• Sonuç bulunamadı

Mehmet Tanju AKAD, Kastaş Yay. Tarihsel araştırma Dizisi 1. Baskı İst.1995 1. Geleceğe uzanan karmaşık sorunlar yığınının geçmişteki kimi kökleri... (7)

2. ....Yeni toplumu kurmak için gereken kopuşları oluşturmak... Yeni toplumu oluşturacak olan herşeyden önce düşünsel kopuştur ki, (Osmanlı’da) bunun eksikliği izaha muhtaç değildir. (12)

3. Merkezi otoritenin temsilcileri ile yerel nüfuz sahipleri arasında kurulan çıkar birlikleri kaynak yağmasının en üst düzeye çıkmasına neden olmaktadır.(Osmanlı’da) (Cumhuriyetin sağladığı nisbi demokratikleşme de, kamu yağmasının yaygınlaşmasıyla birlikte eski bir geleneğe yeni bir boyut getirmekten başka bir şey değildir.) (13)

4. Türkiye insanlarının büyük bölümü henüz bağımsız kişiliklerini geliştirememişlerdir ve kendilerini ait oldukları alt kültürlerle tanımlama aşamasını geride bırakamamışlardır. (13)

5. Eğitim ve insanların düşünce zenginliğine kavuşturulması Türkiye’nin en başarısız olduğu alandır.(...) Türkiye zaman zaman biriktirebildiği

nitelikli insanlarından da yararlanamamış, hatta bunları devre dışı bırakmayı esaslı bir gelenek haline getirmiştir. (14)

6. (Cehalet) ve öfke, merkezi otoritenin yanlışlarıyla beslenmiş ve yabanı güçler tarafından örgütlenmişse ortaya çıkan direnişin kırılması kaçınılmaz olarak yeni acılar yaratacaktır. Yoksulluk ve yoksulluğun en koyusu olan cehalet umutsuzların kullanılmasına uygun bir ortam doğurmuştur. Terörün ilk hedefi cehaletin devamını sağlayarak kendi insan kaynaklarının kurumasını önlemektir. (14)

7. Kırlardaki ve kentlerdeki umutsuzların isyan için malzeme olarak kullanılması Anadolu’nun bilinen tarihi kadar eskidir. (Burada umutsuzların o kadar büyük enerjiyi isyan için nasıl seferber edebildiklerinin anlaşılması hakikaten zordur. Bundan çok daha azı ile iktisadi mucizeler yaratabilirdi.

Enerjinin yapıcı değil yıkıcı alanlara kayma eğilimi Anadolu ve Ortadoğu tarihinin bir özgünlüğü olarak açıklama beklemektedir. Çünkü bunun nedenlerini bilirsek belki toplumsal mücadeleleri daha olumlu bir raya oturtup problem çözme kapasitemizi artırabiliriz.) Demokrasiden yağmanın yaygınlaşmasını anlayan politika bezirganlarının yerine üretici anlayışların geçmesini sağlayabiliriz. (15)

8. Biz yüzyıllar boyu nasıl battığımızı incelerken, kimi yabancılar da o kadar yıl nasıl dayanabildiğimizi anlamaya çalışıyorlar. (15)

9. ...Bazı uygulamalarıyla devleti için ileride yıkıcı olacak büyük zaafların tohumlarını attı. (24) (Fatih’i kastetmiş)

10. ...Sağlıklı bir karar alınmasını sağlayacak bir danışma mekanizmasının varlığı değil, tam tersine karar mekanizmasını dumura uğratacak uzmanlardan değil çıkar gruplarından oluşan bozuk bir yapı...(33)

11. Ülkenin ticari istismara açılması...(36)

12. Mücadeleyi temsili bir sisteme dayandırmış ve bundan güç alarak toplumsal desteğini en üst düzeye çıkarmıştır. (36)

13. Hiçbir güç ve iktidar mutlak değildir ve her halukarda belli güç dengelerini gözetmek zorundadır. (38)

14. Kullandığımız bir çok kavramın içeriği ve anlamı zamanla değişmektedir. Hatta, bir kavrama aynı zaman dilimi içerisinde farklı anlamlar verilmekte, bu durum sözkonusu kavramı kullananların entelektüel alt yapılarına yönlendirmelerine ve niyetlerine göre de değişmektedir...(39)

15. Çok yakın zamanlara kadar kendi tarihini yazamamış olan bir büyük kültür, kendisini hasımlarının aynasından tanımak gibi bir olumsuzluğa düşmüştür. Bir avuç istisna dışında, tarihimizle ilgili araştırma ve yayın konusunda yabancılara yetişmek için bile çok uzun bir süre harcadık. Bilginin en büyük güç kaynağını teşkil ettiğini bildiğimize göre yabancılara böylesi bir

avantajı bırakmış olmamız affedilir bir kusur değildir. Ve başlı başına birinci dereceden bir stratejik hatadır. Kimi zaman tarih bilgisinin yerine konulmaya çalışılan “hikayelerin” ise problemlerin çözümüne hiçbir katkısı yoktur. Öte yandan, tarih kadar coğrafya bilgilerinin eksikliğinden de söz etmek gerekir.

Avrupalılar coğrafya terimlerini kendi emellerine göre tanımlayıp Osmanlı idari sistemine sokmuşlar ve karşı bilginin oluşmaması koşullarında bunları kabul ettirmişlerdir. Örneğin, eskiden bizde olmayan “Suriye” kelimesi 1864-67 ıslahatında Şam ve çevresi için kullanılır hale geldi. Ama Fransızlar Halep’i de buna dahil ettiler. Nihayet Mondros’tan sonraki kullanımlarında Maraş da buna dahildi. (Baykara 1988)(40)

16. 15. Ve 16. Yüzyıllarda Türkler Avrupa üzerinde o denli büyük bir etkiye sahiplerdi ki Lord Acton “Modern Tarih Osmanlı fetihlerinin doğurduğu gerilim ile başlar” şeklindeki görüşüyle aynı kanıyı desteklemektedir. (Aktaran-Timur-1994) (44)

17. Büyük savunma organizasyonları...(48)

18. 1.Murat Hıristiyan nüfusun enerjisini de devlet için kullanabilmek amacıyla devşirme sistemini kurdu. (60)

19. Şiilerle Sünniler arasında kalan bir takım Anadolu Türkleri eski gelenekleriyle İslamlığı birleştirdikleri Alevi inancına sarılacaklar ve bu durum bir kültürel farklılaşma ekseni olacaktı.(65)

20. Teknik ve organizasyon üstünlükleri...

21. Olayların anlamını çözmek için onları ilgili süreçler içerisinde kavramaktan başka bir çaremiz yoktur. (74)

22. Savaş, her şeyin önceden yapılan planlara göre yürüdüğü bir olay değildir. Çoğu halde belirsizlik esastır. Komutanlar muharebelerin toz dumanı içerisinde doğru-yanlış intibalarına ve hislerine dayanarak (veya kapılarak) doğru-yanlış karar verirler. (123)

23. Osmanlıların savaş girişimciliğinden (sömürüye karşı oluş) ticari girişimciliğe geçememeleriyle ilgili...(Savaş girişimciliği bütün toplumlarda olan ve Avrupa’daki sermaye birikimininde nüvesini oluşturan bir olgudur.

İspanyollar Güney Amerika’yı, İngilizler de İspanyol gemilerini talan ederek ilk birikimlerine hız verdiler. İngiliz birikimi ise Hindistan’ın yağması ile doruğa ulaştı ve bu olay 18. Yüzyılın sonlarında başlayan sanayi devriminin önemli ateşleyicilerinden birisini teşkil etti) (....) Osmanlı’da ise savaş girişimciliğinden elde edilen servetin kullanılabileceği ortam özellikle ticaret yollarının elden çıkmasıyla son derece zayıflamış oldu. Ötesi ticaretin kaybı ile Anadolu’daki büyük isyan dalgası aynı dönemde meydana geldi. Bunun tüm boyutlarıyla kavranabilmesi bile çok uzun süre aldı. Osmanlıların bundan sonraki tüm çırpınışları sadece çöküşü erteledi. (150)

24. Dünya uluslaşma sürecine geçtiği dönemde Osmanlı İmparatorluğu’nun Türkler hariç her etnik-dini grubun ayrı örgütlendiği millet sisteminde ısrar etmesi devşirmelerin hakim olduğu bürokraside fraksiyonlar arasında sonu gelmeyen çatışmalar, haremin devlet yönetiminde çevirdiği entrikalar...(160)

25. Yerel garnizonlar( yönetimler ...) otorite adacıkları haline dönüşmesi...(161)

26. Reformlara gelince, yine Moltke’ye göre Türkiye’de bunlara kuyruğundan başlanmıştı: “Çoğu görünürdeki şeylerden, isimlerden ve projelerden ibaretti. En zavallı eser de Rus ceketleri, Fransız talimnameleri, Belçika tüfekleri, Türk serpuşu, Macar eğerleri, İngiliz kılıçları ve her milletten öğretmenleriyle Avrupa örneğine göre bir ordu...” (187)

27. I. Dünya Savaşı öncesinde Ruslar İngilizlere Osmanlı donanması için niçin uzman gönderdiklerini sorunca aldıkları yanıt şu olmuştu: “Aksi halde Alman uzmanlar gelip donanmayı adam edecekler...” (187-188)

28. Kararsızlık ve gerileme birbirlerini besleyen bir kısır döngü oluşturmaktadır. (196)

29. Tanzimatın ve 1856 Islahat Fermanı’nın daha çok batılı devletlere hitap eden bir yan taşımakta, adeta “ bakın artık yurttaşlarımı çağdaş haklara kavuşturuyorum, bundan sonra üstüme gelmeyin” mesajı içermektedir. (198)

30. (Tanzimat sürecinde)...(eski zihniyetler yeni kurumlara taşınmış...) Yeni tip insan oluşmuş...

31. Zamanla tanzimatçılık adını alan zihniyet batının her yeni baskısına karşı onu önleyici bir tedbir alma uğraşısından doğmuştu... batı, onlara yardımcı olmuş, ıslahat ihraç etmiştir...(208)

32. Sonuçta İngiliz, Fransız ve Almanların İslami hareketlerin gelişme ihtimalini hesaba kattıkları, bundan yararlanmak veya önlemek üzere tedbirler geliştirdikleri doğrudur...(218)

33. Abdülhamit siyasetinin bütün temeli, yatıştırmacılıktı...(244)

34. ...Bizim gemilerimizin hemen hepsinde İngiliz çarkçıbaşılar vardı.

Bu çarkçıbaşıların bazılarını değiştirmek istediğimiz zaman İngiltere elçisi saraya koşmuş ve bu teşebbüsün İngiltere’ye itimadımız olmadığı biçiminde yorumlanacağını açıkça söylemekten çekinmemiştir. Öyleyse bir donanmamız yok demekti. Çünkü bu donanma hem İngilizlerle Fransızları bize düşman ediyor, hem de savaşta bir işe yaramıyordu...(teknolojik zafiyeti düşman tarafının elemanları ile telafi etmek(!)) “Faydası olmayan fakat mazarratı olan bir şeyi muhafaza etmek aklın icabı dışıdır. Donanmayı Haliç’e çektirdim....”

(Abdülhamit’in hatıratından...) (247)

35. Rusya’nın Dışişleri Bakanı Sazanoff 28.05.1913 günü ülkesinin Doğu Anadolu’daki menfaatlerinin kabul edilmemesi halinde Ermenileri ayaklandırarak doğrudan müdahale edeceklerini ifade etti... Müdahalenin ilk aracı da bölgede yapılacak olan sözde Islahattı... Dev sorunlarla karşı karşıya olan Osmanlı hükümeti vakit kazanmaya ve Doğu Anadolu’nun kopması anlamına gelecek olan özel yönetim kurulmasını engellemeye çalışıyordu. Ne var ki büyük devletlerin topyekun baskısına direnilemedi ve Haziran 1913 tarihinde büyük Ermeni vilayetinin kurulmasını kabullenmek zorunda kaldı.

Bu vilayet büyük devletlerin onaylayacağı Hıristiyan bir Osmanlı tarafından 5 yıllık bir dönem boyunca yönetilecek, bu kişi tüm güvenlik güçlerine komuta etmek yetkisine sahip olacaktı. Böylece Anadolu’nun üçte birinin Türkiye’den fiilen koparılması süreci başlamış oluyordu. Sistem eşit sayıda Hıristiyan ve Müslümandan oluşacak bir danışma meclisi ile pekiştiriliyordu... Rusların bu derece önemli bir başarı elde etmesinden huzursuz olan Almanlar devreye girdiler ve Rusya ile anlaşarak Avrupa’nın da Islahat işlerinde söz sahibi olması gerektiğini kabul ettirdiler. Osmanlılar Islahatın kendi içişleri olduğunu kabul ettiremediler. Bütün bu gelişmelerin sonucunda 8.2.1914 tarihinde imzalanan Osmanlı-Rus antlaşması ile iki Avrupalı genel müfettişin tam yetkili olarak Doğu Anadolu’yu yönetmesine karar verildi.

Mayıs 1914 tarihinde Norveçli Bnb. Hoff Van–Bitlis-Diyarbakır bölgesine, Hollandalı Westerek işe Trabzon-Erzurum-Sivas bölgesine genel müfettiş olmuşlardı. (Aynı tarihte (8.2.19142te Ruslar boğazları işgal komisyonu kurmuşlardır...) (252-253)

36. Problem tanımlama...

37. Serbest ticaret, en güçlülere mahsus bir silahtır. (Bismark...) (287)

38. İngiliz, Fransız ve Hollandalıların Osmanlılara zaman zaman verdikleri destek; Osmanlıların kendilerine tanıdığı ticari imtiyazların karşılığı değil, onların stratejik gereksinimleri için oldu.

39. Osmanlılar hem iç örgütlenmeleri hem de stratejisizlikleri itibarıyle Avrupa’nın zayıf dönemlerinden yararlanamadılar...(291)

40. Strateji kavramı en geniş şekilde tanımlandığında -ki böyle bir esnekliği vardır.- tüm toplumsal unsurları kapsar. Zaten hiçbir zaman tek bir tanımı da olmamıştır. Strateji olanakların ve tehditlerin değerlendirmesini, gücün oluşturulmasını, kullanılma biçimlerini, hatta güç kullanma tehditlerini de içerir. Ama sonuçta hepsi zihinsel bir yetenek gerektirir. Kültürün önemi buradadır. Ulusal kurumların evrensel kültürün yerel sentezini yapmaya hizmet ettiği oranda strateji oluşturmaya yönelik kavramları ve düşünme araçlarını da (doğurur.)

41. İmparatorlukların bir ikilemi de budur. Hakim ulusun kültürünü geliştirme konusunda tereddütler doğurur. Bunların kaçınılmaz yıkılmalarında başka şeylerin yanısıra bunun da payı vardır. (291) 19.5.1996

42. Bir zincir en zayıf halkası kadar güçlüdür.

43. Ölçü yanlış ise, yapılan tüm ölçümler de yanlıştır.

44. “Cami emme basma tulumbası gibidir. Sosyal yapının şekillenmesinde bu kadar etkindir...”

Outline

Benzer Belgeler