• Sonuç bulunamadı

The Crescent Obscured, Robert J. Allison, Oxford University Press, 1995 (Özet: Prof.Dr.Tbp.Alb.Mustafa KAHRAMANYOL)

Avrupalılar’ın Amerika Kıtası’na yerleşmesi on beşinci yüzyılda başlamıştır. Bu süreçte, Kuzey Amerika İngiliz ve Fransız, Güney ve Orta Amerika da Lâtin hâkimiyetine girmiştir. Önceleri, dinî serbestlik arayan ve Püriten diye bilinen insanlar kendi başlarına hareket ederek on altıncı yüzyılda Kuzey Amerika Kıtası’na yerleşmişken, daha sonra Avrupa devletleri ve özellikle İngiltere, buralara göçmen gönderme ve buraların kaynaklarını kullanma yönünde şuurlu ve kararlı bir siyaset benimsemişlerdir. Bu bağlamda, İngiltere hükümeti tarafından görevlendirilen iki şirket, Kuzey Amerika’daki göç işini yürütür olmuştur. Gerek İngiliz Tâcı’nın, gerekse tüccarın çıkarları göçmen sayısının arttırılmasını gerekli kıldığı için değişik yöntemlerle göçmen getirilmiştir; bâzıları toprak ve iş vaadi karşılığında, bâzıları hapisten kurtulma karşılığında, bâzıları resmen kaçırılarak, bâzıları ülkelerindeki baskılardan veya açlıktan kaçmak için bâzıları da köle olarak satılmak üzere Amerika’ya gelmişlerdir. Gelen göçmenlerden ancak zengin olanların herhangi bir yükümlülüğü veya mecburiyeti olmamıştır; geri kalanların tamamı, yola çıkarken bir şirketin veya tüccardan birisinin temsilcileri ile yedi-on yıllık boğaz tokluğuna çalışma sözleşmeleri imzalayarak Amerika’ya gelebilmişlerdir. Ayrıca, İngiliz Kırallığı buralardaki geniş toprakları soylulara vererek hükmünü yürüttüğü için İngiliz soyluları da aileleri ve bağlıları ile toptan olarak Amerika’ya göç eder olmuşlardır. Genel olara denebilir ki, ülkedeki siyasî, iktisadî ve kültür hâkimiyeti bu kümenin elinde olmuştur. ABD’nin kuruluşundaki mücadelede, bunların bir kısmı anavatanın yanında yer alırken , bir kısmı da kurucuların yanında yer almışlardır. ABD Meclisi de İngiltere’nin yanında yer almış olanların mülklerine el koymuştur. Bu konu çok önemli olmuş olmalı ki, ABD’nin bağımsızlığını sağlayan Gent Antlaşmasında ayrı bir madde olarak ele alınmıştır.

Amerika Birleşik Devletleri, Kuzey Amerika Kıtası’ndaki İngiliz sömürge eyaletlerinin bir araya gelmesi ile 1776 yılında kurulmuştur. Bunlar şudur:

Nuhempşayır, Masaçuset, Rod Aylınd, Konektikıt, NuYork, Nucörzi, Pensilvanya, Delaver, Merilınd, Vircinya, Kuzey Karolayna, Güney Karolayna, Corca. Bu eyaletlerin halkı çoğunlukla Anglosakson kökenden geliyordu. Alman, Fransız, İtalyan ve Slav kökenli olanları da vardı. Çoğunluk İngilizce dilinde konuşuyordu.

Hatta, ABD’nin kuruluşunda resmî dilin tesbiti konusunda yapılan halkoylamasını Almanca’ya karşı, küçük bir farkla, İngilizce kazanmıştır. Yine de Almanca, Birinci Dünya Savaşı’na kadar ABD’nin kuzey eyaletlerinin bir kısmında ikinci resmî dil olmakta devam edebilmiştir. Luiziyana ve Florida eyaletlerindeki Fransız kökenli insanlar halâ bir tür Fransızca konuşurlar. Şikago bölgesinde toplanmış olan

Slavlar’dan her milletin kendi şivelerini aile içerisinde koruduğu söylenmektedir.

Kaliforniya ve güney eyaletlerinin bir kısmında çok miktarda İspanyol kökenli halk yaşadığı için, buralardaki okullarda İspanyolca eğitimi verilmek zarureti duyulmuştur. Ortadoğu, Uzakdoğu ve diğer yerlerden gelen göçmenler ile yerlilerin millî kimlik konusunda faaliyet göstermekte becerikli olamadıkları anlaşılmaktadır. Zenciler ise kölelikten gelmiş ve büyük acılar çekmiş bir toplum olarak, yeni bir kültür geliştirme çabası içerisinde görülmekle beraber, Anglosakson kültürünün gölgesinde kalmış bir durumdadırlar. Sonuç olarak denebilir ki, ABD’de hâkim unsur Anglosakson olmakla beraber, halkın hemen hemen tamamı Hıristiyan Avrupa kökenlidir.

Bugünkü ABD’nin Türk’e bakışını doğru olarak tesbit edebilmek için yukarıdaki gerçekleri göz önüne almakta yarar vardır. Denilebilir ki, İngiliz hâkimiyeti döneminde Amerika’daki insanların Türk’e ve İslâm’a bakışı anavatan tarafından şekillendirilmiştir. Eşyanın tabiatı gereğince bunun böyle olması kaçınılmazdır. Zîra, servet, siyasî kudret ve bilgi İngiliz soylularının ve tüccarının elinde idi. ABD’nin kuruluşundan sonra ise mevcut olan bakış açısını tesbit edebilmek için , bu döneme ve bu dönemden itibaren yazılmış olan eserlere gitmekte yarar vardır.

Bu konudaki ilginç eserlerden birisi de “Karartılmış Hilâl” adlı eserdir ( The Crescent Obscured, Robert J. Allison, Oxford University Press, 1995 ).

Yazar bu eserinde, 1776-1815 döneminde ABD ile Müslüman Dünyası arasındaki ilişkileri incelemektedir. Öyle anlaşılıyor ki, yazarın gözünde ve belki de Amerikalı’nın gözünde, Türk ile Müslüman aynı kültür ve siyaset kavramlarının farklı ifadeleridir. Ayrıca, Osmanlı Devleti de İslâm’ın işe yarar tek temsilcisi olarak kabûl edilmektedir. Bu bakımdan, kitaptan aktarılan düşünce ve ifadelerin bu çerçevede değerlendirilmesi gerekir.

Kitapta, ana konu olarak, 1776-1815 yılları arasında ABD ile Cezayir, Tunus ve Trablus Beylikleri (Garp Ocakları) ile Fas Sultanlığı arasında cereyan etmiş olan ilişkiler ve savaşlar ele alınmaktadır. O tarihte, bu ülkeler nüfus, kültür ve yönetim itibarı ile Müslüman ülke görünümünü arz eden ve güçlü filoları ile Akdeniz’deki ticareti denetleyen güçler idi. Garp Ocakları, resmen Osmanlı Devleti’nin eyaletleri olmakla beraber, bir anlamda özerk beylikler idi. Her birinin başında leventlerin ve Yeniçeriler’in seçtiği Dai (Rehber) denilen yöneticiler bulunurdu.

Bunlar iktidarda kaldıkları sürece mutlak hüküm sahibi olurlardı ve yabancı ülkeler ile ilişki kurup antlaşmalar yaparlardı. ABD ise, yeni kurulmuş bir ülke olmakla beraber İngiliz geleneğinden çok şey taşıyan, Yunan-Roma Hıristiyan kültürünün sahibi ve o bölgedeki yıllık ticaretten bir milyon Dolar kazanan bir uzak ülke idi. Bu bakımdan ABD, gerek Osmanlı Devleti, gerekse de Garp Ocakları ile münasebet içinde olmak mecburiyetinde idi ve bu bölge onlar için çok önemli idi. İki tarafın da çıkarları, toplum yapısı, hayat tarzı, kaynakları ve güçleri farklı idi.Kitaptaki ilginç görüşler ve ifadeler şunlardır:

-“Hemen her Amerikalı, 1800’lerde Afrika Beylikleri ile savaşılmış olduğunu bilir ve bu olay ABD Deniz Piyadesi’nin marşında ebedileştirilmiştir”.(giriş,s.14)

-“Amerikalılar, Viyana bozgunu ve İnebahtı yenilgisi gibi olayları, Hıristiyanlar ile Müslümanlar veya Avrupalılar ile Türkler arasında, netice itibarı ile de medeniyet ile barbarlık arasında bir mücadele olarak görmüşlerdir”.(giriş,s.15)

-“ Amerikan donanmasının Trablus’taki zaferinden sonra, Papa 7.Pius demiştir ki, “Avrupalılar’ın asırlar boyunca başardıklarından daha çoğunu Amerikalılar birkaç yıl içinde başarmışlardır”.(giriş, s.16)

-“Müslüman Dünyası’nın hâli, Amerikalılar’ın ne yapmamaları ve devletlerini nasıl kurmamaları gerektiğini göstermek bakımından bir ders teşkil etmiştir”.(giriş,s.17)

-“Muhamed, insanlara değişim teklif etti ve insanlar da değiştiler; yeni bir din, yeni bir devlet ve yeni bir aile hayatı benimsediler. Her birisi fecî birer hatâdır”.(giriş,s.17)

-“ABD Senatosu, 1785 yılında, Cezayir, Tunus, Fas ve Trablus ile müzakerelerde kullanılmak üzere 80.000 Dolar ayırdı. Dışişleri Bakanı Con Cey de görevlilere, “amacınıza mani olabilecek veya amacınıza hizmet edebilecek kimselerin nüfuslarını satın almak yararlı olacaktır” talimatını verdi”.(s.5)

-“Con Peyc ve Riçırd Henri Li gibi kimseler, Akdeniz’de serbest ticaretin sağlanması amacı ile methiye ve hediye araçlarının kullanılması konusunda Başkan Cefırsın’ı uyardılar”.(s,7)

-“Beyliklerle olan münasebetlerde, diplomasi askerî gücün tehdidi ile desteklendi”.(s.12)

-“Cefırsın, milletinin Türkler’e ve Cezayirliler’e karşı ayağa kalkmasını sabırsızlıkla beklerken, Korsan Beylikler’e karşı milletlerarası bir ittifak oluşturmağa çalışıyordu”.(s.13)

-“Türkler, uzun bir zaman boyunca Avrupa’ya bigâne kalmışlardır.Fakat.

Avrupa’nın işlerine karışmamak ve bunlardan uzak kalmak, aynı zamanda Avrupa konusunda bir cehaletin oluşumuna da yol açtı. Bu cehalet yüzünden de, Avrupa ittifakları ve menfaatleri Osmanlı Devleti’ni yıkacak bir tehdit hâline geldi”.(s.16)

-“Cefırsın biliyordu ki, sürekli ordu bulundurmak bir milletin hürriyetini tehdit edebilirdi. Donanma ise böyle bir tehdit oluşturabilecek yapıya sahip değildi”.(s.17)

-“1795 yılında, Cezayir Daisi Karamanlı Yusuf Paşa ile ABD arasında imzalanan antlaşmaya göre, Akdeniz’deki serbest ticaretin karşılığında, ABD Cezayir’e 800.000 Dolar toplu ve 20.000 Dolar da yıllık haraç olarak ödeyecekti”.(s.22)

-“ABD, haraç ödemedeki gecikmenin özrü mahiyetinde Hilâl adlı bir kalyon inşa ederek, bunu 1798 yılında Cezayir Daisi’ne verdi”.(s.23)

-“1805 yılında Trablus ile yapılan savaşta esir edilen Türkler ve üç tuğlu paşalar Nuyork tiyatrolarında halka teşhir edildi”.(s.33)

-“Amerikalılar, Hıristiyanlığın bu çok eski düşmanlarına boyun eğdirerek ve kendilerinin hürriyetin savunuculuğu rolünü hafızalara nakşederek Akdeniz’deki savaştan muzaffer olarak döndüler”.(s.34)

-“Yöneticiler, bilinç altında bulunan Muhamed’in görüntüsünü kullanarak, kurulu düzeni bozma veya tutkulu düşüncelerin hatiplerini takip etmenin tehlikeleri konusunda halkı sürekli olarak uyardılar”.(s.35)

-“Hâlihazırda Müslümanlar’ı esir tutan küfür ve günah sisteminden, sadece tam bir işgal onları kurtarabilir ve hürriyete kavuşturabilir”.(s.36)

-“Prido’ya göre, ihtiras ve tamah Muhamed’in başlıca özelliği idi”.(s.38) -“Muhamed’in düzeninde, daima açık bir zulüm tehdidi vardır”(s.41)

-“Amerikalılar, İslâmı hürriyete karşı ve gelişmeyi önleyen bir din olarak görüyorlardı”.(s.46)

-“Türkler’deki kadercilik, uyuşukluğa sebep oluyordu. Kadınlar ve erkekler, hamamlarda sefa ederek, tütün ve kahve içerek kendilerini avutuyorlardı”.(s.48)

-“Türk’ün siyasetinde yönetici kudretli ve muhteşem, halk ise sefil bir hâle getirilir”.(s.52)

-“Müslümanlar, sadece hürriyetlerini değil, hürriyetin mümkün kıldığı her şeyi kaybettiler”.(s.59)

-“Amerikalı Raksalina, samimî, açık yürekli, bağımsız bir insan ve Sultan’ın eşi olarak Türkiye’deki despotluğu sadece kalbinin temizliği ile baş aşağı eder”

(Sultan adlı tiyatro oyunundan).(s.71)

Osmanlı Devleti’ni konu alan ve ABD’de 1780’lerden sonra sahneye konmuş olan tiyatro oyunlarından da bu kitapta söz edilmektedir. Bunlar şunlardır:

1-Cezayirliler’in Kısa Tarihi: 1789 ,Masaçuset Magazin adlı gazetede yayınlanmıştır.

Barbaros Hayrettin Paşa, Cezayir’in eski sultanının eşi olan Zafira’yi zorla elde etmek ister. Zafira bunu red eder ve zehir içerek intihar eder.

2-Sultan: 1794, İzak Baykerstof.

Kanunî Sultan Süleyman, haremindeki cariyelerden birisi olan Hurrem’e âşık olur ve kendisine teslim olması mukabilinde Hurrem’e her türlü imkânı vaad eder.

Ancak Hurrem, kendisinin hür ve sultanın eşidi olarak kabûl edildiği takdirde

evlenmeğe râzı olur. Evlendikten sonra da ülkenin düzenini değiştirir, demokrasiyi ve hürriyeti getirir.

3-İrina’nın Hikâyesi:1796, Rurıl Magazin adlı gazetede yayınlanmıştır.

Fâtih Sultan Mehmet, haremindeki cariyelerden birisi olan İrina’ya âşık olur ve İrina’nın yanında zaman geçirerek ordusunu ihmal eder. Ordu isyan edince de Fâtih korkar, bocalar ama sonunda kılıcını çekerek İrina’nın başını keser ve insanları ezeceği hayata döner.

Kitapta görüldüğü üzere, 1776-1815 döneminde ABD’de yaşayan insanlar, Türk’e ve Müslüman’a barbar, uyuşuk, kokuşmuş kimseler gözü ile bakmışlardır.

Bunların da, sözüm ona kurtulabilmesini sadece Batı’nın tam işgali ve şefkatli eğitimi sâyesinde mümkün olabileceğini farz etmişlerdir. Tiyatroyu halkın yönlendirilmesi için yoğun olarak kullanan siyaset de bu görüşün işlendiği eserleri öne çıkarmış ve desteklemiştir. Gerçi, yazar Bayan Montegü’nün Osmanlı ve İslâm lehindeki hatıratından alıntılar da yapmış bulunmaktadır. Böylesi bir geçmişin bugünkü kanaat ve tutum üzerende ne kadar etkili olduğu merak konusu olsa gerektir. (

16.03.2004

İSLÂM’IN HANÇERİ

Outline

Benzer Belgeler