• Sonuç bulunamadı

3. Ebussuûd Efendi’nin Hayatı ve Eserleri

1.2. Ayetleri Açıklamada Konu Olan Unsurların Özellikleri

1.2.12. Anlamı Teyit Etme

Kur’an-ı Kerim’de, bir ayetteki anlamın gerçekliğinin başka ayetlerle desteklendiği birçok örnekle karşılaşmak mümkündür. Ebussuûd Efendi de zaman zaman tefsiri yapılan ayetteki manayı teyit etmesi amacıyla metni ve anlamı farklı olmakla birlikte aynı hakikati ifade eden bir başka ayeti şahit getirmiştir. Örneğin:

ْمُكاَيْحَأَف اًتا َوْمَأ ْمُتْنُك َو ِللهاِب َنو ُرُفْكَت َفْيَك ِهْيَلِإ َّمُث ْمُكيِيْحُي َّمُث ْمُكُتيِمُي َّمُث

َنوُعَج ْرُت “Ölü idiniz sizleri

diriltti, sonra öldürecek sonra tekrar diriltecek ve sonunda O'na döneceksiniz;

öyleyken Allah'ı nasıl inkar edersiniz?” (Bakara 2/28) ayetindeki “yaratma hadisesinin Allah’ın kudretinin delillerinden olduğu” anlamını teyit etmek için bu gerçeği açıklayanا ًرا َوْطَأ ْمُكَقَلَخ ْدَق َو “Hâlbuki, O, sizi evrelerden geçirerek yaratmıştır.” (Nuh 71/14) ayetini zikretmiştir. 170 Burada, her iki ayet de gerek lafız gerekse mana bakımından birbirinden farklı olmakla birlikte birinci ayetin barındırdığı “Allah ile insan arasında cereyan eden ve çeşitli evrelerden geçirilerek gerçekleştirilen yaratma hadisesinin Allah’ın kudretinin delillerinden olduğu” anlamı, ikinci ayet, zikredilerek teyit edilmiştir. Çünkü birinci ayette ayrıntılı olarak zikredilen yaratmanın çeşitli

169 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 3, s. 92; Ali Akın, a.g.e., c. 4, s.1744.

170 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 100; Ali Akın, a.g.e., c. 1, s. 171.

aşamalardan geçirilerek gerçekleştirildiği hususu ikinci ayette özet halde dile getirilmiştir. Dolayısıyla bu ayetler birbiriyle ilişkilendirilirken birinci ayetteki anlamın ikinci ayetle teyit edilmesi göz önünde bulundurulmuştur.

Başka bir örnekte ise Ebussuûd Efendi, Ali İmran Suresinin 3/154’üncü ayetinde geçen ْمِهِع ِجاَضَم ىَلِإ ُلْتَقْلا ُمِهْيَلَع َبِتُك َنيِذَّلا َز َرَبَل ْمُكِتوُيُب يِف ْمُتْنُك ْوَل ْل “De ki: Evlerinizde dahi ُق olsaydınız, üzerlerine öldürülmesi yazılmış bulunanlar mutlaka yatacakları (öldürülecekleri) yerlere çıkıp gideceklerdi.” ifadesini, “Eğer siz dediğiniz gibi Uhud savaşına katılmayıp Medine’de evlerinizde kalsaydınız, Levh-i Mahfuzda haklarında katil (ölüm) yazılmış olanlar, Allah Teala’nın takdir ettiği yerlere herhangi bir sebeple mutlaka çıkıp gidecekler, orada öldürüleceklerdi ve Medine’de kalma azimleri kendileri için hiçbir yarar sağlamayacaktı. Çünkü Allah Teala’nın belirlediği kaderin hükmü asla red ve iade edilemez.” diyerek yorumladıktan sonra, bu ayeti, Nisa Suresinin 4/78’inci ٍةَدَّيَشُم ٍجو ُرُب يِف ْمُتْنُك ْوَل َو ُت ْوَمْلا ُمُكُك ِرْدُي اوُنوُكَت اَمَنْيَأ “Nerede olursaniz olun, sağlam kaleler içinde bulunsanız bile, ölüm size yetişecektir.” ve A’raf Suresinin 7/34’üncü َنوُمِدْقَتْسَي َلا َو ًةَعاَس َنو ُر ِخْأَتْسَي َلا ْمُهُلَجَأ َءاَج اَذِإَف ٌلَجَأ ٍةَّمُأ ِِّلُكِل َو “Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an geri kalırlar ne de bir an ileri gidebilirler.”

ayetleriyle tefsir etmiştir.171 Görüldüğü gibi Müellif, tefsiri yapılan ayetteki “Nerede olunursa olunsun ölüm vakti gelince ondan kaçışın olmayacağı” şeklindeki anlamı teyit etmek için aynı hususa farklı lafızlarla işaret eden mezkur ayetleri açıklayıcı konumda zikretmiştir.

Ebussuûd Efendi’ye göre Nisa Suresinin 4/140’ıncı ayetinde geçen ْمُتْعِمَس اَذِإ ْنَأ ِه ِرْيَغ ٍثيِدَح يِف اوُضوُخَي ىَّتَح ْمُهَعَم اوُدُعْقَت َلاَف اَهِب ُأ َزْهَتْسُي َو اَهِب ُرَفْكُي ِالله ِتاَيآ

ْمُكَّنِإ

ْمُهُلْثِم اًذِإ “Allah'ın

ayetlerinin inkar edildiğini ve alaya alındığını işittiğinizde, başka bir söze geçmedikçe, onlarla bir arada oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz.” hitabında “yanlarında

171 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 2, s. 117; Ali Akın, a.g.e., c. 3, s. 1063.

oturulmayacak olanlar” doğrudan doğruya münafıklar olup, bu hitap, onların hallerinin son derece çirkin ve isyanlarının had safhada olduğunu bildirir. Müellif söz konusu hitapla ilgili bu açıklamayı yaptıktan sonra bu ayetin tefsirinde En’am Suresinin 6/68’inci َكَّنَيِسْنُي اَّمِإ َو ِه ِرْيَغ ٍثيِدَح يِف اوُضوُخَي ىَّتَح ْمُهْنَع ْض ِرْعَأَف اَنِتاَيآ يِف َنوُضوُخَي َنيِذَّلا َتْيَأ َر اَذِإ َو َنيِمِلاَّظلا ِم ْوَقْلا َعَم ى َرْكِِّذلا َدْعَب ْدُعْقَت َلاَف ُناَطْيَّشلا “Âyetlerimiz hakkında ileri geri konuşmaya dalanları gördüğünde, onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan uzak dur.Eğer şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra artık o zalimler topluluğu ile oturma.” ayetine yer vermiştir. Ona göre bu ayetler, onlarla dostluk kurmak ve onlardan kuvvet almak şöyle dursun, o çirkin halde oldukları zaman, onlarla beraber oturmayı bile men eder. Onlardan yüz çevirmeyi gerektiren şey, onların ayetler hakkında inkar ve istihza yollu laflara daldıklarının bilinmesidir. Bundan dolayıdır ki bu hal, bir ayette görme (En’am 6/68), diğer bir ayette işitme (Nisa 4/140) şeklinde ifade edilmiştir. Onlardan yüz çevirmekten maksat, onların meclislerinden kalkmak suretiyle onların söylediklerine karşı olduğunu göstermektir, yoksa yalnız kalben onlara muhalefet etmek veya yüzünü döndürmek değildir.172 Görüldüğü gibi Müellif, tefsirini yaptığı ayetteki “gerek inkar ederek gerekse başka bir şekilde Allah’ın ayetlerine karşı saygısızlık yapılması durumunda bu hal içinde olanlarla beraber olunmaya devam edilmemesi gerektiği” anlamını teyit etmek için aynı mananın ortaya konulduğu bir başka ayeti (En’am 6/68) müfessir konumda zikretmiştir. Böylece Müellifin, bu ayetleri birbiriyle ilişkilendirirken ayetler arasında bulunan “anlamı teyit etme” özelliğini dikkate aldığı anlaşılmaktadır.

Bir diğer misalde de Ebussuûd Efendi, َي ِض َر َو ُنَمْح َّرلا ُهَل َنِذَأ ْنَم َّلاِإ ُةَعاَفَّشلا ُعَفْنَت َلا ٍذِئَم ْوَي ًلا ْوَق ُهَل “ O gün, Rahmân'ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığından başkasının şefaati fayda vermez.” (Tâ-Hâ 20/109) ayetinin tefsirinde “Yani o korkunç hallerin vaki

172 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 2, s. 279; Ali Akın, a.g.e., c. 4, s. 1478-1479.

olacağı gün, Rahman olan Allah’ın şefaat izni verdiği ve yüce şanı için söylediği sözlerinden hoşnut olduğu kimseden başka hiç kimsenin şefaati fayda vermez, şefaate kalkışsalar bile şefaatleri kabul edilmez.” şeklinde açıklamalarda bulunduktan sonra bu ayetteki “Allah’ın izin verdiği kimselerin dışındakilerin şefaat edemeyeceği”

anlamını teyit etmek için َنيِعِفاَّشلا ُةَعاَفَش ْمُهُعَفْنَت اَمَف “Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez.” (Müddessir 74/48), اًدْهَع ِنَمْح َّرلا َدْنِع َذَخَّتا ِنَم َّلاِإ َةَعاَفَّشلا َنوُكِلْمَي َلا “Rahmân nezdinde söz ve izin alandan başkalarının şefâata güçleri yetmeyecektir.” (Meryem 19/87) ve ٌةَعاَفَش اَهْنِم ُلَبْقُي َلا َو “Hiç kimseden (Allah izin vermedikçe) şefaat kabul olunmaz.” (Bakara 2/48) ayetlerine yer vermiştir.173 Görüldüğü gibi müfessir ve müfesser konumdaki ayetlerin tamamında şefaate izin verme yetkisinin Allah’ta (cc) olduğu ifade edilmekte ve ancak onun izin verdiği kimselerin şefaat edebileceği vurgulanmaktadır.

Dolayısıyla bu durum, açıklayıcı konumdaki ayetlere, tefsiri yapılan ayetteki mezkur anlamı desteklemek ve teyit etmek için yer verildiğini ortaya koymaktadır.

Müellif Tâ-Hâ Suresinin 20/109’uncu ayetinin tefsirinde, bu ayetten önce nazil olan Müddessir Suresinin 74/48’inci ayetiyle, bu ayetten sonra inmiş olan Bakara Suresinin 2/48’inci ayetini kullanmıştır. Burada, anlamsal bir bütünlüğü gerektiren bir konudan ziyade zamansal bir sıralamayı zorunlu kılmayan şefaat mevzusu ele alınmıştır. Zira işlenmek üzere bir konu ele alındığı zaman o konuyu ilgilendiren başka hususlar da orada zikredilebilir ve zikredilen bu hususların zaman olarak önce veya sonra meydana gelmiş olması önemli değildir. Ayetler arasındaki bu ilişkilendirmede de durum böyledir. Zaten örneğimizde de birinci ayetin tefsirinde kullanılan ayetlerden biri bu ayetten önce, biri de sonra nazil olmuş, dolayısıyla tefsir ederken ayetler arasında kronolojik bir tertip aranmamıştır.

173 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 6, s. 49-50; Ali Akın, a.g.e., c. 9, s. 3990.