• Sonuç bulunamadı

3. Ebussuûd Efendi’nin Hayatı ve Eserleri

2.2. Mucmeli Beyan

‘ل-م-ج’ kökünden türeyen ve if’âl bâbından ism-i mef‘ûl yapısında olan

“mucmel” kelimesi sözlükte, yayılmış, birbirinden ayrı olan şeyleri toparlamak190, sözü kısa ve veciz bir şekilde söylemek, özetlemek191 gibi anlamlara gelmektedir.

Kavram olarak ise sözün sahibi tarafından bir izahat yapılmadan kendisiyle neyin kast edildiği anlaşılamayan lafza mucmel denir.192 Sözlükte açık, net, belirgin, anlaşılır gibi

189 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 8, s. 187; Ali Akın, a.g.e., c. 12, s. 5464.

190 Ebu’t-Tâhir Mecduddîn Muhammed b. Ya’kûb b. Muhammed el-Fîrûzâbâdî, el-Kâmûsü’l-Muhît, Bûlak Matbaası, Kahire 1983, c. 3, s.340.

191 Ebu’l-Kâsım Hüseyn b. Muhammed b. el-Mufaddal er-Râgıb el-İsfahânî, el-Mufredât fî Garîbi’l-Kur’ân, (nşr. Muhammed Seyyid Geylânî), Dâru’l-Ma’rife, Beyrut Ths., s. 98.

192 Ebu’l-Hasen Ebu’l-Usr Fahru’l-İslam Ali b. Muhammed b. el-Huseyn b. Abdilkerim el-Pezdevî, Usul-ü Pezdevî, Beyrut, 1994, c. 1, s. 144-145; Bkz. Ebu’l-Huseyn Muhammed b. Ali Mutezilî, el-Mutemed fî Usûli’l-Fıkh, (Thk. Muhammed Hamidullah), Dımeşk 1964, c. 1, s. 317; Zekiyüddin Şaban, a.g.e., s. 387; Komisyon, a.g.e., s. 484.

anlamlara gelen193 “beyan” kelimesi ise kavram olarak, te’vile gerek kalmayak şekilde açık ve anlaşılır hale getirme194 demektir.

Bu tanımları tefsir ilmi kapsamında değerlendirecek olursak, Kur’an-ı Kerim’in herhangi bir yerinde kendisiyle kast edilenin anlaşılamadığı bir lafzın veya ayetin, yine Kur’an’ın başka bir yerinde açıklamasının yapılıp anlaşılır hale gelmesi olayı

“mücmeli beyan” olmuş olmaktadır.

Kur’an-ı Kerim’de, kelimenin iki zıt manada birleşmesi, zamirin mercii ihtilafı, atıf ihtimali veya istinaf, lafzın garabeti, lafzın çok kullanılmaması, takdim-tehir ve asıl lafzın başka bir şekle kalbolması gibi sebeplerle kendisinden ne kast edildiği anlaşılamayan ayetler vardır.195 Mucmel durumda olan bu ayetler ya aynı ayetin içinde ya da Kur’an’ın başka ayetleri içerisinde Şâri tarafından anlaşılır hale getirilmiştir.

İrşad’ül-Akli’s-Selim’de de Kur’an-ı Kerim’in herhangi bir ayetinde mucmel olarak zikredilen bir hususun, bazen aynı âyet içerisinde bazen de ilgili diğer ayetlere yer verilmek suretiyle vuzuha kavuşturulduğunu görmekteyiz. Örneğin:

Ebussuûd Efendi, Bakara Suresinin 2/187’nci ayetinde geçen ىَّتَح اوُب َرْشا َو اوُلُك َو ِرْجَفْلا َنِم ِد َوْسَلأا ِطْيَخْلا َنِم ُضَيْبَلأا ُطْيَخْلا ُمُكَل َنَّيَبَتَي “…Şafağın aydınlığı gecenin karanlığından ayırt edilinceye (tan yeri ağarıncaya) kadar yiyin, için…” ifadesinin sonundaki tanyeri anlamına gelen ر ْجَفْلا kelimesiyle ilgili, “içinde bulunduğu ayet ilk nazil olduğunda bu kelimenin mevcut olmadığı, bu sebeple ayeti duyanların bazılarının bu ayette geçen

“iplik” lafzını “gerçek ip” manasında anlayarak, beyaz ve siyah ipi yan yana koyup bunları birbirinden ayırt edinceye kadar yemeye devam ettikleri, bu yanlış anlaşılmanın giderilmesi için de ِرْجَفْلا َنِم kelimesinin nazil olduğu” rivayetini aktarmak

193 İbn Manzur, a.g.e., c. 13, s. 68.

194 Cemâlüddîn Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed b. Saîd b. Akîle el-Mekkî, ez-Ziyâde ve’l-İhsân fi Ulûmi’l-Kur’ân, Câmiatu’ş-Şârika, Birleşik Arap Emirlikleri 2006, c. 5, s 138; Bkz. Ebu Bekir Şemsu'l-Eimme Muhammed b. Ebî Sehl Ahmed es-Serahsî, Usûlü’s-Serahsî, (Nşr. Ebu’l-Vefâ el-Afgâni), Hindistan 1372, c. 1, s. 165.

195 İsmail Cerrahoğlu, a.g.e., s. 182-183.

suretiyle başlangıçta mucmel bir özelliğe sahip olan bu ayetin sözü edilen kelimenin nüzulüyle anlaşılır hale geldiğine işaret etmiştir.196 Ebussuûd Efendi, burada gerçek manada mı kullanıldığı ya da bir mecazı mı ifade ettiği anlaşılamayan ُطْيَخْلا=ip kelimesini, açık ve anlaşılır hale gelmesi için nazil olan ِرْجَفْلا َنِم kelimesiyle izah etmiştir. Buna göre, sonradan nüzulüyle mucmel durumdaki ayetin gerçek manasını ortaya koyan bu kelime mübeyyin yani açıklayıcı konumda bulunan bir kelimedir.

Yani ُطْيَخْلا=ip kelimesi, ِرْجَفْلا=şafak kelimesi nazil olduktan sonra ُضَيْبَلأا ve ِد َوْسَلأا kelimeleriyle birlikte “aydınlık” ve “karanlık” manalarında kullanılmış, böylelikle de ayetin ilgili bölümüne “Şafağın aydınlığı gecenin karanlığından ayırt edilinceye kadar yiyin için” anlamı verilmiştir. Buradaki açıklama aynı ayetin devamıyla yapıldığı için nüzul sırası açısından bir tertip söz konusu değildir.

Bir başka misalde de Ebussuûd Efendi, ِءاَسِِّنلِل َو َنوُب َرْقَلأا َو ِناَدِلا َوْلا َك َرَت اَّمِم ٌبي ِصَن ِلاَج ِِّرلِل ْفَم اًبي ِصَن َرُثَك ْوَأ ُهْنِم َّلَق اَّمِم َنوُب َرْقَلأا َو ِناَدِلا َوْلا َك َرَت اَّمِم ٌبي ِصَن

اًضو ُر “Ana babanın ve yakınların

bıraktıklarından, erkeklere hisse vardır. Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından kadınlara da hisse vardır. Bunlar, az veya çok, belirli bir hissedir.” (Nisa 4/7) ayetinde mucmel olarak bırakılan miras hükümlerini, ilgili iki ayeti zikrederek açıklığa kavuşturmuştur. Bu ayetler, ِنْيَتَنْثا َق ْوَف ًءاَسِن َّنُك ْنِإَف ِنْيَيَثْنُلأا ِِّظَح ُلْثِم ِرَكَّذلِل ْمُكِدَلا ْوَأ يِف ُالله ُمُكي ِصوُي

ُفْصِِّنلا اَهَلَف ًةَد ِحا َو ْتَناَك ْنِإ َو َك َرَت اَم اَثُلُث َّنُهَلَف ْمَل ْنِإَف ٌدَل َو ُهَل َناَك ْنِإ َك َرَت اَّمِم ُسُدُّسلا اَمُهْنِم ٍد ِحا َو ِِّلُكِل ِهْي َوَبَلأ َو

ِص َو ِدْعَب ْنِم ُسُدُّسلا ِهِِّمُلأَف ٌة َوْخِإ ُهَل َناَك ْنِإَف ُثُلُّثلا ِهِِّمُلأَف ُها َوَبَأ ُهَث ِر َو َو ٌدَل َو ُهَل ْنُكَي آ ٍنْيَد ْوَأ اَهِب ي ِصوُي ٍةَّي

ْمُكُؤاَب

َناَك َالله َّنِإ ِالله َنِم ًةَضي ِرَف اًعْفَن ْمُكَل ُب َرْقَأ ْمُهُّيَأ َنو ُرْدَت َلا ْمُكُؤاَنْبَأ َو

اًميِكَح اًميِلَع “Allah çocuklarınız

hakkında, erkeğe iki dişinin hissesi kadar tavsiye eder. Eğer kadınlar ikinin üstünde ise, bırakılanın üçte ikisi onlarındır; şayet bir ise yarısı onundur. Ana babadan her birine, ölenin çocuğu varsa yaptığı vasiyetten veya borcundan arta kalanın altıda biri, çocuğu yoksa, anası babası ona varis olur, anasına üçte bir düşer. Kardeşleri varsa,

196 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 239; Ali Akın, a.g.e., c. 2, s. 533.

altıda biri annesinindir; babalarınız ve oğullarınızdan menfaatçe hangisinin size daha yakın olduğunu siz bilmezsiniz. Bunlar Allah tarafından tesbit edilmiştir. Doğrusu Allah bilendir, Hakim olandır.” (Nisa 4/11) ve ٌدَل َو َّنُهَل ْن ُكَي ْمَل ْنِإ ْمُكُجا َو ْزَأ َك َرَت اَم ُفْصِن ْمُكَل َو

ُّرلا َّنُهَل َو ٍنْيَد ْوَأ اَهِب َني ِصوُي ٍةَّي ِص َو ِدْعَب ْنِم َنْك َرَت اَّمِم ُعُب ُّرلا ُمُكَلَف ٌدَل َو َّنُهَل َناَك ْنِإَف ٌدَل َو ْمُكَل ْنُكَي ْمَل ْنِإ ْمُتْك َرَت اَّمِم ُعُب

َرَت اَّمِم ُنُمُّثلا َّنُهَلَف ٌدَل َو ْمُكَل َناَك ْنِإَف ٌةَأ َرْما ِوَأ ًةَلَلاَك ُث َروُي ٌلُج َر َناَك ْنِإ َو ٍنْيَد ْوَأ اَهِب َنوُصوُت ٍةَّي ِص َو ِدْعَب ْنِم ْمُتْك

ُلُّثلا يِف ُءاَك َرُش ْمُهَف َكِلَذ ْنِم َرَثْكَأ اوُناَك ْنِإَف ُسُدُّسلا اَمُهْنِم ٍد ِحا َو ِِّلُكِلَف ٌتْخُأ ْوَأ ٌخَأ ُهَل َو َّي ِص َو ِدْعَب ْنِم ِث

اَهِب ىَصوُي ٍة

ٌميِلَح ٌميِلَع ُ َّاللَّ َو ِالله َنِم ًةَّي ِص َو ٍِّراَضُم َرْيَغ ٍنْيَد ْوَأ “Kadınlarınızın çocukları yoksa bıraktıklarının yarısı sizindir, çocukları varsa, bıraktıklarının ettikleri vasiyetten veya borçtan arta kalanın dörtte biri sizindir. Sizin çocuğunuz yoksa ettiğiniz vasiyet veya borç çıktıktan sonra bıraktıklarınızın dörtte biri karılarınızındır; çocuğunuz varsa, bıraktıklarınızın sekizde biri onlarındır. Eğer bir erkek veya kadına kelale yollu (çocuğu ve babası olmadığı halde) varis olunuyor ve bunların ana-bir erkek veya bir kız kardeşi bulunuyorsa, her birine edilen vasiyetten veya borçtan arta kalanın altıda biri düşer;

ikiden çoksalar, üçte birine, zarara uğratılmaksızın ortak olurlar. Bunlar Allah tarafından tavsiye edilmiştir. Allah bilendir. Halim'dir. (Nisa 4/12) ayetleridir.

Müellife göre açıklaması yapılan ayetteki miras hükümleri müfessir konumdaki ayetlerle beyan edilmiş ve buradaki ilişkilendirme de ayetler arasındaki mücmel-beyan ilişkisi sebebiyle yapılmıştır.197 Bu misalde, tefsiri yapılan ayette (Nisa 4/7), anne-babanın ve akrabaların bıraktığı mirastan, erkeklere ve kadınlara tahsis edilen hisse ile neyin kast edildiği belirtilmediği için ayet mucmel bırakılmış, ancak delalet ettiği manası açık olmayan bu ayet, aynı surenin (Nisa) 11 ve 12’inci ayetlerinde tafsilatlı bir şekilde izah edilmek suretiyle anlaşılır duruma getirilmiştir.

Kasas Suresinin 28/63’üncü اَمَك ْمُهاَنْي َوْغَأ اَنْي َوْغَأ َنيِذَّلا ِءَلاُؤَه اَنَّب َر ُل ْوَقْلا ُمِهْيَلَع َّقَح َنيِذَّلا َلاَق َنوُدُبْعَي اَناَّيِإ اوُناَك اَم َكْيَلِإ اَنْأ َّرَبَت اَنْي َو “(O gün) aleyhlerine söz (hüküm) gerçekleşmiş olanlar, َغ

197 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 2, s. 167-168; 170; 175; Ali Akın, a.g.e., c. 3, s. 1179; 1187; 1196.

“Ey Rabbimiz! İşte şunlar bizim azdırdıklarımızdır. Kendimiz azdığımız gibi onları da azdırdık. Şimdi de onlardan uzaklaşıp sana döndük. Zaten (gerçekte) onlar bize tapmıyorlardı” diyeceklerdir.” ayetinde geçen “ ُل ْوَقْلا = söz” kelimesiyle neyin kast edildiğine dair ayetin içerisinde bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak mevcut haliyle bu ُل ْوَقْلا lafzı kapalı kalmaktadır. Ebussuûd Efendi, bu ayetin anlaşılır hale gelmesi için

“ ُل ْوَقْلا = söz” kelimesiyle neyin kast edildiğini ortaya koyan Secde Suresinin 32/13’üncü ayetinde geçen َنيِعَمْجَأ ِساَّنلا َو ِةَّن ِجْلا َنِم َمَّنَهَج َّنَ َلأْمَ َلأ ““Andolsun, cehennemi tamamen cin ve dolduracağım.” cümlesiyle Sad Suresinin 38/85’inci َكْنِم َمَّنَهَج َّنَ َلأْمَ َلأ َنيِعَمْجَأ ْمُهْنِم َكَعِبَت ْنَّمِم َو “Andolsun, cehennemi seninle ve onlardan sana uyanların hepsiyle dolduracağım.” ayetini zikretmiştir.198 Buna göre o gün, yani kıyamet günü kafirlerin aleyhlerine “sizi cehenneme dolduracağım” sözü (hükmü) gerçekleşmiş olmaktadır. Başka bir ifadeyle kendisiyle neyin kast edildiği belli olmayacak derecede kapalı olan “ ُل ْوَقْلا = söz” kelimesinden maksat, “sizi cehenneme dolduracağım”

ifadesidir. Dolayısıyla Secde Suresi 32/13 ve Sad Suresi 38/85’inci ayetlerin, açıklaması yapılan ayetin tefsirinde zikredilmesiyle ayetteki açık ve anlaşılır olmayan bölümler açıklığa kavuşturulmuştur.

Müellif, burada, Kasas Suresinin 28/63’üncü ayetini, bu ayetten sonra nazil olan Secde Suresinin 32/13 ve bu ayetten önce inmiş olan Sad Suresinin 38/85’inci ayetleriyle tefsir etmiştir.

Yine, Meâric Suresinin 70/19’uncu اًعوُلَه َقِلُخ َناَسْنِلإا َّنِإ “Şüphesiz insan çok hırslı ve sabırsız olarak yaratılmıştır.” ayetinde yer alan اًعوُلَه kelimesinin garip bir lafız olması nedeniyle bu ayetten ne kast edildiği anlaşılamamaktadır. Ebussuûd Efendi, insan için zikredilen bu اًعوُلَه lafzının, akabinde gelen (Meâric 70/20-21) ُّرَّشلا ُهَّسَم اَذِإ اًعوُنَم ُرْيَخْلا ُهَّس َم اَذِإ َو اًعو ُزَج “Kendisine kötülük dokunduğu zaman sızlanır. Ona bir hayır

198 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 7, s. 26; Ali Akın, a.g.e., c. 10, s. 4617.

dokunduğunda da eli sıkıdır.” şeklindeki ayetlerle tebyin edildiğini zikrederek buradaki اًعوُلَه lafzının, “İnsanın, kendisine yoksulluk, hastalık ve benzerleri gibi bir fenalık dokunduğu zaman çok şikayet etmesi ve bolluk ve sağlık gibi hayırlar dokunduğu zaman da tam bir cimri kesilmesi” anlamına geldiğini ifade etmiştir.199 İlk dönem müfessirlerinin de bu ayetler arasında bu tür bir ilgi kurduğu görülmektedir.200 Ebussuûd Efendi de burada, kendisiyle ne kast edildiği anlaşılmayacak derecede kapalı olan bir ayeti Allah’ın sonraki ayetlerde izah ettiğini belirterek sözü edilen اًعوُلَه lafzını açıklığa kavuşturmuştur.