• Sonuç bulunamadı

3. Makaleler: Sûrelerin isimleriyle ilgili Arapa yazılmıĢ çeĢitli makaleler bulunmakla

1.1.1. Lügat Anlamı

Bir kavramın yeterli derecede anlaĢılması, o terimin dil açısından değerlendirilmesine bağlıdır. Zira filolojik tarif, ıstılâhî tanım için bir basamak ve destek noktası oluĢturmaktadır. Lafızların anlamını belirlemek için de kelimelerin kökünü araĢtırma diyebileceğimiz etimoloji metoduna baĢvurulmaktadır.89

Bu açıdan sûre kavramının önce kökeninin tespit edilmesi yani etimolojik açıdan ele alınması gerekmektedir. Sûre lafzının kökü hakkında iki farklı görüĢ ileri sürülmüĢtür. Ekseriyetin görüĢü kelimenin hemzesiz olarak “ ” kökünden geldiğidir.90

Ġkinci görüĢe göre ise “ ” kökünden gelmektedir.91

Ġbn Atıyye‟nin belirttiğine göre bu kelime KureyĢ ile Hüzeyl, Sa„d Bekr ve Kinâne gibi komĢu kabilelerde hemzesiz, Temîm ve bazı kabilelerde ise hemzeli olarak okunmaktadır.92

Kelimenin Kur‟ân-ı Kerîm‟deki kullanılıĢı da KureyĢ lehcesine uygundur93 ve meĢhur olan da budur.94 Ġmam Nevevî (ö. 676/1277)‟ye göre hemzesiz olması daha fasihtir.95 Sûre kelimesini gerek hemzeli gerek hemzesiz oluĢuna göre değerlendiren iki farklı görüĢü Ģu Ģekilde ele almamız mümkündür:

Ġlk olarak sûre lafzının hemzesiz bir kelimeden geldiğini savunanlara göre -”vav” harfi kelimenin aslından olmak kaydıyla- sevr (sevre) veya sûr kökünden türeyen sûre,

89 Râzî, Mefâtîhu’l-ğayb, I, 21.

90 Abbâs, Fadl Hasan, İtkânü’l-burhân fî ulûmi’l-Kur’ân, Dârü‟l-furkân, Amman 1997, I, 443.

91

Bk. Taberî, Ebû Cafer Muhammed b. Cerîr, Tefsîru’t-Taberî Câmi‘u'l-beyân an te’vîli âyi’l-Kur’ân, (thk. Abdullah b. Abdulmuhsin et-Türkî), Dâru hicr, Kahire 1422/2001, I, 102-103; Sicistânî, Ebû Bekir Muhammed, Tefsîru ğarîbi’l-Kur’ân, Mektebetü dâri‟t-türâs, Kahire ts., s. 5; Cevherî, Ebû Nasr Ġsmâîl b. Hammâd es-Sıhâh: Tâcü’l-luga ve sıhâhu’l-‘Arabiyye, (thk. Ahmed Abdülgafur Attâr), Dârü'l-ilm li‟l-melâyin, 4. bs., Beyrut 1990, I, 69; Mâverdî, en-Nüket ve’l-uyûn, I, 27; Ġbn Manzûr,

Lisânü’l-Arab, XXIV, 2147; Fîrûzâbâdî, Besâiru zevi’t-temyîz, I, 84; ZerkeĢî, el-Burhân, I, 332. 92 Ġbn Atıyye, Ebû Muhammed Abdülhak b. Gâlib el-Endelüsî, el-Muharrerü’l-vecîz fî

tefsîri’l-kitâbi’l-azîz, (thk. Abdüsselâm Abdüssâfî Muhammed), Dârü‟l-kütübi‟l-ilmiyye, Beyrut 1422/2001, I, 56. 93

Henâî, Esmâü’s-süveri’l-Kur’âniyye, s. 8.

94 Zerzûr, Adnân Muhammed, Ulûmü’l-Kur’ân medhal ilâ tefsîri’l-Kur’ân ve beyânu i‘câzihî, el-Mektebü‟l-Ġslâmî, Beyrut 1401/1981, s. 102.

95 Nevevî, Ebû Zekeriyyâ Yahyâ b. ġeref b. Mürî, et-Tibyân fî âdâbi hameleti’l-Kur’ân, Dârü‟s-selâm, Kahire 1423/2002, s. 281.

25 sözlükte yüce mertebe ve yüksek makam,96

Ģan ve Ģeref,97 büyük bir Ģehri kuĢatan sur, duvar,98 binanın bir bölümü veya katı,99 yüksek ve güzel bina,100 alâmet ve niĢan,101 duvar kiriĢi ve duvarın yapısında kullanılan taĢ, kerpiç veya tuğla gibi malzemenin her bir sırası,102

topluluk ve grup,103 kuvvet, Ģiddet ve sertlik gibi anlamlara gelmektedir.104 Ġslâm öncesi dönemin meĢhur Ģairlerinden Nâbiğa ez-Zübyânî (ö. 604), bir beytinde sûre kelimesini Ģerefli yüksek makam ve yüce mertebe, rütbe ve Ģeref105

anlamında

Ģöyle kullanmaktadır: “ ” (Allah‟ın sana

yüksek bir makam (Ģeref ve üstünlük) verdiğini görmez misin? Sen, ondan aĢağıda kalan her bir hükümdarın aĢağıdan ona doğru yükselmeye çalıĢtığını görürsün.)106

Yani Allah‟ın sana verdiği ve seni çıkardığı Ģeref ve üstünlük makamı hükümdarların makamından daha yüksektir.107

Öyle ki o konum ve seviyeye krallar ulaĢamaz.108

96 Ġbn Düreyd, Ebû Bekir Muhammed b. el-Hasan, Cemheretü’l-lüga, (thk. Remzî Münîr Ba„lebekkî), Dârü‟l-ilm li‟l-melâyîn, Beyrut 1987, II, 722; Ġbn Fâris, Ebü‟l-Hüseyin Ahmed b. Zekeriyyâ,

Mu‘cemü mekâyîsi’l-luğa, (thk. Abdüsselâm Muhammed Hârûn), Darü‟l-fikr, y.y. 1399/1979, III,

115; Cevherî, es-Sıhâh; II, 690; Ġbn Sîde, Ebü‟l-Hasen Ali b. Ġsmâîl, el-Muhkem, ve’1-muhîtü’l-a‘zam, (thk. Abdülhamîd Hindâvî), Dârü‟l-kütübi‟l-ilmiyye, Beyrut 1421/2000, VIII, 607; Râgıb el-Ġsfahânî, Ebu‟l-Kâsım Hüseyin b. Muhammed, Mu‘cemü müfredâti elfâzi’l-Kur’ân, Dârü‟l-kütübi‟l-ilmiyye, Beyrut, 1997, s. 278; Sehâvî, Alemüddin Ali b. Muhammed, Cemâlü’l-kurrâ’ ve kemâlü’l-ikrâ’, (thk. Ali Hüseyin el-Bevvâb), Mektebetü‟t-türâs, Mekke 1408/1987, I, 39-40; Ġbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, XXIV, 2148; Zebîdî, Muhammed Murtazâ, Tacü’l-arûs min cevâhiri’l-Kâmûs, (thk. Abdüssettâr Ahmed Ferrâc), Matba„atü hukûmeti‟l-Kuveyt, Kuveyt 1385/1965, XII, 102; Ebû ġuhbe, Muhammed Muhammed, el-Medhal li dirâseti’l-Kur’âni’l-Kerîm, Dârü‟l-livâ‟, 3. bs., Riyad 1407/1987, s. 321.

97

Cevherî, a.g.e., II, 690; Ġbn Manzûr, a.g.e., XXIV, 2148; Zebîdî, a.g.e., XII, 102; LâĢîn, Mûsâ ġâhîn,

el-Leâliü’l-hısân fî ulûmi’l-Kur’ân, Dârü‟Ģ-Ģürûk, Kahire 1423/2002, s. 35.

98 Halîl b. Ahmed, Ebû Abdirrahmân el-Ferâhîdî, Kitâbü’l-‘ayn müratteben alâ hurûfi’l-mu‘cem, (thk. Abdulhamîd Hindâvî), Dârü‟l-kütübi‟l-ilmiyye, Beyrut 1424/2003, II, 293; Taberî, Câmi‘u’l-beyân, I, 102; Ġbn Düreyd, a.g.e., II, 723; Sicistânî, Tefsîru ğarîbi’l-Kur’ân, s. 5; Mâverdî, en-Nüket ve’l-uyûn, I, 27; Cevherî, a.g.e., II, 690; Ġbn Sîde, a.g.e., VIII, 607; Râgıb el-Ġsfahânî, a.g.e., s. 278; Ġbn Manzûr,

a.g.e., XXIV, 2147-2148; Zebîdî, a.g.e., XII, 102.

99 Ġbn Fâris, a.g.e., III, 115; Cevherî, a.g.e., II, 690; Ġbn Atıyye, el-Muharrerü’l-vecîz, I, 56-57; Ġbn Manzûr, a.g.e., XXIV, 2147; Abdülazîz, Emir, Dirâsât fî ulûmi’l-Kur’ân, Müessesetü‟r-risâle, Beyrut 1983, s. 68.

100 Ġbn Sîde, a.g.e., VIII, 607; Ġbn Manzûr, a.g.e., XXIV, 2147; Zebîdî, a.g.e., XII, 102; LâĢîn, a.g.e., s. 35.

101

Ġbn Sîde, a.g.e., VIII, 608; Ġbn Manzûr, a.g.e., XXIV, 2147; Zebîdî, a.g.e., XII, 102; LâĢîn, a.g.e., s. 35.

102 Ġbn Manzûr, a.g.e., XXIV, 2147; Zürkânî, Muhammed Abdülazîm, Menâhilü’l-irfân fî ulûmi’l-Kur’ân, Dâru ihyâi‟t-türâsi‟l-Arabî, 2. bs., Beyrut 1419/1998, s. 247.

103

Fîrûzâbâdî, Besâiru zevi’t-temyîz, I, 84.

104 Halîl b. Ahmed, a.g.e., II, 293; Ġbn Düreyd, a.g.e., II, 723; Ġbn Fâris, a.g.e., III, 115; Ġbn Manzûr,

a.g.e., XXIV, 2146-2147; Fîrûzâbâdî, a.g.e., I, 84.

105 Cevherî, a.g.e., II, 690; Ġbn Manzûr, a.g.e., XXIV, 2148; Zebîdî, a.g.e., XII, 101; Abdülazîz, a.g.e., s. 68.

106 Nâbiğa ez-Zübyânî, Ebû Emâme Ziyad b. Muaviye, Dîvânü’n-Nâbiğa ez-Zübyânî, (thk. Muhammed Ebü‟l-Fazl Ġbrâhim), Dârü‟l-maârif, 2. bs., Kahire ts., s. 73. Ayrıca bk. Taberî, a.g.e., I, 103; Ġbn Düreyd, a.g.e., II, 723; Râgıb el-Ġsfahânî, a.g.e., s. 278; Sehâvî, a.g.e., I, 39.

107

26

Kelimenin anlamlarından hareketle Kur‟ân-ı Kerîm‟in bölümlerine sûre denilmesinin hikmetleri hakkında ileri sürülen bazı görüĢler Ģunlardır: Kur‟ân sûrelerinin, diğerlerine karĢı sahip olduğu yüksek derece sebebiyle sûre olarak isimlendirilmiĢtir.109

Her sûre, Allah‟ın Kelamı‟nı ihtiva etmekle yüksek bir mevki iĢgal etmiĢ bulunduğundan, bu ismi almıĢ olması kuvvetle muhtemeldir.110

Kur‟ân sûreleri, okuyanın basamak basamak yükseldiği, dereceler ve mertebeler mesabesindedir. Onlara sûre adının verilmesi, dindeki yerlerinin yüceliğinden111

ve Kur‟ân okuyan kimsenin, bu sayede yüksek bir derece elde etmesindendir. Ġnsan tüm Kur‟ân sûrelerini gereğince okursa, bu sayede en önemli makamlara eriĢme imkânını elde eder.112

Sûre kelimesinin bu anlamına göre Kur‟ân-ı Kerim gök âlemine, herbir sûre de göğün yüksek rütbede bulunan gezegen sistemlerine benzetilmektedir.113

Sûre kelimesinde, surların gözle görülen yüksekliğine benzer bir Ģekilde mânevî bir yücelik ve yükseklik anlamı da vardır. Bu durum, sûrelerin Hz. Peygamber (a.s.)‟i, Kur‟ân‟ı ve hak din Ġslâm‟ı koruma ve himaye etmeleri sebebiyledir. Zira sûreler, tüm inatçı ve kibirlileri susturan bir mûcizedir. Mücrimler hoĢlanmasa da Cenâb-ı Allah, sûrelerle gerçeği ortaya çıkarır ve bâtılı da ortadan kaldırır. DüĢmanın saldırılarına karĢı korur ve himaye eder.114

Öte yandan yerin yüksekçe olan kısmına sur denildiği gibi sûreye bu ismin verilmesi, sûrenin Ģerefi ve seviyesinin yüksekliği sebebiyledir.115

Surun bir Ģehri çevrelemesi gibi sûre de âyetleri çevrelemekte, kendi bünyesi içine almaktadır. Yine sur, Ģehri kuĢattığı gibi sûreler de bazı âyetleri bünyesinde toplayıp diğer âyetlerden ayırır. Sûre, baĢka âyetlerin içine giriĢine engel olduğu için Ģehrin sur ve duvarına benzetilmiĢtir.116

Bunun yanında sûre, iki açıdan sura benzemektedir: Ġlk olarak surun gözle görülen, maddî bir yüksekliği varken sûrenin manevî bir yüksekliği 108 Sehâvî, Cemâlü’l-kurrâ’, I, 40.

109 Ġbn Sîde, el-Muhkem, VIII, 607-608.

110 Sehâvî, a.g.e., I, 40; Cerrahoğlu, Ġsmail, Tefsir Usûlü, Türkiye Diyanet Vakfı, 10. bs., Ankara 1995, s. 57; Câbirî, Esmâü’s-süveri’l-Kur’âniyye, s. 47; Akgül, Muhittin, Kur’ân İklimine Seyahat, IĢık Yayınları, Ġzmir 2008, s. 75.

111 Râzî, Mefâtîhu’l-ğayb, II, 128.

112 Bursevî, Ġsmail Hakkı, Muhtasar Rûhu’l-beyân Tefsiri, (Ġhtisar eden: Muhammed Ali es-Sabûnî), Damla Yayınevi, Yeniden Gözden GeçirilmiĢ 4. bs., Ġstanbul 2002, I, 103.

113 Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, I, 23.

114 Zürkânî, Menâhilü’l-irfân, s. 247.

115 Kurtubî, a.g.e., I, 107.

116

27

vardır. Ġkinci olarak ise surların inĢası, üst üste konulan tuğlalarla yapılırken sûrenin inĢası ise birbirini takip eden âyetlerle yapılmaktadır.117

Bilindiği gibi surun yapımında, her bir tuğlanın yanına sıra ile diğer bir tuğla konmaktadır. Sûrelerin oluĢumunda da bir kelimenin yanına diğer bir kelimeyi, bir âyetin yanına diğer bir âyeti koyma iĢlemi buna benzetilmektedir.118

Sûreler, surlarla çevrilmiĢ Ģehirler gibi Kur‟ân‟ın sınırlanmıĢ bölümleridir. Veya o sûreler, tıpkı Ģehrin surlarının içindekileri kuĢatması gibi birçok ilim dalını ihtiva etmelerinden dolayı bu ismi almıĢlardır.119 Çünkü Kur‟ân parçaları, yerli yerinde kelimelerden meydana gelen ve omuz omuza vererek birbirine destek olan âyetlerden örülmüĢ sağlam ve yüksek bir Ģehir suru gibidir.120

Surun binaları kuĢatması ve içine alması gibi sûre de âyetleri, kelimeleri, harfleri; emir nehiy ve ahkâm gibi anlamları kapsamakta ve içine almaktadır.121

Sûre kelimesinin bu anlamına göre, Kur‟ân-ı Kerîm‟in yeryüzünde yüksek bir medeniyet kuracağına iĢaret eden, her sûresi büyük bir suru bulunan sağlamlaĢtırılmıĢ bir Ģehre ve bunun içinde her âyet de bir konağa benzetilmiĢ olur.122

Bunlarla birlikte bir binanın katlarına veya kısımlarına sûre denildiği gibi Kur‟ân‟ın muhtelif kısım ve tabakalarını teĢkil eden sûrelere bu ismin verilmesi mümkündür.123

Çünkü her bir sûre, aralarında fasıla bulunup bir diğerinden ayrılmıĢ bulunup üst üste ve peĢ peĢe gelmektedir. Bu açıdan Kur‟ân-ı Kerim‟in muhtelif kısım ve tabakalarını teĢkil eden parçalarına da sûre adı verilmiĢtir.124

Yüksek ve güzel bina anlamıyla Kur‟ân sûreleri, baĢkalarından hemen ayırt edilebilen yüksek ve muhkem bir bina durumunda olup hakikatlerin kalesidir.125

Alâmet ve niĢan

117 Rûmî, Fehd b. Abdirrahman b. Süleyman, Dirâsât fî ulûmi’l-Kur’âni’l-Kerîm, ys., 14. bs., Riyad 1426/2005, s. 115.

118 Zürkânî, Menâhilü’l-irfân, s. 247.

119 Râzî, Mefâtîhu’l-ğayb, II, 128.

120 Yıldırım, Kur’ân-ı Kerim ve Kur’ân İlimlerine Giriş, s. 52.

121

Fîrûzâbâdî, Besâiru zevi’t-temyîz, I, 84-85.

122 Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, I, 23.

123 Akgül, Kur’ân İklimine Seyahat, s. 75.

124 Ġbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, XXIV, 2147; Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, s. 57.

125

28

anlamıyla sûreye sûre denilmesi, onu getiren Hz. Peygamber (a.s.)‟in doğruluğuna bir alâmet ve Kur‟ân‟ın Allah katından geldiğine bir delil oluĢundandır.126

Bazı ilim adamlarına göre Kur‟ân‟ın belli bir parçasının sûre olarak isimlendirilmesi, Ģehri veya belirli bir bölgeyi, mahalleyi kuĢatan duvar mânasına “sur” kelimesinden alınmıĢtır. “Kelamın bir kısmı” anlamına gelsin diye “sur” kelimesinin sonuna müenneslik “tâ”sı getirilmiĢtir. Birinin söylediği konuĢmaya “hutbe”, “risale” ve “mekame/nasihat niteliğinde secili kısa hikâye” denmesi de bu türdendir.127

Yani müenneslik tâsı, ilave edilen kelimeye “tümü” değil, “bir bölümü” anlamı katmaktadır. O halde sûre de Kur‟ân‟ın tümü değil, bir bölümüdür.

Sûr “ ” kelimesinin, Cürhüm lehçesinde “ (duvar)” anlamına geldiği belirtilmiĢtir.128

Sûre kelimesinin, aynı zamanda bileği kuĢattığı için bilezik mânasına gelen “ ” kelimesinden alındığı da söylenmiĢtir.129

Sûre kelimesinin, “üst üste koymak suretiyle yükselmek” mânasına gelen “ ” kelimesinden geldiği de söylenir. Çünkü âyetler birbirine eklenerek bir araya getirilmiĢtir. “Onlar mâbedin duvarına tırmanıp…”130

âyetinde geçen “tesevverû” fiili, bu anlamın bir delildir.131

Yukarıda geçen ve sûre kelimesinin kökünden gelen lafızlarda, yükseklik ve yücelik anlamı vardır. Ġbn Fâris sûre kelimesinin yükseklik ve yücelik anlamını iyice vurgulamak için “sîn, vâv ve râ, yücelik ve yüksekliğe delalet eden tek kaynaktır”132

demektedir. Özellikle sûre kelimesini hemzesiz kabul edenlerin, Kur‟ân sûrelerinin, derece ve mertebe bakımından yüksek ve yüceliğinden dolayı sûre olarak isimlendirildiği görüĢünü benimsedikleri ortaya çıkmaktadır.133

126 Rûmî, Dirâsât fî ulûmi’l-Kur’âni’l-Kerîm, s. 114-115. 127 Ġbn ÂĢûr, et-Tahrîr ve’t-tenvîr, I, 85. 128 Suyûtî, el-İtkân, I, . 129 Suyûtî, a.g.e., I, 1 5. 130 Sâd 38/21. 131 Suyûtî, a.g.e., I, 1 5-166.

132 Ġbn Fâris, Mu‘cemü mekâyîsi’l-luğa, III, 115.

133

29

Sûre lafzının hemzeli bir kelimeden geldiğini savunanlara göre ise bu kelime, “ / / ” kökünden türemiĢtir134

ve kalıntı, bir Ģeyden arta kalan, artık veya onun fazlası gibi anlamlara gelmektedir.135

Kelimenin bu anlamından hareketle sûre, Kur‟ân‟ın tek bir parçadan meydana gelen bir kısmı ve parçası mânasında kullanılmıĢtır.136

Sûreye bu adın veriliĢ sebebinin, onun Kur‟ân-ı Kerîm‟in belli bir bölümü oluĢundan dolayı olduğu da söylenmiĢtir.137

Bazı dilcilere göre ise sûre kelimesi soylu deve anlamına gelmektedir.138

Bunun yanında Arapların yaratılıĢ olarak tam, eksiksiz ve kusursuz deveye de sûre dedikleri belirtilmiĢtir. Dolayısıyla tam ve eksiksiz oldukları için Kur‟an‟ın bölümlerine de sûre isimi verilmiĢtir.139

Bu görüĢü benimseyenlerin bir kısmına göre kelimedeki “hemze” hafifletmek için terkedilmiĢ ve “sûre” olarak okunmuĢtur.140

Bazılarına göre de kelimenin aslı hemzeli olup daha sonra bu kelime hafifletilerek, hemze yerine önceki harfin ötreli olması dolayısıyla “vav” gelmiĢtir yani hemze “vav” olmuĢtur.141

Sûre kelimesinin, “ ” Ģeklinde hemzeli de olsa, “ ” Ģeklinde hemzesiz okunuĢu ile aynı anlamda kullanılması caiz görülmüĢtür.142

Bazı ilim adamlarına göre sûre lafzının, “ ” anlamında “ ” ifadesi hariç, yukarıda zikredilen tüm anlamlara delalet etmesine bir mani yoktur. Zira bu ifade Kur‟ân‟ın muradına uygun değildir. Çünkü sûre lafzı, yücelik, yükseklik ve ihata etme anlamlarına delalet etmektedir. Kur‟ân-ı Kerîm de tüm bu anlamları kapsamaktadır. Bu

134

Sehâvî, Cemâlü’l-kurrâ’, I, 40; Ġbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, XXIV, 2148.

135 Taberî, Câmi‘u’l-beyân, I, 103; Sicistânî, Tefsîru ğarîbi’l-Kur’ân, s. 5; Râgıb el-Ġsfahânî, Müfredât, s. 278; Ġbn Atıyye, el-Muharrerü’l-vecîz, I, 56; Kurtubî, el-Câmi‘, I, 107; Sehâvî, a.g.e., I, 40; Ġbn Manzûr, a.g.e., XXIV, 2148.

136

Bk. Taberî, a.g.e., I, 103; Râgıb el-Ġsfahânî, a.g.e., s. 278; Râzî, Mefâtîhu’l-ğayb, II, 128; Sehâvî,

a.g.e., I, 40; Ġbn Manzûr, a.g.e., XXIV, 2148; Zebîdî, Tacü‟l-Arus, XII, 102. 137 Kurtubî, a.g.e., I, 107.

138 Ġbn Düreyd, Cemheretü’l-lüga, II, 723; Ġbn Sîde, el-Muhkem, VIII, 608.

139

Zerzûr, Adnân Muhammed, Ulûmü’l-Kur’ân ve i‘câzühû ve târîhu tevsîkıhî, Dârü‟l-a„lâm, Amman 1426/2005, s. 162.

140 Ġbn Atıyye, a.g.e., I, 56; Ġbn Manzûr, a.g.e., XXIV, 2148.

141 Kurtubî, a.g.e., I, 107; Ġbn ÂĢûr, et-Tahrîr ve’t-tenvîr, I, 85.

142

30

durum, Kur‟ân‟ın i„câzındandır. Fakat Kur‟ân‟ın “bir Ģeyin artık ve fazlalığı” anlamına delaleti, Kur‟ân‟ın müfredatına uygun değildir.143

Sûre kelimesinin çoğulu, farklı birkaç Ģekilde gelmektedir. Birincisi, “hutbetün-hutebün”, “gurfetün-gurefün” takdirinde “sîn” harfinin ötreli, “vav” harfinin üstünlü okunması ile “ ” Ģeklindedir.144

Kur‟ân sûresi anlamına gelen sûrenin çoğulu bu Ģekilde gelmektedir.145

Binanın katları anlamına gelen sûrenin çoğulu ise “sîn” harfinin ötreli, “vav” harfinin sükûnlu okunması ile “ ”dur.146

Fakat bütünün bir parçası anlamı kastediliyorsa kelimenin çoğulu, “sîn” harfinin ötreli, “vav” harfinin üstünlü okunması ile “ ” Ģeklinde gelir.147

Bunların yanında sûre lafzının çoğulunun, “vav” harfinin sükûn veya üstün okunmasıyla “ - ” ve “ ” Ģeklinde gelmesi de caizdir.148

Bazı Ģarkiyatçılar ise sûre kelimesinin Arapça değil, Ġbranî yahut Süryânî kökenli olduğunu iddia etmiĢlerdir.149

ġöyle ki, Alman Ģarkiyatçı Theodor Nöldeke (ö. 1930), sûre kelimesinin aslının Arapça olmayıp, yeni-Ġbranice olup “Sûrâ (sıra)”dan geldiğini, Ġngiliz oryantalist Hartwig Hirschfeld (ö. 1934) ise Ġbranice “Seder” kelimesinin buzulmuĢ Ģekli olduğunu söylemektedir. Bu kelimenin Süryanice olup “Sûrtâ (yarı satır, yazı parçası)” kelimesinden türediği de söylenmiĢtir.150

Ġslâm Ansiklopedisi‟ne “Kur‟ân”, “Muhammed” ve “Sûre” maddelerini yazan Danimarkalı oryantalist Frantz Buhl (ö. 1932) ise bu kelimenin menĢeini göstermek için giriĢilen tecrübelere rağmen, nereden geldiğini bilmiyoruz, nereden geldiği ve ilk mânası hala Ģüpheli demekle,151

yukarıdaki iki müsteĢrikin görüĢüne katılmadığını ifade etmektedir.152

143 Henâî, Esmâü’s-süveri’l-Kur’âniyye, s. 10.

144

Halîl b. Ahmed, Kitâbü’l-‘ayn, II, 293; Taberî, Câmi‘u’l-beyân, I, 101; Ġbn Düreyd, Cemheretü’l-lüga, II, 722; Cevherî, es-Sıhâh; II, 690; Ġbn Sîde, el-Muhkem, VIII, 607; Kurtubî, el-Câmi‘, I, 107.

145 Taberî, a.g.e., I, 101; Ġbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, XXIV, 2147.

146 Taberî, a.g.e., I, 102; Ġbn Atıyye, el-Muharrerü’l-vecîz, I, 57; Cevherî, a.g.e., II, 690; Ġbn Sîde, a.g.e., VIII, 607; Ġbn Manzûr, a.g.e., XXIV, 2147; Zebîdî, Tacü‟l-Arus, XII, 102.

147 Taberî, a.g.e., I, 103; Ġbn Atıyye, a.g.e., I, 57.

148 Cevherî, a.g.e., II, 690; Kurtubî, a.g.e., I, 107; Ġbn Manzûr, a.g.e., XXIV, 2147.

149 AteĢ, Süleyman, Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar NeĢriyat, y.y. 1988, I, 15.

150

Buhl, Frantz, “Sûre”, İslam Ansiklopedisi, Milli Eğitim Basımevi, Ankara 1980, XXIX, 48; Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, s. 57.

151 Buhl, Frantz, “Kur‟ân”, İslam Ansiklopedisi, Milli Eğitim Basımevi, Ġstanbul 1977, VI, 996; Buhl, “Sûre”, XXIX, 48; Cerrahoğlu, a.g.e., s. 57.

152

31