• Sonuç bulunamadı

3. Ebussuûd Efendi’nin Hayatı ve Eserleri

1.1. Ayetleri Açıklamada Konu Olan Unsurlar

1.1.2. Cümle

“Bir fikri, bir duygu ve düşünceyi, bir oluş ve kılışı tam olarak bir yargı hâlinde anlatan kelime grubu”na cümle denilmektedir.94 Kur’an ayetleri de bir harf veya birkaç kelime ya da cümleden oluşmaktadır.95 Buna bağlı olarak Kur’an’daki birçok ayetin tefsirinde, doğru bir sonuca varabilmek için ayetlerin cümle bütünlüğü içerisinde ele alınarak açıklanması gerekir. Aksi takdirde Kur’an’ın o ayetle hedeflediği neticeye ulaşmak mümkün olmayacaktır. Ebussuûd Efendi de Kur’an ayetlerini tefsir ederken genelde açıkladığı ayeti, cümle olarak ele almıştır. Örneğin:

Ebussuûd Efendi, َنوُن ِم ْؤُي اَم ًلايِلَقَف ْمِه ِرْفُكِب ُالله ُمُهَنَعَل ْلَب ٌفْلُغ اَنُبوُلُق اوُلاَق َو “-Kalplerimiz kılıflıdır/muhafazalıdır.- dediler. Öyle değil. İnkârları sebebiyle Allah onları lânetlemiştir. Bu yüzden onlar hiç iman etmezler.” (Bakara 2/88) ayetindeki ٌفْلُغ اَنُبوُلُق

“Kalplerimiz kılıflıdır/muhafazaladır.” cümlesini, bu sözü söyleyenlerin Peygamberimiz (sav) devrindeki Yahudiler olduğunu ve onların “Bizim kalplerimiz doğuştan perdelidir, Muhammed’in getirdikleri, kalplerimize ulaşacak değildir, kalplerimiz onları anlayacak da değildir.” demek istediklerini ifade ederek, Fussilet Suresinin 41/5’inci ayetinde yer alan اَنِنْيَب ْنِم َو ٌرْق َو اَنِناَذآ يِف َو ِهْيَلِإ اَنوُعْدَت اَّمِم ٍةَّنِكَأ يِف اَنُبوُلُق اوُلاَق َو َنوُل ِماَع اَنَّنِإ ْلَمْعاَف ٌباَج ِح َكِنْيَب َو “Dediler ki: (Ey Muhammed!) Bizi çağırdığın şeye karşı kalplerimiz örtüler içerisindedir. Kulaklarımızda bir ağırlık, seninle bizim aramızda da bir perde vardır. O hâlde sen (istediğini) yap, şüphesiz biz de (istediğimizi) yapacağız.” ayetindeki ِهْيَلِإ اَنوُعْدَت اَّم ِم ٍةَّنِكَأ يِف اَنُبوُلُق “Bizi çağırdığın şeye karşı kalplerimiz örtüler içerisindedir.” cümlesiyle izah etmiştir.96 Görüldüğü gibi hem açıklanan hem de açıklayan cümlenin her ikisinde de farklı ifadelerle aynı hususa yani gayr-i

94http://tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.583f0e05a0d799.578 34807, (30.11.2016).

95 Komisyon, Dini Kavramlar Sözlüğü, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2006, s.44.

96 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 157-158; (Çev.) Ali Akın, a.g.e., c. 1, s. 308-309.

Müslimlerin Peygamberin davetine kapalı oldukları meselesine temas edilmiştir. Bu da Müellifin bu ayetler arasında bir ilişki kurmasına sebep olmuştur.

Ebussuûd Efendi, aynı ayette (Bakara 2/88) yer alan َنوُنِم ْؤُي اَم ًلايِلَقَف “Bu yüzden onlar hiç iman etmezler.” cümlesini açıklamak için de Ali İmran Suresinin 3/72’nci ayetini َنوُع ِج ْرَي ْمُهَّلَعَل ُه َر ِخآ او ُرُفْكا َو ِراَهَّنلا َهْج َو اوُنَمآ َنيِذَّلا ىَلَع َل ِزْنُأ يِذَّلاِب اوُنِمآ ِباَتِكْلا ِلْهَأ ْنِم ٌةَفِئاَط ْتَلاَق َو

“Kitap ehlinden bir grup, Mü’minlere indirilene günün başlangıcında inanın, sonunda da inkâr edin, belki onlar (size bakarak) dönerler, dedi.” şahit getirmiş ve açıklanan ayetteki imanın, açıklayan ayetteki iman kabilinden olduğunu ve bu ayetteki azlıktan kastın yokluk olduğunu belirtmiştir. 97 Açıklayıcı konumdaki ayette bahsedilen günün başlangıcında olan fakat sonunda olmayan iman görünürde biraz var gibi olan ama hakikatte hiç olmayan bir imandır. Buradaki imanın var gibi görünen kısmı göz önüne alındığında َنوُن ِم ْؤُي اَم ًلايِلَقَف ifadesindeki ًلايِلَق = az kelimesi mecazi anlamda karşılığını bulmaktadır. Ancak buradaki hakiki manaya bakacak olursak, günün başlangıcında iman edip sonunda inkar etmek, hiç iman etmemek demektir. Buna bağlı olarak Müfessirin َنوُن ِم ْؤُي اَم ًلايِلَقَف cümlesine verdiği “Bu yüzden onlar hiç iman etmezler.”

şeklindeki mananın isabetli olduğu söylenebilir.

Ebussuûd Efendi burada, Bakara Suresinin 2/88’inci ayetini açıklamak için sözü edilen sureden önce nazil olan Fussilet Suresinin 41/5’inci ayetini kullanmıştır. Aynı ayetin devamında yer alan bir cümleyi ise Bakara Suresinden sonra nazil olan Ali İmran Suresinden bir ayetle tefsir etmiştir. Görüldüğü gibi burada tefsir geleneğinin aksine sonra nazil olan bir ayet, önce inmiş olan bir ayetle tefsir edilmiştir. Ancak Kur’an bir kitap değil de bir söylem olduğu için Müfessire göre daha önceki muhatapların tepkileri tutum olarak aynı veya yakın olduğundan önceden inmiş olsa bile sonradan inmiş bir ayeti yaşanmışlık olarak açıklayabilme kabiliyetine sahiptir.

97 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 158; Ali Akın, a.g.e., c. 1, s. 309.

Dolayısıyla ehl-i kitap, yaklaşık olarak aynı tutumları sergiledikleri için, daha önceden sergilenmiş bir tutumu dile getiren ayetin daha sonra bu tutumu sergileyenlerin eylemlerini anlatan ayeti açıklayıcı olması, söylem mantığı bakımından düşünüldüğünde son derece normaldir.

Bir başka örnekte, ْن ِم ٍرْيَخ ْنِم ْمُكْيَلَع َل َّزَنُي ْنَأ َنيِك ِرْشُمْلا َلا َو ِباَتِكْلا ِلْهَأ ْنِم او ُرَفَك َنيِذَّلا ُّد َوَي اَم ْنَم ِهِتَمْح َرِب ُّصَتْخَي ُ َّاللَّ َو ْمُكِِّب َر

ِميِظَعْلا ِلْضَفْلا وُذ ُ َّاللَّ َو ُءاَشَي “Ne Kitab ehlinden inkâr edenler ve ne de Allah’a ortak koşanlar, Rabbinizden size bir iyilik gelmesini isterler. Oysa Allah, rahmetini dilediğine tahsis eder. Allah, büyük lütuf sahibidir.” (Bakara 2/105) ayetindeki ُءاَشَي ْنَم ِهِتَم ْح َرِب ُّصَت ْخَي ُ َّاللَّ َو “Allah, rahmetini dilediğine tahsis eder.” cümlesini de Ebussuûd Efendi, Zuhruf Suresinin 43/32 ayetinde bulunan َكِِّب َر َةَمْح َر َنوُمِسْقَي ْمُهَأ

“Rabbinin rahmetini onlar mı bölüştürüyorlar?” cümlesiyle açıklamıştır. Bu cümle ona göre rahmetin indirilişini açıklar ve onun hikmetine dikkat çeker, rahmetten maksat ise vahiydir ve Zuhruf Suresinin 43/32 ayetiyle de aynı mana kast edilir. Ayetin devamında yer alan ِميِظَعْلا ِلْضَفْلا وُذ ُ َّاللَّ َو “Allah, büyük lütuf sahibidir.” cümlesini de ayetin bu kısmından önceki tahsisten maksadın “peygamberlik” olduğunu Hz. Ali (ra)’ın “Allah (cc), nübüvvetini Muhammed (sav)’e tahsis etmiştir.” sözüyle naklederek İsra Suresinin 17/87’nci ayetindeki ا ًريِبَك َكْيَلَع َنا َك ُهَلْضَف َّنِإ “Şüphesiz O’nun senin üzerindeki lütfu pek büyüktür.” cümlesiyle tefsir etmiştir.98 Görüldüğü gibi ُءاَشَي ْنَم ِهِتَمْح َرِب ُّصَتْخَي “Allah, rahmetini dilediğine tahsis eder.” ifadesindeki rahmetin sahibinin Allah olduğu ve onu dilediğine verme yetkisinin de onda olduğu gerçeği, açıklayıcı konumdaki َكِِّب َر َةَمْح َر َنوُمِسْقَي ْمُهَأ “Rabbinin rahmetini onlar mı bölüştürüyorlar?” cümlesinde de hicveder tarzda dile getirilmiştir. Yani bu ayette de Allah’a ait olan rahmetin taksiminin müşrikler tarafından yapılamayacağı azarlayıcı bir üslupla söylenmiştir. Tefsiri yapılan ayetteki ِميِظَعْلا ِلْضَفْلا وُذ ُ َّاللَّ َو “Allah, büyük lütuf

98 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 175; Ali Akın, a.g.e., c. 1, s. 349-350.

sahibidir.” cümlesi de makabliyle birlikte değerlendirildiğinde Hz. Muhammed’e (sav) tahsis edilen Peygamberlik lütfunun büyüklüğünden bahsedildiği anlaşılmakta, müfessir konumdaki اًريِبَك َكْيَلَع َناَك ُهَلْضَف َّنِإ “Şüphesiz O’nun senin üzerindeki lütfu pek büyüktür.” cümlesinde de aynı husus başka ifadelerle doğrudan dile getirilmiştir.

Yine اًميِثَأ اًنا َّوَخ َناَك ْنَم ُّب ِحُي َلا َالله َّنِإ ْمُهَسُفْنَأ َنوُناَتْخَي َنيِذَّلا ِنَع ْلِداَجُت َلا َو “Kendilerine hainlik edenleri savunma. Zira Allah, hiçbir haini, hiçbir günahkârı sevmez.” (Nisa 4/107) ayetinde geçen ْمُهَسُفْنَأ َنوُناَتْخَي َنيِذَّلا ِنَع ْلِداَجُت َلا َو “Kendilerine hainlik edenleri savunma.”

cümlesini “Günah işlemek suretiyle kendi nefislerine hıyanet edenlerden taraf mücadele etme! Zira ilahi kelamda, asilerin isyanı, nefse zulüm olarak vasıflandırıldığı gibi ihanet olarak da vasıflandırılır. Çünkü isyanın zararı insanın kendi nefsine döner.”

şeklinde açıklayan Ebussuûd Efendi, bu cümleyi, Bakara Suresinin 2/187’nci ayetindeki ْمُكَسُفْنَأ َنوُناَتْخَت ْمُتْنُك ْمُكَّنَأ ُالله َمِلَع “Allah, kendinize hainlik ettiğinizi/zulmetmekte olduğunuzu bildi.” cümlesiyle ilişkilendirmiş ve ayette geçen hainlerden maksadın, ya Ensar’dan ve Beni Zafer kabilesinden olan Tu’me b. Ubeyrik ismindeki şahıs ve benzerleri, ya da o ve ona yardım eden, suçsuzluğuna şahitlik eden kavmi olduğunu ifade etmiştir.99 Böylece bu ilişkilendirmeyi sebeb-i nüzul bilgisiyle desteklemiştir.

Müfessir ve müfesser konumdaki ayetlere bakıldığında her iki ayette de nefse yapılan hainlikten/zulümden bahsedildiği görülmektedir. Dolayısıyla ayetler arasında bir anlamsal ilişkinin varlığı ortadadır. Müellif, ayetler arasında bu ilişkiyi kurarken ayetleri açıklamada konu olan cümle unsurunu esas almıştır.