• Sonuç bulunamadı

3. Ebussuûd Efendi’nin Hayatı ve Eserleri

1.2. Ayetleri Açıklamada Konu Olan Unsurların Özellikleri

1.2.1. Konu Benzerliği

Kur’an’da işlenen konularla ilgili bir ayet tefsir edilirken sözü edilen konuya bütüncül yaklaşabilmek için Müfessirler, şayet o ayetle benzer konuyu işleyen başka bir ayet varsa tefsiri yapılan ayeti bu ayetle açıklamayı tercih etmiştir. Bu sebeple Kur’an’da ayetler arasında mevcut olan konu benzerliği, Müfessirlerin ayeti ayetle açıklamada dikkate aldığı hususlardan biridir. Ebussuûd Efendi de İrşad’ül-Akli’s-Selim’de yer yer ayetler arasındaki bu özelliği göz önünde bulundurarak açıklamalarda bulunmuştur. Misal olarak:

Müfessir, ْرِفْغَن ٌةَّط ِح اوُلوُق َو اًدَّجُس َباَبْلا اوُلُخْدا َو اًدَغ َر ْمُت ْئِش ُثْيَح اَهْنِم اوُلُكَف َةَي ْرَقْلا ِهِذَه اوُلُخْدا اَنْلُق ْذِإ َو َنيِنِسْحُمْلا ُدي ِزَنَس َو ْمُكاَياَطَخ ْمُكَل “Şu şehre girin, orada dilediğiniz gibi, bol bol yiyin, secde ederek kapısından girin, "bağışla!" deyin, Biz de yanılmalarınızı bağışlarız, iyilere daha da artırırız, demiştik.” (Bakara 2/58) ayetinin tefsirini yaparken, öncelikle, bu ayetin, Allah tarafından bahşedilmiş bir başka nimeti ve buna karşı onların atalarının nankörlüğünü hatırlattığını ve yine bununla, İsrailoğullarına, ikamet etmek veya yerleşmek üzere kasabayla kast edilmiş olan Beyt’ül-Makdis mevkii veya Eriha Beldesine, secde ederek yani tevazu gösterip saygı ile eğilerek yahut Allah’ın onları Tih Çölünden kurtardığına şükrederek girmelerinin emredildiğini, secde ve duaları sebebiyle Allah’ın da hatalarını bağışlayıp sevaplarını artıracağını söylemiştir.

Akabinde de sözü edilen bu ayeti, aynı konuyu işleyen اوُلُكَو َةَي ْرَقْلا ِهِذَه اوُنُكْسا ُمُهَل َليِق ْذِإ َو ِح اوُلوُق َو ْمُتْئِش ُثْيَح اَهْنِم

َنيِنِسْحُمْلا ُدي ِزَنَس ْمُكِتاَئيِطَخ ْمُكَل ْرِفْغَن اًدَّجُس َباَبْلا اوُلُخْدا َو ٌةَّط “Onlara: "Şu şehirde oturun, dilediğiniz gibi yiyip için, "affet!" deyin ve secde ederek kapısından girin; Biz

de yanılmalarınızı bağışlarız. İyi davrananlara daha da artıracağız" denmişti.” (Araf 7/161) ayetiyle açıklamıştır. Müellifimize göre bu ayetlerde geçen “hıtta” kelimesi, Arapça’daki “hatt” masdarından türemiş bir kelimedir ve yükü yıkmak, ve mecazi olarak boyunlarındaki vebali indirmek için duada bulunmak demektir.100 Görüldüğü gibi hem açıklanan hem de açıklayıcı konumdaki ayette İsrailoğullarına bahşedilen nimet ve af dilemeleri durumunda Allah’ın onları bağışlayacağı konu edilmiştir.

Ebussuûd Efendi’nin, ayetleri birbiriyle ilişkilendirirken ayetler arasında görülen konu benzerliği özelliğini dikkate aldığı anlaşılmaktadır.

Müfessir, Bakara Suresinin 2/58’inci ayetini tefsir ederken, bu ayeti kendisinden önce nazil olan Araf Suresinin 7/161’inci ayetiyle ilişkilendirmiştir. Açıklayıcı konumdaki ayet önce inmiş olsa da, her iki ayette de muhatap kitle aynı olduğundan ve aralarındaki konu benzerliği sebebiyle ilişkilendirilen ayetlerde daha çok anlamsal ilişki kurulan mevzu esas alındığından önce inmiş bir ayetin sonra inmiş bir ayeti açıklaması mümkündür.

Ebussuûd Efendi, Bakara Suresinin 2/284’üncü ayetinde geçen يِف اَم اوُدْبُت ْنِإ َو ْوَأ ْمُكِسُفْنَأ

ُالله ِهِب ْمُكْبِساَحُي ُهوُفْخُت… “…İçinizdekini açığa vursanız da, gizleseniz de Allah sizi, onunla sorguya çeker…” cümlesini “İçinizdeki kötülükleri ve bunları işleme azmini kavlen veya fiilen veya hem kavlen hem de fiilen insanlara açıklasanız da gizleseniz de veya hiçbir suretle insanlara açıklamasanız da Allah (cc) kıyamet gününde ondan dolayı sizi hesaba çekecektir. Ancak insanın korunamadığı vesvese ve insanın aklına gelip de içinden gerçekleştirmeye karar veremediği ve azmetmediği kötü şeyler buna dahil değildir. Çünkü sorumluluk kişinin gücü ve imkanı nisbetindedir.” şeklinde tefsir ettikten sonra bu ayette önce açığa vurmanın (ibda), sonra gizlemenin (ihfa) zikredildiğini, ُالله ُهْمَلْعَي ُهوُدْبُت ْوَأ ْمُك ِروُدُص يِف اَم اوُفْخُت ْنِإ ْلُق “De ki: İçinizdekileri gizleseniz de

100 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 132; Ali Akın, a.g.e., c. 1, s. 246-247.

açığa vursanız da Allah onu bilir.” (Âli İmran 3/29) ayetinde ise bunun aksinin varid olduğunu ifade etmiştir. Ona göre burada insanların nefsine taalluk eden muhasebedir ve muhasebeye esas oluşturan da açık amellerdir. Mezkur ayette belirtilen ise ilahi ilimdir, onun insanlara taalluku gizli amellere taalluku gibidir. Hangi şekilde olursa olsun, bir şeyin kendi nefsinde mevcudiyeti, Allah’a göre ilimdir ve ilahi ilim her halükarda varlıklara taallük halindedir. Dolayısıyla Allah (cc) açısından, gizleme veya açığa vurmanın önce veya sonra olmuş olması herhangi bir durum değişikliğini gerektirmez. Ancak insanlar açısından gizleme mertebesi, açığa vurma mertebesinden önce gelir. Çünkü açığa vurulan her şeyin, ya kendisi veya unsurları daha önce kalpte mutlaka gizlidir. Bu itibarla Allah’ın ilmi, açığa vurulan şeyin kalpteki haline ikinci halinden daha önce taalluk etmektedir. Nitekim bu hakikat Bakara Suresinin 2/77’nci َنوُنِلْعُي اَم َو َنو ُّرِسُي اَم ُمَلْعَي َالله َّنَأ َنوُمَلْعَي َلا َوَأ “Onlar bilmezler mi ki, gizlediklerini de açıkça yaptıklarını da Allah bilmektedir.” ayetinden de anlaşılmaktadır.101 Görüldüğü gibi Müfessirin bu ayetleri birbirleriyle ilişkilendirmesinin sebebi her üç ayette de aynı konunun işlenmesidir. Zira her üç ayette de Allah’ın gizli ve aşikar olan her şeyden haberdar olacağından, dolayısıyla insanın Allah’ın bu vasfını bilerek yaşaması gerektiğinden bahsedilmektedir.

Yine Hicr Suresinin 15/32’nci َنيِد ِجاَّسلا َعَم َنوُكَت َّلاَأ َكَل اَم ُسيِلْبِإ اَي َلاَق “(Allah:) Ey İblis!

Secde edenlerle beraber olmayışının sebebi nedir? dedi.” ayetiyle ilgili “Allah Teala, Adem’e (as) secde edenler, şerefte bu denli yüksek mertebeye sahipken, senin onlarla beraber olmamanın sebebi nedir diye İblis’e sordu. İblis’in secdesi gerçekleşmeyince ona yapılan kınama sadece secde edenlerden geri kaldığı için değil, fakat zikredilen üç günahın her biri içindir. Ancak her yerde bunların tamamı zikredilmeyip başka yerlerdeki zikriyle iktifa edilmektedir. Bir de bununla bildiriliyor ki, o üç günahtan her

101 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 319; Ali Akın, a.g.e., c. 2, s. 746.

biri, kınanması için ve hareketinin yanlış olduğunu göstermek için yeterlidir.

Bakara102, İsra103, Kehf104 ve Tâhâ105 surelerinde doğrudan kınama anlamı bulunmamaktadır.” şeklinde açıklama yapan Ebussuûd Efendi, mezkur ayetle aynı konuyu işlediği için, bu ayetin tefsirinde َكُت ْرَمَأ ْذِإ َدُجْسَت َّلاَأ َكَعَنَم اَم َلاَق “Allah, Sana emrettiğim halde, seni secdeden alıkoyan nedir? dedi.” (A’raf 7/12) ayetiyle ُسيِلْبِإ اَي َلاَق َّيَدَيِب ُتْقَلَخ اَمِل َدُجْسَت ْنَأ َكَعَنَم اَم “Allah: "Ey İblis, ellerimle (kudretimle) yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir?” (Sâd 38/75) ayetini kullanmıştır.106 Böylelikle Müellif, Kur’an’da işlenen “İblis’in secde etmeme” konusuyla ilgili bir ayeti tefsir ederken sözü edilen konuya bütüncül yaklaşabilmek için benzer konuyu işleyen başka ayetlere de yer vermiş ve tefsirini yaptığı ayeti bu ayetlerle açıklamıştır.

Lokman Suresinin 31/27’nci ُةَعْبَس ِهِدْعَب ْنِم ُهُّدُمَي ُرْحَبْلا َو ٌمَلاْقَأ ٍة َرَجَش ْنِم ِض ْرَلأا يِف اَمَّنَأ ْوَل َو ُحْبَأ

ٌميِكَح ٌزي ِزَع َالله َّنِإ ِالله ُتاَمِلَك ْتَدِفَن اَم ٍر “Eğer yeryüzündeki ağaçlar kalem, deniz de mürekkep olsa, arkasından yedi deniz daha ona katılsa, Allah’ın sözleri (yazmakla) yine de tükenmez. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”

ayetini “Yeryüzündeki bütün ağaçlar kalem olsa ve okyanus denizi de bunca genişliğiyle tükendikten sonra arkasından yedi deniz daha ilave edilerek hiç arkası kesilmeden bu kalemler ve mürekkeple Allah’ın sözleri yazılsa bu kalemler ve mürekkep tükenecek fakat Allah’ın sözleri yine bitmeyecektir. Okyanus denizi, daha büyük ve geniş olduğu halde ilave edilmek fiiili, ona değil, yedi denize isnat edilmiş,

102 َني ِرِفاَكْلا َنِم َناَك َو َرَبْكَتْسا َو ىَبَأ َسيِلْبِإ َّلاِإ اوُدَجَسَف َمَدلآ اوُدُجْسا ِةَكِئَلاَمْلِل اَنْلُق ْذِإ َو “Hani biz meleklere (ve cinlere): Âdem'e secde edin, demiştik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece kâfirlerden oldu.” (Bakara 2/34)

103 اًنيِط َتْقَلَخ ْنَمِل ُدُجْسَأَأ َلاَق َسيِلْبِإ َّلاِإ اوُدَجَسَف َمَدلآ اوُدُجْسا ِةَكِئَلاَمْلِل اَنْلُق ْذِإ َو “Meleklere: Adem'e secde edin, demiştik, İblis'ten başka hepsi secde etmiş, o ise: çamurdan yarattığına mı secde edeceğim? demişti.” (İsra 17/61)

104 ٌّوُدَع ْمُكَل ْمُه َو يِنوُد ْنِم َءاَيِل ْوَأ ُهَتَّي ِِّرُذ َو ُهَنوُذ ِخَّتَتَفَأ ِهِِّب َر ِرْمَأ ْنَع َقَسَفَف ِِّن ِجْلا َنِم َناَك َسيِلْبِإ َّلاِإ اوُدَجَسَف َمَدلآ اوُدُجْسا ِةَكِئَلاَمْلِل اَنْلُق ْذِإ َو ًلاَدَب َنيِمِلاَّظلِل َسْئِب “Hani biz meleklere: Âdem'e secde edin, demiştik; İblis hariç olmak üzere, onlar hemen secde ettiler. İblis cinlerdendi; Rabbinin emrinden dışarı çıktı. Şimdi siz, beni bırakıp da onu ve onun soyunu mu dost ediniyorsunuz? Oysa onlar sizin düşmanınızdır. Zalimler için bu ne fena bir değişmedir!” (Kehf 18/50)

105 ىَبَأ َسيِلْبِإ َّلاِإ اوُدَجَسَف َمَدلآ اوُدُجْسا ِةَكِئَلاَمْلِل اَنْلُق ْذِإ َو “Bir zaman biz meleklere: Âdem'e secde edin! demiştik.

Onlar hemen secde ettiler; yalnız İblis hariç. O, diretti.” (Tâ-Hâ 20/116)

106 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 5, s. 87; Ali Akın, a.g.e., c. 8, s. 3400.

çünkü dağlara ve akarsuların kaynaklarına mücavir olan bu denizlerdir ve büyük nehirler önce bu denizlere, sonra büyük okyanusa akmaktadır.” şeklinde tahlil eden Ebussuûd Efendi, bu ayetle aynı konuyu işleyen Kehf Suresinin 18/109’uncu َناَك ْوَل ْلُق

يِِّب َر ُتاَمِلَك َدَفْنَت ْنَأ َلْبَق ُرْحَبْلا َدِفَنَل يِِّب َر ِتاَمِلَكِل اًداَدِم ُرْحَبْلا

اًدَدَم ِهِلْثِمِب اَنْئ ِج ْوَل َو “De ki: Rabbimin sözlerini yazmak için denizler mürekkep olsa ve bir o kadar da ilave etsek (denizlere deniz katsak); Rabbimin sözleri tükenmeden önce denizler tükenirdi.” ayetini tefsir edici konumda zikretmiştir.107 Görüldüğü gibi her iki ayetin konusu da Allah’ın sözlerinin, yani ilim ve hikmetinin sonsuz ve sınırsız, varlık kavramı içerisinde yer alan cisimlerin ise sonlu ve sınırlı oluşudur. Bundan da Müellif’in, bu ayetleri birbiriyle ilişkilendirirken ayetlerin konu benzerliği özelliğini göz önünde bulundurduğu anlaşılmaktadır.

Bir başka misalde, ٌزي ِزَع ٌّيِوَق َالله َّنِإ يِلُس ُر َو اَنَأ َّنَبِلْغَ َلأ ُالله َبَتَك “Allah, “Şüphesiz ben ve peygamberlerim galip geleceğiz” diye yazmıştır. Şüphe yok ki, Allah çok kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.” (Mücadele 58/21) ayetiyle ilgili Allah’ın, Levh-i Mahfuz’da kendisinin ve elçilerinin, hem hüccet hem de kılıçla yahut kılıç yerine geçen başka aletlerle yahut hüccet ve silahın yalnız birisiyle mutlak ve muhakkak galip geleceğini yazdığını kaydeden Ebussuûd Efendi, bu ayeti, aynı konuyu işleyen اَنُتَمِلَك ْتَقَبَس ْدَقَل َو{

} َنوُبِلاَغْلا ُمُهَل اَنَدْنُج َّنِإ َو{}َنو ُروُصْنَمْلا ُمُهَل ْمُهَّنِإ{}َنيِلَس ْرُمْلا اَنِداَبِعِل “And olsun ki, peygamber kullarımıza söz vermişizdir. Onlar mutlaka zafere ulaşacaklardır. Şüphesiz ordularımız galip gelecektir.” (Saffat 37/171-173) ayetiyle irtibatlandırmıştır.108 Ayetler incelendiğinde, hem açıklaması yapılan ayetin hem de müfessir konumdaki ayetlerin, Peygamberin, kendisini engellemek isteyenlere ve inkârcılara karşı galip geleceği konusunu ele aldığı görülmektedir. Dolayısıyla ayetlerin birbiriyle ilişkilendirilmesinin sebebi de ayetlerin benzer konuya temas etmeleridir.

107 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 7, s. 83; Ali Akın, a.g.e., c. 10, s. 4743.

108 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 8, s. 225; Ali Akın, a.g.e., c. 12, s. 5522.