• Sonuç bulunamadı

19. II. Dünya savaşından sonra üretilen modernleşme kavramları, özellikle eski sömürgelerin bağımsızlıklarını kazandıkları bir dönemde hakim bir paradigma konumuna yükseldi. (fiili işgal-uzun vadede kendi içinde erkabet problemi doğurduğundan- başka bir yol bulma....Bk. Jeopolitik-Jeokültür..)

20. Sömürge toplumlarının psikolojisi: Bu dönemde eski sömürgeler, bir yandan bağımsızlıklarını kazanmak için batılı emperyalistlere karşı savaşırken bir yandan da bağımsızlıkla birlikte, batılı toplumları kendi önlerinde anlaşılması gerekli bir model olarak alıyordu. (23)

21. Modern uygarlığın sosyo-kültürel kurumlarının toplumlara yayılma süreçleri... (25)

22. ABD’li tarım uzmanı Rogers’a göre batılı olmayan toplumların modernleşmesi, batı uygarlık merkezinden doğan yeniliklerin bu toplumlara doğru yayılma sürecinden başka bir şey değildir.(27)

23. Yenilikçi azınlık, erken kabul edici – kesimsel modernleşme

24. Rogers; modernleşmeye engel olan geleneksel öğelerin yanında, modernleşmeyi teşvik eden ve hızlandıran geleneksel değerleri ve kurumları görmezlikten gelmektedir. (30)(sebebi; geleneklerin teşvik ettiği modernleşme bilim ve teknolojik üretme tarzında (Japonya’da olduğu gibi) batı kültürünün teşvik ettiği modernleşme modern tüketim pazarı olma tarzında (bilim gibi)

25. Her değişim süreci beraberinde yeni düşünce ve alışkanlıkları, yeni örgütlenme biçimleri ve tekniklerini getirecektir.

26. Her toplumda, yerel sistem ve kültür farklılıkları modernleşmenin etkilerini de farklılaştırmaktadır. (32) öyle ki gerileme...

27. Modernleşme sosyoloğu – Modernleşme sosyolojisi Modenleşmenin cevheri = bilimsel bilgi

28. Modernleşmenin en ilginç ya da ayırdedici yönü, geleneksel üretim tekniklerinden modern üretim tekniklerine geçiş sürecidir ki, bu olgu sanayii devrimi olarak adlandırılmaktadır. (34)

29. (Modernleşme sosyoloğu) Schoorl, bilimsel bilgiyi modernleşmenin cevheri olarak görür. Ona göre modernleşme, mevcut bilimsel bilginin toplumun bütün etkinliklerinde, bütün yaşam alanlarında ve bütün çehrelerinde uygulanmasından başka bir şey değildir. (35)

(O halde bir toplumda bilimsel bilgiler ne kadar kendine uygulama alanı bulabiliyorsa, o toplum o derece modern demektir.) (35)

30. *** Bizce, pozitivistlerin en temel yanılgılarından birisi bilime; din, ahlak ve ideoloji gibi normatif bir işlev yükleyerek toplumu salt bilimsel bilgilerle düzenleme talepleridir. Oysa, bilim sadece nesneler arasındaki ilişkileri saptamak, gerçekliği betimlemek ve açıklamak ile yükümlüdür. (36)

31. Eğer sonunda, bir hesap günü yoksa ve insan bir gün yaptığı hayırlı edimlerinin karşılığını almayacaksa, niçin insanları sevmesi ve onlar için kendi hayatını ortaya koyması gerektiği sorusuna hiçbir zaman tatmin edici cevap veremezler. (Comte ve diğerleri pozitivistler) (36)

32. Bilimsel gelişme ve bununla ilişkilendirilmiş teknik ve ekonomik gelişmeler toplumların sosyal yapılarında ve ilişki düzeninde daima belirli değişmelere yol açacaktır. Ancak yeni imkanların nasıl kullanılacağı ve

değerlendirileceği önemli bir ölçüde, toplumun değerler sistemi ve buna bağlı olarak ahlaki normlar tarafından belirlenmektedir. Başka bir deyişle

modernleşme süreci, toplumun değer ve normlarına bağlı olarak değişik yönlerde yürür. (....) (ilerleme*), sadece maddi ve nesnel değil,

insanlararası(toplumlararası) ilişkiler bağlamında da genel bir ilerleme olduğu varsayımını içermektedir. Teknik ilerleme gerçekte, her zaman toplumun özgürleşmesi ve dayanışmanın artması yönünde (barış ve adalet yönünde) netice göstermez. Tam tersine sömürgecilik döneminde ve ırk ayrımcılığının olduğu ülkelerde görüldüğü gibi, teknolojik gelişme belirli ülke ve gruplar tarafından diğerlerinin olanaklarını ve özgürlüklerini sınırlama yönünde kullanılabilir...(37)

33. ( - ) insanlar ve toplumlar, birlik, beraberlik, kardeşlik ve

yardımlaşmaya, adalete yönelirlerse; başta kendi akıl, zeka ve duyguları

olmak üzere bilim, teknoloji ve maddi imkanları, bu gayeyi gerçekleştirecek, bu gayeyi gerçekleştirmenin önüne çıkan engelleri ortadan kaldıran birer faktör iken; insanlar ve toplumlar kişisel çıkarlarına, zaaf ve ihtiraslarına yönelirse, aynı imkanlar, bu gayeyi gerçekleştiren birer faktör haline gelirler.

(İslamiyet’in fonksiyonu, insanı ve toplumu birinci konuma getirmektir.)...(yazı konusu...)

34. (Toplumlar arası çatışmalar kategorize edilirse...) a. - Modern toplum

- Modern tüketim toplumu

- modernleşme sadece tüketim açısından üretim açısından yoksa...

35. Batılı olmayan toplumlar, batı kültürünün kimi değerlerini kendi kültürlerine katarak, aynı zamanda kendi kültürlerinin iç tutarlığını da bozmaktadır. (43)

36. Bir ülkenin modern olup olmadığını ölçmede kullanılabilecek tek ölçüt, bilimsel bilgilerin hayata ne kadar geçirildiğidir. (45)

37. Her toplumda hakim kültür(dominant) yanında, ondan ayrılan alt ve bölgesel kültürler de yaşamaktadır. Ayrıca daha insanca bir yaşamı mümkün kılan evrensel değerlere de sırt çevrilemez...(45)

38. İtalyan düşünür G. Mosca’ya göre: Çoğunluğun azınlık tarafından yönetilmesinin nedeni, ikincilerin iyi örgütlenmiş olması ve ayrıca bu sınıfa dahil kişilerin üstün yeteneklerle bezenmiş olmasıdır. (...) Toplumun her zaman küçük bir azınlık tarafından yönetilmesi değişmez bir kuraldır. Bu nedenle sistemin adı ne olursa olsun, oligarşik niteliği hiçbir zaman da değişmez...(toplum nezdinde ne suretle meşrulaştığı...) (48)

39. Toplumun stratejik kumanda mevkilerini işgal eden iktidar seçkinleri üç ayrı gruptan oluşmaktadır: Siyasal liderler, askeri liderler ve büyük şirket yöneticileri...(....) Bu elitler kendi aralarında çok iyi ağlar kurmuşlar ve örgün bir çevre oluşturmuşlardır. Aralarında zaman zaman iç çatışmalar olsa da;

sistemin devam ettirilmesinde ve korunmasına tam bir işbirliği içindedirler.(Amerikalı yeni elitist kurama C.Wright)(49)

40. Batılı ülkeler karşısında güçsüzlüğünü anlamış olan ülkeler ilk önce askeriyeyi modernleştirmekle işe başlamışlardır. Yine bağımsızlık savaşları sırasında da önemli fonksiyonları olan asker bürokratlar, yeni dönemde karar mekanizmaları üzerinde bir hayli etkili olmuşlardır. Bugün batılı eğitimden geçmiş askeri bürokrasi, modernleşmeci hükümet ve rejimlerin de en sadık bekçileridir. Hatta sivil bürokrasiyle ortak olan ekonomik ve ideolojik çıkarlarından dolayı sivil bürokrasinin iktidarı tehlikeye düştüğü zaman siyasal çatışmalarda taraf tutmakta ve ülke istikrarı bahane edilerek sivil idareyi devralmaktadır. Devlet ve rejimin korunmasında ve kurtarılmasında

bekçilik görevi üstlenmiş olan askeri bürokrasi toplumun en tutucu öğesidir...(53)

41. (Dr. Ali Ş.’ye göre: İslam toplumlarında ve diğer batılı olmayan toplumlardaki aydınları, batı karşısındaki tutumlarıyla üç gruba ayrılmaktadır. İlk grup aydınlar batılı eğitimden geçmiş ve batıya öykünen aydınlardır. İkinci grup aydınlar ise, birincilerin tersine kendi geleneksel kültürüne bağnazca bağlılıktan dolayı, batıya sırtını çevirmiş aydınlardır.

Üçüncü grup aydınlar, kendi yerli kökleri üzerinde durma gereği hisseden ancak aynı zamanda batının, batı bilim ve uygarlığının kazanımlarına seçmeci bir tavırla yaklaşan ve ondan belli ölçüler içinde yararlanmayı yadsımayan aydınlardır...

Her ne kadar karşıt olsalar bile gerek birinci ve gerekse ikinci gruptaki aydınlar batı karşısında ifrat ve tefrite düşmüşler ve tutumlarıyla son iki yüzyılda batı sömürgeciliğinin çıkarlarını desteklemişlerdir. (J.P. Sartre’in

“batı sömürgeciliğinin yerli ajanları” dediği grup birinci grup aydınlardır.) (54)

42. Aydın Despotizmi: Eğer halk (batı uygarlığına) ulaşmak için çaba sarfetmiyorsa ve hatta direniyorsa en otoriter ve baskıcı yöntemlerle bu direniş kırılmalıdır. (Bu anlayış, bir yandan askeri diktatörlüklerin ve baskıcı yöntemlerin oluşturulmasına zemin hazırlarken, diğer yandan aydınların) (54)

43. ...Toplumun en bilinçli ve sorumlu öğesi olmaktan uzak düşmüşlerdir...(yapıştıcı-katalizör....) (55)

44. Zenginler puro içer....fakat puro içerek zengin olmaz....(ABD’li ekonomist Samuelson ) (55)

45. Batılı olmayan ülkelerin bağımsızlık savaşlarından sonra, batılı yaşam tarzını örnek almaları, emperyalist pazarları daraltmamış, daha da genişletmemiştir. (55)

********** Türk Modernleşme Tarihinde Elitlerin Rolü ************

46. Türk toplumunun modernleşmesi, başından beri tepeden inme yöntemlerle ve elitler tarafından gerçekleştirilmiştir. (57)

47. Osmanlı’da bürokrasinin sivil kesimini oluşturan ve belli bir oranda halkı yönetimde temsil eden ulema, batılılaşma hareketleriyle ve özellikle Tanzimat’la birlikte ortadan kalkmıştır. Ulemanın yerini daha sonra batılı eğitimden geçmiş aydınlar almışlardır. Ulemanın yönetimden uzaklaştırılmasıyla yönetim ve halk arasındaki uçurum daha da büyümüştür.

Çünkü, batılı eğitimden geçmiş aydınlar halka yabancıydı. Sarayda batı etkilerinin yoğunlaşmasıyla birlikte, sadece siyasal açıdan değil, kültürel açıdan da Osmanlı toplumunda ikili bir kültür yapısı belirmiştir. Merkezde, batı etkilerinin yoğun olduğu seçkin kültürü, çevrede ise İslam’la yoğrulmuş halk kültürü...

Osmanlı’da yönetici sınıf, Karlofça (1699) ve Pasarofça (1718) antlaşmalarından sonra, batının askeri üstünlüğünün farkına vardı. Akla gelen ilk çare askeriyenin ıslahı oldu (58)

48. III. Selim’in ıslahat programı, önceden tasarlandığı ve bilinçli bir şekilde pratiğe aktarıldığı için Osmanlı toplumunda “güdümlü” ve “zorunlu”

kültür değişmesinin de başlangıcını oluşturur. (58)

49. II. Mahmut döneminde ıslahatlar askeri sahayı da aşarak eğitim, ekonomi, devlet düzeni ve kılık-kıyafet alanlarına kadar genişletildi. (58)

50. Gülhane fermanından sonra, bu fermanın ilkelerini yineleyen Islahat Fermanı (1856) yayınlandı. Islahat Fermanı’nın etkileri, özellikle Hıristiyan tebaa arasında ulusçuluk akımlarının güçlenmesi biçiminde tezahür etmiştir.

(59)

51. 1838 Ticaret Sözleşmesi, İngiliz uyruklulara Osmanlı pazarlarında çok özel ticari ayrıcalıklar tanıyor ve Osmanlı ticaret ve sanayiini Avrupa’nın denetimine sokuyordu.(59)

52. Tanzimat Fermanı, Hıristiyan tebaanın siyasi ve ekonomik bakımdan güçlenmesine, ayrılıkçı hareketlerin yayılmasına, imparatorluğun dağılmasına hizmet etmiştir. Batı Osmanlı’ya bu fermanı yayınlaması için baskı yaparken, bu sonuçları doğuracağını biliyordu. (Ancak, buna alet olanları yerli işbirlikçi..) ( - ) 60’dan uyarlama....

53. Askeri okullar ağırlıkta olmak üzere, bugünkü Türk toplumundaki pek çok eğitim kurumunun temeli Tanzimat döneminde atılmıştır. Bu okullar, batılı eğitimi örnek alıyor ve bu okullardan çıkan kişiler daha sonra askeri ve sivil bürokraside görev alıyorlardı.(onların icraatları ise kültürel batılılaşma hedefine yönelişi gittikçe şiddetlendiriyor, batılılaşma yönündeki sosyolojik süreci devam ettiriyordu.) Başka bir deyişle batılılaşma eylemleri kendini yeniden üretecek kadroları bu okullar kanalıyla yetiştiriyordu. (60)

54. Osmanlı batılılaşma hareketleri, temelde batı hayranlığı ve batı toplumunun üstyapı kurumlarını aktarma biçiminde tezahür eden bir öykünme hareketidir. Yenileşme hareketlerinin düşünsel temelleri oldukça sığdı. Ne devlet adamları, ne de aydınlar batıyı batı yapan temel değerleri ve süreçleri kavramamışlardı. (61)

55. Batılılaşma girişimleri çoğu kez ya batılı ülkelerin baskılarıyla ya da dolaylı baskılarıyla gerçekleştirildiğinden, sonuçları itibarıyla onlarla örtüşüyordu. Batılılaşma, toplumun iç dinamiklerini gelişme yönünde değil, bozulma ve gerileme yönünde etkilemiştir.

56. Halktan batılılaşma hareketlerine karşı olumsuz tepkilerinin nedeni, salt dinsel ve kültürel değildir. Osmanlı ekonomisi, elitler eliyle batı kapitalizminin çıkarları doğrultusunda biçimlendirildikçe geriliyor ve bunun yükünü doğrudan halk omuzluyordu. Batılılaşma hareketleri, batıda gelişen

kapitalizmin Osmanlı topraklarına doğru yayılıp serpilmesine müsait bir zemin hazırladığı için Osmanlı elitleri, ama bilinçli ama bilinçsiz batının işbirlikçisi rolünü oynamışlardır.(62)

57. Hiçbir olgunun (..) tarihsel bir arka plandan kopuk olması düşünülemez. (63)

58. Batılılaşma ve bağımsızlık hedeflerinin birbirlerini dışlayıp dışlamadıkları...(63)

59. Yetmişli yılların başından itibaren Türk sağında ayrışmaya başlayan bir İslami muhalefet gelişmeye başlamış ve bazı dış konjonktürel koşulların da itelemesiyle Cumhuriyet tarihinde ilk kez Müslüman halka dayanan sistem dışı bir muhalif güç ortaya çıkmıştır. (67)

Modernleşme aracı olarak dış yardım

60. ...ilerlemenin yönü “Batı Modeli” olarak saptanmıştır. (70)

61. Dış yardım, batılı olmayan toplumların modernleştirilmesi için bir araç ve strateji olarak...

62. Dış yardım veren zengin ülkeler, hangi motiflerle yoksul ülkelere yardım etmektedirler?

63. Politik ve stratejik motifler...Ekonomik ve ticari motifler....Etik ve hümaniter motifler...

64. Dış yardıma ilk defa başvuran ülke Amerika idi. II. Dünya

Savaşı’ndan sonra dünya iki bloka ayrıldı. Soğuk savaş atmosferinde yani 50’li ve 60’lı yıllarda, özellikle kapitalist zengin ülkeler yoksul üçüncü dünya

ülkesinin komünist bir rejime geçmesini engellemek ve kendi nüfuz alanlarında tutmak için dış yardım silahını kullanmaya başladılar. Örnek:

Marshall yardımı: “1. Avrupa ülkeleri aldıkları yardımı Amerika2dan alış-veriş yaparak değerlendirmek zorundaydılar. 2. Yardım alan ülkeler,

Amerikan yatırımlarını ve Amerikan mallarının ithalatını sınırlayıcı önlemler almayacaklardı. 3. Yardım alan ülke, komünist bir politik çizgi izlemeyecekti”

gibi koşullar taşıyordu.(76)

65. Altmışlı yılların ortalarından itibaren dış yardıma arka planında ekonomik motiflerin yattığı yönündeki araştırmalar hızlandı. Bu

araştırmalarda ileri sürülen iddialara göre, kapitalist ülkeler kendi ekonomik çıkarları için dış yardımı bir araç olarak kullanıyorlardı. Ekonomik çıkarların başında, yoksul ülkelerden sanayileşmiş zengin ülkelere hammadde akışını güvence altına almak, ihracatı finanse etmek ve yatırıma elverişli bir iklim oluşturmak gerekiyordu. (77)

66. Her ne kadar dış yardım siyasal ve ekonomik çıkarları gerektiriyorsa da, bunun bir de humaniter ve ahlaki bir arka planı vardı. Kapitalist ülkeler bir yandan kendi egoist çıkarlarını maskelemek, diğer yandan da içerdeki

üçüncü dünyacı grupların baskılarına cevap verebilmek için dış yardımın bu boyutunu ileri sürüyorlardı. (77)

67. Dış yardım, işlevleri ve arka planında yatan farklı motifler itibariyle merkez ülkelerin çevre ülkeleri güdümleme amacına dönük çok yönlü (siyasi-ekonomik-ideolojik-hümaniter v.s.) bir denetleme aracıdır. (78)

61.(iç pazarı doymuş) sanayileşmiş ülkeler...

68. Kendi ürünlerini pazarlamak için nüfusun yoğun olduğu gelişmekte olan ülkelerde büyük Pazar alanları açmak, sanayi ülkeleri için bir zorunluluktur. Bunun yanında gelişmekte olan ülkelerden sanayi ülkelerine düzenli olarak hammadde akışı sağlamak gerekmektedir. (1962 tarihli işverenler notası-Hollanda hükümetine verilmiştir....) (80)

69. Toplumun bütün kesimlerinin çıkarlarına uygun düşecek bir düzenleme...(82)

70. Dış yardım, kısa vadede yoksulluğun görece katlanılır hale getirilmesine hizmet etmekte...(85)

71. Zengin kuzey ülkelerini korkutan güney ülkelerindeki gelişmeler nelerdir? Göçler; mülteci dalgası, uluslar arası terörizm, uyuşturucu ticareti, borçlar; dini ve ulusal hareketler, çevre kirliliği, güvenlik rizikoları...(86)

72. Batılı insan elde ettiği refahı başkalarıyla da paylaşmak istemiyor.

Sorun, yüksek standartlarda yaşam sürmeye alışmış insanların kendi refahından taviz vermeye yanaşmamasından kaynaklanıyor. (86)

73. Batılı gözlemciler İslam dünyasındaki İslami hareketlerle özellikle ilgilenmeye başlamışlardır. İslam’ın uyanışı, statükoyu kendi çıkarları doğrultusunda muhafaza etmek isteyen batılı emperyalist güçler için bir korku kaynağıdır. Batılının korktuğu İslam, ne “Suud İslamı”dır ne de

“Pakistan İslamı”dır. Çünki bu ülkelerdeki İslam, yeryüzündeki güç ilişkilerini ve dengelerini yeryüzündeki müstazaflar(sömürülenler) lehine değiştirmeyi amaçlıyor. Batılı ülkelerin korktuğu İslam, güç dengesini altüst edecek anti-emperyalist ve devrimci İslam’dır. (86-87)

74. Dış yardımın işlevleri; (sömürülen ülkelerdeki ekonomik) durumu katlanılır bir hale getirmek; kendi çıkarları doğrultusunda kurulmuş olan dünya düzenini ayakta tutan işbirlikçi rejimlerin devrilmesini önlemesi, bu ülkelerden batıya kaynak aktarımını sağlaması; üçüncü dünyada alım gücünü artırmak, ulusal ve uluslar arası düzlemde zengin ve yoksullar arasındaki çatışmayı yumuşatmak; yoksulluk, baskı ve sömürüye karşı mücadele eden baskı gruplarını nötralize etmek...(88)

75. Sorunun nedenlerine değil, belirtilerine yönelik bir mücadeleyi öngören(çözümler..)(98)

76. ...Yerel kültürlerin kendi normatif(....) perspektifleri içerisinde, statükoya karşı toplumun iç dinamiklerinden hareketle bir çıkış yolu bulunabilir. Kültürlerin diyalektik yapısı, kendi gelişme projesini ve bu proje içerisinde (kadın-erkek) ilişkilerini yeniden konumlandırabilecek bir durumdadır. Aksi taktirde, dışarıdan getirilecek modeller hiçbir zaman sorunları çözemeyecek, hatta işleri daha da içinden çıkılmaz hale getirecektir.

(101)

77. Eski bir Hollanda sömürgesi olan Endonezya’nın İslam’ı hala Hollanda üniversitelerinde öğrendiğine bakılırsa, (Endonezya Din İşleri Bakanının) Protestanlığı andıran İslam anlayışının kaynaklarının neresi olduğu daha iyi anlaşılır...(106)

78. Olanı olması gereken diye kabul etmek zorunda kalmak....(108) 79. ...toplumsal ve kültürel yaşama yön vermeye başlaması....

80. ... orijinal kaynaklarından uzaklaşmış ve egemen sınıfların çıkarlarına yataklık eden bir mahiyet kazanmıştır. (109)

- Tepkisel bir karakter...

81. Türk ailesi son yetmiş yıllık süreç içinde gerek politik ve gerekse hukuksal güdümlemeler, gerekse makro-planda yürütülen ekonomik ve toplumsal modernleşme süreçlerinden etkilenerek günümüzdeki çekirdek aile konumuna gelmiştir.(117) (batı ile farklı süreçler izlemesinin sebepleri)

82. Batıda toplumsal güvenlik şemsiyesi çok daha kapsayıcı olduğu için bireycilleşme, atomize olma ve anomi süreçleri daha yıkıcı bir şekilde tezahür ediyor...(118)

83. İslam kültüründe dinin bir başka karşılığı fıtrattır.

Modernleşme Ve Din: Kapitalizm, Protestanlık Ve İslam

84. Protestanlığın batı toplumunda oynadığı tarihsel rolün İslam aleminde karşılığı....(123)

85. Weber, sosyal olayların izah edilmesinde tek-nedenli açıklama modellerine ilgi göstermez. (124)

86. Batı kapitalizmi, tarihsel özelliğini oluşturan kar güdüsüyle(akılcı bir disiplini) birleştirmiştir. (126)

87. Dinin sosyal taşıyıcıları tarafından ilgili tabakaların gündelik ihtiyaçlarıyla uyumlu olan bir değerler dizisine dönüştürülmesi... Halk İslam’ı...(128)

88. Hıristiyan teologlar İslam’ın tarihsel başarılarını şiddet, şehvet ve hileye dayandırarak açıklıyorlardı. Max Weber’in İslam sosyolojisi, İslam’a ilişkin çarpık yargılarının ekseninde gelişmiştir. (bu önyargı batıda nesilden nesile aktarılmış, öyle ki, aynı önyargılar, bizzat İslam dünyasında bile

belirleyici konuma gelmiştir.) (bu şablona göre: batı iyiyi, doğu kötüyü temsil etmekte;batı toplumları dinamik gelişmeye açık ve hoşgörülü toplumlar, doğu toplumları ise statik, gelişmeye kapalı ve katı toplumlardır. Bu düşünce biçimi, bir yandan tipik bir yansıtma, diğer yandan da batının İslam dünyası üzerindeki sömürgeci faaliyetlerini meşrulaştırmaya yarayan bir işlev görüyordu...(129)

89. Gerek İslamcı reformistlerin, gerekse batıcı laik reformistlerin dine ilişkin düşüncelerini belirleyen ana paradigma; ilerlemeci modernizmdi.

Modernleşme projesi II. Dünya Savaşı’ndan sonra bütün batılı olmayan toplumlarda uygulamaya konuldu.(83-a) Geri kalmışlıktan kurtulma ve ilerleme için ortaya çıkan modernleşmeci tezler şu üç önermeden hareket ediyorlardı:

- Geri kalmışlık olgusunun temelinde yatan nedenler üst yapısal kültürel etkenlerdir. İlerlemek ve gelişmek için batının sadece bilim ve teknolojisini transfer etmek yeterli değildir, bunun yanında bu olguları besleyen zihinsel ve kültürel öğeleri de taşımak gerektir.

- Geri kalmışlık dışsal etkenlerden ziyade içsel etkenler tarafından belirlenmiştir. Bu nedenle içsel bir çıkış yolu bulunamaz. Batıdan dış yardım, yabancı sermaye v.s. almak zorunludur....

- Batı, insanlığın genel evriminin doruk noktasını temsil etmektedir, onu model almaktan başka çare yoktur. Nitekim batılı olmayan toplumların da varıp dayanacakları nokta burasıdır. (132)

(Bugün bu önermelerin, batılı olmayan toplumların bilim ve teknolojide ilerlemesini değil, aksine bunun önlenmesini sağlamak, toplumu kendi iç dinamiklerinden yoksun bırakarak kalkınma disiplinlerini baltalayarak bir modern tüketim pazarına dönüştürme projesi olduğu anlaşılmaktadır.

90. (Günümüzde) Laikler(laikçiler) dine doğrudan karşı koyma yerine, hem radikal sistemin hareketlerini bastırmak hem de hala vazgeçiremedikleri modernleşme projelerine halktan destek koparabilmek için İslam’ın yeni bir versiyonunu aktif olarak devreye sokmayı deneme yoluna başvurmaktadırlar...(133)

91. Diyanet, Türkiye’de geçerli olan modernist İslam’ın kurumsal gövdesidir...(133)

92. (84)’te belirtilen tutumun sebebi: radikal İslam’ın güçlendiği koşullarda dine karşı geleneksel yaklaşımın nüanse edilmesi ve bu şekilde sistem adına azami yararlar sağlanmasıdır...(133)

93. MEŞRULAŞTIRMA İŞLEVİ: Her siyasi rejimin bir meşrutiyet sorunu vardır. Bir devlet halk nazarında ne kadar meşru kabul edilirse kendi varlığını o kadar kolay sürdürme imkanı elde eder. Bu açıdan laik T.C.’nin başından

beri problemleri bulunmaktadır. (134) (diyanet, dini açıdan devleti meşrulaştırma işlevi görmekte)

94. Halkı Müslüman ülkelerdeki ulusal-modern devletin tarihsel ve kültürel bir arka planı bulunmamaktadır. Bu nedenle dışarıdan ithal edilen mekanizmanın ayrımcı ve baskıcı karakteri ağır basmaktadır. Çok kültürlü, çok etnik yapılı ve çok dinli bir toplumda, ulusal devlet tarafsız kalamadığından toplumsal yapıya uygun bir devlet modeli oluşturamamaktadır. Bu da toplumsal bütünlüğü sağlamada devleti zor durumda bırakmaktadır. (136)

88 Kışkırtılan tüketim...

95. Çok renkli yapıyı bir arada tutacak bir değerler sistemine sahip olmadığından; ulus-devlet, halen toplumsal bütünlüğü sağlayacak temel yapıştırıcı işlevinden dolayı İslam’ı kullanışlı bir malzeme olarak devreye sokmaktadır...(Resmi İslam) (136)

96. Kapitalizm(....) oluşup gelişmeye başladıktan sonra kendi

96. Kapitalizm(....) oluşup gelişmeye başladıktan sonra kendi

Outline

Benzer Belgeler