• Sonuç bulunamadı

3. Ebussuûd Efendi’nin Hayatı ve Eserleri

1.2. Ayetleri Açıklamada Konu Olan Unsurların Özellikleri

1.2.5. Üslup Benzerliği

Oluş, yapış veya yapılış biçimi, tutulan yol, tarz, usûl anlamlarına gelen128 üslup, edebiyatçılar ve Arap dili ulemasının tarifine göre, terim olarak, konuşanın sözü dizmesinde ve lafızları seçmesinde takip ettiği metod demektir. Buna göre Kur’an üslubu denince, onun söz diziminde ve lafız seçiminde diğer edebi türlerden ayrılması akla gelir. Bu özelliğiyle Kur’an genellikle Arapların kullandığı ve alışık olduğu ifade tarzlarına uymaz. Çünkü onun kendine has ifade tarzları vardır. Bundan dolayıdır ki Kur’an ilimleri içerisinde belki de en önemli yeri Kur’an üslubu oluşturur. Çünkü Kur’an’ın Allah tarafından gönderilen bir kitap olduğunu, onun üslubu ortaya koymaktadır.129 Bir bütün olarak Kur’an’ın kendisinin mu’ciz bir üslubu olduğu gibi bu üslup özelliklerinin de birbirine benzer yönleri bulunmaktadır. Diğer Müfessirler gibi Ebussuûd Efendi de bazı ayetler arasındaki bu üslup benzerliği ilişkisini dikkate alarak ayetleri tefsir etmiştir. Yani şayet bir ayeti tefsir ederken o ayette kullanılan üslup başka bir ayette de mevcut ise tefsiri yapılan ayete bu ayeti şahit olarak getirmiştir. Mesela:

Ali İmran Suresinin 3/4’üncü ْمُهَل ِالله ِتاَيآِب او ُرَفَك َنيِذَّلا َّنِإ َناَق ْرُفْلا َل َزْنَأ َو ِساَّنلِل ىًدُه ُلْبَق ْنِم ٍماَقِتْنا وُذ ٌزي ِزَع ُ َّاللَّ َو ٌديِدَش ٌباَذَع “O, daha önce (Tevrat’ı ve İncil’i) insanlar için hidayet rehberi olarak indirmişti. Furkan’ı da indirdi. Şüphesiz, Allah’ın âyetlerini inkâr edenler için şiddetli bir azap vardır. Allah, mutlak güç sahibidir, intikam sahibidir.”

ayetinde bulunan َناَق ْرُفْلا َل َزْنَأ َو “Furkan’ı da O indirdi” cümlesindeki َناَق ْرُف kelimesinin َنا َرْفُغ kelimesi gibi mastar olduğunu ve manayı mübalağalı ifade etmek için fail olarak

128 İlhan Ayverdi, a.g.e., c.3, s. 3315.

129 Erdoğan Baş, Kur’an’ın Üslubu ve Tekrarlar, Pınar Yayınları, İstanbul, 2003, s.91-92.

kullanıldığını kaydettikten sonra bu kelimeyle kastolunanın ne olduğuyla ilgili birkaç ihtimalden söz etmiştir. Bunlardan birincisine göre َناَق ْرُف’dan murat, bütün ilahi kitaplar olabilir. Bu anlayışa göre َناَق ْرُف, ayette zikredilen ve edilmeyen bütün ilahi kitapları kapsayacak şekilde hepsinin ortak vasfı olarak tamamlama ve genelleştirme için zikredilmiştir. Müellif bu durumu izah etmek için benzer bir üslubun kullanıldığı }اًّبَأ َو ًةَهِكاَف َو{}اًبْلُغ َقِئاَدَح َو{}ًلاْخَن َو اًنوُتْي َز َو{}اًبْضَق َو اًبَنِع َو{}اًّبَح اَهيِف اَنْتَبْنَأَف{ “Orada taneler, üzümler, yoncalar, zeytinler, hurmalıklar, sık ağaçlı bahçeler, meyveler ve otlaklar ortaya bitirdik.” (Abese 80/27-31) ayetlerine yer vermiştir. İkinci ihtimale göre, َناَق ْرُف’dan murat, daha önce zikredilen kitaplar olabilir. Buna göre de bu kitaplar, daha belirtilmemiş özel vasıfları ile tekrar atıf yoluyla zikredilmiş ve vasıftaki değişiklik zati değişiklik gibi sayılarak onunla beraber inzal fiili de aynen tekrar edilmiştir.

Müellif, bu durumu da aralarındaki üslup benzerliği sebebiyle اًدوُه اَنْيَّجَن اَن ُرْمَأ َءاَج اَّمَل َو َذَع ْنِم ْمُهاَنْيَّجَن َو اَّنِم ٍةَمْح َرِب ُهَعَم اوُنَمآ َنيِذَّلا َو

ٍظيِلَغ ٍبا “Helâk emrimiz gelince, Hûd’u ve

beraberindeki iman etmiş olanları, tarafımızdan bir rahmetle kurtardık. Onları ağır bir azaptan kurtardık.” (Hud 11/58) ayetiyle örneklendirmiştir.130 Buna göre َناَق ْرُف’dan murat, “bütün ilahi kitaplar” olduğu takdirde, tefsiri yapılan ayetten önceki ayette َل َزْنَأ َو َلي ِجْنِلإا َو َةا َر ْوَّتلا “Tevratı ve İncili indirdi” (Âli İmran 3/3) geçtiği üzere indirilen kitaplar ayrı ayrı zikredilmiş, sonrasında da zikredilen ve zikredilmeyen bütün ilahi kitapları kapsayacak şekilde hepsinin ortak vasfı olarak َناَق ْرُف kelimesine yer verilmiştir. Aynı şekilde Abese Suresinin 80/27-31’inci ayetlerinde de meyvelerden bir kısmının isimleri ayrı ayrı zikredilmiş, sonra da zikredilen ve zikredilmeyen bütün meyveleri kapsayacak şekilde hepsinin ortak vasfı olarak “meyve” kelimesi kullanılmıştır.

Dolayısıyla burada üslup açısında bir benzerlik söz konusudur. Yine َناَق ْرُف’dan murat,

“daha önce zikredilen kitaplar” olduğu takdirde, bu ayetten (Âli İmran 3/4) önceki

130 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 2, s. 9; Ali Akın, a.g.e., c. 2, s. 773.

ayette zikredilen “Tevrat” ve “İncil” kitapları farklı bir şekilde, yani َناَق ْرُف adı altında yeniden zikredilmiş ve “ َل َزْنَأ=indirdi” fiili de aynı şekilde tekrar edilmiştir. Bu durumu tefsir edici nitelikte olan Hud Suresinin 11/58’inci ayetinde de Hud ve onunla beraber iman edenlerin kurtarılışı daha önce belirtilmemiş şekliyle atıf yoluyla tekrar zikredilmiş ve onunla beraber “اَنْيَّجَن=kurtardık” fiili de aynen tekrar edilmiştir.

Dolayısıyla bu durumda da açıklaması yapılan ayetle açıklayıcı konumdaki ayet arasında üslup benzerliği söz konusudur. Bu da Ebussuûd Efendi’nin mezkur ayetleri birbiriyle ilişkilendirirken ayetler arasındaki üslup benzerliğini göz önünde bulundurduğunu göstermektedir.

Ebussuûd Efendi, Ali İmran Suresinin 3/4’üncü ayetini, bu ayetten önce nazil olan Abese Suresinin 80/27-31 ve Hud Suresinin 11/58’inci ayetleriyle tefsir etmiştir.

Bu durum tefsir geleneğine uygun düşmese de buradaki ilişkilendirmede, anlamsal bir ilişkiden ziyade Kur’an ayetlerindeki sözlerin dizilişi esas alındığı için zaman olarak bir öncelik-sonralık ilişkisi gözetilmemiştir.

Bir başka örnekte de َنيِقِساَف اًم ْوَق ْمُتْنُك ْمُكَّنِإ ْمُكْنِم َلَّبَقَتُي ْنَل اًه ْرَك ْوَأ اًع ْوَط اوُقِفْنَأ ْلُق “De ki: İster gönüllü, ister gönülsüz olarak harcayın, sizden asla kabul olunmayacaktır. Çünkü siz fasık bir topluluksunuz.” (Berâe/Tevbe 9/53) ayetini “onların infaklarının kabul edilmemesi mallarının alınmayacağı anlamına olduğu gibi, ondan dolayı sevap almayacağı anlamına da olabilir. Sizin infakınızın kabul edilmemesinin sebebi azgın ve serkeş bir güruh olmanızdandır.” şeklinde tefsir eden Müellif, bu ayetin ْوَأ ْمُهَل ْرِفْغَتْسا

يِعْبَس ْمُهَل ْرِفْغَتْسَت ْنِإ ْمُهَل ْرِفْغَتْسَت َلا َم ْوَقْلا يِدْهَي َلا ُ َّاللَّ َو ِهِلوُس َر َو ِللهاِب او ُرَفَك ْمُهَّنَأِب َكِلَذ ْمُهَل ُالله َرِفْغَي ْنَلَف ًة َّرَم َن

َنيِقِساَفْلا “Onlar için ister bağışlanma dile, ister dileme (fark etmez.) Onlar için yetmiş kez bağışlanma dilesen de, Allah onları asla affetmeyecektir. Bu, onların Allah ve Resûlünü inkâr etmiş olmaları sebebiyledir. Allah, fasık topluluğu doğru yola iletmez.” (Berâe/Tevbe 9/80) ayeti kabilinden olduğunu ve ihbar anlamında emir ifade ettiğini belirtmiştir. Ona göre bu ayetlerin bu üslupla ifade edilmesi, adem-i kabulde

her ikisinin de eşit olduğunu kuvvetlice ifade etmek içindir.131 Görüldüğü gibi hem tefsiri yapılan ayette hem de müfessir konumdaki ayette haber verme anlamını ifade eden bir emir üslubu kullanılmıştır. Yani her iki ayette de belirtilen hususun yapılmasıyla yapılmaması arasında bir farkın bulunmadığı, iki durumda da sonuç olarak bir şeyin değişmeyeceği dile getirilmiştir. Dolayısıyla mezkur ayetlerin birbiriyle ilişkilendirilmesinin sebebi, üslup bakımından birbirine benzemesidir.

Yine وُل َن َمْعَت اَّمِم ٌءي ِرَب اَنَأ َو ُلَمْعَأ اَّمِم َنوُئي ِرَب ْمُتْنَأ ْمُكُلَمَع ْمُكَل َو يِلَمَع يِل ْلُقَف َكوُبَّذَك ْنِإ َو “Seni yalanlarlarsa, "Benim yaptığım bana, sizin yaptığınız sizedir; siz benim yaptığımdan sorumlu değilsiniz, ben de sizin yaptığınızdan sorumlu değilim" de.” (Yunus 10/41) ayetiyle ilgili, “Resulüm! Eğer onlar hüccetle ilzam edildikten sonra seni tekzibe devam ve küfürlerinde ısrar ederlerse, artık onlardan uzak dur ve onlara, benim yaptıklarımın karşılığı bana; hak ve batıl olarak sizin yaptıklarınızın karşılığı da sizedir. Siz benim yaptıklarım yüzünden muahaze olunmazsınız; ben de sizin yaptıklarını sebebiyle muahaze olunmam, de.” şeklinde sözler sarfeden Müellif bu ayetin üslup açısından َنوُلَمْعَت اَّمِم ٌءي ِرَب يِِّنِإ ْلُقَف َك ْوَصَع ْنِإَف “Eğer sana karşı gelirlerse, Şüphesiz ben sizin yaptığınız şeylerden uzağım, de.” (Şuara 26/216) ayeti kabilinden olduğunu kaydeder.132 Her ne kadar ayetlerin metni ve anlamı farklı olsa da her iki ayetteki anlam da şart cümlesi sonrasında getirilen cevap cümlesiyle oluşturulmuştur.

Dolayısıyla buradaki ilişkilendirmenin nedeni, ayetler arasındaki anlamsal bir bütünlük değil cümlelerin kuruluş biçimidir. Ebussuûd Efendi de bu benzerliğe dayanarak ayetleri birbiriyle irtibatlandırmıştır.

Hicr Suresinin 15/8’inci َني ِرَظْنُم اًذِإ اوُناَك اَم َو ِِّقَحْلاِب َّلاِإ َةَكِئَلاَمْلا ُل ِِّزَنُن اَم “Biz, melekleri ancak hak ve hikmete uygun olarak indiririz. O zaman da onlara mühlet verilmez.”

ayetinde geçen ِِّقَحْلاِب َّلاِإ َةَكِئَلاَمْلا ُل ِِّزَنُن اَم “Biz, melekleri ancak hak ve hikmete uygun olarak

131 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 4, s. 87; Ali Akın, a.g.e., c. 6, s. 2615-2616.

132 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 4, s. 166; Ali Akın, a.g.e., c. 6, s. 2795-2796.

indiririz.” kelamının, o müşriklerin hikaye edilen sözlerine cevap olarak ve anlamsız taleplerini reddetmek için yalnız Peygamberimize (s.a.v.) yönelik söylendiğini ve onların hikaye dilen sözleri, şiddetle cevap gerektirdiği için onun reddi olarak söylenen bu kelamın, daha öncesine cevap olarak söylenmiş olan َرْكِِّذلا اَنْل َّزَن ُنْحَن اَّنِإ “Kur'an'ı kesinlikle biz indirdik.” (Hicr 15/9) ayetinden önce indirildiğini ifade eden Ebussuûd Efendi, ُالله ِهِب ْمُكيِتْأَي اَمَّنِإ َلاَق “Nûh dedi ki: Onu size, ancak Allah getirir.” (Hûd 11/33) ayetinde de aynı yolun takip edildiğini zikretmiştir. Zira ona göre bu ayet de اَمِب اَنِتْأَف اَنُدِعَت “Öyleyse bize vadettiğini haydi getir.” (Hûd 11/32) kelamına cevap olduğu halde ي ِحْصُن ْمُكُعَفْنَي َلا َو “Benim öğüdüm size fayda vermez.” (Hûd 11/34) ayetinden önce zikredilmiştir. Oysaki o, onların ilk kelamları olan اَنَتْلَداَج ْدَق ُحوُن اَي “Ey Nûh bizimle mücadele ettin.” (Hûd 11/32) sözlerine cevaptır. Müellife göre bu da, zikredildiği gibi, cevabı şiddetle gerektirmesinden dolayıdır ve bir de iki cevaptan birinin sual ile bitişik olması içindir. Aksi durumda ise, her iki cevabın da sualinden fasılalı olması lazım gelir. Onların talebine verilen bu cevapta, taleplerinin ifade tarzına uygun olarak

‘melekler onlara gelmez’ denilmeyip mevcut ifadenin kullanılması, onların taleplerinde hata ettikleri gibi, ifade tarzında da hata ettiklerini bildirmek içindir.133 Görüldüğü gibi Ebussuûd Efendi’nin tefsirini yaptığı ayetlerle, müfessir konumdaki ayetler arasında üslup açısından bir benzerlik söz konusudur ve Müellif’in de ayetler arasındaki ilişkilendirmeyi bu benzerliğe istinaden yaptığı anlaşılmaktadır.

Ebussuûd Efendi, Talak Suresinin 65/2’nci ayetiyle aynı surenin 65/1 ayeti arasında ilişki kurmuştur. Ona göre, tefsiri yapılan ayetteki اًج َرْخَم ُهَل ْلَعْجَي َالله ِقَّتَي ْنَم َو

“Kim Allah'tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder.” cümlesi Allah’ın mezkur sınırlarını gözetmenin vücubunu, iyilik vaat ederek tekit etmektedir. Tefsir eden konumdaki ayette geçen ُهَسْفَن َمَل َظ ْدَقَف ِالله َدوُدُح َّدَعَتَي ْنَم َو “Kim Allah’ın sınırlarını

133 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 5, s. 78; Ali Akın, a.g.e., c. 8, s. 3381.

aşarsa, gerçekten kendi nefsine zulmetmiş olur.” (Talak 65/1) cümlesi de Allah’ın, sözü edilen ayette belirtilen sınırlarını gözetmenin vücubunu ceza tehdidiyle tekit etmektedir. Yani kim Allah’tan korkar da karısını sünnete uygun olarak boşarsa, iddeti içinde ona zarar vermezse, onu meskeninden çıkarmazsa ve şahit tutmak ile diğer hususlarda ihtiyatlı davranırsa, bu gibi hallerde eşlerde görülmesi muhtemel üzüntülerden, sıkıntılara düşmekten kurtulmak için Allah ona bir çıkış yolu lutfeder ve kendisine ferahlık verir.134 Görüldüğü gibi her ne kadar değişik lafız ve manayla zikredilmiş olsa da aralarında var olan üslup benzerliği, ayetlerin birbiriyle ilişkilendirilmesinin sebebi olmuştur.