• Sonuç bulunamadı

3. Ebussuûd Efendi’nin Hayatı ve Eserleri

1.2. Ayetleri Açıklamada Konu Olan Unsurların Özellikleri

1.2.4. Amaç Benzerliği

Kur’an’da, lafızları ve manaları farklı olsa da ulaşılmak istenen sonuç itibariyle aynı veya benzer şeyleri gerçekleştirmeyi hedefleyen ayetler bulunmaktadır. Ebussuûd Efendi de tefsirinde, benzer amaçları gerçekleştirmek için nazil olan bu ayetler arasında söz konusu durumu dikkate alarak ilişkilendirme yapmıştır. Örnek olarak;

Müfessirimiz, Bakara Suresinin 2/23’üncü اوُتْأَف اَنِدْبَع ىَلَع اَنْل َّزَن اَّمِم ٍبْي َر يِف ْمُتْنُك ْنِإ َو ْمُتْنُك ْنِإ ِالله ِنوُد ْنِم ْمُكَءاَدَهُش اوُعْدا َو ِهِلْثِم ْنِم ٍة َروُسِب

َنيِقِداَص “Kulumuza indirdiğimiz Kuran'dan

şüphe ediyorsanız, siz de onun benzeri bir sure meydana getirin; eğer doğru sözlü iseniz, Allah'tan başka, güvendiklerinizi de yardıma çağırın.” ayetinin tefsirini, her ikisi de kafirlerin aczini ortaya koyma amacını taşıdığı için aynı Surenin 2/258’inci ayetinde yer alan ِب ِرْغَمْلا َنِم اَهِب ِتْأَف ِق ِرْشَمْلا َنِم ِسْمَّشلاِب يِتْأَي َالله َّنِإَف “Şüphesiz Allah güneşi doğudan getirir, sen de onu batıdan getir.” cümlesiyle yapmıştır.123 Tefsiri yapılan ayette kafirlerin Kur’an’a yönelik söyledikleri “beşer kelamı” sözlerine karşı kendilerinin de bir beşer olduğu hatırlatılarak varsa güçleri bir sure de olsa ortaya koymaları istenmek suretiyle acziyetleri ifade edilmiş, aynı şekilde tefsir eden konumdaki ayette de İbrahim (as)’ın ُتي ِمُي َو يِيْحُي يِذَّلا َيِِّب َر “Benim Rabbim diriltir, öldürür.” sözüne karşılık ُتي ِمُأ َو يِيْحُأ اَنَأ “Ben de diriltir, öldürürüm.” diyen bir kafire,

“Şüphesiz Allah güneşi doğudan getirir, sen de onu batıdan getir.” denmek suretiyle

123 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 84; Ali Akın, a.g.e., c. 1, s. 148.

onun acziyeti ortaya konmuştur. Aynı zamanda her iki ayette de Allah’ın gücü karşısında kafirlere meydan okuma vardır. Dolayısıyla Ebussuûd Efendi bu iki ayeti aralarındaki amaç benzerliği sebebiyle birbiriyle ilişkilendirmiştir. Aralarında ilişki kurulan her iki ayet de aynı surede yer aldığından ayetlerin nüzul sırasının tespiti mümkün olmamıştır.

Ebussuûd Efendi, içkinin yasaklanmasını amaçlayan ْلُق ِرِسْيَمْلا َو ِرْمَخْلا ِنَع َكَنوُلَأْسَي ُعِفاَنَم َو ٌريِبَك ٌمْثِإ اَمِهيِف ُالله ُنِِّيَبُي َكِلَذَك َوْفَعْلا ِلُق َنوُقِفْنُي اَذاَم َكَنوُلَأْسَي َو اَمِهِعْفَن ْنِم ُرَبْكَأ اَمُهُمْثِإ َو ِساَّنلِل

ِتاَيلآا ُمُكَل

َنو ُرَّكَفَتَت ْمُكَّلَعَل “Sana, şarap ve kumar hakkında soru sorarlar. De ki: Her ikisinde de büyük bir günah ve insanlar için bir takım faydalar vardır. Ancak her ikisinin de günahı faydasından daha büyüktür. Yine sana iyilik yolunda ne harcayacaklarını sorarlar. «İhtiyaç fazlasını» de. Allah size âyetleri böyle açıklar ki düşünesiniz.”

(Bakara 2/219) ayetini tefsir ederken içki/şarap hakkında dört ayetin nazil olduğunu ifade etmiş ve akabinde şu açıklamalarda bulunmuştur:

İlk önce Mekke’de Nahl Suresinin 16/67’nci ُهْنِم َنوُذ ِخَّتَت ِباَنْعَلأا َو ِلي ِخَّنلا ِتا َرَمَث ْنِم َو ِر َو ا ًرَكَس

َنوُلِقْعَي ٍم ْوَقِل ًةَي َلآ َكِلَذ يِف َّنِإ اًنَسَح اًق ْز “Hurma ve üzüm gibi meyvelerden hem içki hem de güzel gıdalar edinirsiniz. İşte bunlarda da aklını kullanan kimseler için büyük bir ibret vardır.” ayeti nazil oldu. Bundan sonra da Müslümanlar şarap içmeye devam ettiler. Daha sonra Hz. Ömer, Muaz b. Cebel ve diğer sahabilerden bir grup, “Ya Resulallah! Şarap içmenin hükmünü bize anlat, şarap insanların aklını gideriyor.”

dediler. İşte bu konuşma üzerine tefsiri yapılan ayetin nüzulü gerçekleşti. Bu ayetten indikten sonra da bazıları şarap içmeyi bıraktı, bazıları ise içmeye devam etti. Sonra bir gün Abdurrahman b. Avf, bazı sahabileri evine davet etti. Onlar da şarap içip sarhoş oldular. İçlerinden biri imam olup onlara namaz kıldırdı. Namazda kıraat sırasında Kafirun Suresinin, 109/2’nci َنوُدُبْعَت اَم ُدُبْعَأ َلا ‘Ben sizin taptığınıza tapmam’ ayetini, ُدُبْعَأ َنوُدُبْعَت اَم ‘Ben sizin taptığınıza taparım’ şeklinde yanlış okudu. Bunun üzerine Nisa Suresinin 4/43’üncü َنوُلوُقَت اَم اوُمَلْعَت ىَّتَح ى َراَكُس ْمُتْنَأ َو َةَلاَّصلا اوُب َرْقَت َلا اوُن َمآ َنيِذَّلا اَهُّيَأ اَي“Ey

İnananlar! Sarhoşken, ne dediğinizi bilene kadar namaza yaklaşmayın.” ayeti nazil oldu. Bundan sonra şarap içen Müslümanlar hayli azaldı. Sonra bir gün Utban b.

Malik, Sa’d b. Ebi Vakkas ve bir grup sahabiyi davet etti. Bunlar da şarap içip sarhoş olduktan sonra şiirler okuyup övünmeye başladılar. Nihayet Sa’d b. Ebi Vakkas Ensar’ı hicveden bir şiir okudu. Ensar’dan biri de devenin çene kemiği ile onun kafasına vurup iyice yaraladı. Sa’d b. Ebi Vakkas da Resulullah’a şikayette bulundu.

Resulullah da “Allah’ım bize şarap hakkında, Mü’minlerin ondan kaynaklanan hastalıklarına şifa olacak bir beyan ihsan eyle!” diye dua buyurdu. Bunun üzerine Maide Suresinin 5/90 ِناَطْيَّشلا ِلَمَع ْنِم ٌسْج ِر ُمَلا ْزَلأا َو ُباَصْنَلأا َو ُرِسْيَمْلا َو ُرْمَخْلا اَمَّنِإ اوُنَمآ َنيِذَّلا ا َهُّيَأ اَي َنوُحِلْفُت ْمُكَّلَعَل ُهوُبِنَتْجاَف “Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.” ve 91’inci َع ْمُكَّدُصَي َو ِرِسْيَمْلا َو ِرْمَخْلا يِف َءاَضْغَبْلا َو َة َواَدَعْلا ُمُكَنْيَب َعِقوُي ْنَأ ُناَطْيَّشلا ُدي ِرُي اَمَّنِإ ْلَهَف ِةَلاَّصلا ِنَع َو ِالله ِرْكِذ ْن

َنوُهَتْنُم ْمُتْنَأ “Şeytan içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?” ayetleri nazil oldu.124 Müellifin, tefsirini yaptığı ayetle ilişkilendirdiği ayetlere bakıldığında bütün ayetlerdeki amacın içkinin yasaklanması olduğu görülmektedir.

Bilindiği gibi içkinin yasaklanması meselesi tedrici olarak gerçekleşmiştir. Önce içkinin hammaddesi olan hurma ve üzümden güzel rızkın yanı sıra şarap da elde edildiği belirtilerek şarabın güzel bir şey olmadığı iması yapılmış (Nahl 16/67), sonra içkinin yararının yanında büyük zarar ve günahının olduğu belirtilmiş (Bakara 2/219), daha sonra sarhoşken namaza yaklaşılması yasaklanmış (Nisâ 4/43) ve en sonunda da içki kesin şekilde yasaklanarak şeytan işi bir pislik olarak ilan edilmiştir (Mâide 5/90-91). Dolayısıyla her bir ayetteki amaç en baştan bu yana içkinin yasaklanmasıdır ve bu amaca binaen ayetler arasında irtibat kurulmuştur.

124 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 258-259; Ali Akın, a.g.e., c. 2, s. 585-586.

Müfessir, Bakara Suresinin 2/219’uncu ayetini, bu ayetten önce nazil olan Nahl Suresinin 16/67 ve bu ayetten sonra inmiş olan Nisâ Suresinin 4/43 ile Mâide Suresinin 5/90-91’inci ayetleriyle ilişkilendirmiştir. Ayetlerin ilişkilendirilmesine konu olan husus, bir meselenin yasaklanması ve yasağın da ilgili ayetlerin nüzulü sürecinin tamamını kapsaması nedeniyle tefsir eden ayetlerin tefsiri yapılan ayetten önce veya sonra nazil olmasının bir önemi yoktur.

Ebussuûd Efendi, teşvik amacının güdüldüğü, ْنَأ َو ٍة َرَسْيَم ىَلِإ ٌة َرِظَنَف ٍة َرْسُع وُذ َناَك ْنِإ َو َنوُمَلْعَت ْمُتْنُك ْنِإ ْمُكَل ٌرْيَخ اوُقَّدَصَت “Eğer borçlu darlık içindeyse, ona eli genişleyinceye kadar mühlet verin. Eğer bilirseniz, (borcu) sadaka olarak bağışlamanız, sizin için daha hayırlıdır.” (Bakara 2/280) ayetini tefsir ederken yine aynı amacın gözetildiği ْنِإ َو

ْعَي ْنَأ َّلاِإ ْمُتْض َرَف اَم ُفْصِنَف ًةَضي ِرَف َّنُهَل ْمُتْض َرَف ْدَق َو َّنُهوُّسَمَت ْنَأ ِلْبَق ْنِم َّنُهوُمُتْقَّلَط ُةَدْقُع ِهِدَيِب يِذَّلا َوُفْعَي ْوَأ َنوُف

ٌري ِصَب َنوُلَمْعَت اَمِب َالله َّنِإ ْمُكَنْيَب َل ْضَفْلا ا ُوَسْنَت َلا َو ى َوْقَّتلِل ُب َرْقَأ اوُفْعَت ْنَأ َو ِحاَكِِّنلا “Eğer onlara mehir biçer de el sürmeden onları boşarsanız, kendileri veya nikah akdi elinde olan erkeğin bağışlaması hali müstesna biçtiğinizin yarısını verin, bağışlamanız Allah'tan sakınmaya daha uygundur. Aranızdaki iyiliği unutmayın. Allah şüphesiz işlediklerinizi görür.” (Bakara 2/237) ayetini zikretmiştir.125 Müellife göre, tefsir edilen konumundaki ayette yer alan ْمُكَل ٌرْيَخ اوُقَّدَصَت ْنَأ َو “…(borcu) sadaka olarak bağışlamanız, sizin için daha hayırlıdır.” cümlesiyle tefsir eden konumundaki ى َوْقَّتلِل ُب َرْقَأ اوُفْعَت ْنَأ َو

“…bağışlamanız Allah'tan sakınmaya daha uygundur…” ifadesinde amaç benzerliği bulunmaktadır. Zira birinci ayette darlık içinde olan borçluya borcu bağışlamanın daha iyi olduğu, ikinci ayette ise el sürmeden boşanılan kadına tayin edilen mehrin yarısı değil de tamamının verilmesinin daha iyi olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla her iki cümlede de amaç muhatabı daha iyi olana teşvik etmektir ve buradaki ilişkilendirme de bu gerekçeyle yapılmıştır.

125 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 314; Ali Akın, a.g.e., c. 2, s. 730.

Enfal Suresinin 8/41’inci ىَب ْرُقْلا يِذِل َو ِلوُس َّرلِل َو ُهَسُمُخ ِ َّ ِلِل َّنَأَف ٍءْيَش ْنِم ْمُتْمِنَغ اَمَّنَأ اوُمَلْعا َو ِليِبَّسلا ِنْبا َو ِنيِكاَسَمْلا َو ىَماَتَيْلا َو “Bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri mutlaka Allah’a, Peygamber’e, onun yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolculara aittir.” ayetinde Allah lafzının zikrediliş nedeni Ulemanın cumhuruna göre Allah’ı tazim etmek içindir. Bu ayetteki beşte bir ile ayette Allah’tan sonra zikredilenler arasında taksim edilmesi kastedilmektedir. Ebussuûd Efendi, Tevbe Suresinin 9/62’nci َنيِنِم ْؤُم اوُناَك ْنِإ ُهوُض ْرُي ْنَأ ُّقَحَأ ُهُلوُس َر َو َُّاللَّ َو “Eğer gerçekten mü’min iseler (bilsinler ki), Allah ve Resûlü’nü razı etmeleri daha önceliklidir.” ayetindeki Allah lafzının da aynı gayeyle zikredildiğini söyleyerek, açıklamasını yaptığı ayeti bu ayetle tefsir etmiştir.126 Görüldüğü gibi Müellif, müfesser ve müfessir konumdaki ayetler arasındaki ilişkilendirmeyi aralarındaki amaç benzerliğini gözeterek yapmıştır. Zira ona göre her iki ayette de Allah lafzının zikrediliş amacı Allah’ı tazim etmektir.

Bir diğer örnekte de Ebussuûd Efendi, Mücadele Suresinin 58/7’nci ayetindeki َي َالله َّنَأ َرَت ْمَلَأ

ِض ْرَلأا يِف اَم َو ِتا َواَمَّسلا يِف اَم ُمَلْع “Göklerdeki ve yerdeki her şeyi Allah’ın bildiğini görmüyor musun?” kelamının, Allah’ın her şeye şahit olduğunun kanıtı olduğunu ifade ederek ِهِِّب َر يِف َميِها َرْبِإ َّجاَح يِذَّلا ىَلِإ َرَت ْمَلَأ “İbrahim ile Rabbi hakkında tartışanı görmedin mi?” (Bakara 2/258) ve َنوُميِهَي ٍدا َو ِِّلُك يِف ْمُهَّنَأ َرَت ْمَلَأ “Görmez misin ki onlar, her vadide şaşkın şaşkın dolaşırlar.” (Şuara 26/225) ayetlerinin de bu kabilden olduğunu kaydetmiştir.127 Görüldüğü gibi her üç ayette de ortak amaç, Allah’ın her şeyi bildiğini ve onun her şeye şahit olduğunu ortaya koymaktır. Nitekim Allah (cc), tefsiri yapılan ayette “Göklerdeki ve yerdeki her şeyi Allah’ın bildiğine” dikkat çekerek bu hususa doğrudan işaret etmiş, açıklayıcı konumdaki ayetlerde ise muhataba

“Bak, ben bu konunun böyle olduğunu biliyorum, sen bilmiyor musun?” tarzındaki bir üslupla her şeyden haberdar olduğu ve her şeye şahit olduğu gerçeğine vurgu

126 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 4, s. 27-28; Ali Akın, a.g.e., c. 6, s. 2462.

127 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 8, s. 221; Ali Akın, a.g.e., c. 12, s. 5513.

yapmıştır. Dolayısıyla bundan, Ebussuûd Efendi’nin, bu ayetleri, aralarındaki amaç benzerliğini göz önünde bulundurarak birbiriyle ilişkilendirdiği anlaşılmaktadır.