• Sonuç bulunamadı

3. Ebussuûd Efendi’nin Hayatı ve Eserleri

1.2. Ayetleri Açıklamada Konu Olan Unsurların Özellikleri

1.2.8. Türdeşlik

Türleri bir olan şeye türdeş143, aynı türden olma durumuna da türdeşlik144 denir.

Kök veya gövde halindeki kelimelerin çeşitli kalıplara girmesi sonucu meydana gelen yeni kelimelere de türemiş kelime denir.145 Arap dilinde ise bu durum, “aralarında mâna ilişkisi bulunan iki kelimeden birinin diğerinden alınması ve türetilmesi”146 şeklindeki tarifiyle iştikak olarak tabir edilir. Kur’an’ın birçok ayetinde aynı kelimeden türetilmiş birçok kelimeye rastlamak mümkündür. Bu kelimelerin değişik kalıptaki başka türlerinin Kur’an’ın farklı ayetlerinde yer aldığı bilinmektedir. İşte, zaman zaman, bu özellikteki iki kelime birbirlerinin açıklayıcısı konumunda olabilmektedir. Ebussuûd Efendi de birbirini açıklayıcı mahiyette olan bazı ayetleri, türdeşlik özelliğini, yani kelimelerin kök itibariyle aynılığını dikkate alarak tefsir etmiştir. Örneğin:

Müellifimiz, َنوُقَّتَت ْمُكَّلَعَل ْمُكِلْبَق ْنِم َنيِذَّلا ىَلَع َبِتُك اَمَك ُماَيِّ ِصلا ُمُكْيَلَع َبِتُك اوُنَمآ َنيِذَّلا اَهُّيَأ اَي “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı.” (Bakara 2/183) ayetindeki ُماَيِّ ِصلا “oruç” isminin, lügatte kendini, nefsin arzu ettiği şeylerden alıkoymak demek olduğunu ifade ederek bu kelimeyi, Meryem Suresinin 19/26’ncı ayetindeki َم ْوَيْلا َمِِّلَكُأ ْنَلَف اًم ْوَص ِنَمْح َّرلِل ُت ْرَذَن يِِّنِإ اًّيِسْنِإ “Şüphesiz ben Rahmân’a susmayı adadım. Bugün hiçbir insan ile konuşmayacağım.” cümlesindeki türdeşi olan اًم ْوَص kelimesiyle açıklamıştır. Ona göre

143 İlhan Ayverdi, a.g.e., c. 3, s. 3256.

144http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.58bd2ffe0acf1 1.67548964

145 Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, Yeni Şafak (İz Yay.), İstanbul 1996, s.1090.

146 İbn Manzur, a.g.e., c. 2, s. 97-98.

bu her iki kelime mana bakımından uyum içindedir.147 Burada Müellif, aynı kökten gelip farklı kalıplara girerek yeni kelime oluşturan ُماَيِّ ِصلا ve اًم ْوَص lafızlarını birbiriyle ilişkilendirmiştir. Bakara Suresinin 2/183’üncü ayetindeki ُماَيِّ ِصلا kelimesi “yememek ve içmemek” anlamındadır. Meryem Suresinin 19/26’ncı ayetindeki اًم ْوَص kelimesi ise

“susmak, konuşmamak” manasında kullanılmıştır. Konuşmamakla yememenin ve içmemenin zahiren birbiriyle bir ilgisi yoktur. Diğer taraftan kelime genel manası itibariyle ele alınırsa her iki kelime de “oruç” anlamına gelmektedir. Ama buradaki ilişki kelimenin manasının “oruç” olması bakımından da kurulmuyor. Dolayısıyla bu ilişkinin temel amacı kelimenin kökünde bulunan ortak manadır. Bu ortak mana da

“imsak”, yani kendini bir şeyden engellemek, bir şeye karşı kendini dizginlemek, frenlemek, kendini tutmaktır. Müellifin, türdeş kelimelerin bulunduğu iki ayet arasında ilişki kurarken kelimeler arasındaki bu ortak manayı gözettiği düşünülmektedir. Zira ayetler arasında kurulan ilişki bu yönüyle anlamlı hale gelmektedir.

Ebussuûd Efendi, Ali İmran Suresinin 3/43’üncü يِعَك ْرا َو يِدُجْسا َو ِكِِّب َرِل يِتُنْقا ُمَي ْر َم اَي َنيِعِكا َّرلا َعَم “Ey Meryem! Rabbine gönülden boyun eğ, secde et, rüku edenlerle birlikte rüku et.” ayetinde geçen يِتُنْقا ve يِدُجْسا fiillerini, ا ًمِئاَق َو اًد ِجاَس ِلْيَّللا َءاَنآ ٌتِناَق َوُه ْنَم ْمَأ

“Geceleyin secde ederek ve ayakta durarak boyun büken…” (Zümer 39/9) ayetindeki ٌتِناَق ve اًد ِجاَس kelimeleriyle destekleyerek açıklamıştır. Onun bu konuyla ilgili naklettiği görüşe göre bu ayetteki “kunut”tan murat, açıklayıcı olarak zikredilen ayetteki ٌتِناَق kelimesinde olduğu gibi taat ve ibadetlerin devamlılığı, secdeden murat da namazdır.148 Görüldüğü gibi Müellif, birinci ayette yer alan يِتُنْقا ve يِدُجْسا fiillerini kök itibariyle aynı türden olan ٌتِناَق ve اًد ِجاَس kelimelerinin geçtiği ayetle açıklamıştır. Burada يِتُنْقا ve يِدُجْسا kelimeleri ت-ن-ق ve د-ج-س harflerinden oluşan bir kök kelimeden

147 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 236; Ali Akın, a.g.e., c. 2, s. 524.

148 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 2, s. 43; Ali Akın, a.g.e., c. 2, s. 860.

türeyerek emri hazır halini almış, ٌتِناَق ve اًد ِجاَس kelimeleri ise yine bu kökten türeyerek ismi fail halini almıştır. Bundan da anlaşılmaktadır ki; dolaylı bir açıklayıcılık söz konusu olsa da bu örnekteki ilişkilendirmenin temel nedenlerinden birisi, ayetlerin içerisinde yer alan kelimelerin türdeşlik özelliğidir.

Müfessirimiz, Ali İmran Suresinin 3/43’üncü ayetini tefsir etmek için bu ayetten önce nazil olan Zümer Suresinin 39/9’uncu ayetini kullanmıştır. Görüldüğü gibi açıklayıcı konumdaki ayet açıkladığı ayetten önce nazil olmuştur. Ancak sözü edilen ayetler arasındaki ilişkilendirme genel olmayıp sadece her iki ayette yer alan türdeş bir kelimenin açıklanmasından ibaret olduğu, başka bir deyişle burada kelime esaslı bir ilişkilendirme yapıldığı için müfessir ve müfesser konumdaki bu ayetler arasında nüzul sırası tertibi aranmamıştır.

Ebussuûd Efendi, ْمُهَّنَبَسْحَت َلاَف اوُلَعْفَي ْمَل اَمِب اوُدَمْحُي ْنَأ َنوُّب ِحُي َو ا ْوَتَأ اَمِب َنوُح َرْفَي َنيِذَّلا َّنَبَسْحَت َلا َعْلا َنِم ٍة َزاَفَمِب

ٌميِلَأ ٌباَذَع ْمُهَل َو ِباَذ “Ettiklerine sevinen ve yapmadıklarıyla övülmekten hoşlananların, sakın onların azabdan kurtulacaklarını sanma; elem verici azab onlaradır.” (Ali İmran 3/188) ayetindeki ا ْوَتَأ fiilini açıklarken aynı kökten gelen kelimenin ismi meful kalıbının kullanıldığı َناَك ُهَّنِإ ِبْيَغْلاِب ُهَداَبِع ُنَمْح َّرلا َدَع َو يِتَّلا ٍنْدَع ِتاَّنَج اًّيِتْأَم ُهُدْع َو “Rahman'ın kullarına gaybde vadettiği cennete, Adn cennetlerine gireceklerdir. Şüphesiz, O'nun sözü yerini bulacaktır.” (Meryem 19/61) ayetine yer vermiştir. Übeyy b. Ka’b kıraatine göre, ayetteki ا ْوَتَأ kelimesi اوُلَعَف=ettiler şeklinde okunmuştur. Bu da kelimenin “geldiler” değil “ettiler” anlamında olduğuna delalet eder. Bir kıraate göre de anılan kelime ا ْوَطْعَا manasında “ا ْوَتآ=verdiler” şeklinde, bir diğer kıraate göre de “اوُتوُا=verildiler” olarak okunmuştur. Bu takdirde anlam “Sanma ki kendilerine Tevrat’tan verilen bilgilere sevinenler…” şeklinde olur.149 Tefsiri yapılan ayetle ilgili açıklamalarının seyrinden Müellifin de Übeyy b. Kâ’b kıraatini

149 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 2, s. 143; Ali Akın, a.g.e., c. 3, s. 1123.

benimsediği ve ilişkilendirmesini de buna göre yaptığı anlaşılmaktadır. Görüldüğü gibi açıklaması yapılan ayetteki اْوَتَأ fiili, açıklayıcı konumdaki ayette yer alan اًّيِتْأَم kelimesiyle türdeştir. Yani her iki kelime de و-ت-ا kökünden türemiştir. Dolayısıyla bu ayetler arasındaki anlamsal ilişki kelimelerin kökleri itibariyle aynı kökten türemelerinden kaynaklanmaktadır.

Ebussuûd Efendi, Nisa Suresinin 4/2’nci ِبِِّيَّطلاِب َثيِبَخْلا اوُلَّدَبَتَت َلا َو ْمُهَلا َوْمَأ ىَماَتَيْلا اوُتآ َو اًبوُح َناَك ُهَّنِإ ْمُكِلا َوْمَأ ىَلِإ ْمُهَلا َوْمَأ اوُلُكْأَت َلا َو

ا ًريِبَك “Yetimlere mallarını verin, temizi pis olanla

değişmeyin, onların mallarını kendi mallarınıza katarak (kendi malınızmış gibi) yemeyin; çünkü bu, büyük bir günahtır.” ayetindeki وُلَّدَبَتَت fiilini, bu fiilin farklı kalıptaki değişik versiyonlarını zikrederek açıklamıştır. Onun ifadesine göre ُّدَبَت ٌل ve ٌلاَدْبِتْسِا lafızları ve bunların her ikisinden de türeyen fiiller, var olan ya da alınmak üzere olan ikincinin yerine birinciyi almayı ifade eder ve her iki kelime de bazen harf-i cersiz bazen de “ َب” harf-i ceriyle kullanılır. Bakara Suresinin 2/108’inci ِناَميِلإاِب َرْفُكْلا ِلَّدَبَتَي ْنَم َو ِليِبَّسلا َءا َوَس َّلَض ْدَقَف “Her kim imanı küfre değişirse, o artık doğru yoldan sapmış olur.”

ayetiyle aynı surenin 2/61’inci ٌرْيَخ َوُه يِذَّلاِب ىَنْدَأ َوُه يِذَّلا َنو ُلِدْبَتْسَتَأ “Hayırlı olanı daha düşük şeyle mi değiştirmek istiyorsunuz?” ayetinde durum böyledir. ٌليِدْبَت masdarına ve bundan türeyen fiillere gelince, bu da ٍرْدِس ْنِم ٍءْيَش َو ٍلْثَأ َو ٍطْمَخ ٍلُكُأ ْيَتا َوَذ ِنْيَتَّنَج ْمِهْيَتَّنَجِب ْمُهاَنْلَّدَب َو ٍليِلَق “Onların bahçelerini ekşi meyveli ağaçlar, acı ılgın ve biraz da sedir ağacı bulunan iki bahçeye çevirdik.” (Sebe’ 34/16) ayetinde olduğu gibi eldeki ya da elde edilebilecek bir şeyi başka bir şeyle değiştirmek anlamını ifade eder. Bazen de halka eritilip yüzüğe dönüştürüldüğü zaman kullanılan “halkayı yüzüğe çevirdim.”

cümlesinde olduğu gibi hiç olmayan bir şeyi başka bir şeyle değiştirmek manasına gelir. Bazen de fiilin kendisi ٍتاَنَسَح ْمِه ِتاَئِِّيَس ُالله ُلِِّدَبُي “Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir.” (Furkan 25/70) ayetinde olduğu gibi harf-i cersiz olarak iki meful alabilir.150

150 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 2, s. 161.

Görüldüğü gibi Ebussuûd Efendi, tefsirini yaptığı ayeti daha anlaşılır hale getirebilmek için bu ayette bulunan وُلَّدَبَتَت fiilini, Kur’an’ın başka ayetlerinde yer alan ُلَّدَبَتَي, َنوُلِدْبَتْسَت, اَنْلَّدَب ve ُلِِّدَبُي şeklindeki türevleriyle ilişkilendirerek açıklamıştır. Başka bir deyişle Müellif, ayeti ayetle açıklarken ayetlerde geçen kelimelerin türdeşlik özelliğini dikkate almıştır. Çünkü sözü edilen bu kelimelerin tamamı ل-د- ب kökünden türemiştir.