• Sonuç bulunamadı

SONUÇ: Laiklik, Türkiye’de çoğu kişinin yaptığı gibi bir ansiklopediye bakılarak üzerinde bilgi sahibi olabilecek; ya da “dinle devletin

BİR DİN POLİTİKASI :LAİKLİK

66. SONUÇ: Laiklik, Türkiye’de çoğu kişinin yaptığı gibi bir ansiklopediye bakılarak üzerinde bilgi sahibi olabilecek; ya da “dinle devletin

ayrılması” gibi amiyane bir yorumla tanımlanabilecek bir kavram değildir.

Laikliğin gerçekten anlaşılabilmek için öncelikle Hıristiyanlık ve Fransa tarihinin; bir kurum olarak toplum içindeki ve devletler karşısındaki konumunun, devletlerle arasındaki yetki çatışmalarının; bu çatışma nedenlerinin ve onların Fransa ve öbür batı ülkelerinde ulaştığı sonuçların iyi bilinmesi gerekir...

Bu kavramın İslam’la bağdaşıp bağdaşmadığı ve İslam toplumlarında uygulama olanağı olup olmadığı konusunda hüküm vermek ise, İslam’ın temel özellikleriyle İslam toplumlarının siyasi gelenekleri üzerinde bilgi sahibi olmayı ve bu toplumların siyasi mantıklarıyla düşünebilmeyi gerektir. (205)

67. “Savaşların çoğu, halkların değil yöneticilerin savaşı olur.”

68. Modern toplumun problemleri ideoloji ile çözülemez. İnanç ve eğitim ile çözülür, çünki, ideolojik yaklaşımlar, sorunlara rasyonel çözümleri güçleştirir...

69. Ahlak ve fazilet ile donanmış insan yönetime kapatılması sorunların çözümüne katkıda bulunmaz mı?..

70. Devlet ideoloji sahibi olursa, baskıcı ve yasakçı olur.

71. Doğru ile hak aynı anlamdaki kavramlardır. Doğru, zamana, mekana ve şartlara göre değişebilir. Ancak, hak, her zaman mekan ve şartlar içinde değişmeyen şey demektir.

72. İnsan her durumda başka biridir.

73. Toplumların yönetilemezlik zaafına düşmesi... (Devletin ve toplumun) Fax:6381112/Cağaloğlu

LAİKLİK

Enigmaya Dönüşen Paradigma

Aytunç ALTINDAL, Anahtar Yayınları Kitapları - 2. Baskı/İst-1994

1. Paradigma: En kestirme açıklamasıyla bir tasarımlar ve görüşler sistematiğindeki(bütünlüğündeki) modelleştirilmiş bir vechedir. Örneğin:

Tanzimat’tan bu yana Türk toplumuna sunulmuş olan paradigma, sekularizm ve Laisizm’in eklektik (...) bileşiminden oluşan “Devlet-Laisizmi” dir. (10) 2. Enigma: Kasıtlı olarak esrarengiz, anlaşılması zor, muallak hale getirilmiş olan sözlü ya da yazılı metinlerdir. Enigma, insanlar içinde kullanılır. Herhangi bir fikir, tasarım ya da model Enigmaya dönüşünce, onu ortaya atmış olan şahıs(lar)ı aşar ve çoğunlukla gizemli hatta metafiziksel ama yine de cazibesi olan bir veçhe ve anlamsallık kazanır. İdeolojilerin ve dinlerin

bazı veçheleri Enigmaya dönüşürler. Örneğin, Stalinizm bir enigma olmuş ve onu ortaya atmış olanları bile aşarak içinden çıkamadıkları, korkutucu, ürkütücü bir anlamsallık ve işlevsellik kazanmıştır.

Cumhuriyet dönemi Türkiye’sinde laiklik, bir paradigma olarak, Fransa’dan getirilmiş ve zamanla ne olduğu tam anlaşılmayan, içinden çıkılmaz(muğlak), bazıları için cezbedici, diğerleri için de korkutucu ve ürkütücü bir Enigmaya dönüşmüştür. Enigmatize edilmiş bir paradigmanın (laiklik ve sekülerlik) incelenmesi amacını taşımaktadır. (10)

3. Batı’da din ile devletin değil; kilise ile devletin ayrılması esası vardır.

Bu iki şey birbirinden tamamen farklıdır. Türkiye’de anlaşıldığı ve kullanıldığı şekliyle din ve devlet ayırımı batıda yoktur. Dolayısıyla bun binaen yürürlüğe sokulmuş bir laiklikte yoktur.

4. Aristotales’in fikirleri Hristiyanlığa bir din buyruğu gibi sokulmuştur.

(14)

5. İslam’ın Hristiyanlık karşısında zorlayıcı etken durumuna gelmesi...(28)

6. Laiklik, özellikle Katolik Hristiyanlığın etkili ya da egemen olduğu ülke ve dillerde kullanılmış bir kavramdır. Protestanlık için geçerliliği yok denecek kadar azdır, kullanımı son derece kısıtlıdır. Laikos’un karşıtı

“Clericus” yani Katolik dininin hiyerarşik bir yapı çerçevesinde Papa’ya kadar uzanan ve tam anlamıyla dinsel “emir-komuta” zinciri içinde yer alan

“Ruhban(lar)” dır, kilise babalarıdır...(33)

7. İslam’da “önce inan, sonra öğren” değil; “önce düşün/aklet, sonra inan” istenmektedir. (40)

8. Egemen güçlerin koydukları kurallar ve yasalar...

9. Osmanlılar kültürel asimilasyon tezine değil, kültürel atılım tezine dayanmışlardır.

10. Yasaların uzun ömürlü ve bağlayıcı olmasının sebebi...(hukuk kuralı) 11. Tanzimat egemen sınıf içindeki çıkar çatışmalarını keskinleştirmiştir.

(Stanford Shaw) (59)

12. Osmanlı’da İslam uleması, zamana uygun yeni düzenlemeler yapılmasından yanaydılar. Örneğin; 1850’de kabul edilen Ticaret Yasası, Fransa Ticaret yasasıydı, bunun çevirisiydi. Osmanlı hanedanı aynen aktarmada bir beis görmemişti, çünki böyle bir gelenek vardı. Ama bu yasaya faiz eklenmişti. Ulema, yasanın aktarılmasına değil, bu yasaya İslam2a aykırı olan faizin eklenmesine karşıydı... Ceza yasası da (1858) Fransızca’dan çevrilmişlerdi... yine Deniz Ticaret Yasası ve diğer ticaret yönetmelikleri (1861,1863) Fransızca’dan çevrilmişlerdi....(59)(İslam hukukunda değil, örfi hukukta...)

13. Osmanlı toplumunda, bugünün T.C. Devleti’nde olmayan bir dil, düşünce ve yazı özgürlüğü vardır. (56)

14. Gerçekte yeni/yenileşme özgün ve doğal bir süreçtir. Cumhuriyet döneminde doğal bir yenileşme yaşanmadı. Cumhuriyet döneminde

“Avrupa’yı taklit etmek yenileşmek ” sanıldı.(...) Dolayısıyla, Türk toplumunda uzun yıllar sürecek yapay çelişkilere yol açtı. (64)

15. 1960 sonrasında kurulan Kurucu Meclis’te en çok tartışılan “Milli kavramı” oldu. Bakanlıkların adları milli olarak tescil edildi. Milli kavramı zamanla unutturuldu, yerine milliyetçilik kavramı yerleştirildi. Milli kavramı, böylece İslami bağlamından kopartılmış, yerini İslamiyetin esastan karşı çıktığı kavmiyetçilik karşılığı olan milliyetçilik aldı. (64)

16. Cumhuriyet döneminde “laikliği” savunan esas itibariyle dört değişik tip ortaya çıkmıştır. Bunlar:

- “Laiklik, din ile devletin ayrılmasıdır.” diyenler. Bu gruba girenlerin çoğu sivil kadrolara mensupturlar. (Bilim adamları, sanatçılar, ünv.

Öğrencileri, basın mensupları...)

- “Laiklik dinsizlik değildir” diyenler. Bu gruba çoğu çıkarlarını düşünen siyasiler girmektedirler.

- “Laiklik vicdan özgürlüğüdür.” diyenler. Bu gruba özellikle aydınlar girmektedir.

- “Laiklik, çağdaşlaşmacılık ve Atatürkçülük’tür” diyenler. Bu gruba çoğunlukla, şu ünlü “emir-komuta zincirinde” yer almış faal, ya da emekli subaylar ve bazı eğitimciler girmektedirler.

Tabiatıyla, bunların birini, birkaçını ya da tamamını savunanlar da vardır... (66)

17. Avrupa’daki (...) özgür düşünceler, özgürlük hakkında iyi şeyler söyleyip, pratikte kötüdürler. (67)

18. Tanzimat’tan sonra batılı hristiyan güçler, Osmanlı toplumunda, Türk-Müslüman Osmanlı’nın değil, Hristiyan Osmanlı’nın uygarlaşmasından yana olmuşlardır. (Bu amaçla açılan okullar...) 1914 yılına kadar Osmanlı topraklarında 600’den fazla Fransız; 500 Amerikan-İngiliz; 200 İtalyan; 60 Rus ve 25 Alman mektebi vardı. (68)

19. Bir Alman eğitimcisinin sözleriyle söylersek;, o yıllarda, “Fransızlar Roma-Katolik Kilise’sinin kadim sloganını, rex christianissimus, tüm Türkiye topraklarına yayama çabasındaydılar. Ve bu ilkenin gerği olarak da, doğuda

“Ateist Cumhuriyetler” kurdurarak bunlarda katolikliği yaygınlaştırmayı hedefliyorlardı. (Die Zukants-arbeit der Deutschen in der Türkei. W.

Blankenburg Heft I, Leipzig, 1915; p.15.) benzer sekildeki Fransızlar’ın desteğindeki “Alliancce İsraelite Universelle” de Bağdat’ta, Musul’da,

Halep’te merkezler açmıştı. Bu çevrelerce seçilmiş bazı müslüman ailelerin çocuklar da bu okullarda egitilmişlerdi. Daha sonra Cumhuriyet döneminde

“Kemalist/Devletçi Laisizm” in en kararlı savunucuları işte bu çocuklar olmuşlardır. (68)

20. Osmanlı toplumunda İslamiyet, gerçekte; özellikle ordu içinde etkiliydi. Ulema genel eğilimi itibarıyla “Asker’in De-islamizasyon” a tabi tutulmasına karşı çıkıyordu. Onlara göre Osmanlı Ordusu “batılılaştırılırsa”

(islamsızlaştırılsa) imparatorluk çökerdi. Bu mücadelede ulema, dış destekli

“batıcı” çevreye yenildi. Ordu da, bu öngörüyü doğru çıkarttı: İttihat ve Terakki’yle birlikte çöktü. Daha sonra M.Kemal Paşa’nın “Padişah” ve

“Hilafeti” kurtarma tezi ile ortaya çıkışı, gerçekte İslamiyet’e içtenlikle bağlı bazı çevrelerce, ordunun yeniden “İslam Ordusu” haline getirildiği inancıyla benimsendi ve desteklendi.(....) Kurtuluş Savaşı’nın manevi cephesinde bu inanç vardır. (69)

21. Cumhuriyet dönemi Türkiye’sinde, laiklik ilkesi elden gider korkusuyla, önce İslamiyet’e karşı (1926’da) sonra da sosyalizme karşı ağır anayasalar konulmuştur. (70)

22. Laik olmak, ya da olmamak; birey-toplum-sınıf ilişkisinde ortaya çıkar; birey devlet ilişkisinde değil. (72)

23. Devlet-laisizmi, kişiye özgü inanç istemektedir. (topluma yansımayan) topluma özgü değil... Günümüzde T.C. Devleti’nde kişinin kendi başına sosyalizme ya da İslamiyet’e bağlılık duyması suç değildir. Buna rağmen, kişinin Anayasal haklarını kullanıp, bu düşünceler doğrultusunda örgüt kurması ya da kurulmuş örgüte girmesi suçtur. (73)

24. ( - ) - Halkın ibadetlerini ve dinin diğer emirlerini yerine getirmesi serbest iken; yönetici konumu ile devlet görevlisi bir şahsın statüsü farklıdır.

25. İlginçtir ki, “Laiklik” T.C. Devleti’nde toplumsal hayatın her alanında etkili olmasına rağmen, liberal anlamında kendisi toplumsallaşmış değildir.

Çünki, laiklik kişiye değil, devlete ait bir özellik olarak sunulmuştur. Oysa laisizmi toplumsallaştıracak olan birey(ler)dir. Yine garip ama gerçektir ki, Türkiye’de bireylerin laikliğini tescil ettirmeye kalkışması da mümkün değildir. (74)

26. Türkiye’de devletçi laisizmin geleceği yoktur. Çünki: Toplumumuzda devletçi- laisizm kurumsal olarak ne denli özgürlükçü olduğunu ileri sürerse sürsün, uygulamada hiçbir zaman batı standartlarına göre liberal olmamış, olamamıştır. Uygulamada Jakobence Radikal ve dediğim dedik çizgiyi izlemiştir. Türkiye toplumu uzun yıllar Parti-Bürokrasi-Devlet özdeşliğinin tek kişide (Milli Şef) sembolize edilmesini yaşamıştır. Bunun kaçınılmaz sonucu olarak da “kişilerin” yüceltilmesi dönemi başlamıştır. Hatta bu yüceleştirme öyle boyutlara ulaştırılmıştır ki, bazı kastlı yabancılar, örneğin

Donalt E. Webster, “Atatürk’ü laik peygamber” olarak ilan etmekten kaçınmamışlardır. (Bak.Süreç, cilt 2 sayı 5 )(Atatürk laik peygamber D.Webster- ABD’li uzman)(12 Eylül sonrası-ölüm yıl dönümünde subaylara sunduğu bildiri)

27. Köy enstitüleri gerçekte manastırlardır. (75)

28. Türkiye toplumunun 1980’larda ulaştığı politizasyon, Anadolu’da artık yeniden bir “Milli Şef Laisizmi” ne ya da “tepeden inmeci laisizme” geçit vermez. (Artık) Anadoul’da otokratik laisizmi baskı zoruyla yürürlükte tutmak mümkün değildir. (75)

29. Devletçi laisizm Türkiye toplumunu, De-İslamizasyon’a tabi tutmuş ve bunu gerçekleştirebilmek için de toplumu tarihsizleştirmiş ve dilsizleştirilmiş... Ancak, bugünkü aşamada, Türkiye toplumunu artık

“resmi tarih” le oyalayabilmek ya da yönetebilmek olası değildir. (75)

30. Türkiye’de “Devlet Laisizm” son tahlilde siyasal ve ideolojik bir olgudur. Ordu, “Laiklik” tartışmalarının da dışında kalmalıdır. Zira, ordu, siyasetin dışında kalması gereken bir kurumdur. (76) (Çünkü, ordu, milletin bütünün bir yansımasıdır. Siyasi ve ideolojik farklılıklara taraf olmak, ordunun bu bütüncül ciddiyetini zedeler. Bir siyasi veya ideolojik kesimin yanında, diğerinin karşısında yer almasına neden olur...)

31. Bugünün Türkiye’sinde devletçi laisizmin ne sınıfsal ne de kitlesel tabanı vardır. Bu durumda da çok yakın bir gelecekte, devlet baskısına dayalı, elitist, otokratik, tepeden inmeci ve otoriteryen bir “milli şef laisizmi”

savunacak hiç kimse kalmayacaktır. (76)

32. Türkiye toplumunun nesnel yapısından İslamiyet’in tecrit edilmesi olası değildir. Bu durumda, İslamiyet’in cebren ve hile ile, batının kapitalist—

emperyalist mihrakları öyle istiyorlar diye baskı altında tutulmasına karşı çıkılmalıdır. (80)

33. Türkiye’nin “İslam Birliği” içinde yer alabileceği 1920’lerde bizzat M.Kemal tarafından işaret edilmiştir. Nutuk’ta şöyle yazılıdır :

“Ortaya atılan kuram şu idi: Avrupa’da, Asya’da, Afrika’da ve dünyanın başka yerlerinde yaşayan müslüman toplulukları, gelecekte herhangi bir gün, kendi başlarına buyruk bir duruma gelebilirlerse ve o zaman gerekli ve yararlı görükürse, çağın koşullarına uygun nitelikte bir takım uzlaşma ve birleşme ilkeleri bulabilirler. Elbette her devletin, her topluluğun birbirinden alacağı ve sağlayacağı şeyler bulunacaktır. Karşılıklı çıkarları olacaktır. Tasarlanan bu bağımsız müslüman devletlerin yetkili delegeleri biraraya gelip bir kongre yapacaklar, böylece falan faan müslüman devletler arasında şu ya da bu ilişkiler kurulacaktır. Bu ortak ilişkileri korumak ve bu ilişkilerin gerektirdiği koşullar içinde birlikte iş görmeyi sağlamak için, ilgili Müslüman devletlerin delegelerinden bir meclis kurulacaktır. Bu meclisin başkanı, birleşmiş

müslüman devletleri temsil edecektir diye bir karar alınırsa, işte o zaman istenirse, o Birleşik Müslüman Devletlerine “Halifelik” adı verilir. Yoksa, herhangi bir Müslüman devletin bir kişiye bütün Müslümanlık dünyasının işlerini yönetip yürütme yetkisini vermesi us ve mantığın hiçbir zaman kabul edemeyeceği bir şeydir.” (82) ( Nutuk (Söylev) Atatürk, 1963 Ank. Ünv.

Basımevi s.490 )

34. Birlikte varolma-yaşama ilkesi... Bu ilkenin sağladığı toplumsal ortamda oluşacak geniş bir tartışma, düşünme ve davranma serbestisi alanı...(87)

35. Sahte tarih, sahte kimlik demektir. (109)

36. Siyasi, sosyal ve ekonomik (toplumsal) alanlarda istikrarsızlaşma eylemleri...(110)

37. Son yıllarda, Türkiye’de hızlı bir toplumsal değerler erozyonu yaşamaktadır. Rüşvet, iltimas ve adam kayırmacılık v.b. gibi her devirde ve her ülkede rastlanabilen olgular, hazindir ki, Türkiye’de artık sınır tanımayan boyutlara ulaşmıştır. Bu yozlaşmanın kaçınılmaz sonuçlarından biri de devletin en çok sorumluluk gerektiren makamlarına bazı bilgisiz ve yeteneksiz kimselerin atanmaları olmaktadır. (110-111)

38. Türkiye’nin istikrarsızlaştırılmasının etki alanının çok geniş olduğu...(111)

39. Cui bono = kimin menfaatine... (122)

Batıda kilise, devletin denetimi altında değil özerktir... (151)

40. İstanbul, (batı için) sadece Ayasofya için kutsal şehir statüsündedir.

(Roma statüsü) 1919’da İstanbul’un “uluslar arası devlet (şehir değil) statüsüne getirilmesi başta ABD olmak üzere İngiltere, Fransa ve İtalya tarafından resmen hazırlanmıştır. Bu uluslar arası devlet, “Cemiyet-i Akvam”

ın gözetimine verilecekti. Bu devlet Bursa’yı da kapsıyordu.. (Osmanlı’nın kuruluş sürecindeki önemi sebebiyle) (169) (Kaynak: Yale Ünv. Mendel House Arc. Dr. 29,20,Jan.21 1919 Türkiye’de ABD Mandası, Dr. Mine EROL, 1972)

41. Uluslar arası diplomasi üretim merkezi (179)

42. Din ile devlet ilişkilerinde anahtar kavram, laiklik değil, sekülerleşmedir. Bu iki kavram, bir ve aynı sanmak büyük hatadır. Eğer laiklik ile sekülerleşme konusundaki kavram kargaşasını bir çözüme bağlayabilirsek, son 60 yıldır tartışılan laikleşmenin Türkiye’ye özellikle Ortadoğu’da, Balkanlar’da ve Türk Cumhuriyetleri’nde ne kadar önemli bir stratejik sıçrama yaptıracağını hep birlikte göreceğiz.(jeopolitik-jeokültür) Bilgili ve cesaretli olabilirsek, sekülerleşme olgusunu dünyaya tanıtabilmekte öncülük yapabiliriz. (188)

43. Emperyalizmin öncü gücü, misyoner okulları.(211)

44. Olayları basit anlatımlara indirgeyemiyorum. (215) 45. İstikrarsız ülkeler arasına katılması (Cezayir’in)

46. 2. Dünya Savaşı sırasında yerleşik Türklerden Alman uyruğuna geçmiş olanlarla din değiştirmiş olan Türklerden seçilen elit grup öğrenci, Götüngen Üniversitesi’nde açılan İslami Araştırma Merkezi’nde eğitilmişlerdir. Günümüzde etkisi ve ağırlığı çok hissedilen Alman dış politikasının mimarları işte bu insanlar olmuşlardır. Türkiye’nin kültürel, dinsel ve etnik yapısıyla ilgili ilk haritaları çıkaranlar, tarikat ve mezheplerin mozayiğini hazırlayanlar, yerleşik ahlaki ve töresel özellikleri sistematize ederek 1970’lerdeki Alman dış politikasına yön verenler bu akademik çevreler olmuşlardır. (239)

47. Bir tepki hareketi olarak kurulmuş olan bazı İslami örgütlerin bildirici ve mesajları ne denli keskin görülürse görülsün, son tahlilde bunlar dini olmaktan çok siyasi kuruluşlardır ve tüm siyasi örgütler gibi değişik koşullarda kalıcı olamayacaklardı. (246)

48. Günümüzde İngiltere Kraliçe’si, hem krallığın, hem kilisenin, hem de parlementonun barışıdrı. Dinlerarası barış ve sekularığını günümüz İngiltere’sindeki ortak paydadır.

İngiltere’deki İslamiyet, işte böyle bir toplumsal ortamda varlığını sürdürmektedir. 1. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devleti’nden çok Müslüman tebası olan ve toplam nüfusunun yaklaşık yüzde 65’i Müslüman olan İngiltere, 1919’da “ Dünyada İslamiyet’i biz temsil ediyoruz, öyleyse, halifelik Londra’da olmalıdır” diyerek hilafeti ve tüm kutsal emanetleri İstanbul’dan Londra’ya götürmek istemişti. Bunun Osmanlı tarafından nasıl engellendiği, apayrı ve hiç bilinmeyen bir konudur. (252-253)

49. Adalet güçlü, güçlüler de adil olmalıdır.

50. Egemen olmayan, boyun eğer. Blaise PASCAL W. Shakespere

51. “Siyaset (ideolojik akımlar) rasyonel bir kurgu değildir. (Bilim felsefesi POPPER)

52. “Duygular, hırslar, çıkarlar, hesaplar çatışıyorsa aklın gereği gerçekleşmez....” Taha AKYOL –Milliyet- objektif-2.9.1998)

Outline

Benzer Belgeler