• Sonuç bulunamadı

3. Ebussuûd Efendi’nin Hayatı ve Eserleri

2.3. Mubhematı Açıklama

“Mubhem” kelimesi, sözlükte, algılanması ve anlaşılması zor olan şey201, kendisiyle ne kastedildiği açık ve belirli olmayan söz202 anlamına gelmektedir. Terim olarak ise, “insan, peygamber, melek, cin, ağaç, belde veya yıldız gibi varlıkların yahut da bir topluluğun, Kur’an’da özel adlarıyla değil de ismi mevsuller, ismi işaretler ve zamirlerle zikredilmesi” demektir.203 Kur’an’ın kendisine has bir ifade özelliği de onun gerek kıssaların sunuluşunda gerekse diğer vesilelerle yer, zaman ve şahıs isimlerini ön plana çıkarmamasıdır. Tarifte de belirtildiği gibi Kur’an, çoğunlukla bu tür durumlarda ism-i işaretleri, ism-i mevsulleri ve zamirleri kullanmaktadır.204 Ebussuûd Efendi de bir ayette ismi mevsuller, ismi işaretler, cins isimleri, zamirler, belirsiz mekan isimleri ve belirsiz zaman zarflarıyla zikredilen melek, cin ve insan gibi

199 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 9, s. 34; Ali Akın, a.g.e., c. 12, s. 5635.

200 Bkz. Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr et-Taberi, Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Ây’il-Kur’an, (Thk.

Abdullah b. Abdulmuhsin et-Türkî), Kâhire, 2001, s. 23/266-267.

201 Ebu’l-Kasım Huseyin b. Muhammed er-Râgıb el-Isfahânî, el-Müfredât fî Garîbi’l-Kur’ân, (thk.

Muhammed Seyyin Geylani), Beyrut, Ths., s. 64.

202 İbn Manzûr, a.g.e., c. 12. s. 57.

203 Ebu’l-Kasım Abdurrahmân b. Abdullâh es-Suheyli, et-Ta’rîf ve’l-İ’lâm f’i mâ Ubhime mine’l-Esmâi ve’l-A’lâm fi’l-Kur’âni’l-Kerîm, (Thk. Abdullah Ali Mehennâ), Beyrut 1987, s.16; İsmail Cerrahoğlu, a.g.e., s. 186; Muhsin Demirci, a.g.e., s. 151.

204 Halis Albayrak, a.g.e., s. 107; Mübhematla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Halis Albayrak,

“Mübhematu'l-Kur'an İlmi ve Kur'an Tefsirindeki Yeri”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sy. 0, 1991, c. 32, s. 155-182.

varlıkların yahut da bir topluluğun veya kabilenin açıkça zikredildiği Kur’an’ın bir başka ayetini, ilgili ayetin tefsirinde açıklayıcı konumda getirmek suretiyle Kur’an’ın bu mu’ciz anlatım tarzını ortaya koymuştur. Mesela:

Fatiha Suresinin 1/7’nci َنيِِّلاَّضلا َلا َو ْمِهْيَلَع ِبوُضْغَمْلا ِرْيَغ ْمِهْيَلَع َتْمَعْنَأ َنيِذَّلا َطا َر ِص “Nimete erdirdiğin kimselerin yoluna; gazaba uğrayanların, ya da sapıtanların yoluna değil.”

ayetinde, َنيِذَّلا ismi mevsulü kullanılarak “kendilerine nimet verilenler”in kimler olduğu kapalı bırakılmıştır. Ebussuûd Efendi, bu ayetin tefsirinde ilahi nimete mazhar olanlardan maksadın Nisa Suresi 4/69’uncu ْمِهْيَلَع ُالله َمَعْنَأ َنيِذَّلا َعَم َكِئَلوُأَف َلوُس َّرلا َو َالله ِعِطُي ْنَم َو اًقيِف َر َكِئَلوُأ َنُسَح َو َني ِحِلاَّصلا َو ِءاَدَهُّشلا َو َنيِقيِِّدِّ ِصلا َو َنيِِّيِبَّنلا َنِم “Kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddîklarla, şehidlerle ve iyi kimselerle birliktedirler. Bunlar ne güzel arkadaştır.” ayetinde belirtilenler olduğunu, bu ayetten önceki اًميِقَتْسُم اًطا َر ِص ْمُهاَنْيَدَهَل َو “Onları elbette doğru yola iletirdik.” (Nisa 4/68) ayetinin de bu durumu teyit ettiğini söylemek205 suretiyle Kur’an’ın bir yerinde müphem olan bir hususun başka bir yerinde açıklandığını ortaya koymuştur.

Bir başka misalde de Ebussuûd Efendi, Bakara Suresinin 2/4’üncü َنوُنِم ْؤُي َنيِذَّلا َو َم َو َكْيَلِإ َل ِزْنُأ اَمِب

َنوُنِقوُي ْمُه ِة َر ِخلآاِب َو َكِلْبَق ْنِم َل ِزْنُأ ا “Onlar sana indirilene de, senden önce indirilenlere de inanırlar. Ahirete de kesin olarak inanırlar.” ayetinde yer alan َل ِزْنُأ اَم َو َكِلْبَق ْنِم “…senden önce indirilenlere…” ifadesindeki ism-i mevsul özelliği taşıyan “اَم”

dan ne kastedildiği açık ve belirli olmadığı için buradaki mübhemiyeti aynı Surenin 2/136’ncı َيِتوُأ اَم َو ِطاَبْسَلأا َو َبوُقْعَي َو َقاَحْسِإ َو َليِعاَمْسِإ َو َميِها َرْبِإ ىَلِإ َل ِزْنُأ اَم َو اَنْيَلِإ َل ِزْنُأ اَم َو ِللهاِب اَّنَمآ اوُلوُق َنوُمِلْسُم ُهَل ُنْحَن َو ْمُهْنِم ٍدَحَأ َنْيَب ُق ِِّرَفُن َلا ْمِهِِّب َر ْنِم َنوُّيِبَّنلا َيِتوُأ اَم َو ىَسيِع َو ىَسوُم “Allah'a, bize gönderilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve torunlarına gönderilene, Musa ve İsa'ya verilene, Rableri tarafından peygamberlere verilene, onları birbirinden ayırt

205 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 25-26; Ali Akın, a.g.e., c. 1, s. 66-67.

etmeyerek inandık, biz O'na teslim olanlarız, deyin.” ayetini zikrederek açıklamıştır.206 Görüldüğü gibi müfesser konumdaki ayette “اَم” ile ifade edilerek mubhem bırakılan

“önce indirilen şeyler”in, “İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve torunlarına gönderilen, Musa ve İsa’ya verilen ve Rableri tarafından peygamberlerine verilenler”

olduğu müfessir konumdaki ayetle belirginleştirilmiştir.

Yine Ali İmran Suresinin 3/40’ıncı ٌرِقاَع يِتَأ َرْما َو ُرَبِكْلا َيِنَغَلَب ْدَق َو ٌمَلاُغ يِل ُنوُكَي ىَّنَأ ِِّب َر َلاَق ُءاَشَي اَم ُلَعْفَي ُالله َكِلَذَك َلاَق “Ya Rabbi! Ben artık iyice kocamış, karım da kısırken nasıl oğlum olabilir? dedi. Allah: Böyledir, Allah dilediğini yapar, dedi.” ayetinde zikredilen

“ ٌمَلاُغ=oğul” cins ismi mubhem bırakılmıştır. Ebussuûd Efendi’ye göre, Zekeriyya (as)’ın, ٌمَلاُغ يِل ُنوُكَي ىَّنَأ “Benim nasıl oğlum olabilir?” tarzındaki sözlerinden müjdeleme sırasında çocuğun erkek olacağının kendisine haber verildiği anlaşmakla birlikte çocuğun kim olduğu, isminin ne olduğu bilinmemektedir. Müellif bu ayetin tefsirinde, kendisiyle kimin kast edildiği açık ve belirli olmayan “ ٌمَلاُغ=oğul” cins ismini belirgin hale getirmek için bunun açık olarak zikredildiği Meryem Suresinin 19/7’nci اًّيِمَس ُلْبَق ْنِم ُهَل ْلَعْجَن ْمَل ىَيْحَي ُهُمْسا ٍمَلاُغِب َك ُرِِّشَبُن اَّنِإ اَّي ِرَك َز اَي “(Allah, şöyle dedi:) Ey Zekeriyya! Haberin olsun ki biz sana Yahya adlı bir oğul müjdeliyoruz. Daha önce onun adını kimseye vermedik.” ayetini kullanmıştır.207 Böylelikle tefsiri yapılan ayette cins bir isim olarak zikredilen “ ٌمَلاُغ=oğul” kelimesinden Yahya (as)’ın kast edildiği anlaşılmıştır.

Yine َنو ُرُكْمَي َنيِذَّلا َو ُهُعَف ْرَي ُحِلاَّصلا ُلَمَعْلا َو ُبِِّيَّطلا ُمِلَكْلا ُدَعْصَي ِهْيَلِإ اًعيِمَج ُة َّزِعْلا ِهَّلِلَف َة َّزِعْلا ُدي ِرُي َناَك ْنَم ْكَم َو ٌديِدَش ٌباَذَع ْمُهَل ِتاَئِِّيَّسلا

َكِئَلوُأ ُر

ُروُبَي َوُه “Kim izzet ve şeref istiyor idiyse, bilsin ki, izzet ve şerefin hepsi Allah'ındır. O'na ancak güzel sözler yükselir (ulaşır). Onları da Allah'a amel-i sâlih ulaştırır. Kötülüklerle tuzak kuranlara gelince, onlar için çetin bir azap vardır ve onların tuzağı bozulur.” (Fatır 35/10) ayetinde “izzet isteyen kimseler” ْنَم

206 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 7, s. 160-161; Ali Akın, a.g.e., c. 1, s. 92.

207 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 2, s. 40-41; Ali Akın, a.g.e., c. 2, s. 854.

ismi mevsulüyle ifade edilerek mubhem bırakılmıştır. Ebussuûd Efendi bu ayette belirsiz bırakılan “izzet isteyen kimseler” ile kast edilenlerin, اوُنوُكَيِل ًة َهِلآ ِالله ِنوُد ْنِم اوُذَخَّتا َو ا ًّزِع ْمُهَل “Onlar, kendileri için kuvvet ve şeref (kaynağı) olsunlar diye, Allah’tan başka ilâhlar edindiler.” (Meryem 19/81) ayetinde belirtilen “putlara tapmakla izzet arayan müşrikler” ve اًعيِمَج ِ َّ ِلِل َة َّزِعْلا َّنِإَف َة َّزِعْلا ُمُهَدْنِع َنوُغَتْبَيَأ َنيِنِمْؤُمْلا ِنوُد ْنِم َءاَيِل ْوَأ َني ِرِفاَكْلا َنوُذ ِخَّتَي َنيِذَّلا

“Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinenler, onların yanında izzet (güç ve şeref) mi arıyorlar? Bilsinler ki bütün izzet yalnızca Allah'a aittir.” (Nisa 4/139) ayetinde bahsi geçen “kafirleri dilleriyle dost edinen mü’minler” olduğunu söylemiş ve böylelikle tefsiri yapılan ayetteki mübhemiyeti açık ve net hale getirerek konunun izahını “Anılan müşrikler ve mü’minler gibi kim izzet sahibi olmak için uğraşıyorsa, bilsin ki, dünya ve ahiret izzeti, başkasının değil, yalnız Allah’ındır. Şu halde onlar, izzeti başkasından değil Allah’tan istesinler.” şeklinde yapmıştır.208 Dolayısıyla bu açıklamalardan, Müellifin, bu ayetleri, birbiriyle, mubhemi belirlemek için ilişkilendirdiği anlaşılmaktadır.

Müellif, Fatır Suresinin 35/10’uncu ayetini, bu ayetten sonra inmiş olan Meryem Suresinin 19/81 ve Nisa Suresinin 4/139’uncu ayetleriyle tefsir etmiştir.