• Sonuç bulunamadı

3. Ebussuûd Efendi’nin Hayatı ve Eserleri

2.5. Takyid

Belirli olmayan bir ferdi ya da fertleri gösteren ve kendisinin herhangi bir sıfatla kayıtlandığına dair delil bulunmayan lafza “mutlak” denir. Kitap veya kitaplar gibi.

Belirlenmemiş bir ferdi veya fertleri göstermekle birlikte kendisinin herhangi bir sıfatla kayıtlandığına dair delil bulunan lafza da “mukayyed” denir. Kıymetli kitap veya kıymetli kitaplar gibi.216 Tanımda belirtildiği şekilde yapılan bu kayıtlama işlemine de takyid denir. Kur’an’ın da muayyen konuları işlerken, bazı pasajlarında mutlak ifadelerle verdiği hususları, başka yerlerde kayıtlayarak takdim ettiği görülmektedir. Bazen söz konusu kayıtlar, yalnızca vuzûhu artırıcı bir rol oynarken bazen yanlış ve tutarsız yorumlara düşmekten alıkoyacak niteliktedir.217 Yalnız bu kayıtların tefsir açısından geçerlilik arzedebilmesi için mutlak olarak gelen ifadeyle takyid edilen ifade arasında hüküm açısından bir birliktelik olması icab eder. Aksi takdirde mukayyed lafız mutlak lafzı tefsir etmiş olmaz.218 Müfessirlerin tefsirlerinde

215 Ebû Abdillah (Ebu’l-Fazl) Fahrüddîn Muhammed b. Ömer b. Hüseyin er-Razi et-Taberistânî, Mefatihu’l-Gayb, Daru’l-Fikr, Beyrut, 1981, c. 17, s. 120.

216 Zekiyüddîn Şa’ban, a.g.e., s. 316.

217 Halis Albayrak, a.g.e., s. 94-95.

218 Sadrettin Gümüş, Kur’an Tefsirinin Kaynakları, Kayıhan Yayınları, İstanbul, 1990, s.34-35.

görülen, mezkur şartları haiz mutlak ve mukayyed özellikli ayetlerin birbirleriyle ilişkilendirilmesi işlemini, İrşad’ül-Akli’s-Selim’de de görmemiz mümkündür. Yani Kur’an’ın bir ayette mutlak olarak zikrettiği husus şayet başka bir ayetle takyid edilmiş yani sınırları belirlenmişse Ebussuûd Efendi, tefsirinde, bu ayetler arasında ilişki kurmuştur. Örneğin:

Bakara Suresinin 2/193’üncü َنا َوْدُع َلاَف ا ْوَهَتْنا ِنِإَف ِ َّ ِلِل ُنيِِّدلا َنوُكَي َو ٌةَنْتِف َنوُكَت َلا ىَّتَح ْمُهوُلِتاَق َو َنيِمِلاَّظلا ىَلَع َّلاِإ “Fitne kalmayıp, yalnız Allah'ın dini ortada kalana kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse sataşmayın. Zulmedenlerden başkasına düşmanlık yoktur.” ayetinde yer alan “ َنا َوْدُع=düşmanlık” lafzı mutlak olarak zikredilmiştir.

Ebussuûd Efendi, bu ayeti tefsir ederken, aynı Surenin 2/194’üncü اوُدَتْعاَف ْمُكْيَلَع ىَدَتْعا ِنَمَف ْمُكْيَلَع ىَدَتْعا اَم ِلْثِمِب ِهْيَلَع “Kim size saldırırsa siz de ona misilleme olacak kadar saldırın.”

ayetini kullanmıştır.219 Müellifin, müfessir olarak bu ayeti kullanmasının nedeni, birinci ayette mutlak olarak yer verilen “ َنا َوْد =düşmanlık” kelimesinin ikinci ayetle ُع kayıt altına alınmasıdır. Buna göre zalimlere yapılacak düşmanlık haddi hesabı belli olmayan bir düşmanlık değil, misliyle sınırlandırılmış bir düşmanlıktır. Yani birinci ayete bakıldığı zaman zalimlere yapılacak düşmanlığın sınırının belli olmadığı, başka bir ifadeyle buradaki düşmanlığın ucunun açık oldığı anlaşılmaktadır. Ancak ikinci ayette bu düşmanlığın sınırı belirtilmiş, zalimlere de onlardan gelen düşmanlık kadar düşmanlık yapılabileceği vurgulanmıştır.

Bir başka örnekte de Ebussuûd Efendi, Maide Suresinin 5/3’üncü … ُمُكْيَلَع ْتَم ِِّرُح ِري ِزْن ِخْلا ُمْحَل َو ُمَّدلا َو ُةَتْيَمْلا “Leş, kan, domuz eti … size haram kılındı.” ayetinde mutlak olarak zikredilen ُمَّدلا kelimesinin açıklamasında, “ ُمَّدلا=kan” kelimesinin

“اًحوُفْسَم=akıtılmış" sıfatıyla zikredildiği ْنَأ َّلاِإ ُهُمَعْطَي ٍمِعاَط ىَلَع اًم َّرَحُم َّيَلِإ َي ِحوُأ اَم يِف ُد ِجَأ َلا ْلُق ِالله ِرْيَغِل َّلِهُأ اًقْسِف ْوَأ ٌسْج ِر ُهَّنِإَف ٍري ِزْن ِخ َمْحَل ْوَأ اًحوُفْسَم اًمَد ْوَأ ًةَتْيَم َنوُكَي َّنِإَف ٍداَع َلا َو ٍغاَب َرْيَغ َّرُطْضا ِنَمَف ِهِب

219 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 243; Ali Akın, a.g.e., c. 2, s. 545.

ٌمي ِح َر ٌروُفَغ َكَّب َر “De ki: "Bana vahyolunanda, leş, akıtılmış kan, domuz eti ki pistir ve günah işlenerek Allah'tan başkası adına kesilen hayvandan başkasını yemenin haram olduğuna dair bir emir bulamıyorum; fakat darda kalan, başkasının payına el uzatmamak ve zaruret miktarını aşmamak üzere bunlardan da yiyebilir." Doğrusu Rabbin bağışlar ve merhamet eder.” (En’am 6/145) ayetini kullanmış ve birinci ayette yalın halde gelen “ ُمَّدلا=kan” kelimesiyle de kast edilenin “akıtılmış kan” olduğunu belirtmiştir.220 Görüldüğü gibi her iki ayette de hüküm birdir, o da kanın yenilmesinin haram oluşudur. Hükmün sebebi de yine her iki ayette aynıdır. Bu da kanın yenilmesinden doğacak zarardır.221 Dolayısıyla tefsiri yapılan ayette mutlak olarak zikredilen “kanın haram olduğu” hususu müfessir konumdaki ayette zikredilen

“akıtılmış” sıfatıyla mukayyed hale getirilmiştir.

Ebussuûd Efendi’ye göre, َلا اَهيِف ْمُه َو اَهيِف ْمُهَلاَمْعَأ ْمِهْيَلِإ ِِّف َوُن اَهَتَني ِز َو اَيْنُّدلا َةاَيَحْلا ُدي ِرُي َناَك ْنَم َنوُسَخْبُي “Kim yalnız dünya hayatını ve onun zinetini isterse, biz onlara yaptıklarının karşılığını orada tastamam öderiz. Orada onlar bir eksikliğe uğratılmazlar.” (Hûd 11/15) ayetindeki istemekten murat, sadece kalbî istek değil, fakat bu sonuçları gerçekleştiren girişimlerdir, yaptıklarından murat da herkesin yaptığı değildir, zira herkes temenni ettiği, arzuladığı herşeye erişemez. Çünkü bu, hikmete mebni olan ilahi iradeye bağlıdır. Yine onların yaptıklarından murat bütün yaptıkları değildir, fakat ecir ve mükafat olarak mezkur nimetlerin terettüp ettiği hayır işleridir. Müellif bu ayette mutlak olarak zikredilen “istek” ve “karşılığını verme” hususlarının herkesi ve herşeyi kapsamadığıyla ilgili bazı açıklamalarda bulunduktan sonra bu ayetin tefsirinde bu konuyu kayıt altına alarak sınırlarını belirleyen İsra Suresinin 17/18’inci ayetindeki ْنَم ُدي ِرُن ْنَمِل ُءاَشَن اَم اَهيِف ُهَل اَنْلَّجَع َةَل ِجاَعْلا ُدي ِرُي َناَك“Her kim bu çarçabuk geçen dünyayı isterse ona, yani dilediğimiz kimseye dilediğimiz kadarını dünyada hemen veririz.” ifadesine yer

220 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 3, s. 243; Ali Akın, a.g.e., c. 4, s. 1552.

221 Gümüş, Sadreddin, a.g.e., s. 34-35.

vermiştir.222 Zira müfessir konumdaki bu ayet, tefsiri yapılan ayette zikredilen “istek”

ve “karşılığını verme” hadisesinin herkesi ve her şeyi değil, Allah’ın dilediği kimseyi ve Allah’ın dilediği kadarını kapsadığını ortaya koymaktadır. Dolayısıyla bir ayette mutlak bir şekilde ifade edilen bir husus bir başka ayetle kayıt altına alınmış ve Müfessir de bu ilişkilendirmeyi ayetlerin bu özelliğini göz önünde bulundurarak yapmıştır.

Ebussuûd Efendi, burada, Hûd Suresinin 11/15’inci ayetini, bu ayetten önce nazil olan İsra Suresinin 17/18’inci ayetiyle tefsir etmiştir. Kur’an ayetlerinin anlamsal bir bütünlük içerisinde olduğu aşikardır. Buradaki ilişkilendirme de Kur’an ayetlerinin anlamsal bütünlüğünü ortaya koymaktadır. Yani önce veya sonra inmiş olsa da bir ayet diğer ayette yer alan bir hususun anlamını sınırlandırmaktadır. Böylesi durumlarda ise aralarında ilişki kurulan ayetlerin önceliği ya da sonralığı önem arz etmemelidir.