• Sonuç bulunamadı

Prof. Dr. Orhan Türkdoğan; Kültür Ve Turizm Bak.Yay.Baskı-1988-Ankara 1. Toplumda fikir özgürlüğü arttıkça sosyal hareketler de çoğalır ve zenginleşir. (önsöz-IX)

2. Karl Popper’in de isabetle belirttiği gibi:” yalnızca iki tür yönetsel müesseseler vardır: Yönetimin kan dökülmeden değişmesine elveren ve elvermeyen müesseseler...(...) iki tür yönetim biçimini dilediğimiz gibi adlandırabilirsiniz. Ben şiddet kullanmadan değiştirilebilen yönetim biçimine

“demokrasi” diğerine “tiranlık” demeyi uygun buluyorum...(6) 3. Marksizm, uygulamada teorik meyvelerini verememiştir.(6)

4. Millet vicdanında ve yaşantısında yerini almayan başlayan milli ve manevi değerleri; siyasi ve ideolojik bir akım olarak değerlendirmek yanlıştır...

5. Çağdaş toplum, bir yandan medeniyetin doruğuna ulaşırken, öte yandan fertlerin ruhi yalnızlığını gideremiyor: onları “kalabalıklar içinde yalnız bırakıyor”. Bu gelişim, çoğulcu toplumların bir çıkmazıdır. Nasıl en iyi, iyinin düşmanı ise, sibernetik toplumda iç yaşantımızın düşmanı oluyor.

Toplum en iyiye yönelirken, aynı zamanda tezatlarını da birlikte getiriyor.

Günümüzde sosyal hareketlerin yoğunlaşması ve giderek çatışma durumuna geçmesi bu oluşumun bir sonucudur. (17)

- Türk modeli

- inanma özürlü aydınlar...

6. İnanç ve milli değerlerin zayıflaması ile sosyal gerginlikler belirli çizgilerle kalınlaşır. (23)

7. (İçtimai sulh ve anarşi) tamamıyla insanlar arası ilişkiler sisteminin oluşturduğu tutum ve davranış biçimlerinden kaynaklanmaktadır.(24)

8. Sosyal hareketlerin bu yıkıcı kimliğini yapıcı ve reformcu bir yöne kanalize etmek için fertlerin başarı seviyeleri ile benlik seviyeleri arasındaki yarılmaları gidermek gerekir.(29)

9. Ferdi topluma bağlayan bu manevi lifleri kemiren teknoloji, hem toplumun yapısında hem ferdin kişiliğinde çatışmalara sebep olabilir.(29)

10. Serbest ve açık hareketlerin bulunmadığı toplumlarda ihtilal gizli olarak büyür.

11. (Kalkınma disiplin ve içtimai sulh) bir kolektif biçimlenmedir.

12. Hareketlere refakat eden inançlar...

13. Devrin Osmanlı Devleti (1800-1900), Batıyla karşılaştırıldığında yapıca önemli farklılık ortaya koyar. Bunun da sebebi iki noktada toplanabilir.

Bunlardan ilki, Osmanlı düzeninin “fert toplum dengesi”ne dayanan bir modele göre kurulmuş olmasıdır. Sistem, bu sebeple, “fert-fert dengesi”ne dayalı kapitalist modelden ayrılmaktadır. Osmanlı toplum düzeni, sonuna kadar ferdin ferdi sömürmesine dayanan kapitalist sisteme kapalı kalmıştır.

Osmanlı iktisadi rejimi, kendi tarih ve kültürüne dayalı, kendi insan ve toplumunun felsefesini yansıtan bir modeli ortaya koyar. Dini değerler, kültür kodları sürekli olarak bu “fert-toplum dengesi”ni ayakta tutmaya çalışmıştır.

(...) Ekonomik başarı, çoğu kez, dini ve kültürel kodlara ters düşecek bir şekilde gelişme gösterdiği taktirde derhal “hizaya” getirilirdi. (125)

14. Tarih felsefesi bize gösteriyor ki, toplumsal ilişkiler çatışma veya anlaşma (uyum) şeklinde sürüp gitmektedir. Bunlardan çatışmayı, toplumsal ilişkilerin temel unsuru olarak kabul eden Marx’tır. (203)

Milli ve manevi değerlerimiz; insana dayanışmacı bir karakter aşılar.

Onun toplumsa mesuliyeti telkin eden ilkeleri de ananevi unsurlarla birleşmek suretiyle üst seviyede yeni bir düzeni ortaya koymuştur. (225)

15. Teorik olarak, her sistemin, uygulamada ortaya koyacağı tutarlılık sonuna kadar savunulamaz. Çünkü sosyal gerçek, ideal olarak düzenlenmiş olan her sistemin karşısındadır. Bu sebeple teori ile uygulama arasında beliren iç çelişkiler sistemlerin bir alınyazısıdır. (303)

16. (Sosyalizmin) (...) iç yapısında ortaya çıkan derin yarılmalar bizzat sistemin kendisi değil, her şeyden önce sosyal gerçeğin insan iradesine, düşünce sistemine ve değerler düzenine bağlı olmasındadır. Sosyal gerçeğin bu akıcılığı, donmuş kalıpların bir yansıması olan sistemleri sonuna kadar taşıyamaz. Bu yüzden çoğu defa sistemle, gerçek arasında çelişmeler doğar.

Bu çelişmelerin ortaya koyduğu toplumsal huzursuzlukları gidermek için de sistemde bazı fedakarlıklar yapılması gerekir. (303)

17. (Statü) Toplum bilimciler, statüyü yani bir ferdin toplum içinde işgal ettiği yeri;

a. Erişilen statü (başarı yoluyla sağlanan statü) b. Verilen statü

Olmak üzere ikiye ayırırlar. Bir köylü çocuğunun belirli öğretim kademelerini tamamladıktan sonra doktor veya öğretmen olması erişilen statü örneğini teşkil eder. Verilen statüye gelince bu da, daha ziyade, geleneksel ve temel gruplarda görülen statü şeklidir. Padişahın oğlunun padişah, kağanın çocuğunun kağan veya prens olması gibi. (346)

18. İlerlemiş, modern toplumlarda, sosyal hareketliliğin canlılığından ötürü erişilen statü; kapalı ve gelenekçi toplumlarda da verilen statüler egemendir.(1346)

19. Merkezi otoriteye yönelik, teşkilatlı ve fikri potansiyeli yüksek sosyal hareketler...(368)

20. Amerikalı sosyolog Daniel Bell’in ifadesiyle; “inançlarımızda yıkılma eğilimi her şeyden önce teknik ilerleme ve rasyonel planlama ile alakalı olarak ortaya çıkan aşırı laikleşme neticesi gerçekleşmiştir. (415)

21. Kapitalizm, ortaçağda miras kalan ve sekülarize (?) ettiği dini ve ideolojik sermayeyi, yerine başka bir şey koymasını düşünmeden kullanmış ve bitirmiştir. (417)

22. (Sekülarizm) Sekülarizm, hedefi insanları ahiret ile ilgilenmekten alıkoyup yalnızca dünya hayatı ile ilgilenmeye yöneltmek olan sosyal bir harekettir. Bu bakımdan onu laiklikten ayırmak gerekir. Laiklik ferdin inanç ve duygularına devletin müdahale etmemesi sürecidir. Burada din bir vicdan meselesidir. Fert dilediği tarzda dini inançlarını, pratikleri yerine getirir, buna devlet hiçbir vakit müdahalede bulunamaz. Devletin dini okulllar açması, gençleri inançları doğrultusunda yetiştirir. Bu durum, dinin toplum hayatındaki rolünü açıklaması bakımından önemlidir. Dini sistem hayat tarzımızı, tutum ve davranışlarımızı, gelenek ve törelerimizi, birbirimizle olan ilişkilerimizi ahlaki norm ve değerlerimizi etkiler. İyi bir vatandaş modeli, dürüst bir ahlak, devlete bağlılık, yasalara saygı, çalışma irade ve azmi, topluma olan sorumluluk duygusu, sosyal çalışma disiplin büyük ölçüde kaynağını dini yaşantıdan alır. (...) Laiklik ilke olarak ferde dinin sosyal normlarını aşılar. Oysa, sekülarizm dini hayattan soyutlamaya çalışılır. Bu bakımdan laiklikle sekülarizmi aynı anlamda kullanmak hatalıdır. (417-418)

23. Karanlık ortaçağda Avrupa’da kilise dininin, hayatın her alanı üzerinde kaba ve sert bir baskısı vardı. Özellikle bilim alanında rastladığımız bir taassup yeni buluşların, gelişmelerin sürekli karşısına dikilmek suretiyle aklın buluş gücünü engelliyordu. Oysa, İran’da Cundisapur, Bağdat ve Endülüs’te 756 yılında kurulan İslam-Arap 1492 yılına kadar değişen şartlar

içinde, Kurtuba merkez olmak üzere İslam dünyasının ilmi gelişmeleri bir güneş gibi doğmaktadır. Bu yüzden George Sarton ortaçağı Batı için kullanırken, İslam için bunun geçerli olamayacağını açıklamıştır. Bu dönem, gerçekten İslam’ın aydınlık çağıdır. İslam, sürekli olarak bilim destekleyen ilkeleri ortaya koyuyordu. Bu yüzden, Avrupa’da gözlendiği biçimde bilim/din çatışması İslam için geçerli değildir. İlmi düşünce ve dini değerler uyumu İslam’ın bizzat yapısından kaynaklanmaktadır. (418) (Din terakkiye manidir sözü Hristiyanlık için geçerli olabilir.)

24. Batıda ortaçağ boyunca kilise babalarının otoratativ tutumlarına karşı Rönesans bir tepki unsuru olarak ortaya çıkıyordu. Bu da, dine düşman temeller üzerinde yükseliyordu. Yine, Rönesans, kilisenin Avrupalılara takdir ettiği şekliyle dini ya da İlahi temeller üzerinde yükselecek yerde ebşeri(hümanist) temeller üzerinde yükseldi. Böylece, ortaçağda kilisenin bağnaz tutumu aşırı bir düşünce sistemi olarak ilmin karşısına çıkıyor ve yaratıcı gücü nasıl engelliyorsa, bu defa rönesans dine tepki olarak belirirken aynı zamanda dinden de kendini soyutlamaya çalışıyordu. (Rönesans’ın din karışsındaki bu tavrı; bizzat hristiyanlığın özünden kaynaklanıyordu.) (419-420)

25. Bir zaman ülkemizde de, Atatürk’ün ölümü ile ileri sürülen “Kültür hümanizma” akımları bizi Grek-Latin köklere sürüklemek suretiyle paganizmin oyun kurallarını gündeme getiren bilim/din düşmanlığını en son sınırlara kadar gerçekleştirdikten sonra sekülarizmi laiklik ile özdeşleştirme yöntemini izlemiştir.(421)

26. “Eski geleneksel Türk, kendisi ayrı ve özel bir tiynetten kabul ettiğinden bizler de, bu özel tiynetini çirkin bir şey olarak tasvir etmek ve ona

“uğursuz Türk” adını vermek suretiyle büyüklük komplexini aşağıya çekmeye çalıştık. Ve sonunda onun psikolojik silahını ortadan kaldırabildik ve onu taklitçi ve şu anda gözlerimizin önünde sıfırını tüketmiş olduğu inkılabı yapmağa kalkışması için teşvik ettik.” (421) (“Arnold Toynbee’nin İslam, Batı ve istikbal” konulu konferansından)

27. Eğer din ekonomi dünyasından, ilim dünyasından, ahlak dünyasından, sanat dünyasından ... dışarıya itilmişse, onun pratik hayatta nesinin kaldığından dem vurabilir mi?

28. Batı’da dini normlar büyük ölçüde sekülarize edilirken öte yanda sosyologlar Weber’ci Protestan ahlakına dayalı yeni modelleri gündeme getirmek suretiyle maddeleşen hayat standartlarına manevi bir kimlik kazandırmaya çalışmaktadırlar. (430)

29. ... dini değer ve inanç sistemleri toplum ahlak yapısının çimentosunu teşkil eder. Bu değerlerden yoksun yetişen genç, milletine yabancılaşacağı gibi, geniş çapta tüketim normlarına dayalı materyalist bir dünya görüşü ve hayat tarzı da kazanmış olur. (444)

30. 1945 yılında yazılmış ve İçişleri Bakanlığına, matbuat umum md.lüğü tarafından yayınlanan bir tebliğde, “biz, her ne şekilde ve surette olursa olsun, memleket dahilinde dini neşriyat yaptırarak dini bir atmosfer ve gençlik için dini bir zihniyet vücuda getirilmesine taraftar değiliz.”(444)

31. İktisadi modeller, toplumların tarihi göstermiştir ki bir toplumdan ötekine aktarılan kalıplar değildir. Çünki, iktisadi modellerin batıdan iktibası her şeyden önce o modelleri şartlandıran inanç, diğer sistemi ve hayat tarzlarını da birlikte getirmektedir. Bu manevi oluşumlar bu defa yerli yapıda kültürel şok veya kültürel boşluklar yaratmak suretiyle toplum katlarını büyük çapta etkileyebilmekte, sosyal çözülme gibi radikal yapı değişmelerine yol açabilmektedir. Bu nedenle, Türk toplumunun kültür ve diğer sistemleri ve tarihi oluşumlarına cevap verebilecek bir iktisadi sistem oluşturmamız zaruridir. Kültürel özelliklerimiz, tarihi miraslarımız bu hususta bize rehber olabilmelidir. (450)

32. İktisadi yapının milli temellere oturtularak top yekun kalkınmacı bir seferberlik içine itilmesinin ön şartları toplumda yaratılmalıdır. (485)

33. Çoğu ülkelerde eğitim sisteminin siyasi ideolojilerin güdümünde bulunması, doktriniyel şartlandırma kitle kültürü oluşumunu ortaya çıkarmıştır. (556)

34. Çağdaş yüksek öğrenim(....) sanayi sisteminin ihtiyaçlarına esaslı bir biçimde uydururlar.(556)

35. (yıkıcı kitle hareketlerinin egemenliğini sosyal yaşantımızda biraz daha güçlü hissetmek istemiyorsak) sosyal yapıyı (siyasi yapıdan evvel) güçlü kılacak önlemlere ağırlık vermemiz gerekmektedir. Sosyologlarımız, sosyal tarihçilerimiz, politikacılarımız ve nihayet entelejinsiya sürekli batıdan ve doğudan kültür aktarmaları yerine kendi gerçeklerimize dönmek suretiyle milli değer ve normlara yönelik doğruları seçmeleri gerekir. (564-565)

Outline

Benzer Belgeler