• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: ĠSĠM KAVRAMI VE KUR’ÂN-I KERÎM SÛRELERĠNĠN ĠSĠMLENDĠRĠLMESĠ ĠSĠMLENDĠRĠLMESĠ

2. Kûfeliler‟e göre 432 “isim” kelimesi, alâmet anlamına gelen “es-simeh” kelimesinden türemiĢtir.433

2.2.2. Ġsim-Müsemmâ ĠliĢkisi

Kelâmcılar, isim-müsemmâ konusuna isimlerle, adlandırdıkları varlıklar arasında nasıl bir iliĢkinin kurulabileceği açısından yaklaĢmıĢlar, ilâhî isim ve sıfatların Allah‟ın zâtının aynı veya gayri oluĢunu belirlemek için bu hususu incelemiĢlerdir. Kelâmcıların burada tartıĢtığı asıl mesele felsefecilerin yaptığı gibi fenomenler âlemine iliĢkin varlıklar, meselâ “deniz” veya “kitap” gibi isimlerle bunların müsemmâları olan su ve kâğıt arasındaki iliĢki değil Allah‟ın zâtı ile isim ve sıfatları arasındaki iliĢkidir.509

Problemin ilk olarak ortaya çıkıĢı Ģöyle gerçekleĢmiĢtir: Hz. Peygamber (a.s.)‟in vefatından sonra vuku bulan ve Ġslâm dünyasını derinden etkileyen Hz. Osman‟ın Ģehid edilmesi, Harre olayı, Kâbe baskını, Cemel ve Sıffîn savaĢları ve Hz. Hüseyin‟in Ģehid edilmesi gibi hadiseler önce ef‟âl-i ibâd ve mürtekib-i kebîre konularını, sonra da bunların kaderle ilgisini gündeme getirmiĢtir. Bunca fitne ve melhameye karıĢan insanlar, bu iĢleri kaderin bir cilvesi olarak mı yoksa bilinçli tercihleri ile mi

506 Ağırman, “Ad Koyma”, s. 129.

507 Ağırman, a.g.m., s. 141.

508 Aras, “Ad Koyma”, s. 112.

509

81

yapmıĢlardı? Ġnsan iradesi ile kader arasındaki iliĢkiyi sorgulayan ilk Ġslâm düĢünürleri ilâhî bilgi, küllî irade ve yaratma gibi konuları ele alma ihtiyacı duymuĢlar, bunun sonucunda birçok kelâm okulunun oluĢmasında belirleyici meselelerden biri olan ulûhiyyet (sıfâtullah) meselesi ortaya çıkmıĢtır. Kelâmcılar bir taraftan sıfatların zatın aynı mı gayrı mı olduğunu tartıĢırken; bir taraftan da sıfatlar için kullanılan bazı kelimelerin aynı zamanda Allah‟a isim olarak verildiğini dile getirerek isim-sıfat iliĢkisini ve zât-sıfat iliĢkisine paralel olarak isim-müsemmâ iliĢkisini tartıĢmaya baĢlamıĢlardır. Buna göre bir kelâm problem olarak isim-müsemmâ meselesi h. ikinci asrın ortalarından itibaren tartıĢılmaya baĢlanmıĢtır.510

Ġsim-müsemmâ meselesinde “isim” kelimesi yanında “müsemmâ” ve “tesmiye” kelimeleri sıkça kullanılmaktadır. Bu üç kelimenin anlamlarını ve birbirleri ile iliĢkisini Ģu Ģekilde ifade etmek mümkündür: Ġsim, zihinde oluĢan kavram; müsemmâ, ismin namına konulduğu hariçteki varlık; tesmiye de zihindeki isimle hariçteki varlığı birbirine bağlama, isimlendirme iĢlemidir.511

Bir lafzın hangi anlam karĢılığında kullanıldığını bilmek lafızla medlulü arasındaki özel nisbeti bilmeye bağlıdır.512

Ünlü müfessir ve dilci Ġbn Atiyye‟ye göre zat, ayn, müsemmâ ve isim kelimeleri aynı mânaya gelmektedirler. Ancak isim kelimesi bunlara ilave olarak sıfat mânası da taĢır. Ona göre isim, müsemmâya delalet etmek üzere onun hizasına konulan bir mânadır. Tesmiye ise bu iĢlemi yapma yani ismi müsemmânın hizasına koyma iĢidir. Bazen ise isim ile medlûl, müsemmâ ile mahiyet olarak zât ve tesmiye ile de lafızlar kastedilir.513

Ġsmi, bir hakikate delalet eden lafız; müsemmâyı ise bu hakikatin kendisi olarak tanımlayan dilciler, isim ile müsemmânın ayrı Ģeyler olduklarını söylemektedirler. Onlara göre bu iki kavram birbirinin aynı olacak olsaydı, ismi müsemmâya izafe etmek caiz olmazdı. Çünkü bir Ģey kendi kendine izafe edilemez. Halbuki bizzat Allah Teâlâ bu izafeti kullanmıĢtır.514

Lafızların delaleti, hariçte olan varlıklara değil onların zihindeki sûretleri olan mânalardır.515

Bu yüzden zihnî tasavvurlarımız değiĢtikçe, isimler de değiĢebilmektedir.

510 Çelebi, “Klasik Bir Kelâm Problemi Olarak Ġsim-Müsemmâ Meselesi”, s. 103-104.

511

Çelebi, “Ġsim-Müsemmâ”, XXII, 548.

512 Râzî, Mefâtîhu’l-ğayb, I, 31.

513 Ġbn Atıyye, el-Muharrerü’l-vecîz, I, 62-63.

514 Çelebi, “Klasik Bir Kelâm Problemi Olarak Ġsim-Müsemmâ Meselesi”, s. 105.

515

82

Nitekim uzaktan bir cisim görüp de onu taĢ zannettiğimizde, bu cismin taĢ olduğunu, biraz daha yaklaĢıp hareket ettiğini gördüğümüzde kuĢ olduğunu, büsbütün yaklaĢıp insan olduğunu anlayınca da insan olduğunu düĢünürüz. Demek ki isim ile müsemmâ arasındaki iliĢki her zaman birbirinin mütelazımı değildir. Zaman zaman bunları tek baĢına düĢünmemiz de mümkündür.516

Ayrıca lafızların hangi mânayı ifade etmek üzere konulduklarını bilmedikçe, onlar kendi kendilerine hiçbir Ģey ifade etmezler. Bir lafzın hangi mânaya kullanıldığını bilmek de söz konusu lafız ile medlûlü arasındaki özel nispeti ifade için sembol olduğunu bilmeye bağlıdır. Bu nispet ise bazen doğru, bazen de yanlıĢ olabilir.517

Tamamen bir mantık ve dil problemi olarak görünen isim-müsemmâ iliĢkisinin dinî literatürde yer alması, dinin metafiziği izah ederken karĢılaĢtığı güçlüklerden doğmaktadır. Meselâ insan, Allah‟ın zatını anlamak istediği zaman nasıl hareket edecektir?518

Kelâm ilminde isim-müsemmâ meselesinin tartıĢılmasının temelinde Ġslâm akaidinin en önemli esasını oluĢturan Allah Teâlâ‟yı beĢerî akıl ve anlayıĢa yaklaĢtırmak için, insanların hakkında az çok bilgi sahibi oldukları bazı isimleri kullanma teĢebbüsü vardır. Kelâm kaynaklarında Allah‟ın zatının kadim olduğunda kelâm âlimlerinin tam bir ittifakı vardır. Sıfatları konusunda ise ihtilâf söz konusudur; bazıları kadim, bazıları hâdis olduklarını söylemektedirler. Ġsim-müsemmâ meselesi de bu konunun bir devamı olarak kelâm kitaplarında yer almıĢtır.519

Kelâm âlimleri isim-müsemmâ iliĢkisi konusunda farklı yollar tutmuĢlardır. Kimi, isim ile müsemmânın aynı olduğunu fakat tesmiyeden ayrıldığını söylerken kimi de isim ile tesmiyenin aynı olup müsemmâdan ayrıldığını ileri sürmektedir.

1. Ġsmin, müsemmânın aynı olduğu görüĢünü savunanlar Ehl-i Sünnet kelâmcıları olup; bunlara göre Hz. Allah‟ın isim ve sıfatları zatına nispet edilen mânalar olup birden fazla isim veya sıfatın O‟na verilmesi tevhit inancına zarar vermez. Aksine isimler müsemmânın gayrı olarak düĢünülecek olursa o zaman tevhid inancı zedelenmiĢ olur. Çünkü o takdirde Allah‟ın zatı değil de isimleri birlenmiĢ olur. Yine eğer isim

516 Çelebi, “Klasik Bir Kelâm Problemi Olarak Ġsim-Müsemmâ Meselesi”, s. 105-106.

517 Râzî, Mefâtîhu’l-ğayb, I, 31.

518 Çelebi, a.g.m., s. 106.

519

83

müsemmânın gayrı olacak olsa “Muhammed Allah‟ın resûlüdür” denildiğinde “risalet” Muhammed‟in kendine değil, ismine nisbet edilmiĢ olur. Aynı Ģekilde zevcesinin adı diyelim ki Zeynep olan birisi “Zeynep boĢtur” diyecek olsa, boĢama kadının ismine değil, kendisine vaki olur. Arap dilini kullananlar da bu istimalde anlaĢmıĢtır. Örneğin ünlü Arap Ģairi Lebîd b. Rebîa bir beytinde kızlarına hitap ederek “ölümüne bir yıl matem tutmalarını, ondan sonra matemden emin olabileceklerini” söylerken “selamet ismi” ifadesini kullanmakta fakat selametin kendisini kastetmektedir.520

Birçok eserinde isim-müsemmâ meselesine değinen Ebü‟l-Hasen el-EĢ„ârî‟ye göre ismin tesmiye mânasına kullanıldığı zamanlar müsemmânın gayrı olacağını kabul etmektedirler. Buna Ģöyle bir örnek verirler: Adı Muhammed olan birine “Ġsmin nedir?” diye sorulacak olsa “Muhammed” der. Halbuki “Muhammed kimdir?” diye sorulacak olsa bu defa “Ben” diye cevap verir. Sorunun birinde “ne”, diğerinde “kim” edatları kullanılmaktadır. Bu edatların kullanılmasından da anlaĢılıyor ki burada “Muhammed” ismi, Ģahıs olan Muhammed‟den farklı bir anlamda kullanılmıĢtır. Ġmam Madüridî ise Kitabü‟t-Tevhid‟de Allah‟ın isimlerinden söz etmekle beraber isim-müsemmâ meselesine girmemiĢtir. Ġnsanların ancak duyularla idrak ettikleri Ģeyler hakkında bilgi sahibi olabildiklerini, duyular ötesi olan Allah Teâlâ‟yı da duyular âlemin kavramlarıyla tanıdıklarını, bu durumun onları Allah ile diğer varlıklar arasında bir benzerlik kurmaya götürmemesi gerektiğini; zira Kur‟ân-ı Kerîm‟in Allah Teâlâ hakkında her türlü yaratılmıĢ özelliği bertaraf ettiğini521

kaydetmektedir. Onun bu ifadelerinden isimlerin Allah Teâlâ‟nın zatına delalet eden ve medlûlü hatırlatan vasıtalar olduklarını, asıl maksadın zaten kendisi olduğunu anlıyoruz.522

2. Ġsmin, müsemmâdan ayrı olduğu görüĢünü ise Cehmiyye, Mutezile ve ġîa‟ya mensup bilginler savunmakta olup bunlara göre isim müsemmânın gayrı, tesmiyenin ise aynıdır. Ġsim ile müsemmânın aynı olduğunu söyleyenlerin ileri düzeyde bir cehalet içinde bulunduklarını kaydeden Kâdî Abdülcebbâr (ö. 415/1025), Ģayet isim müsemmânın aynı olsaydı, o takdirde necaset kelimesini telaffuz edenlerin ağzının pislenmesi, helvadan bahsedenlerin ağzının tatlanması ve ateĢten bahsedenlerin ağzının da yanması gerekirdi, halbuki gerçek böyle değildir, demektedir. Ayrıca isimlerin araz,

520 Çelebi, “Klasik Bir Kelâm Problemi Olarak Ġsim-Müsemmâ Meselesi”, s. 108.

521 Bk. ġûrâ 42/11.

522

84

müsemmâların ise cisim olduklarını, binaenaleyh aynı Ģey olmalarının mümkün olmadığını kaydetmektedir. Mutezile‟yi bu Ģekilde düĢünmeye sevkeden, isimlerin müsemmânın aynı olması halinde birden fazla kadîm varlığın bulunduğunu kabul etme gibi bir durumla karĢı karĢıya gelineceği endiĢesidir ki onlar sıfatlar konusunda ve Kur‟ân mahlûktur derken de bu endiĢeyi taĢımaktadırlar.523

Elmalılı Hamdi Yazır, A„lâ sûresini tefsir ederken konumuzla ilgili Ģu tesbitte bulunmaktadır: ġunu da unutmamak gerekir ki bir ismi noksanlıklardan uzak tutmak, o ismin sahibini noksanlıklardan daha çok uzak tutmak demektir. Çünkü bir ismin sahibinin yücelik ve kutsiliği, ismin yüceliği ve nezihliği ile ifade olunur. Bir kısım âlimler “isim ile ismin sahibi aynıdır” demiĢ iseler de hepsinin maksadı, ismin tenzih edilmesinden ismin sahibinin tenzih edilmesi lazım geleceğini ve asıl maksat, sade lafzı değil, sıfat ve isimleriyle asıl onların sahibinin zatını tenzihe yönelik olduğunu anlatmaktır diye anlaĢılması gerekir.524

Netice olarak isim-müsemmâ konusuyla ilgili tartıĢmaların daha çok lafzî boyutta yapıldığı görülmektedir. Meseleye hangi açıdan yaklaĢılırsa yaklaĢılsın, ismin, delâlet ettiği varlığın bizzat kendisini değil, onun hatırlatıcısı ve tanıtıcısı durumunda olduğu unutulmamalıdır. Bu anlamda isim, müsemmânın gayrıdır. Ancak Allah, rab ve benzeri isimler veya bunlara “isim” lafzının eklenmesiyle yapılan her tür tesbih, tazim, hamd ve zikirde gönlün yönelip bağlandığı varlık, yüce yaratıcının bizzat kendisi olduğundan, bu durumda isim, müsemmânın aynıdır.525