, kamu harcamalarının verimsiz olduğu ve hükümetlerin artan piyasa müdahaleleri neticesinde kayıtdışı ekonomi ve yolsuzluğun arttığı görüşü yaygınlaşmıştır. - Ekonomik faaliyetleri ve politikaları etkilemeye başlayan bir fenomen olarak

küreselleşme referans gösterilmeye başlanmış ve sonuç olarak, devletin temel işlevlerine geri dönmesi görüşünü savunan sınırlı devlet anlayışı gündeme gelmiştir.

Sınırlı devlet anlayışı kısa sürede yaygınlık kazanmış ve refah devleti anlayışı kapsamında gelişen eğilim tersine dönmüştür. Bunun yerine piyasaları deregüle etmeye, sübvansiyonları azaltmaya ve yatırım şartlarını iyileştirmeye çalışan bir arz ekonomisi yaklaşımı gündeme gelmiştir. Bu yaklaşım çerçevesinde; anti-enflasyonist para ve faiz politikalarına, dolaysız vergilerin düşürülmesine, devlet elindeki teşebbüslerin özel mülkiyete aktarılmasına ve buna benzer başka önlemlerin uygulanmasına önem verilmiştir118. Ayrıca, bu uygulamalar ulus devletin kamu maliyesi

alanının da sınırlı devlet anlayışı çerçevesinde şekillenmesini gündeme taşımıştır.