• Sonuç bulunamadı

YAZAR; Mevzuunu etraflıca kavrayabilmiş mi? İleri sürdüğü deliller ile çıkardığı neticeler birbirine uygun mu? Maksadını açıkça anlatmaya

TÜRKİYE SORUNLARI

45. YAZAR; Mevzuunu etraflıca kavrayabilmiş mi? İleri sürdüğü deliller ile çıkardığı neticeler birbirine uygun mu? Maksadını açıkça anlatmaya

muvaffak olmuş mudur? Eserin planı güzel çizilmiş midir? Bahislerin çeşitli

olması ve aynı zamanda esastan ayrılmamaları sağlanmış mıdır?

(237-238)

46. Sahibinde bile inanç şeklini almamış bir fikir başkaları tarafından hakiki bir kanaat gibi müdafaa edilmek isteniyor.(248)

İKTİSADİ ÇÖZÜLMENİN AHLAK VE ZİHNİYET DÜNYASI Sabri F. Ülgener ; Yayınevi: Der Yayınları, İst.1981

1. “...aynı üretim ameliyesini ve aynı hukuk tekniğini olduğu gibi kopya eden ülkelerde iktisadi hayat batıdakinden farklı sonuçlar vermekte

devam ediyorsa, sebebi, altta zihniyet ve tutum farkından başka nerede arayabilir? İktisadi yaşayış,... yalnız dış verilerin bir araya gelişinden ibaret bir madde dünyası değildir. Gerisinde kendine has tavır ve davranışları ile insan gerçeği yatar. Kapitalizmi kapitalizm yapan yalnız dış görünüşü ile para, sermaye akımı, ya da o akımların gövdeleştiği kuruluşlar değil, aynı zamanda ve belki daha önemli ölçüde çağın tipik insanının davranış biçimi, tercihleri... yaşayış normlarıdır. O da yaşadığı dış kalıpların basit bir fonksiyonu olmaktan çok, çevreye ve eşyaya belli bir bakış açısı ile kısaca bütün bir iç dünyası ile karşımıza çıkar. (12-13)

2. İktisadi yaşayış, nerede ve hangi yüzyılda olursa olsun, yalnız dış verilerin bir araya gelişinden ibaret bir madde dünyası değildir. Bütün o yığınların altında ve gerisinde kendine has tavır ve davranışları ile insan gerçeği yatar. (12)

3. Fertler arasındaki münasebetlere kumanda eden ana fikir, devrin karakteri icabı maddiyat ve menfaattir...(Her hadise gibi fert ev topluluk münasebetleri de bu ana fikrin ışığı altında yerini ve manasını bulur.) (52)

4. İçtimai hayatın asırlık gelenek ve anlayışlarla verdiği “donne” kıymet anlayışı, halk ruhaniyatına bütün derinliği ile saplandığı için, hoşa gitmese bile hafızadan silinip yerine başka değerde ideallerin konulması kolay olmaz.

Yapılacak iş, ekseriya klişeleşmiş tabirleri aynen muhafaza ederek etrafında geniş daireler çizmek ve kelimeyi, belki maddesini örselemeden, değişik manada çekip yormaktan(yorumlamaktan) ibaret kalır. Bu taktirde, mevcut kelime kalıpları içine bir müddet sonra ahlak normlarının zor ile etkisinden büsbütün farklı manaların doldurulduğu gözden kaçamaz. Aynı hali burada da görebiliriz: ilk defa içtimai-vital saiklerden doğan kıymet ve idealler, din ve tasavvuf dünyasına aktarıldıkça, kelime yapısı aynı kaldığı halde, asıllarındaki renk ve ışık bolluğunu kaybederek kuru, renksiz bir dogmatizme, kapalı bir tevekkül felsefesine çevrilmektedir.(Mesela; içtimai ve siyasi hayatta vazgeçilmez bir fazilet örneği gibi tutunmuş ve yerleşmiş kelimelere yol üstünde rastladıkça, hoşa gitmeseler bile kalıp halinde atılamadıkları için, manalarına inmek ve değiştirmek, bugünkü rejim kavgalarının dahi tuttuğu dikenli ve dolambaçlı yolu teşkil etmektedir. “demokrasi” ile en küçük ilişiği olmayan rejimlerin ve “halk demokrasileri ve cumhuriyetleri” sözünü kullanmaktan vazgeçmemeleri yukarıda anlatılan halin ibret verici misallerinden biri olsa gerektir. (61-dipnot) (61)

5. İçtimai kıymet ve idealler, uzun ve çetin bir tekamül sonunda asıllarındaki hayatiyetten adım adım uzaklaştırılarak, kuru bir dogmatizme, hatta bir çok noktalarda mutlak bir dünya inkarına çevrilmektedir. (66)

6. Klasik ahlak kaynaklarının tanıttıkları ve hala 19uncu asır romantiklerinin bir gerçekmiş gibi salıverdikleri ihtirassız ve ihtiyaçsız bir insan değildir; o kadar değildir ki, bugünküne kıyas edilse, hislerin bazı

noktalarda çok daha sert ve taşkın olduğu dikkatimizden kaçmaz. Sözün kısası: “kayıtsız ve kaygısız” insan bir gerçek değil, ancak bir idealdir.(101)

7. Toplum asırlık geleneklere uyarak hayatının, hukuki ve siyasi vechesini düzenlenirken; ahlak normları üstünde o düzenin gerektirdiği yontma ve düzeltmeleri yapmaktan da geri kalmamıştır. Bu düzeltmeler, şüphe yok ki, birinci planda imtiyazlı tabakalar lehine varid olmaktadır.

(101)(uyarlanacak)

8. Bol, ferah ve gösterişli hayat üst tabakanın, nerede olursa olsun, vazgeçilmez vasıflarındandır.(102)

9. Modern hayatın icap ve şartları madde ile kaimdir.

10. Üste çıktıkça bol müsamaha ve imtiyaz; alta düştükçe o nisbette sert ve mutaassıp bir kayıtlama...(103)

11. ...manevi kıymetlerinin büyük bir kısmını hiç değilse geniş kitle önünde kurtarmak isteyen ahlak sistemi ile aristokrat sınıfın menfaatleri bir hizada geliyordu. İkisi de el birliği ile tevazu ile kanaatı halk yığınlarına mahsus bir fazilet haline getirmiş. (106)

12. (Lüks ve ihtişamlı hayat anlayışının halka yayılarak halkı dejenere etme yolunu tıkama gayretleri...(ahlakçılardan)

13. (Günümüz fert ve cemiyet hayatını gerçek zihniyeti ile tanıdığımızda göreceğiz ki; mücerret kaide ve düsturlara sığmayan romantik süslemelerden ibaret...)

14. *herhangi bir devrin iktisat ve cemiyet hayatını gerçek zihniyeti ile tanımak için, o hayatın mücerret kaide ve düsturlara sığmayan hakiki çehresini her türlü romantik süslemelerden ayırt etmeye ihtiyaç vardır.(128)

15. ...Yakın şark dünyası, nesci altında fazlası ile mevcut olan kazanç insiyakını zamanla normal bir kar ve teşebbüs zihniyetine doğru kanallamak imkanlarını elde edebilmiş midir? Kuvvetlerini sağa sola dağıtmayarak mazbut, rasyonel bir teşebbüs formu içine yığmak ve biriktirmek manasına iktisadi rasyonalizm bize hangi ölçüde nasip olmuş veya ne gibi sebeplerle daha başlangıçta durdurulmuştur. (128)

16. (bu zaaf ve ihtiraslar sebebiyle) üretim tarafı durgunlaşırken, tüketimin aynı ölçüde tahdit edilememesi, hatta bazı tabakalarda bilakis arttırma ve çoğaltma zihniyette ve iktisadi bünyede nasıl bir kıymet muvazenesizliğin sonu nereye varmış olabilir?(176)

17. Umumiyette istihlakin istihsale karşı ağır çekmesinden doğan müzmin bir nisbetsizlik...(187)

18. Gösteriş ve ihtişam hevesine imparatorluğun son devirlerinde toprak kayıplarının yüklediği rant ve irat azalışı ile harp ve sefer masraflarının

ağırlığı da katılınca, denksizliğin nasıl bir hadde vardığı kendiliğinden meydana çıkar.

19. (...) masraflar istenildiği gibi indirilmediği ve indirilmesi de arzu edilmediği için, yapılacak şey elbette iradı zorlayarak masraf hizasına çıkarmaktan ibaretti. Saray ve konak kahyalarından devlet ve idare amirlerine kadar hepsini irat peşinde koşturan aralık buldukları her kapıyı zorlamaya sevkeden zaruret işte buradadır.

20. İrada bu kuvvetin nereden geldiği tahmin edilebilir. Mutad istihsal yolları daraldıkça, onların dışında kalan vasıta ve kaynaklara biraz daha yüklenmek; o arada: köylünün mal ve para şeklindeki vergi yükünü gittikçe arttırmak; tahsil ve iltizam rejiminin getirdiği diğer istismar imkanlarını sonuna kadar kullanmak;(...) bütün bu tedbirlerin yetmediği hallerde; borç altına girmek... (190)

21. Tüketime dayalı iktisat rejimi

22. Üretime dayalı iktisat rejimi ( - )

23. Bütün mesele, doku altında birikmiş bu ihtirasın( insan yaradılışının nerdeyse o değişmez diyeceğimiz temel özelliğinin) zamanla nereye yol almış olacağını kestirebilmekten ibarettir. Batı ile ayrılış noktasının da burada aramak gerecekti: Biri temelde normal ve mutad kazanç imkanlarını kaybederek sonunda ister istemez loş ve sapa yollara yönelirken, öbürü kapitalist organizasyon ve hukuki formlarının kuruluşu ile birlikte dar ve eğri yollardan düzlüğe çıkmanın yönünü ve yönetimini bulmuş oluyordu.(196)

24. ....yığınların alışılmış yaşayışına, nerede ve ne zaman olursa olsun değişim ve dinanizm taşıyan o bir avuç dediğimiz azınlık olmuştur. (196)

25. O halde aynı (veya benzeri) azınlığın bizde nasıl bir çizgiyi sürdürdüğü ve nereye kadar uzandığı düşünmeye değer bir konudur.

Özellikle “sermayeci” olarak sahnede görünen kim veya kimlerdir? Ve belki daha önemlisi: karmaşık bir yığın içinden iş ve meslek adamının ayrı bir tabaka olarak belirip şekillenme şansı nereye kadar uzanmış veya nerelerde tıkanıp kalmıştır...(197)

26. “Türklerde üst tabaka göçebe karakterinden çok şeyler muhafaza etmiş... Türk köylüsü tipik bir köylü olduğu halde, şehirli şehir iktisadına yabancı bir efendi tabakası, bir muharip ve memur kast-ı vücuda getirmiş...

kibirli, çalışma ve kazanmaya fazla ehemmiyet vermeyen, iş hayatını hor gören bir sınıf! Binaenaleyh, efendi ırkın henüz harcanmamış kuvveti ile vücuda gelen devletin süratle yıkılmasında başa mesuliyet payı halkın bu göçebelikten kalma karakterine düşer.(201) (Garplı bir muharrir H. Kohn )

27. Çalışma ve kazanmanın verdiği iş zevkinden ziyade harcama ve tüketmenin getireceği ağız tadı baskın çıkar. Onun içindir ki el emeği asırlar geçtikçe en düşük değer seviyesine kadar alçalırken, istihlak hevesi, hem de

konuk hayatına has ifratlar ile halk ruhaniyetinden hiçbir zaman sökülüp atılamamıştır. (188)

İKTİSADÎ KALKINMANIN KÜLTÜR TEMELLERİ Prof. Dr. Mustafa E. ERKAL , Semih Ofset - Ank. 1990

1. Günümüzde ve gelecekte Türk aydını “kültür” ve “kalkınma”

arasındaki anlamlı bağı kurmak ve geliştirmek mecburiyetindedir. (önsüz -III) 2. Ekonomik gelişme, her şeyden önce kalkınmayı mümkün kılacak bir zihniyet dünyasının esiridir. (önsöz - IV)

3. Sosyolojik yaklaşım insanı dar ve tek boyutlu olmaktan kurtarmakta, meselelere çok boyutlu bakar hale sokmaktadır.(1)

4. Kültür birliği, tamamen birbirinin aynı düşünen aydınlar ve tekçi, kalıpçı fikirler anlamına gelmektedir. (3)

5. Muhafazakârlık: Milleti kültürel ve siyasi anlamda sürekli ve istikrarlı kılan unsurlara ve değerlere bağlı kalarak, onları canlı tutarak, kaynağı tahrip etmeden yenilikçi tavır takınmaktır. (10-11)

6. Muhafazakar bir politika halk ile aydın arasındaki sosyal mesafeni büyümesinin önler. (11)

7. Fertlerin çeşitli tavır aşlılarında ahlâkî ve mânevi inanç meselesi ön plana çıkarmaktadır. (15)

8. Dinleşen ideolojiler… (17); ideolojileşen dinler…

9. Muhafazakâr düşüncedeki korumacı, görüş, toplumun sosyal ve kültürel kişiliğinin devamını sağlar. (20) Kültürde muhafazakarlık, milli kültürü geliştirilmesi sürecinin muhafazası, korunmasıdır.)

10. Tabakalaşma piramidi- Kültür seviyesi- Süreç doğması …. İlişkisi 11. Ekonomik istismar, kültürel (yozlaşma) yabancılaşma üzerine bina edilecektir. (27)

12. Hindistan’a gönderilen bir Protestan papazı oradaki Müslümanları Hıristiyanlaştırmaya çalışır. Bir süre sonra A.B.D. ne dönen papaya faaliyetlerinde ne ölçüde başarılı olduğu sorulur = cevaben = “bizim çalıştığımız bölgede belki çok az kimseyi, belki hiç kimseyi Hıristiyan yapamadık, ama üzerinde çalıştığımız bu bölgedeki insanların artık hiçbiri Müslüman da değil” der.(27)

13. Çeşitli konuların konuşulmadığı ve tartışılmadığı bir ortamda fikirler

Outline

Benzer Belgeler