• Sonuç bulunamadı

1. Bütün insanlığın kurtuluşu olmayan bir şeyin kurtuluş olmayacağını idrak etmedikçe, ne ABD ne de dünyanın bütün diğer ülkeleri dünya sistemimizin yapısal krizini aşamayacaklardır. (10)

2. Kendimize ait bir düşünce dili geliştirmek...

3. Aydınlanmayı kurumlaştırma...

4. Toplumun değişmekte olan şartlara uyarlanma(intibak) yeteneği...

5. Dünyanın üç büyük iktisadi güç odağı – Amerika, B. Avrupa ve Japonya yeni bir rekabet evresine giriyorlar ve bu yeni rekabetin tabiatı geleceğin hegomonik gücünü büyük ölçüde belirleyecektir. (23)

6. İbn-i Haldun asırlarca önce şöyle diyordu. “Bir devletin gücü, temelindeki tesanüde (dayanışmaya) bağlıdır.(24)

7. Medyanın hipnotize ettiği...

8. Amerikan hegomonyası iktisadi alanda olduğu gibi kültürel alanda da inkıraz yolunda; ama hala etkili, hala sürükleyici. Özellikle bizim gibi kendi kafasıyla düşünmeyen, kendi ayakları üzerinde durmayan toplumlar üzerinde büyüsünü devam ettiriyor hala. Medeniyetin sadece maddi cephesini hesaba katanlar, o maddiliğin bile muayyen bir maneviyata dayandığını ve maneviyatta bozulmanın er geç maddi bozulmayla sonuçlandığını görmemektedirler... bireyciliği putlaştıran ABD, cemaatçi unsurları büsbütün

yok etmeyen rakipleri karşısında tutunamayacaktır. Gündemde olan “tarihin sonu değil, Amerikan yüzyılının sonudur.” (26)

9. Japonya ulusal mühendislik akademisi şu sonucu açıklıyordu:

Japonya, yeni geliştirilen 34 kritik teknolojinin 25'’nde ABD'’i geride bırakmıştır...(31)

10. İktisaden üstün konuma geçen uluslar bu üstünlüğü tedricen siyasi alana taşırlar...(31)

11. Gelecek yüzyılın siyaset ve iktidarını yeni baştan düzenleyecek olan bir dönüşüm yaşıyoruz. Bundan böyle hiçbir ulusal ürün veya teknoloji, hiçbir ulusal şirket, hiçbir ulusal sanayi olmayacaktır. Ulusal ekonomiler, en azından bu kavramı anlayageldiğimiz haliyle olmayacaktır artık. Ulusal sınırlar içinde sağlam kalacak tek şey, ulusu teşkil eden insanlardır. Her ulusun birinci derecedeki serveti, yurttaşlarının beceri ve basiretleri olacaktır. Her ulusun birincil siyasal görevi, yurttaşları birbirine bağlayan bağları parçalayan küresel ekonominin merkezkaç kuvvetleriyle başa çıkmak olacaktır. En becerikli ve basiretli olanları giderek zenginleştiren, az becerikli olanları ise daha düşük bir hayat standardına iten küresel ekonomi...(32)

12. Dünya sisteminin yeni yapılanmasında ibre Almanya’dan ve Japonya’dan yana dönüyor. Her ikisi de şimdi yüklenen iktisadi başarılarıyla orantılı bir siyasi rol talep ediyorlar. Böyle bir yolu teminat altına alacak askeri yönelişlere de kısa bir dönem içinde muhtemelen şahit olacağız. Amerika ise, görece gerilemekte olan iktisadi konumunu mevcut siyasi-askeri üstünlüğü sayesinde iyileştirme peşinde. Bu durum dünya sisteminin çekirdeğinde muazzam bir gerginlik oluşturmaktadır. (36)

13. Almanlar komünist olmadılar, beynelmilel bir ideoloji yerine, ulusal bir ideoloji geliştirdiler: Nazizm ve mağlup oldular. Yarım yüzyıldır galiplerin dikte ettirdiği bir tarihi sindirmeye çalışıyorlar....(38)

14. 2 Ağustos günü Saddam, “Amerikan dış politikasının 1 numaralı aksiyonu”nu ihlal etti. Bu aksiyona göre : “ Hiçbir yerel kuvvetin Orta Doğunun enerji kaynakları üzerinde önemli bir nüfuz kazanmasına izin verilemez... Bu hak ABD’ne onun petrol şirketlerine ve onların sadık bendelerine aittir. Orta doğunun tüm petrolü küçücük ailelerin elindedir.

Şayet bu aileler İngiltere ve ABD’nin elindeyseler, asayiş berkemaldir....(39-40) 15. Petrol, ABD için harikulade stratejik bir güç kaynağı ve dünyayı denetim altına almada bir maniveladır.

ABD, Orta Doğuda petrolünü üç ajanı vasıtasıyla denetimi altına aldı:

İsrail- Suudi Arabistan- ve İran...(40)

16. Tarih şahittir ki, bütün çöküşlerin temelinde kanunsuzluk yatmaktadır...(41)

17. II. Dünya Savaşı’nın iki gerçek galibi; ABD ve SSCB’dir. Birincisi hegomonik deniz gücü, ikincisi onun karadan destekçisi. Jeopolitik açıdan çıkarları ortak olan bu iki ülkenin, ideolojik hasımlar olarak dünya gündemini işgal etmesi 20. Yüzyılın en büyük paradoksudur. (46)

18. Avrupa, dünyanın merkezine yerleşmek için ulus-devleti icat etti, sonra büyük ölçüde ulus-devlet yüzünden merkezi güç olmayı kaybetti, şimdi tekrar merkeze yerleşebilmek için ulus-devleti aşmak zorunda...(61)

- Uluslararası iktisadi bloklaşmalar...

19. Alman sanayi 1807’e kadar en son(model) makinelerle imal edilen İngiliz mallarının rekabetine cevap vermek zorundaydı. İngiltere sanayi devriminde bir nesil öndeydi ve yeni teknolojilerinin veya vasıflı teknik adamlarının ihracına yasak koymuştu. İnsanları besleme. Giydirme ve öldürme sanayileri ulusal ekonomilere güç veriyordu; ve 1806’daki Kıta Avrupa Blokajının ardından ingiliz malları aşağı yukarı alınmaz oldu, böylece kıtadaki sanayilere gelişme fırsatı tanındı...(68)

20. II. Dünya Savaşı Anglo-Sakson dünyasının zaferiyle sonuçlandı. Fakat ne savaşın mağlupları tarihsel haklarından vazgeçtiler, ne de galipleri

“avantajlarının” ebediliğine inandılar. Almanya ve Japonya, sanayileşmede diğer ülkeleri yakaladıktan sonra, onlara adeta şöyle diyorlardı:”Gelin mevcut haksız düzene bir son verelim; yani diğer dünya ülkelerini eşitçe, hakkaniyete(!) uygun olarak sömürelim!” (77)

21. ** Japonya’da sanayi dahil olmak üzere, gündelik hayatın dünyevi faaliyetlerini Zen-Budizm kutsuyor, Şinto o faaliyetlere bir ulusal kimlik, iyimserlik ve talih duygusu veriyor, Konfüçyanizm ise bireylerin her alanda yüzyüze geldikleri yakın toplumsal bağları güçlendiriyorsa (82) (Japonya’da din ile ekonominin iç içe geçtiği ve her ikisinin de ulusal politikanın buyruğuna verildiği karmakarışık ama son derece bilinçle inşa edilmiş bir mimari karşısındayız...) (83)

- Yeniliklerin ideolojik meşrutiyet boyutu...

- Feodal ayrıcalıklara son verilmesi...

22. Toplumdaki kültür kesimlerini, cemaatleri üretken iktisadi faaliyetlere çekmek suretiyle, bu kesimlerin kendi içinde dayanışması ile oluşan enerjiyi, bizzat kendi yararlarına olduğu kadar, toplumun bütünü için de yaralı olacak bir mecraya kanalize etmek...

23. ....diğer yandan bu “nevzuhur” faaliyet ve ilişkilerin toplum bireylerinin bilinçlerinde meşruiyet kazanmasına vesile olacak (84)

24. Bugün Japonya’nın küçük çocukları bile ülkeyi zenginleştirme ve orduyu güçlendirmekten söz ediyor....(85)

25. Japonya’nın II. Dünya Savaşı sonrasındaki “mucizevi” sanayileşme hamlesini başlıca üç unsura dayandırılabiliriz:

- Meiji oligarşisinin devamı sayabileceğimiz yeni Japon yönetici ve bürokratlarının etkinliği,

- Girişimci, teknik personel ve tüm çalışanlarıyla Japon halkının azmi, - Uluslar arası konjonktürün uygunluğu...

Sonucundan başlarsak, her şeyden önce bu dönemdeki Japon (ve Alman) sanayileşmesi işgal kuvvetlerinin yardımı ile oldu. Savaş, Amerika kıtası dışında hemen hemen bütün dünyayı tahrip etmişti. Sadece Amerikan fabrikaları çalışıyordu ve pek tabii bunların geniş bir müşteri portföyüne ihtiyaçları vardı. Yani savaş sonrası yeniden inşaa ABD’nin Batı Avrupa ve Japonya’ya bir lütfu değil, Amerikan ekonomisi için zorunlu bir ihtiyaçtı.

Jeopolitik olmaktan çok sözde ideolojik bir karşıtlık olarak dünyaya sunulan ABD-SSCB rekabetinde, Sovyetlerin ve daha da çok Çin’in Pasifik’teki etkinliğini dengeleyici müttefiklere ihtiyaç vardı. Bunların başında da Japonya geliyordu.(Avrupa’da Almanya) (86)

26. Japonya’nın bütün kurumları ve bütün yöneticilik uygulamaları (çatışma ve rekabeti caydıran, uyumu vurgulayan) rekabeti ortadan kaldırmaya yöneliktir. (87)

27. Matsushita çalışanları 1979 yılında yönetime 660 bin fikir önermişler, bunun karşılığında kendilerine toplam 900 bin dolar ödül dağıtılmış, ama sadece o yıl öneriler sayesinde bu miktarın 30 misli tasarruf sağlanmış, öneriler sonucu ortaya çıkan yeni ürün ve metotlar da şirketin kar hanesine ayrıca yazılmıştır...(90)

28. Soichira Honda: “Bir şey talep edildiği, piyasaya hazır olduğu için imal ediyor değiliz. Geliştirdiğimiz teknoloji ile talebi, piyasayı biz oluşturuyoruz. (90)

29. Ekonominin toplumsal hayatın merkezine yerleştiği bir çağda (günümüzde....) (104)

30. Tanrı öldü! Hıristiyanlığın tanrısına (tanrı anlayışına) iman akla sığmaz hale geldi...(111) (Frederick Nietzche)

31. Olumsuz yönde düzenleyici bir devlet...(128)

32. ABD’nin Pazar açma politikası... “ABD’nin mamul mal mal ihracatı artmalıdır” (Eastman-Kodak firması-akademisyenler raporundan) Bu hedefe en iyi diğer ülkelerin kendi pazarlarını serbestleştirmeleri sayesinde ulaşılabilir. Tabi tercihen ABD lehine serbestleştirmeleri...(142)

33. Dar bir çerçevede bir araya getirilemeyen bir çok ülkenin, geniş bir çerçeve içinde işbirliğine gitmeleri pratikte çok zor...(146)

34. İşbirliği için “kültürel” bir zemine ihtiyaç var...(147)

35. Milli değerlerdeki, kültürdeki, iktisadi yapı, kurum ve tarihlerdeki farklılıkların tümü, (içte dayanışma ve organizasyona) (dışta) rekabetçi başarıya katkıda bulunur...(152)

36. Bir memleketin ekonomik kudreti kabaca çalışılan saatlerin yekunudur...(151)

37. MEŞRUİYET MESELESİ : Bir milletin “başarı iradesi” nin üretkenlikle sonuçlanması ancak meşru bir zeminde mümkündür. Yani, tek tek bireylerin, muhatap oldukları kurumları, bu tarihi ve nesnel olayları, anlamaları ve haklı(meşru) görmeleri gerekir: Varolmak ve varlığını sürdürmek için bütün toplumsal düzenlere ve onların kurumlarına insan bilincinde meşruluk kazandırmalıdır.

Meşrutiyet, toplumun değerler bütününde bir süreklilik ile yakından ilgilidir.(155)

38. Japon başarısı hakkında “ Batıdan sadece teknoloji aldılar, kültürünü taklit etmediler “ gibi sıradan değerlendirmeler yapmak, araştırma eksikliğinin yanı sıra, zihni yetersizliğin de göstergesidir. Asıl mesele, Japonların yeni iktisadi faaliyet türünü ve yeni kurumlaşmayı toplum nezdinde nasıl meşrulaştırdıkları ve toplumun süregelen değerler manzumesinde –yeniklik ve değişime rağmen- bir kopuş meydana gelmemesini nasıl temin ettikleridir...(157)

39. 1871-73 yıllarında ABD, İngiltere, İskoçya, Fransa, Belçika, Hollanda, Almanya, Rusya, Danimarka, İsveç, İtalya, Avusturya ve İsviçre’yi kapsayıp tam 22 ay süren Iwakura misyonuna çeşitli toplum kesimlerinden 200 dolayında insan katılmıştı. Bu seyahatler sonucunda, Batı medeniyetinin gücünün esas olarak iktisadiyatta, sanayi ve ticarette yattığını keşfettiler.

Batılıların üstünlüğü teknolojideydi, teknoloji ise ticaret ve sanayinin organizasyonuna dayanıyordu ve bu organizasyon belirli bir insan tipiyle kaimdi: bireyci, müteşebbis, bencil(kendi karını en yüksek düzeye çıkarmak peşinde koşan) bir tip. Hatta bu bencillik iktisat teorisine sokularak meşrulaştırıldı. Her birey kendi kazancını maksimumlaştıracak biçimde davrandığı zaman, toplumun genel kazancı da en yüksek noktaya ulaşıyordu.

Peki, bu işleri Japonya’da kimler yapacak ve bu yeni faaliyet türleri toplumun bilincinde nasıl meşrulaştırılacaktı? (158)

40. Tabii, bu fikirlere halkı inandırmak için bazı adımlar atılmalı, insanlar yapılmak istenen işlerin kendi değerleriyle uyumlu olduğu hususunda ikna edilmeliydiler. Bunun için şu önlemler alındı:

- Madem modern müteşebbis bir samuraydı, o halde geçmişte samuraylar için geçerli olan ahlak kodu onun için de geçerli olmalıydı.

Müteşebbis bushido idealini samuray tarzı temsil etmeli yani alicenap, cesur,

sadık ve dürüst olmalıydı. Hirschmeler’e göre, bu özelliklerin vurgulanması, değerler sisteminde boşluk meydana gelmesini önlemekle kalmıyor, batı karşısındaki “teknik” aşağılık kompleksini “ahlaki” bir üstünlük vurgusuyla dengelemiş oluyordu.

- Modern işletmeler, klasik Japon köyü modeline göre kuruldular. Genel kabul görmüş toplumsal davranış modelleri olmadan hiçbir toplumsal örgütlenme işleyemez. (159)

... Örnekleri ve tedbir çeşitlerini daha da çoğaltabiliriz. Bütün bunlar bir tek gayeye yönelikti: Bütün toplumu ortak bir hedefe yöneltecek ve üretken iktisadi faaliyete imkan verecek olan meşrutiyet zeminini hazırlamak...

41. Mesele ne yabancı bir “zihniyeti” ne de yabancı bir “ahlakı”

benimsemek değil, farklı(düşman) bir dünyada geliştirilen iktisadi yapılara önce kendi değerler sistemi içinde anlam vermek böylece onlara toplumun bilincinde meşrulaştırıp millet fertlerini o alanda “savaşmaya” yöneltmekti.

(160)

42. Böyle bir meşrulaştırmanın İslami bir çerçevede nasıl mümkün olabileceği (hatta mümkün olup olmadığı) ve maliyetinin ne olacağı çağdaş ulemanın önündeki en önemli meseledir...(161)

43. Refah aynı zamanda bir yüktür. Ve refahın getirdiği ilk yük, onu sürdürme baskısıdır...(167)

44. II. Dünya Savaşı’nın hemen ertesindeki yıllarda, ABD’nin üç şeye ihtiyacı vardı: baş döndürücü sanayi parkı için müşteriler; ticaretin en az maliyetle sürdürülebilmesi için dünya düzeni ve üretim süreçlerinin kesintiye uğramaması için teminatlar...(167)

45. Gayr-i ahlaki tarafsızlık...(Gayr-i meşru tarafsızlık...(Batının Bosna’da uyguladığı ambargo gibi...)

46. ....Güçlü Rus filosu çok saygılı bir mesafede bekledi.

47. İnsanlar bir şeyi görmedikleri zaman, bu çoğu zaman onların o şeyi görmek istemedikleri anlamına gelir. (212-213)

Outline

Benzer Belgeler