• Sonuç bulunamadı

3. Ebussuûd Efendi’nin Hayatı ve Eserleri

2.16. Maksûdu Belirleme

Maksûd kelimesi sözlükte “kastedilen şey” manasına gelmektedir.275 Her dilde olduğu gibi Arap dilinde de zaman zaman genel bir ifadeyle zikredilen bir kelimenin, geçmişe yönelik bir yaşanmışlığı ve bu yönde işaret ettiği bir manası bulunabilmektedir. Buna bağlı olarak bazen sarf edilen bir sözle neyin kast edildiği doğrudan anlaşılamamaktadır. Aynı şekilde Kur’an ayetleri ya da ayetler içerisinde yer alan kelimeler arasında, yer yer kendisiyle neyin kast edildiği anlaşılamayan ayetle ya da ayet içerisinde bir kelimeyle karşılaşmak mümkündür. Ebussuûd Efendi, tefsirini yaptığı ayetin anlaşılır olmasını sağlamak için bu özellikteki ayetlerle, ilgili ayetler arasında bağ kurmuş ve tefsirini yaptığı ayetteki anlaşılmazlığı bu şekilde açıklığa kavuşturmuştur. Örneğin:

Ali İmran Suresinin 4/24’üncü ِةَضي ِرَفْلا ِدْعَب ْنِم ِهِب ْمُتْيَضا َرَت اَمي ِف ْمُكْيَلَع َحاَنُج َلا َو “Mehir belirlendikten sonra, onunla ilgili olarak uzlaştığınız şeyler konusunda size günah yoktur.” ifadesindeki uzlaşmadan kastın, “Mehrin takdirinden sonra kadının, mehrinin bir kısmını kocasına bağışlaması veya tamamından onu ibra etmesi” olduğunu beyan ettikten sonra ayetteki bu belirsizliği ortadan kaldırmak için bu ayeti, َّنِهِتاَقُدَص َءاَسِِّنلا اوُتآ َو

274 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 7, s. 38; Ali Akın, a.g.e., c. 10, s. 4643.

275 İlhan Ayverdi, a.g.e., c. 2, s. 1946.

اًئي ِرَم اًئيِنَه ُهوُلُكَف اًسْفَن ُهْنِم ٍءْيَش ْنَع ْمُكَل َنْبِط ْنِإَف ًةَلْحِن “Kadınlara mehirlerini (bir görev olarak) gönül hoşluğuyla verin. Eğer kendi istekleriyle o mehrin bir kısmını size bağışlarlarsa, onu da afiyetle yiyin.”(Nisa 4/4) ve ًةَضي ِرَف َّنُهَل ْمُتْض َرَف ْدَق َو َّنُهوُّسَمَت ْنَأ ِلْبَق ْنِم َّنُهوُمُتْقَّلَط ْنِإ َو

ُفْصِنَف ى َوْقَّتلِل ُب َرْقَأ اوُفْعَت ْنَأ َو ِحاَكِِّنلا ُةَدْقُع ِهِدَيِب يِذَّلا َوُفْعَي ْوَأ َنوُفْعَي ْنَأ َّلاِإ ْمُتْض َرَف اَم َّنِإ ْمُكَنْيَب َلْضَفْلا ا ُوَسْنَت َلا َو

ٌري ِصَب َنوُلَمْعَت اَمِب َالله “Eğer onlara mehir biçer de el sürmeden onları boşarsanız, kendileri veya nikah akdi elinde olan erkeğin bağışlaması hali müstesna biçtiğinizin yarısını verin, bağışlamanız Allah'tan sakınmaya daha uygundur. Aranızdaki iyiliği unutmayın. Allah şüphesiz işlediklerinizi görür.” (Bakara 2/237) ayetleriyle ilişkilendirmiştir.276 Müfessirin bu ayetler arasında kurduğu anlamsal ilişki sayesinde açıklaması yapılan ayette yer alan اَميِف’daki اَم ile kast edilen husus anlaşılır hale gelmiştir. Çünkü açıklanan ayetteki karı ile koca arasındaki uzlaşma/anlaşma konusunun ne olduğu hususunda bir belirsizlik/kapalılık bulunmaktaydı. Açıklayıcı konumdaki ayetler, tefsiri yapılan ayetteki uzlaşmadan kastın “bağışlama” olduğunu ortaya koymak suretiyle bu belirsizliği ortadan kaldırarak ayette geçen اَم’nın maksudunu ortaya koymuştur.

Ebussuûd Efendi, burada, Ali İmran Suresinin 4/24’üncü ayetini tefsir etmek için bu ayetten sonra nazil olan Nisa Suresinin 4/4’üncü ayetiyle, bu ayetten önce inmiş olan Bakara Suresinin 2/237’nci ayetini kullanmıştır.

Yine Ali İmran Suresinin 3/138’inci َنيِقَّتُمْلِل ٌةَظِع ْوَم َو ىًدُه َو ِساَّنلِل ٌناَيَب اَذَه “Bu, bütün insanlığa bir açıklamadır; takvâ sahipleri için de bir hidayet ve bir öğüttür.” ayetinde yer alan “اَذَه = bu” sıfatı َنيِبِِّذَكُمْلا ُةَبِقاَع َناَك َفْيَك اورُظْناَف ِض ْرَلأا يِف او ُريِسَف ٌنَنُس ْمُكِلْبَق ْنِم ْتَلَخ ْدَق

“Sizden önce nice (milletler hakkında) ilâhî kanunlar gelip geçmiştir. Onun için, yeryüzünde gezin dolaşın da (Allah'ın âyetlerini) yalan sayanların âkıbeti ne olmuş, görün!” (Âli İmran 3/138) ayetinde belirtilen hakikate işaret eder. Burada insanlardan

276 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 2, s. 190; Ali Akın, a.g.e., c. 3, s. 1233.

maksat, hakkı yalanlayanlardır. O anlatılanlar, onların içinde bulunduğu, tekzib halinin kötü sonucudur. Zira ayetteki gezip bakma emri, her ne kadar mü’minlere ait ise de onun gereğini yapmak, belli bir dini topluluğa mahsus ve münhasır değildir. Bu itibarla mezkur ayet, insanları kendilerinden önceki yalancı ve yalanlayıcıların akıbetlerine bakmaya ve tarihi kalıntılarından ibret almaya sevkeder.277 Görüldüğü gibi tefsiri yapılan ayetteki “اَذَه = bu” sıfatı ile neyin kast edildiği doğrudan anlaşılamamaktadır.

Müellif, tefsirini yaptığı bu ayetin daha anlaşılır olmasını sağlamak için buradaki maksudun ne olduğunu Kur’an’ın başka bir ayetini zikretmek suretiyle izah etmiştir.

Buna göre “اَذَه = bu” sıfatıyla, müfessir konumdaki ayette geçen “Sizden önceki milletlerin başından nice olaylar gelip geçmiştir. Yeryüzünde gezin dolaşın da yalanlayanların sonunun nasıl olduğunu bir görün.” şeklindeki hakikat kast edilmektedir. Dolayısıyla buradaki bilinmezlik veya belirsizlik yine Kur’an’ın başka bir ayetiyle anlaşılır hale getirilmiştir.

ُدَع ُهَّنَأ ُهَل َنَّيَبَت اَّمَلَف ُهاَّيِإ اَهَدَع َو ٍةَدِع ْوَم ْنَع َّلاِإ ِهيِبَلأ َميِها َرْبِإ ُراَفْغِتْسا َناَك اَم َو ٌها َّوَ َلأ َميِها َرْبِإ َّنِإ ُهْنِم َأ َّرَبَت ِ َّ ِلِل ٌّو

ٌميِلَح “İbrahim'in babası için af dilemesi, sadece ona verdiği sözden dolayı idi. Ne var ki, onun Allah'ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca, ondan uzaklaştı. Şüphesiz ki İbrahim çok yumuşak huylu ve pek sabırlı idi.” (Tevbe/Berâe 9/114) ayetinde geçen

“ ُراَفْغِتْسا = af dileme” ve “اَهَدَع َو ٍةَدِع ْوَم = verdiği söz” ifadeleriyle neyin kast edildiği açık bir şekilde anlaşılamamaktadır. Ebussuûd Efendi, İbrahim’in (as) babası için mağfiret dilemesinden kastın Şuara Suresinin 26/86’ncı َنيِِّلاَّضلا َنِم َناَك ُهَّنِإ يِبَلأ ْرِفْغا َو “Babamı da bağışla. Çünkü o gerçekten yolunu şaşıranlardandır.” ayetinde geçen husus olduğunu beyan eder. Ona göre bu kelam, geçen hükmü açıklar ve İbrahim’in (as), zahire göre ilahi emre muhalefet gibi görünen fiilini izah eder. Yani İbrahim’in babası Azer’e mağfiret dilemesi, başka bir sebepten değil ancak babasına verdiği sözden dolayı idi.

277 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 2, s. 102; Ali Akın, a.g.e., c. 3, s. 1033.

İbrahim’in (as) babasına verdiği sözle neyin kast edildiğini de Müellif, Mümtehine Suresinin 60/4’üncü ayetinde geçen َكَل َّن َرِفْغَتْسَ َلأ ِهيِبَلأ َميِها َرْبِإ َل ْوَق “İbrahim’in, babasına, senin için mutlaka bağışlama dileyeceğim, sözü …” ve Meryem Suresinin 19/47’nci ayetinde geçen يِِّب َر َكَل ُرِفْغَتْسَأَس “Senin için Rabbimden mutlaka af dileyeceğim.”

cümleleriyle anlaşılır hale getirmiştir.278 Dolayısıyla tefsiri yapılan ayette belirsiz durumda olan yani kendisinden neyin kast edildiği anlaşılamayan konu, Şâri tarafından Kur’an’ın başka ayetleriyle açıklığa kavulturulmuş, Ebussuûd Efendi de ilgili ayetleri bu ayetin tefsirinde zikretmek suretiyle tefsirini yaptığı ayeti “maksûdu belirleme”

açıklama biçimini kullanarak izah etmiştir.

Ankebût Suresinin 29/53’üncü ْمُهَّنَيِتْأَيَل َو ُباَذَعْلا ُمُهَءاَجَل ىًّمَسُم ٌلَجَأ َلا ْوَل َو ِباَذَعْلاِب َكَنوُل ِجْعَتْسَي َو َنو ُرُعْشَي َلا ْمُه َو ًةَتْغَب “Senden azabın çabucak gelmesini istiyorlar. (Hikmet gereği) belirlenmiş bir süre olmasaydı, azap onlara mutlaka gelirdi. Onlar farkında değillerken kendilerine ansızın elbette gelecektir.” ayetinde geçen ِباَذَعْلاِب َكَنوُل ِجْعَتْسَي =

“Senden azabın çabucak gelmesini istiyorlar.” ifadesiyle neyin kast edildiği bu ayetin içeriğinden anlaşılmamaktadır. Ebussuûd Efendi, bu ifadedeki maksudu belirlemek için mezkur ayetin tefsirinde Yunus Suresinin 10/48’inci ْمُتْنُك ْنِإ ُدْع َوْلا اَذَه ىَتَم َنوُلوُقَي َو َنيِقِداَص “Bu iddiada samimi iseniz, bu azabın gerçekleşmesi ne zamandır? söyle, derler.” ayetiyle Enfal Suresinin 8/32’nci ْر ِطْمَأَف َكِدْنِع ْن ِم َّقَحْلا َوُه اَذَه َناَك ْنِإ َّمُهَّللا اوُلاَق ْذِإ َو ٍميِلَأ ٍباَذَعِب اَنِتْئا ِوَأ ِءاَمَّسلا َنِم ًة َراَج ِح اَنْيَلَع “Hani (o kâfirler) bir zaman da: Ey Allah'ım! Eğer bu Kitap senin katından gelmiş bir gerçekse üzerimize gökten taş yağdır, yahut bize elem verici bir azap getir! demişlerdi.” ayetine yer vermiştir.279 Yani kafirler açıklayıcı konumdaki bu ayetlerde yer alan “Bu azabın gerçekleşmesi ne zamandır?”

ve “Üzerimize gökten taş yağdır, yahut bize elem verici bir azap getir!” sözleriyle o azabın çabuk gerçekleşmesini istiyorlardı. Dolayısıyla Müellif tefsirini yaptığı ayetteki

278 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 4, s. 123; 170; 175; Ali Akın, a.g.e., c. 6, s. 2703.

279 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 7, s. 50-51; Ali Akın, a.g.e., c. 10, s. 4678.

“azabın çabucak gelmesini isteme” ifadesiyle neyin kast edildiğini ilgili ayetleri zikretmek suretiyle vuzuha kavuşturmuş ve bu ifadedeki maksudu belirlemek suretiyle ayeti anlaşılır hale getirmiştir.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

EBUSSUÛD EFENDİ’NİN KUR’AN’I KUR’AN’LA TEFSİRİNDE KULLANDIĞI YARDIMCI UNSURLAR

Kur’ân’ın Kur’ân’la tefsirinde, ayetlerin ilişkilendirilmesine konu olan bir takım tali, yani ikincil konumlu öğeler bulunmaktadır. Bazen tefsiri yapılacak ayetin müfessir konumda zikredilecek ayetle doğrudan bir ilişkisi olmayıp, dil veya metinsel bağlam gibi yardımcı öğelerle irtibat sağlanmaktadır.

Ebussuûd Efendi de Kur’ân’ı bir bütünlük içerisinde açıklayabilmek için sarf-nahiv gibi dilsel araçlardan, kıraat farklılıklarından, esbab-ı nüzul gibi tarihsel araçlardan ve siyak-sibak gibi metinsel bağlamdan yardımcı bir unsur olarak yararlanmıştır.